Odise

Tekst
Autor:
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Odise
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

Homeros, epik şair ekolüne dâhil olan muğlak bir simge olabilir. Eğer gerçekten yaşamış biriyse, muhtemelen M.Ö. 8. yüzyılın ilk yarısında yaşadı. Antik inanışa göre, modern Türkiye’nin batı kıyılarının orta kısmında bulunan İyonya’nın yerlisidir, ki bu akla yatkın görünüyor, çünkü şiirler İyonya lehçesiyle yazılmış. Şiirlerini eğitimli bir yardımcıya dikte ettirmiş, kendisi yazmış, hatırlamak için satırlar ve bölümler not etmiş veya hiç yazmamış olabilir. Aristo, Homeros’un Odise’yi yaşlandığında yazdığına inanıyordu; dil bilimsel kanıtlar İlyada’nın önce yazıldığını ve kayda değer bir aradan sonra da Odise’nin onu takip ettiğini gösteriyor. Filozof Heraklitos’a göre, Homeros oğlan çocuklarının böcekle ilgili bir bilmecesini çözememesi sebebiyle öfke krizinden ölmüştür, ki bu bilginlerin merakıyla alay eden bir anekdota benzemektedir. Günümüzde Homeros’a dair yapılan spekülasyonlar, kendisinin bir doktor, bir general ve bir kadın olduğuna ilişkin çeşitli iddialardır.

GİRİŞ

Homeros’un iki epik şiiri “İlyada” ve “Odise”nin, dünya edebiyat tarihinin en büyük şaheserleri arasında olmaları yanında, anlattıkları hikâyeler, çoğumuzun hayatında duyduğu ilk hikâyelerdendir. Ben küçük bir çocukken; çelik işçisi olan babam beni dizinin üzerine oturtur ve dünyanın en güzel kadını için yapılan ve sinsi bir kurnazlıkla kazanılan on yıllık savaşın öyküsünü anlatırdı. Bu öykü gözlerimin fal taşı gibi açılmasına sebep olurdu. Tek gözlü Kyklop’lar, Sirenler1 ve onların karşı konulamayan şarkıları, koca bir girdap ve altı başlı bir canavar, denizcileri domuza çeviren Cadı Kirke, sihirli rüzgârlar ve üzerindeki yırtık pırtık giysileri çıkarıp atarak kendisinden başka kimsenin kullanamadığı bir yayla kanlı bir intikam alan küçümsenmiş bir dilenciyi ve bunun gibi pek çok şeyi anlatmaya devam ederdi. O zamanlar, Truva Savaşı ve Odysseus’un uzun eve dönüş hikâyesindeki olaylar dünyanın en güzel hikâyeleri olarak beni kalbimden vurmuştu. Çok senelerden ve birçok hikâyeden sonra bile hâlâ fikrimi değiştirmedim.

İncil, Shakespeare’in oyunları ve belki Ovid’in “Metamorphoses” (“Dönüşümler”) kitabı dışında çok az çalışma kültürel kan dolaşımımıza böylesine derinlemesine girmiştir. Dante’nin “Inferno”sunda (“Cehennem”) Ulysses -Odysseus’un Latince adı- dünyanın uzak köşeleri ve daha ötesine doğru denize açılan, bilinmeyenin peşinde koşarak yerinde duramayan bir maceraperest olarak ortaya çıkmaktadır. Christopher Marlowe, Helen’in güzelliğini şu iki ünlü dizede dile getirmiştir: “Bu çehre binlerce gemiyi denize açan mı / ve Truva’nın üstsüz kulelerini yakan?” Homeros’un hikâyeleri üzerine sayısız resim ve heykel yapılmış; bale ve opera yazılmıştır. Rider Haggard [“King Solomon’s Mines” (“Kral Süleyman’ın Madenleri”) adlı, erkek çocuklarına yönelik klasik macera romanın yazarı] ve Andrew Lang (peri masallarıyla ünlü) bile, Ulysses’in -Mısır’da Helen’i ararken- Haggard’ın meşhur femme fatale2 karakteri, itaat-edilmesigereken-kadın olarak bilinen, Ayesha’nın reenkarnasyonuna tutsak düştüğü “The World’s Desire” (“Dünya’nın Arzusu”) adlı kitabı beraber yazmışlardır. James Joyce’un “Ulysses”i, Odysseus’u hissettirmeden modernleştirir ve Derek Walcott’ın kitap uzunluğundaki şiiri “Omeros”, Homeros’a Karayipli bir aksan verir.

İnsanlar Truva’yı düşündüklerinde genellikle ilk akıllarına gelen şey Truva Atı olur ancak “İlyada”da bu olay yer almaz, onun yerine Aşil’in öfkesi ve bunun sonuçlarına odaklanılır. Sadece “Odise”de kör ozan Demodokos, Truva hakkında şiirler okurken Odysseus’un zeki oyunundan bahseder. Vergilius, Aeneas’ın maceraları ve Roma’nın kurulması hakkındaki “Aeneas” (MÖ I. yüzyıl) adlı Latince destanında bu konu hakkında daha fazla detaya yer verir. Yine de içi silahlı askerlerle dolu devasa atla ilgili hikâye, eski zamanlardan beri bütünüyle bilinmekteydi çünkü Homeros’un şiirleri Truva hakkındaki destan çemberinin sadece iki kısmını oluşturuyordu. Başlıkları ve çok küçük bir bölümü dışında diğer şiirler kayıptır fakat ne içerdikleri hakkında ana hatlar bilinmektedir. “Cypria”, Paris’in hükmü ile ilgili bir hikâyeyle ilgilidir ki bu isimdeki bir Truva prensi üç tanrıçadan en güzel olanını altından bir elma ile ödüllendirmek durumundadır. O, Afrodit’i seçer; bunun nedeni ise Afrodit’in buna karşılık olarak dünyanın en güzel kadınına sahip olacağına dair ona söz vermesidir. Çok geçmeden Paris, Menelaos’un karısı Helen’le beraber kaçar ve Truva’ya geri döner.

“İlyada”, bizim bildiğimiz şiirdir. Menelaos, yanlış yolda olan karısını geri kazanmak ve intikam almak için Yunan ordusunun generali olarak bin tane gemi ile Truva’ya giden erkek kardeşi Agamemnon’dan yardım alır. “İlyada”nın hikâyesi tam da herkesin sabırsızlanmaya ve sinirlerin gerilmeye başladığı kuşatmanın dokuzuncu yılına girildiğinde başlar. Şiir, biraz kendini beğenmiş olan Agamemnon ile en ölümcül düşmanı Aşil arasında bir metres için yapılan, kontrolden çıkmış bir kavga ile başlar. Onurunu lekelenmiş hisseden Aşil; çadırına gider ve Agamemnon’u, savaşı bırakıp evine dönmekle tehdit eder. Destanın sonraki büyük bir kısmı savaşın gelgitlerini anlatır ve sevilen aile babası Hektor, Truva’nın büyük galibi olarak ortaya çıkar (Hektor, “halkının koruyucusu” anlamına gelir.). Fakat bu Truva prensi, Aşil’in en iyi arkadaşı Patroklos’u öldürdüğü zaman Aşil, kanlı bir intikam için yemin eder. Cesedi yerlerde sürüklenen Hektor da dâhil birçok kişi ölür. Oğlunu kaybeden yaşlı Truva Kralı Priamos, onun cesedini geri almak için yalvarır ve Aşil -insancıl bir merhametle ve kendini aşan dokunaklı bir anında- yaşlı adamın Truva’da gömülmek üzere cesedi almasına izin verir. Şiir, “atları iyi süren” Hektor’un cenazesi ile sona erer. Ne yazık ki savaşın kendisi devam edecektir.

“Aithiopis”, savaştan biraz daha bahseder; uzun ve gözlerden uzak bir hayat yerine kısa fakat ihtişamlı bir hayatı seçen Aşil’in ölümü ve cenazesi ile biter. Bu şiir aynı zamanda Aşil’in, Truvalıların yardımına gelen ve aşka düştüğü -artık çok geç olduğunda- Amazonların kraliçesi Penthesilea ve savaşıyla ilgili bir bölüm de içerir.

“İlias Parva” veya “Küçük İlyada”, Truva Atı hilesine, Truva’ya girmek için bir araç olarak odaklanır ve güçlü Aias ile kurnaz Odysseus’un Aşil’in zırhı için yaptıkları yarışmayı içerir (Odysseus zırhı kazanır, sonra Aias geçici olarak aklını kaybeder ve sonunda utançtan kendini öldürür.).

“İliu Persis” veya “Truva’nın Yağmalanışı”, şehrin ele geçişi ve Hektor’un babası Priamos ve küçük oğlu Astyanaks’ın ölümü, kimsenin inanmadığı bir peygamber olan Kassandra’ya tecavüz de dâhil, onu izleyen toplu katliamı konu alır. Hektor’un karısı Andromakhe, Aşil’in oğlu Neoptolemos’un metresi olur.

“Nostoi”, ihanet eden karısı Klytemnestra ve sevgilisi Aegisthus tarafından bir anda öldürülen Agamemnon da dâhil çeşitli kahramanların eve dönüşünü inceler (Elektra ve Orestes tarafından babalarının katledilmesinin intikamı ile devam eden bu hikâye, Eshilos’un “Orestia” adlı üç oyunlu serisine konu olmuştur. Zeus, Agamemnon’un öldürülmesine “Odise”nin başlangıcında yer verir.).

“Odise”, becerikli ve kurnaz, pek çok badire atlatmış bir adam olan Odysseus’un, nostos3 veya eve dönüş yolculuğunu konu eder. Ana vatanı İthake’ye yalnız başına dönmeden önce -en az altı yüz adam ve on iki geminin kaybı da dâhil olmak üzere- çok acılara katlanmıştır. Yurduna vardığında yüz sekiz taliplinin, aralarından birini yeni kocası olarak seçeceğini ümit ederek karısı Penelope’nin çevresini sardıklarını fakat bu sırada da evindeki her şeyi yiyip içtiklerini anlar. Odysseus kılık değiştirir; bir dilenci görünümüne bürünüp artık yetişkin bir adam olan oğlu Telemakhos’un yardımı ile bu haneye tecavüzcüleri katleder, evini pisliklerden temizler ve sessizlik ve istirahatten ibaret bir hayatı iple çeker.

“Telegonia”, dansa benzer şaşırtıcı bir gidişat ile çemberi kapatır. Odysseus’un Büyücü Kirke’den olan oğlu Telegonus, kazara babasını öldürür ve Penelope ile evlenir. Bu arada Odysseus’un Penelope’den olan oğlu Telemakhos zamanı gelince Kirke ile evlenir. Hepsi büyücünün sihirli adasında mutlu bir şekilde yaşarlar.

Bütün bu şiirler görünüşe göre antik çağlarda bilinmelerine rağmen “İlyada” ve “Odise” sanatsal yönü ve şöhreti ile diğerlerinden öne çıktı. Gerçekten de bu ikili birlikte, Yunan kültüründe İncil, Tevrat veya Kur’an’a benzer şekilde bir nevi kutsal kitap gibi yer edindiler. Yazarı, basitçe “şair” olarak adlandırılabilir fakat aslında Homeros, davranış kurallarını, ilham verici bir olayın özetini, “Yunanistan’ı kuran atalar”ın tarihini, hikâye anlatımı ve hitabet için bir rehberi, Atina draması ve şiiri konusunda bir kaynağı ve biraz da devlet adamları ve sıradan halk için ortak bir bilgelik kaynağını bizlere sunmuştur. Antik Yunan şarkıcıları -aoidoi4– şiirleri bütünüyle ezberlerinde tutup festivallerde devamlı olarak okumuşlardır. Platon’un “Devlet”i aslında Homeros’un kahramanlarının ölüm sonrası görüntüleri ile biter (Çoğu kartal veya aslan olarak dünyaya yeniden gelmek isterken Odysseus tamamıyla sıradan bir adam olarak geri gelmeyi ister.). Aristo, “Poetika”da Homeros’un şiirlerinden, hikâye yapılarının tamamlayıcı modeli olarak bahseder: “ ‘İlyada’ aynı anda basit ve ‘hazin’; ‘Odise’ ise karmaşık ve aynı zamanda ‘ahlaki’.” Söylendiğine göre Büyük İskender, “İlyada”yı seferleri sırasında beraberinde taşırdı.

 

MÖ II. yüzyıla gelindiğinde Lukianos’un hicivsel “True History”si (“Gerçek Öykü”) Homeros’la dalga geçiyordu: Lukianos, Kutsanmış Adalar’ı ziyaret eder ve ölümsüzlük teklifini geri çevirdiği için pişmanlığını dile getirip onu en kısa zamanda göreceğini söyleyerek gizlice Kalypso’ya aşk mektubu götürmesini isteyen Odysseus ile karşılaşır. Aynı sıralarda ünlü İskenderiye Kütüphanesi, iki şiir için düzeltmeler yapıyor ve kısaltmalar (scholia5) hazırlıyordu. Şimdi bile, eski çağlardan kalma herhangi bir eserden daha fazla sayıda “İlyada” ve “Odise”nin eski yazmalarına sahibiz.

Ancak ne yazık ki Bizans İmparatorluğu dışında Homeros’un şiirlerine dair bilgiler bin yıl boyunca kayıp olacaktı. MÖ IV. yüzyılın sonunda Batı Avrupa’da, Yunanlara dair bilgiler kaybolmaya başladı. Orta Çağ’da yazarlar ve düşünürler ya Homeros’u sadece özetlerden biliyorlardı ya da antik çağların sonundaki iki Latince çalışmadan, “İlyada” ile ilgili çarpık düşünceler edindiler (MÖ IV. yüzyıldan VI. yüzyıla kadar): Yunan tarafının bakış açısından anlatılan Giritli Dicty’nin sözde “Diary of The Trojan War”u (“Truva Savaşı’nın Günlüğü”) ile Truva tarafının bakış açısı ile anlatılan Frigyalı Dares’in “History of Destruction of Troy”u (“Truva’nın Yıkımının Tarihi”). Bunlar, “Truva konusu” denen birçok Orta Çağ hikâyesine esin kaynağı oldular.

1354’te İtalyan Şair Petrarca, “İlyada” ve “Odise”nin bir Bizans el yazmasını satın aldığı zaman Homeros’un geri dönüşü nihayet başladı. Petrarca, Yunanca okuyamadığı için metin Latinceye çevrildi (Arkadaşı Boccaccio bu dili öğrenmişti.). 1488’de Yunancadaki ilk baskıları ortaya çıktı ve giderek daha fazla bilgin yeniden keşfedilen bu dili samimi olarak öğrenmeye başladı. 1598’de George Chapman, “İlyada”nın ilk on kitabının İngilizce baskısını çıkardı, geri kalanını ve “Odise”yi de sonradan tercüme etti.

Rönesans sırasında Yunan çalışmalarının yeniden doğuşu ile beraber, İngilizce konuşulan ülkelerde Eski Yunan Uygarlığı ve özellikle Homeros’a gittikçe artan bir hayranlık duyulmuştur. Büyük VII. yüzyıl destanı “Paradise Lost” (“Kayıp Cennet”), kasıtlı bir şekilde “İlyada”daki şiir tanrıçalarının dualarını tekrarlayarak başlar ve güçlü Latin aksanına rağmen neredeyse Pagan modeline eşit bir güce ve ihtişama sahiptir. Kör Milton, doğal olarak, bilindiği kadarıyla kör olan Homeros ile özdeşleştirildi.

XVIII. yüzyılda Alexander Pope, “İlyada”yı kahramanlık beyitlerine çevirerek liste başı kitaba eş değer bir eser ortaya çıkardı. Birçok ünlü modern klasik akımcı -örneğin, Jasper Griffin ve Bernard Knox- Pope’un “İlyada”sını dillerindeki en iyi Homeros çevirisi olarak değerlendirdiler (Pope’un “Odise”sinin büyük bir çoğunluğu iki yardımcısı tarafından yazıldığı için istikrarsızdır.). Pope’un çağdaşı, Klasik Bilgin Richard Bentley, söylentilere göre, “Hoş bir şiir Bay Pope, ancak buna Homeros dememelisiniz.” demiştir. Ancak Pope’un mısraları gerçek bir güç barındırmaktadır: “Şimdi Ulysses savaş alanında tek başına durmakta / Yunanların hepsi kaçtı, Truvalılar üstlerine saldırırken / fakat o sakin ve bir bütün olarak ayakta durmakta…”

XVIII. yüzyılın sonralarında bilim, Homeros hakkındaki tarihî görüşümüzü kökten değiştirmeye başladı. F. A. Wolf, “Prologemenon ad Homerum”da (“Homeros Üstüne Önsöz” -1795) şiirlerin, Yunanların yazı ile tanışmadığı zamanlarda sözlü olarak derlendiğini, sonra papirüs üzerine yazılıncaya kadar dört yüzyıl boyunca ezberden okunarak aktarıldığını savunmuştur. Eserlerin sanatsal bütünlüğü büyük çoğunlukla düzenleyenlerin çalışmalarına bağlıdır.

Kraliçe Victoria tahta geçtiği zamanlarda Homeros, İngiliz eğitim sisteminde temel kitap hâline gelmişti; imparatorluğun kahramanca idealleri için bir kaynak kitap ve yüce dimağların tercih ettiği bir eğlence aracı olarak… XIX. yüzyıl İngiltere’sinin en saygın başbakanı olan William Gladstone’un kendisi de Homeros’la ilgili yedi kitap basmıştı ve Homeros alanındaki bilimlerde önde gelen bir kişiydi ancak bu ilginç adam, zaman zaman Eski Çağ’dan kalma âdetlerin temelde Hristiyanlıktan kaynaklandığını düşünmeye başladı. Çağdaşı şair ve deneme yazarı Matthew Arnold, hâlâ edebiyat eleştirmenliğinin en dahice çalışmalarından biri olarak sayılan “On Translating Homer”ı (“Homeros’un Çevirisi”) ortaya koydu. Arnold bu denemede şiirlerin güncel çevirilerini eleştirdikten sonra (John Henry, diğer adıyla Kardinal Newman’ın kardeşi Francis Newman’a ait), bir yazar olarak Homeros’un önemsediği başlıca dört özelliğini sıralamıştır: Homeros’un temel etkisinin, “en akıcı; tarzında en yalın ve direkt; fikirlerinde en yalın ve direkt; son derece asil bir şair olması” olduğunu belirtir.

Gelenek karşıtı Samuel Butler, belki sonuncusu hariç bu ilkelerde hemfikirdi. Bu nüktedan (“İnsan, etrafta koşuşturmak için çok fazla titreşen bir jöledir.”) roman yazarı [“The Way of All Flesh” (“Tüm İnsanlar Gibi”)], vizyoner (“Erewhon” -ütopya) ve amatör Yunan bilgini, Homeros’a karşı bir takıntı geliştirdi. “Odise”nin bir kadın tarafından yazıldığına inandı hatta şimdilerdeki Sicilya’daki Trapani gibi soylu bir doğum yerine sahip olan genç, dikbaşlı ve evlenmemiş bir kız tarafından yazılmıştı. Butler’ın “The Authoress of the Odyssey”sine (“Odise’nin Yazarı”) göre kendini şiirde güzel Prenses Nausicaa olarak tasvir etmiştir. Dışarıdan bakınca tüm bunlar kulağa deli saçması olarak gelir fakat Alexander Pope’un çok eğlenceli bir girişi olan “İlyada” çevirisinde bahsettiği gibi, Homeros’un, şiirlerini, Mısır’dayken -pek olası olmasa da- Phantasia adında bir kadından çaldığına dair bir efsane vardır. Butler bu fikri ciddiye alıp -ancak sadece “Odise” için- geliştirdi ve en azından Robert Graves’e en sıra dışı tarihî romanlardan biri olan “Homer’s Daughter”ı (“Homeros’un Kızı”) yaratması için ilham verdi.

Gerçek ne olursa olsun Butler’ın teorisi ton, yapı ve tabiat bakımından “İlyada” ve “Odise” arasındaki önemli farkların altını çizer. “İlyada” ihtişamlı, kasvetli ve yürek parçalayıcıyken “Odise” dümenci bir Yunan’ın maceralarını anlatan bir peri masalı gibidir. Aslında, şimdi pek çok bilim adamı, “Odise”nin Yakın Doğu destanı “Gılgamış” ve “Binbir Gece Masalları”ndaki gibi derlenmiş halk masallarından ilham aldığına inanıyor. Odysseus’un bazı kıl payı kurtuluşlarını neredeyse kesin olarak Jason ve Argonaut’lar hakkındaki daha eski bir destandan almıştır. Hakikaten, “İlyada” trajikken “Odise” bir macera romanı gibidir, neredeyse bir haydut romanı gibi.

Gerçekten de Butler’ın çevirileri; dolambaçsız, çabuk ilerleyen nesir sayesinde bu destanları, Viktorya Dönemi’ne ait masallar hâline getirmiştir. Şimdi bile bu tip bir yaklaşım onun versiyonunu -bu kitapla yeniden basılmıştır- Homeros’la tanışmak için ideal hâle getirir: anlaşılır, doğrudan ve cezbedici bir şekilde okunaklı.

“İlyada” ve “Odise”nin tarihi, tarihsel gerçekliği, kaynağı ve terkip yöntemi hakkında kayda değer spekülasyonlar ve şiddetli ihtilaflar uzun zamandan beri vardır. Günümüzdeki genel anlayış; Homeros’un şiirlerinin, MÖ VII veya VIII. yüzyılda yazılmasına karşın “sözlü kurallar” kullanılarak oluşturulduğu ve merkezi Knossos ve Pylos’ta olan MÖ 1200’lerin Bronz Çağı Miken kültürüne benzer bir dünyayı tasvir ettiğidir. Türkiye’de, Hisarlık’taki kazılar -ilk defa Heinrich von Schliemann tarafından 1860’larda başlatılmıştır- Truva olduğu belirlenen büyük bir şehrin kalıntılarını ortaya çıkarmaya devam etmektedir. Bilim adamları “Odysseus”un yolculuğunun izini sürmeye ve uğradığı adaları saptamaya oldukça ciddi bir şekilde teşebbüs etmişlerdir.

“İlyada” tek ve dar bir coğrafi alanda geçmesine ve savaşın sadece elli beş gününü içermesine rağmen Homeros onda, geniş bir zaman ve alan izlenimi uyandırmayı başarmıştır. Bunu savaşçıların arka plandaki hikâyeleri, söylence ve efsanelerin yeniden anlatılması, tanrıların söyledikleri ve akıllıca benzetmeleri ile yapar. Tekrar tekrar, bir savaş sahnesini mütevazı ve tanıdık bir şeye benzeterek ışıltı katar:

“Bahar zamanı kovalar sütle dolup taştığında çobanın evinin etrafında sayısız sinek sürülerinin uğuldaması gibi Akhalar da ovaya akın ettiler, Truvalılara saldırıp yok etmek için.”

“Sağlam ve iyi beslenmiş bir atın, ipini koparıp ihtişamla ovadan yıkanmaya alıştığı güzelce akan nehre doğru dörtnala koşması gibi -başını yukarıda tutar, kendi gücüyle övünerek yolunun üzerindeki yerlere ve kısrakların beslendiği düzlüklere rüzgâr gibi uçarken yeleleri omuzlarından dalgalanır- Paris de zırhı içinde güneş ışığı gibi parlayarak, yüce Pergamos’tan ayrıldı ve yolda dörtnala hızlanarak giderken kocaman bir kahkaha patlattı.”

Homeros’un herhangi bir sayfasını açın; hiçbir zaman belirsiz veya somut olmayan bir şey karşınıza çıkmayacaktır. Her detay, düzenli bir biçimde keskin bir odak noktasından verilmiştir.

Ana karakterlerin hepsinin kendine özgü kişilikleri de böyledir; hırçın Tanrıça Afrodit’ten ona eş değer hırçınlıktaki Aşil’e değin, savaş alanının bir James Dean’i veya Jim Morrison’udurlar. Eleştirmen Mark Van Doren’in gözlemlediği gibi, “Aşil erken yaşta ölecektir ancak sonsuza dek yaşayacak biri gibi görünür ve hareket eder.” Ölüm makinesi surat astığı bir sırada, çalıntı bir lirle oynayarak ve “kahramanların yiğitlikleri şarkısını söyleyerek” kendini eğlendirir (Truva’nın kahramanları için bile, gerçek kahramanlık çağları çoktan geçmişte kalmıştı.). Savaşa sadece arkadaşı Patroklos’un ölümünün intikamını alma arzusu ile döndü. Pek çok okuyucuya göre, şiirdeki en takdire şayan karakter metanetle kaderine teslim olan Hektor’dur; karısı ve çocuğu ile çok mutlu olan -küçük Astyanaks, babasının miğferindeki tüyden korkmuştur- ancak şehri için savaşmak adına görevine bağlı bir kahraman. Her adamın kendi aristeia’sı 6 olacaktır -kendi zafer anı, buğday tarlasındaki harman dövücü gibi savaş alanını silip süpürdüğü an. Her ikisi de kaderin onlara karşı olduğunu bilerek savaştılar: Hektor, Truva’nın en sonunda düşeceğinin farkında olarak, Aşil genç yaşta ölüme mahkûm olduğunu bilerek… Ancak her ikisinde de kendine acıma duygusu yoktu. Aşil’in, kendi hayatı için pazarlık eden, Priamos’un oğlu Lykaon’a söylediği gibi:

“Bana kurtulmalıktan bahsetme! Patroklos ölünceye dek, Truvalıların canını bağışlardım ve canlı tutsak ettiğim pek çoğunu uzak denizlerde sattım; ama artık İlyon’un önünde Tanrı’nın ellerime verdiği hiçbir adam yaşamayacak, hele de tüm Truvalılar içinde Priamos’un oğulları için daha da zor olacak bu. Bundan dolayı dostum, sen de öleceksin. Neden sızlanırsın böyle? Patroklos öldü, ki o senden daha üstün bir adamdı. Benim de ne kadar büyük ve üstün olduğumu görmez misin? Soylu bir babanın oğluyum ve anam da tanrıçadır, ama kader ve ölümün gölgesi düştü üzerime kuşkusuz. Bir gün gelecek, şafak vakti, karanlıkta veya öğle vakti, birisi savaşta canımı alacak, ya mızrağı ya da yayından fırlayan bir okla.”

Lykaon yalvarmaktan vazgeçtiği zaman öldürülür. Oliver Taplin’in yazdığı gibi, “ ‘İlyada’ insanların ne yaptığı ile ilgili değildir, nasıl yaptığı ile ilgilidir, yolun sonuna kadar acı ve ölümle karşı karşıyadırlar.”

Tam tersine “Odise”, çok daha az şiddet içerir. İlk kelimesi “andra7, “adam” anlamına gelmektedir ve şiir gerçekten de kahramanın talihi ve iniş çıkışlarına odaklanır (Tabiri caizse vatan hasreti ile beslenmiştir.). Becerikli, ihtiyatlı ve her alanda yetenekli Odysseus, Aşil veya Agamemnon’dan çok daha modern görünmektedir. Zaferinin onaylanmasını ister -Yoksa kör Polyphemos’a gerçek adını sonunda neden ifşa etsin ki?– fakat gerçek yeteneği hayatta kalma becerisidir. Bunu başarmak, temkinlilik ve açıkgözlülük dâhil bütün yeteneğini kullanmayı gerektirmektedir. Şiir boyunca Odysseus, kim olduğuna dair birbiri ardına uydurma açıklamalar yapar; bazen Fenikeli, diğer zamanlarda İdomeneus’un kardeşi ve Kykloplu Polyphemos ile beraberken önce Hiç Kimse. En önemlisi, o, birçok rolün adamıdır -Athena ile flört etmiş ve Peygamber Teiresias’a danışmak için ölülerin yurduna cesaretle girmiştir. Aşil, Agamemnon, Aias ve Hektor gibi görece daha yüce adamların ölmesine rağmen Odysseus onlardan sonra da yaşar. Bu onun zaferidir.

 

“İlyada”, Truva duvarları önünde veya Skamandros Nehri kıyısı boyunca savaşırken, bir yandan geçici kamplarda yaşayan “savaşan erkekler” üzerine odaklanmışken “Odise” coğrafi hareketliliğine rağmen şaşırtıcı derecede evcildir. Bize çoğunlukla barış içinde yaşayan bir dünyayı gösterir ve önemli bir teması da misafirperverliktir; Aşil’in öfkesinin tam tersine. Eski zamanlarda, ev sahipleri, yorgun yabancılara ve gezginlere misafirperverliklerini -xeinia-8 gösterirlerdi veya göstermek durumundaydılar. Penelope’nin taliplileri bu imtiyazı kötüye kullanırlar; Kyklop bu geleneği tersine çevirir (Misafirlerini beslemek yerine, onları yer.); Kirke ve Kalypso da kendi zevkleri için işlerine geldiği gibi değiştirirler. Odysseus bir adaya vardığında nasıl bir karşılama göreceğini merak etmiştir. Açlık, midesi ve yiyecek ihtiyacı hakkında bu kadar çok konuşan başka bir klasik kahraman daha var mıdır?

Bir çeşit hayal ülkesinde yaşayan Phaiakian’lar, yarı boğulmuş bu yabancıyı şerefle ağırladılar -ve Odysseus’un gerçek hikâyesini nihayetinde anlattığı kişiler onlardır. Sinbad türü maceraları beğenenler, bu yirmi dört kitaplık destanın sadece dokuz ile on iki arasındaki kitaplarına zaman harcarlar. Şiirin ikinci yarısının büyük bir çoğunluğu İthake’de geçer ve daha büyük ancak sakin heyecanlar sunar: Odysseus’un yirmi yıl beklemiş yaşlı köpeği Argos’un efendisini tanıdığı an; Bakıcı Eurykleia’nın sırrını ifşa eden yara izine dokunması ile karşısındaki yabancının kimliğini anladığı an; küçümsenen dilencinin oku atmadan önce çürükleri izleyip büyük yayı birden taktığı ve lir gibi çektiği dramatik an: “Köpekler, Truva’dan gelmemem gerektiğini mi düşünmüştünüz? Benim mallarımı israf ettiniz, kadın hizmetçilerimi sizinle yatmaya zorladınız, ben hâlâ yaşarken karımı elde etmeye çalıştınız. Ne Tanrı’dan ne de insandan korktunuz ve şimdi öleceksiniz.”

Öldüler de. Her biri…

Sonuç olarak bir kimse “İlyada” ve “Odise”den ne alır? Konusunda son derece söz sahibi olan XVIII. yüzyıl klasik eser uzmanı Johann Joachim Winckelmann “eine edle Einfalt und eine stille Grosse9 demiştir. Eleştirmen Guy Davenport çok yerinde bir şekilde, Homeros’un bütün çeşitliliği ile tarafsız olarak dünyayı kabul eden “mükemmel derecede cömert aklına” dikkat çeker. Diğerleri savaşın bulaşıcı doğası hakkındaki bilgeliğini veya Odysseus’un ilk modern adam olarak tasvirini vurgulayabilir ancak bence Ezra Pound, Homeros’un daima taze kaldığını vurguladığı zaman onu, doğru anlamış olan kişiydi. İki bin beş yüz yıldan fazla zamandır, “İlyada” ve “Odise” hâlâ bize unutulmaz bir şekilde, neredeyse hayat ile ilgili önemli olan her şey hakkında bir hikâye anlatır…

11 Üst tarafı kız, alt tarafı balık olduğuna inanılan deniz kızı. (e.n.)
22 Fransızcada çekici ve baştan çıkarıcı kadın anlamına gelir. (ç.n.)
33 Yunancada “eve dönüş” anlamına gelir. (ç.n.)
44 Yunancada, “Klasik Yunan şarkıcıları” anlamına gelir. (ç.n.)
55 Yunancada dil bilgisel veya açıklayıcı yorumlar anlamına gelir. (ç.n.)
66 Yunancada kahramanın savaşta en iyi olduğu an. (ç.n.)
77 Yunancada “adam” anlamına gelir. (ç.n.)
88 Yunancada, evinden uzakta olanlara karşı gösterilen Yunanlara özgü misafirperverlik anlamına gelir. (ç.n.)
99 “Asil bir sadelik ve sakin bir yücelik”

Inne książki tego autora