Tölögön Kasımbekov İnsan ve Eser

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa
2.3.1.3.2. Geniş/Açık Mekânlar

Öyküde mekân daha çok dar/kapalı mekân olarak kullanılır. Bireyin içsel oluşumunun hazırlayıcısı olan açık/geniş mekânlar, öyküde başkişinin insan ırkının acımasızlığıyla daha tanışmadığı anların göstergesidir. Öykünün başkişi olarak betimlenen “bozkurt”, hayatının devamı için avlanmak zorundadır. Karşısına çıkan koyun sürüsü onun için kolay avdır. İçtenlik mekânına dönüşen bu anlar kurdun soyunun devamının hazırlayıcısıdır; “bozkurt iyice coşmuştu. Birkaç sıçrayıştan sonra kendini koyunların arasında buldu; artık kendini tutamıyor, gözlerini kapatıp keskin dişleriyle önüne çıkan bir şeyi kapıyor ve bir şeyler yanı başında yere yığılıyordu. Bir hamle daha ve bir av daha soluksuz yere yığıldı.” (s. 95) Vahşi yaşamın gereği avlanarak yaşamını devam ettiren kurdun bu zamanları henüz ölümün acı yüzüyle karşılaşmadığı anlarla sınırlıdır.

Başkişi için öykünün ilerleyen bölümlerinde olumsuz anlara şahitlik eden mekân olan ini, yavrularının dünyaya gelişiyle içtenlik mekânına dönüşür; “aradan günler geçti. Dişi kurdun karnı iyice sarkmaya, memeleri kabarmaya başladı. Hareketleri ağırlaşmış, eskisi gibi koşamaz olmuştu. Son günlerde ise neredeyse hiç çıkmıyordu ininden. Ve güzel bir günde dört sevimli kurt yavruladı” (s. 104). Aile olmanın gereği olan yavruların varlığı insanlarda olduğu gibi hayvanlarda da sevinç kaynağıdır. Yavrularının dünyaya gelmesi ile bozkurt ve dişi kurt için dar ve küçük olan inleri birden genişleyerek içtenlik mekânına dönüşür. Öyküde açık/ geniş mekânlar sadece bu anlarla sınırlıdır. Çünkü insanoğlunun acımasızlığı yazar anlatıcının özellikle üzerinde durduğu çıkarımdır. Yaşamını devam ettirme uğraşında olan bu kurt ailesinin soyunu yok eden çoban “adam”, mekânı onlar için cehenneme dönüştürmüş ve yaşamlarının buradalığını sonlandırmıştır.

2.3.1.4. Öyküde Kişiler Dünyası
2.3.1.4.1. Öykü “ben”inin Görüngüsü: Bozkurt

Öyküde, kişiler düzleminde başkişinin ve yavrularının hayatta kalma mücadelesi ve “öteki”ni temsil eden çoban “adam” ile bozkurt arasındaki mücadele konu edilir. Öykü “ben”i bozkurt, yazar anlatıcının öyküde “başkişi” olarak kurguladığı bir karakterdir. Türklerde önemli yeri olan kurt, sembolleşerek anlatının merkezine alınmıştır. Kurgusal olarak Cengiz Aytmatov’un Dişi Kurdun Rüyaları romanının başkişisi olan dişi kurt Akbar’ın kaderiyle metinlerarası olarak benzerlik gösteren öykü, kurdun soyunun insanlar tarafından nasıl tüketildiğini anlatır.118 Ancak öykü simgesel olarak değerlendirildiğinde tüketilmek istenen aslında Türk halklarının soyudur. Sovyetler Birliği’nin kuruluşundan sonra uygulanan böl-parçala-yönet siyasetiyle Türk devletleri özlerinden uzaklaştırılmak amacıyla dilleri, dinleri, kültürleri yönünden baskı altında yaşarlar. Tam bağımsız olamama durumunun getirdiği siyasi ortam Türk halklarını “Ruslaştırma” anlayışının ürünüdür. Ruslaştırma ile kurdun köpekleştirilmek istenmesi aynı düşüncenin ürünüdür.

Kurt, Türkler için önemli bir semboldür. Türeyiş, yaradılış gibi birçok destandan Türklerin kurttan türedikleri söylenmiş,119 kurt motifi nesilden nesile söylencelerde yaşatılmış, günümüzde ise roman ve hikâye gibi anlatılarda yaşama imkânı bulmuştur. Kasımbekov da Türkler için kutsallık atfedilen kurdun bu önemine kayıtsız kalmamış, öyküsünde onun soyunun yok edilmesinin trajik hikâyesini kendi halkının yaşadığı Ruslaştırma/ötekileştirme anlayışını göz önünde bulundurarak anlatmıştır. Yazar anlatıcı, kurdun geçmişten günümüze uzanan kutsiyetine öyküsünün girişinde değinir; “kendisine atalarından miras kalmış, nesilden nesle geçen bu kurtluk duygusu yüreğinin ta derinliklerinde coşkuyla kabardı. Bozkurdun gözleri mavi mavi parlıyordu.” (s. 95) Kurdun taşıdığı bu kutsiyet, sadece Kırgızlarda değil diğer Türk dünyası edebiyatlarında da görülür. Kurt, asaleti özgürlüğü ve asla boyunduruk altına alınamaması yönüyle Türk milletinin simgesidir. Kasımbekov da öyküsünde kurdu bir simge olarak kullanmış, onun asil, özgür yaşama içgüdüsüne bağlı olarak eserinin merkezine almıştır. Kurdun yüceltilmesi ve asil yönüyle ele alınması, yazarın Türk halklarıyla kurt arasında kurduğu anlamsal ilişkinin buradalığıdır. Bir halkın boynuna ip geçirme isteği ile kurdu köpekleştirerek boynuna ip geçirme anlayışı aynı doğrultuda düşünülebilir. Sovyetlerin Türk halkları üzerinde baskı kurarak onları değersizleştirme anlayışı, çoban adamın bozkurt yavrularını ve eşini katletmesi arasında benzerlik kurulabilir. Kasımbekov’un tarihi romanlarında da işlediği Rusların yaptıkları kıyım ve katiamların Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra kültürel, siyasi ve sosyal yönden devam eden kimliksel kıyım “Bozkurt” öyküsünde simgesel olarak işlenir.

Öyküde, bozkurdun temsil ettiği değerler ne kadar yüceltilmişse, çoban adam o kadar itibarsızlaştırılmıştır. Öykünün birçok yerinde başkişi bozkurt; gücü, cesareti ve zekâsıyla tasvir edilir. Hâkim bakış açısıyla yazar anlatıcı her şeyi gören yapısıyla kurdu överken çoban adamı ise ötekileştirir; “elinde o şeytani kara sopasıyla ayakta duran iki ayaklı şeytan tebessüm ederek ona bakıyordu. Ayaklarının dibinde ağzı bağlanmış, içinde bir şeylerin kıpırdadığı bir çuval vardı. Bozkurt mıhlanmış gibi durdu; kulakları dimdik, dili dışarıda, gözleri çakmak çakmaktı. Bozkurt bu haliyle, bir fili yere yığabilirdi” (s. 98). Öyküde çatışma unsurunu yoğun olarak kullanan yazar, bozkurt ile çoban adamın bu ilk karşılaşmasında çoban adamın silah gücüne dikkati çekerken, bozkurdun vahşiliğine atıfta bulunur. Doğası gereği vahşi bir yırtıcı olan kurt aynı zamanda cesur, zeki bir havyan olmasıyla bilinir. Öyküde yazar anlatıcı da onun bu özelliğine değinir; “gelsene buraya, göster cesaretini, kurnazlığını; uyuz bir köpek değil, kurt olduğunu. Haydi gel. Koyunlarımın hesabını vereceksin” (s. 99). Koyunlarının hesabını sormak için vahşi kurdun karşısına dikilen çoban adam ondan korkmaz ve insan ile hayvanın amansız mücadelesi başlar. Öyküde gerilimin arttığı bu anlarda kimin insan, kimin hayvan olduğu anlaşılmaz. İnsan eylemleriyle insani değerlerini yitirir. Çoban adam da bozkurdun yavrularının ve dişi kurtla yaşadığı ini cehenneme çevirerek hayvanın soyunu tüketir.

Öyküde çatışmanın ve gerilimin en yüksek olduğu an, eşi öldürülen ve yavruları kaçırılan bozkurdun yavrularını geri almak için onları kaçıran çobanla karşılaştığı andır. Bozkurt bu anda yavrularını kurtarmak için ölümü göze alarak, silahına aldırış etmeden çobanla çatışır; “bozkurt çevik bir hareketle geriye döndü ve bütün gücüyle adama doğru koştu. Adam alelacele el yordamıyla tüfeğin horozunu kaldırmaya çalışırken bozkurt tüfeğin dipçiğini ısırıp çekmeye başladı.” (s. 99) Ne bozkurt ne de çoban adam geri adım atar. Amansız bir ölüm kalım savaşı veren bozkurt ile çoban adam doğanın kucağında var olma savaşı verirler; “öfkeyle hırlıyor ve tüfeği adamın elinden çekip almaya niyetleniyordu. (…) Sonunda bozkurt tüfeği adamın elinden çekip almış tam ona sardırmaya hazırlanırken korkunç bir gürültü koptu. Bozkurt yay gibi gerilmiş bütün vücuduyla havaya sıçradı. Yaralı değildi” (s. 99). Bu intikam mücadelesi silahın üstünlüğüyle çoban adam lehine sonuçlanır. Çoban ile bozkurdun bu amansız mücadelesi, Kasımbekov’un tarihi romanlarında anlattığı, silahlı ve teknolojik donanıma sahip Rusların, silahsız masum halk üzerinde yaptığı kıyımı/katliamı akla getirir. Çoban adam ile bozkurt iki karşı gücün temsilidir. Çoban eylemleri, kin ve nefret algısıyla totaliter rejimleri temsil ederken, bozkurt ezilen Türk halklarının temsilcisidir.

 

Bozkurt ile adamın çatışması bir yaşam mücadelesi haline gelir. Her ikisi de birbirinin varlık alanına müdahalede bulunmuş, aralarındaki çatışma amansızca hayatta kalma savaşına dönüşmüştür. İnsan yapısında var olan ve kalıtsal olduğu öne sürülen saldırgan içgüdü zaten hayvanın doğasında bulunan saldırı içgüsüdüyle karşılaşmış, öyküde bu anlar gerilimin yüksek olduğu bir var olma savaşına dönüşmüştür. Yazar anlatıcı, bu gerilimli anları heyecan unsurunu zirve yaparak aktarır; “iki varlık; kurt ve insan yaşamak, kendi neslini devam ettirmek için çarpışıyordu. İkisi de birbirlerine en ufak bir müsamaha göstermiyor, daha güçlü olmanın mücadelesini veriyordu” (s. 99). Bozkurdun var olma savaşı, ontik olarak bir kaygıya dönüşmez, onun tek isteği soyunun devamını sağlayacak olan tek yavrusunu kurtarmaktır. Bu uğurda gözünü kırpmadan adamın yaşadığı eve gelir, ancak tuzağa düşerek kendi için yaşamın buradalığının son demini yaşayacağı kuyuda sıkışıp kalır. Kuşatılmış olmasına rağmen bozkurt, asaletinden ödün vermez. Canlı canlı derisinin yüzülmesine karşın, çektiği acıyı belli etmez. Kurdun asaletinin ve cesaretinin Kasımbekov tarafından vurgulanarak işlenmesi, ötekileştirilmek istenen Türk halkları ile kurt arasında kurmak istediği paralel anlam ilgisidir.

Totaliter rejimlerin insanları “yakıt insana” dönüştüren itaatkâr kılma arzusu bu doğrultuda değerlendirilebilir. Gücün verdiği sarhoşlukla halkı itibarsızlaştıran totliter rejimler, kendilerine düşün(e)meyen/sorgula(ya)mayan köle ararlar. Sovyetler döneminde de Kırgız halkı bu şekilde bir itibarsızlaştırmaya maruz kalmıştır. Çoban adamın, bozkurdun canlı canlı derisini yüzmesi, düşünce suçundan dolayı sürgüne gönderilen ya da kurşuna dizilen insanları akla getirir.120 Özellikle Stalin devrinde görülen “represiya dönemi” ideolojk bir baskı döneminin, bir halkın nasıl yok edilmek istendiğinin görüngüsüdür.

2.3.1.4.2. Öteki(leşmiş) Çoban Adam

Kökensel olarak başka olma sürecine katılan “ben” ile dönüşümsel olarak benzeyen “öteki”, düşman varlık değildir, aksine kendisine yöneltilen eyleme verdiği karşılıkla ontolojik bir farklılık algılaması yaratan kendine özgü bir varlık olarak tanımlanır.121 Ancak bilerek ya da bilmeyerek kendi özgün varlığından ayrılan “öteki”, eylemlerinde “başkaya dönüşmüş veya başka’da batmış ben’dir.”122 Bu kayboluş, öteki’nin boyut değiştirerek, öteki/leşmiş bir benlik yitimi yaşamasına yol açar. Öykünün bu şekilde eylemlerinde ve düşüncelerinde öteki/leşen kişisi çoban adam, engelleyici, yok edici yönüyle işlenir.

İnsan, birey olma yolunda yaşamı deneyimleyerek öğrenme edimiyle kendi oluşunu gerçekleştirmek için değerlerini, arzularını ya hiçe sayar ya da önemser. İnce çizgide oluşunu tamamlayarak birey de olabilir, insanlıktan da çıkabilir. Gasset, İnsan ve Herkes adlı eserinde bu oluşu şu şekilde tanımlar;

İnsan, evrendeki öbür varlıklardan farklı olarak, asla kesinlikle insan değildir, tersine, insan olmak demek, insan olmak tehlikesine açık bulunmak demektir. Çünkü ne olacağını bilmediğimizden her anımız salt tehlike ve tir tir titreten riziko olduğunda ancak dram söz konusudur. Kaplan kaplanlığını elden bırakamaz, kaplanlığından çıkamazken, insan sürekli olarak insanlığından çıkma rizikosunda yaşar.123

İnsan, oluş sürecinde hep bir tedirginlikle ikilemler yaşar. “Bozkurt” öyküsünün kart karakteri çoban da böyle bir çıkmaza girer. O, yaptıklarıyla ontolojik olarak bir kurdun soyunu tüketmiş ve insani değerlerin dışına çıkmıştır. Kurt inini basan çoban dişi kurdu katletmiş, yavrularını ise çuvala doldurmuştur. Amacı koyunlarına saldıran bozkurttan intikam almaktır; “bozkurt kulaklarını dikmiş, köye giden adamları kâh durarak, kâh yol alarak hüzünlü hüzünlü takip etti. “bütün ataların dirilip gelse, yine bırakmam yavrularını!” diye bağırdı adam” (s. 101). Sözde koyunlarının intikamını almak için kurt inini basan çoban adam bozkurttan intikam almak için yavruların ve dişi kurdun hayatını çalar. Amacı bozkurdu yakalamak olan çoban adam yavrularının peşinden geleceğinin farkındadır. Yavrularının hayatının tehdit edilmesi çatışmayı kaçınılmaz kılar. İnsanda içgüdüsel olarak“tehdit edilme duygusu ve bunun yol açtığı tepkisel şiddet çoğu zaman gerçeklikten değil, insan zihninin bulandırılmasından doğar.”124 Bozkurdun sürüsüne sardırması da çobanda böyle bir zihin bulanıklığına neden olmuş, sonuçta da onun insani değerlerini yitirmesine yol açmıştır. Bozkurdu tuzağa düşüren çobanın onun canlı canlı derisini yüzmesi bunun göstergesidir;

Canlı canlı derisini yüzeceğim onun. Evet hem de canlı canlı! Üç kişi çullandı bozkurdun üstüne. Yere yatırdılar. Ayaklarını bağladıkları ipler kazıklara geçirip yere çaktılar. Adam özenle kesti kuyruğunu bozkurdun ve yavaş yavaş deriyi soymaya başladı. Elleri birden kana bulandı. Bozkurt sesini çıkarmak şöyle dursun, gözlerini bile kırpmadı, sanki o işkence ona değil başkasına yapılıyordu. Adam daha bir hırsla asıldı deriye. (s. 110)

Üç yavrusu öldürülen ve tek yavrusunu kurtarmak için köye giren Bozkurt tuzağa düşürülerek yakalanır. Canlı canlı derisi yüzülen Bozkurt, yapılan bu işkenceye “gözlerini bile kırpmaz.” Asalet simgesi kurdun bu duruşu karşısında adamın ağzından şu cümleler dökülür; “şuna bak! Sesini bile çıkartmıyor neden acaba? Bu acıya nasıl dayanıyor. Şimdi bunun yerinde bir köpek olsaydı feryadı çoktan basmıştı” (s. 110). İnsanoğlunun ne kadar acımasız olabileceğini anlatan yukarıdaki alıntı merhamet duygusundan yoksun çoban adamın vahşi bir içgüdüyle nasıl canavarlaştığının göstergesidir. Kasımbekov’un Kırılan Kılıç romanının önemli karakterlerinden Alımbek Datka’yı akla getirir. Alımbek Datka da eşi Kurmancan Datka’nın cesaretlendirmesiyle saraya döner ve öldürülür. Alımbek Datka’nın ölümü göze alarak gözünü kırpmadan ölüme yürümesi ile bozkurdun yavrularını kurtarmak için ölüme yürümesi arasında metinlerarası anlam ilgisi sezilir.

İşkence karşısında kurttan bir inilti bile duyamaması karşısında çılgına dönen çoban adam, daha da acımasız bir şekilde deriye asılır; “adam Bozkurt’un gözlerinde bir yaş damlası görebilmek umuduyla olanca gücüyle soyar deriyi. Bozkurt ise, mağrurluğundan ödün vermez, her zamanki gururlu görünüşünü değiştirmez. Artık iyice açığa çıkan iç organları çalışır, adeta onun hâlâ canlı olduğunu simgeliyordu” (s. 111). İnsanoğlunun yıkıcılığının sınırı olmadığını ve erdemlerinden ne kadar uzaklaştığının göstergesi olan yukarıdaki alıntıdan da anlaşıldığı gibi “insan doğuştan kötü ve yıkıcıdır.”125 İçinde var olan şiddet dürtüsüyle kurdu ve soyunu yok eden öteki/leşmiş çoban, insani duygularından uzaklaşarak bir tirana dönüşür. Şiddet dürtüsü insanın içinde doğuştan varolan ve sadece çıkacağı günü bekleyen bir yok etme arzusunun bastırılmış halidir. Kendi doğasına yabancılaşan insan da yok etme içgüdüsüyle etrafına zarar verir. Çoban adamın yok etme içgüdüsü onun kendine yabancılaşması sonucu ortaya çıkan bir kişilik yitiminin görüntüsüdür. Bozkurdun hayatını sona erdirmesi yanında eşini ve yavrularını yok ederek soyunu tüketir.

Çoban adamın bozkurdun soyunu tüketme arzusu simgesel anlamda değerlendirilebilir. Türk halkları üzerinde uygulanan siyasi politikalar ve belleğin tahrip edilerek düşüncelere geçirilen ideolojik şire, Türk soyunu yok etme isteğinin göstergesidir. Adım adım yürütülen işgal ve Ruslaştırma anlayışı ile Sovyetler döneminde yapılan uygulamalar, Türk halkını özünden/kökünden uzaklaştırma anlayışındandır. Bu anlayışla eğitim sistemi değiştirilmiş, Rusça ilköğretimden itibaren zorunlu sayılmış, tabela isimlerinden, sokak isimlerine varıncaya kadar Rusça birincil konuma yükselmiştir. Bir halkın köleleştirilmek istenmesinde önemli bir adım olan dil yozlaşmasına uğrayan Kırgız halkı üzerinde yıllarca sürecek bir kimliksizleştirme siyasetinin ilk tohumları bu dönemde atılır. Bunun dışında okullarda Rusça ile birlikte Rus kültürünün/edebiyatının öncelikli olarak öğretilmesi ve komünist ideolojiye uygun gençlerin yetiştirilmesi Ruslaştırma anlayışının göstergesidir.

2.3.2. İzleksel Kurgu

2.3.2.1. Mankurtlaştırma/Ötekileştirme

Öyküde, yazarın üzerinde ısrarla durduğu en önemli izlek mankurtlaştırma/ ötekileştirme, kavramıdır. Mankurt kavramının ilk çıkış noktası Manas destanıdır.126Ancak kavramı hikâyeleştirerek dünya litarütürüne kazandıran Cengiz Aytmatov olmuştur.127 Aytmatov, aslını inkâr eden duygusuzlaşan, robotlaşan bireyler için “mankurt” kavramını kullanır.

 

Mankurtlaştırma, bireyin kendilik değerlerini yitirmesi ve ontolojik olarak bireyin varoluşsal boşluğa düşmesidir. Bu düşüş bireyin, kendine içinde yaşadığı toplumun değerlerine yabancılaşma şeklinde görülür. Mankurtlaşma, bireyin farkında olmadan girdiği bir yok oluş süreci iken, mankurtlaştırma bilinçli yapılan bir değersizleştirme ve belleğin tahrip edilme sürecidir. Kuz Başındaki Avcının Çığlığı kitabının “Yüzyılların Gölgesindeki Suç” adlı bölümünde, Muhtar Şahanov’un sorusuna Aytmatov’un verdiği cevap “mankurtlaştırma”nın bilinçli yürütülen ideolojik bir köleleştirme projesi olduğunu gösterir; “totaliter sistem zamanında bütün topluma, onun içinde senin de benim de, hepimizin aklına, fikrine, anlayışına ideolojik şire kondu. Bu, bir rejime körü körüne bağlayıp, kelepçelemek amacıyla yapılmıştı.”128 Aytmatov gibi devrinin kimlik silme sürecinin yakından tanığı olan Tölögön Kasımbekov da bu öyküsünde kurdu bir sembol olarak kullanır. Kurdun köpekleştirilmek istenmesiyle129 Türk Cumhuriyetleri halklarının köleleştirilmek istenmesi paralel bir seyir izler. Sovyetler Birliği tarafından, Türk halklarının dilleri, inançları ve tarihsellikleri bakımından değerlerinden koparılmak istenmiş, bilinçli olarak belleğin tahrip edilmesi amaçlanmıştır. Kendi tarihine yabancılaştırılan Kırgız halkının inançları düşünceleri yasaklanmış, bir halkın millilikle bağları koparılmak istenmiştir. Sadece Kırgızlar arasında değil evrensel kültürel bir miras olan Kırgızların Manas destanı da bu anlayışla yıllarca basılmayı beklemiştir.

Öykü simgesel olarak okunduğunda kurdun “köpekleştirilmek” istenerek aslından uzaklaştırılması ve evcilleştirilmek istenmesi aynı anlayışın ürünüdür. Çobanın, kurt yavrularını ininden kaçırarak onların kurtluk duygularını yok etmek istemesi bunun göstergesidir. Yazar-anlatıcı, çoban adamın bu düşüncesini iç monologla şu şekilde anlatır;

Ne yapacaksın bunları? diye sordu yavrulara acıyan gönlünden gelen bir ses. “onları köpeğe dönüştüreceğim.” Diye karşılık verdi başka, soğuk bir ses. “Kurt hiçbir zaman köpek olamaz ama.” Diye karşılık verdi gönül sesi. Soğuk ses kahkaha patlatıp “burada yaşayacaklar, masamın artıklarıyla beslenecekler, annelerinin sütüyle verdiği kurtluk duygusunu kaybedecekler. Böylece köpeğe dönüşecekler” dedi. (s. 95)

Kurtluk duygusunun yok edilmek istenmesi, aslında kurdu yok etme sürecinin ilk safhasıdır. Amaç kurdun belleğini tahrip ederek onu aslından uzaklaştırmaktır. Mankurtlaştırma da bu şekilde kişinin adını bilemeyecek duruma getiren bilinçli yürütülen bir unutturma sürecidir. Kişi içinde yaşadığı toplumun geleneklerine, değerlerine yabancılaşacak; böylece ideolojinin emirlerini yerine getirecek bir kuklaya dönüşecektir. Evrensel bir tehdit olan kukla insanlar, kimliksiz havarilerden farksız olarak efendilerinin sözünden çıkmayan robotlara dönüşürler. Kasımbekov’un anlatılarında, özellikle üzerinde durduğu yozlaşmış kişiler de böyle bir robotlaşmayı deneyimlerler.

Gerçeğin kurgusu olan roman ve öykü gibi anlatı türleri içinde yaşadığı toplumu yansıtıcı biçimde anlatılırlar. Kasımbekov da gerek romanları gerekse öykülerinde ele aldığı karakterleri gerçek hayattan seçmiş, olayları genellikle yaşanmış ya da yaşanabilirlikler üzerine kurmuştur. Yazar, “Bozkurt” öyküsünde ele aldığı “köpekleştirme” anlayışı ile halkının “Ruslaştırılma” süreci arasında anlamsal bağ kurar. Kendi değerlerinden koparılmak istenen Kırgız halkı yıllarca varoluş mücadelesi verir. Ölümle-yaşam arasındaki ince çizgide hayata tutunmaya çalışan insanlar, Rejimin kendilerine çizdiği sınırlara sıkışarak, özlerinden uzaklaştırılırlar. Ötekileşme de böyle bir kopuş sonucunda ortaya çıkar.

Ötekileşen, kendilik değerlerinden yoksun bir havari olan çoban da, kurtları ötekileştirmek, asıllarından uzaklaştırmak ister. Öykünün birçok yerinde de bu isteğini iç monologlarla dile getirir; “size avlu köpeği adını veriyorum. Bundan sonra benim evimi koruyacaksınız.” dedi adam içindeki soğuk sesin verdiği karardan memnun halde. İçi yiyecek dolu leğeni kurt yavrularının önüne koydu. “alın, yiyin şunları yaşamak istiyorsanız. Ha, ha, ha” (s. 102) Tiranlaşan çoban adam, totaliter rejimlerdeki şiddet dürtüsünün arketipsel görüngüsü olarak öyküde işlenir. Kurt yavrularını aslından uzaklaştırmak yani köpekleştirmek isteyen çoban adam, onlara işkence ederek itaat ettirmeye çalışır. Totaliter rejimlerin, özellikle Sovyet Rusya’nın Türk halkları üzerindeki ötekileştirme anlayışı çoban adamın davranışlarıyla benzerlik gösterir. Gücü temsil eden çoban adam savunmasız yavruları inlerinden kaçırarak onları yok etmek için önce asıllarından uzaklaştırmak yani kurtluk duygularını yok etmek ister. Sovyet Rusya’nın Türk halklarının alfabe ve dilini ideolojik baskı altına alarak onları kölerinden koparmak ister. Asıllarından uzaklaştırılmak istenen Kırgız halkı da diğer Türk halkları gibi kimliksizleştirme siyasetine maruz kalır. Yaşanan her türlü ideolojik baskı ve robotlaştırma anlayışı Kırgız halkını tarihselliklerinden uzaklaştırarak Türklük duygularının yok edilmek istenmesindendir. Türklük duygusunun yok edilme düşüncesi Sovyetlerin yıllardır yürüttüğü ötekileştirme siyasetinin ürünüdür.

Yazar anlatıcı, tiranlaşan insanlar için kullandığı ifadeler çobanın ve yanındaki köylülerin ötekileştiğini gözler önüne serer. Kuyuya düşen bozkurdun iç monologla konuşturan yazar, “yukarıdaki iki ayaklı vahşilerden kurtulmak neredeyse imkânsızdı artık.” (s. 110) söylemiyle insanoğlunun değerlerini yitiren bir vahşiye nasıl dönüştüğünü anlatır. Çobanın kurdu köpekleştirerek onun asaletini, geçmişteki kurtluk duygusunu yok etme isteği, diğer figüratif karakterlerin sözlerinde de görülür; “kurdu ehlileştiremezsin. Vursak şunu daha iyi olurdu.” dedi biri. “Hayır. İşte şuradaki kancık gibi af dileteceğim ona. Şu itten bir farkının olmadığını kanıtlayacağım.” (s. 110) dedi adam. Ancak öykü boyunca asaletin simgesi olan bozkurt, Türk halkları gibi asimile edilmek istense de ölüm anında bile direncini, kurtluk duygusunu, cesaretini kaybetmez. Canlı canlı derisi yüzülerek ölüme terk edilen bozkurt, ötekileştirmeye karşı dik durmanın sembolü olmuştur; “(…) deriyi nerdeyse soymuşlar sadece burun kısmı kalmıştı. Adama bozkurdun gözyaşını görememenin verdiği öfkeyle bütün gücüyle çekti deriyi. Bozkurt yine en ufak bir inilti sesi çıkarmamış, gururunu yitirmemişti. (s. 111) Canlı canlı bir hayvanın derisini yüzecek kadar vahşileşen çoban ve yanındaki yozlaşmış tipler toplumsal bir körleşmenin öne sürümüdür. Hayvanın gözünden bir damla yaş gelmesi için hızla deriye asılan çoban adam, zamanın ötekileşen havarilerden bir farkı olmadığı izlenimi verir. İçindeki şiddet dürtüsünü saldırganca “yıkıma uğratma amacı taşıyan”130 hareketlere döken çoban adam, kurdun yaşamını sonlandırarak kendi insani erdemlerinin yıkımını da hazırlar. Çünkü insan ancak insani öze uygun davranışlar sergileyerek anlamlı bir hayat yaşar. Kendisiyle ve çevresiyle çatışma içinde olan insanlar hayatlarını cehenneme dönüştürürler.

Mankurtlaştırılma sürecinde belleği tahrip edilerek çeşitli işkencelere maruz kalan birey, yok oluş sürecinde kendilik değerlerinden uzaklaşır. Ancak öyküde bozkurt bu süreçte, yenilmemiş, köpekleştirilmek istense de aslından uzaklaşmayarak dik duruşla ölümü tercih etmiştir. Toplumlar ideolojik baskı altında kaldıkları anlarda ya kitlesel bir uyanışla buna karşı koyar ya da boyun eğerek yok oluşlarını hızlandırırlar. Bozkurt da kurtluk duygusunun yok edilmek istenmesi karşısında duruşunu değiştirmemiş, yazarın söyleyişiyle “gururunu yitirmemiştir.” (s. 111) Bozkurdun kurtluk duygusundan uzaklaşmaması ile Türk kimliğinin korunması arasında ilgi kurulabilir. Sovyetler tarafından her türlü baskı ve zulme uğrayan Türk hakları da, yaşadıkları kimliksizleştirme siyasetine yıllarca dayanmış, “Türk” kimliğini kaybetme korkusunu derinden yaşayarak, ötekileştirmeye maruz kalmışlardır. 1991 yılında tam bağımsız olana kadar ötekileştirilmeye çalışılan Türk hakları, bağımsızlıklarını kazanmalarıyla özlerine/kimliklerine dönmüşlerdir.

118Aytmatov’un romanında da kurt ini bir insan tarafından basılıp yavruları çuvala konulup kaçırılır. Başkişi Akbar’ın yavrularının peşinden insanların yaşadığı evin yakınına gelmesi olayı, “Bozkurt” öyküsünde de işlenir. Başkişi bozkurt, yavrularını aramak için onları kaçıran çobanın evine kadar gelir. Kubilay Aktulum’un kabaca “iki ya da daha fazla metin arasında ortak paylaşımlar, bir alışveriş ve çok sesli bir konuşma” (Kubilay Aktulum, Metinlerarası İlişkiler, Öteki Yayınevi, Ankara, 2000, s. 17) olarak tarif ettiği metinlerarasılık iki anlatı arasındaki benzerlikle açıkça görülür. Daha fazla bilgi için bkz. Cengiz Aytmatov Dişi Kurdun Rüyaları, Çev. Refik Özdek, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2000.
119“Çinliler, Türk kabilelerine genel ad olarak Kao-çi adını verirler. Kao-çilerin yani Türklerin kurttan türedikleriyle ilgili anlattıkları efsaneye göre, Kao-çi hakanının iki kızından küçüğü kurt ile evlenir. Dolayısıyla Kao-çi halkı bu kurtla kızın çocuklarından türemiştir. Göktürklerin kendi soylarına ait inanışlarıyla, devlet kurmadan önceki tarihlerini aydınlatıcı hususiyetler taşıyan iki destan bulunur. Biri “Bozkurt”, diğeri “Ergenekon” destanıdır. Bozkurt destanının esası, yok olma felaketine uğrayan Göktürk soyunun yeniden dirilip çoğalmasında bir bozkurdun anne kurt olarak vazife görmesidir. Türkler Ergenekon’dan çıktıkları vakit Göktürklerin padişahı, kağan soyundan Börte Çene idi. Börte Çene, Moğolcada “bozkurt” demektir. Böylelikle kurt sembolü ve anne kurt aradan geçen zamanın uzunluğuna rağmen unutulmamıştır. (Bkz. Samet Azap (2013), “Kurtlar ve Mankurtlar”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, Sayı; 2/1 s. 279-287, TÜRKİYE International Journal of Turkish Literature Culture Education Volume 2/1 2013 p. 279-287, TURKEY)
120Ahmet Buran’ın Kurşunlanan Türkoloji adlı eserinde Sovyetler döneminde yapılan sürgün ve kurşuna dizilmeler belgelerle aktarılır. (Bkz. Ahmet Buran, Kuşunlanan Türkoloji, Akçağ Yayınları, Ankara, 2011.)
121Ramazan Korkmaz, Aytmatov Anlatılarında Ötekileşme Sorunu ve Dönüş İzlekleri, Grafiker Yayınları, Ankara, 2000, s. 18.
122Korkmaz, a.g.e, s. 18.
123Jose Ortega Y Gasset, İnsan ve Herkes, Çev. Neyire Gül Işık, Metis Yayıncılık, İstanbul, 2011, s. 40.
124Erich Fromm, Sevginin ve Şiddetin Kaynağı, Çev. Yurdanur Salman-Nalan İçten, Payel Yayınevi, İstanbul, 1997, s. 21.
125Fromm, a.g.e., s. 14.
126“Manas destanında çocuk manasın yaramazlığı ve dayanılmaz gücünden korkan Kalmaklar’ın, onu mangurt edelim deyip söz bağladıkları şöyle cırlanmıştı; Balayı tutup alalımBaşına şire takalımEve götürüp azap verelimAltı boy Kalmak’ınAyak başını yığalım. (Daha fazla bilgi için bkz. Cengiz Aytmatov; Muhtar Şahanov, Kuz Başındaki Avcının Çığlığı, Tolkun Yayınları, Ankara, 2000, s. 147)
127Aytmatov bir söyleşisinde mankurt kavramını niçin kullandığını şu şekilde açıklar; Bildiğiniz gibi bu “mankurt” efsanesini bir romanımda anlattım; ama laf olsun diye değil, bugünkü siyasi hayatla bağdaştırarak… Eskiden aslını unutmuş, robotlaştırılmış insanlara “mankurt” denirdi. Bugün de aynı şekilde duygusuzlaştırılmış kökünden koparılmış, neyi niçin yaptığını bilmeyen ve kendisine verilen emirleri hiç düşünmeden uygulayan insanlar da bir çeşit “mankurt”tur. Türk Cumhuriyetlerinde hâlâ “mankurtların” bulunup bulunmadığına gelince; vardır şüphesiz. Ama ne kadar olduklarını kestirmek pek kolay değil. (Ali İhsan Kolcu, Cengiz Aytmatov Üzerine Yazılar, Salkım Söğüt Yayınları, Erzurum, 2008, s. 75.) Ayrıca Cengiz Aytmatov, Gün olur Asra Bedel adlı eserinde Mankurtlaştırma ile ilgili şöyle bir hikâye de anlatır; “Sarı Özbek’i işgal eden düşmanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış. Önce esirin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak ya acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir “mankurt”, yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş. Bundan sonra deri geçirilen tutsağın boynuna başını yere sürtmesin diye bir kütük ya da tahta bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı, aç susuz güneşin altında öylece birkaç gün bırakırlarmış. Sarı-Özek’in kızgın güneşine “mankurt” olmaları için bırakılan tutsakların çoğu ölür, beş-altı kişiden ancak bir ya da ikisi sağ kalırmış. Onları öldüren açlık ya da susuzluk değil, başlarına geçirilen soğumamış deve derisinin güneşte kuruyup büzülmesi, başlarını mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar vermesiymiş. Bu dayanılmaz acılar sonunda tutsak ya ölür, ya da aklını hafızasını yitirirmiş. Bir “mankurt” kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını babasını bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş.” (Cengiz Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel. Çev. Refik Özdek. Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1991, s. 78).
128Aytmatov-Şahanov, a.g.e, s. 148.
129Kazak Yazar Muhtar Avezov’un “Kökserek” adlı öyküsünde de kurdun köpekleştirilmek istendiği açıkça görülebilir. (Bkz. Muhtar Avezov, Hikâyeler, Çev. Zeyneş İsmail-Ahmet Güngör. Bilig Yayınları, Ankara, 1997)
130Erich Fromm, İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri, Çev. Şükrü Alpagut, Payel Yayınları, İstanbul, 1993, s. 6.

Inne książki tego autora