Tölögön Kasımbekov İnsan ve Eser

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa
2.1.1.3. Öyküde Mekân

İçinde yaşadığı dünyayı anlamlandırmaya ve okumaya çalışan insan, kendini konumlandırmaya çalışarak evrende kendine yer açar. İlk çağdan beri insanoğlu korunma içgüdüsüyle sığınacak bir yer ararken farkında olmadan yeni yuvasında hayatın anlamı üzerine kafa yorar. Yeni düşünceler ışığında mekânın kendini ruhsal anlamda rahat ve dingin hissettirmesi bireyin içinde yaşadığı değerlere bağlanmasına yol açar. Mekânın ruhsal anlamda yarattığı bu etki toplum olma gereğini de beraberinde getirir. Tarihsel bir sürecin devamında insanların birarada yaşama gereği, toplum olma olgusuyla birey olma arasındaki anlamsal farkı da beraberinde getirir. Mekân fiziksel olarak bireyin konumlandığı ontolojik bir tutunma alanı olması yanında ruhsal tramvaların/kopuşların da yaşandığı belleğin tahrip edildiği huzursuzluğun alanlarıdır. İnsanoğlu edimsel bir algılayışla mekânın önemini kavradığında kendi oluşunu ya da kopuşunu da mekânsal düzlemde gerçekleştirir. Mekân bu yönüyle tarihsel bir kavrayış yaşayan bireyin “yüzlerce yıllık dünya deneyimini içselleştirmesi”26 şeklinde tasavvur edilebilir.

Gerçek dünyanın ötesinde kurgu dünyasında da mekân gerçekle izdüşümsel olarak benzerlik göstererek kendine yer bulur. Gerçek dünyadan bağımsız olmayan (ütopik anlatılardaki mekanlar hariç) öykü mekanı bireyin içsel dünyasıyla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilidir. Bu yüzden, öyküde mekân anlatının geçtiği yerle sınırlı değil, anlatı kişilerinin algı boyutunun da dışa vurumudur. Böylece “mekân tasvirleri, eserdeki kahramanların bazı hususiyetlerini dikkatlere sunmaya da yardım eder.”27 Öyküyü anlamlandırma süreci mekân-insan ilişkisini açımlamaya bağlıdır. “Gündelik yaşamımızı, ruhsal deneyimlerimizi, kültürel dilimizi belirleyen zamansal kategoriler değil mekânsal kategorilerdir”28sözleri, insan-mekân ilişkisinin birbirini nasıl beslediğine göndermede bulunmaktadır. Mekân bu yönüyle bireyin ruhsal dünyasının açmazlarını de görünür kılan bir unsurdur.

Dünyalık zamanda insanın ruhu mekâna siner. İnsan kendi oluşunu mekânla kurduğu ontik bağla gerçekleştirebilir. Bu düzlemde“ruhumuz bir oturma yeridir.”29 İnsan ruhunun istirahat ettiği mekân onun ruhsal bütünlük sağladığı yerdir. İnsanın duygu, düşünce ve hayallerini gerçekleştirdiği mekân üzerine yapılan çıkarsamalar, anlatının ana unsuru olan kahramanları anlaşılır kılar. Kasımbekov’un öykülerinde mekân bireyin ruhsal arzularını veya travmalarını odak noktasına alması bakımından şu başlıklar altında ele alınabilir;

1. Dar/kapalı mekânlar

2. Açık/geniş mekânlar

2.1.1.3.1. Dar/Kapalı Mekânlar

Günümüz toplumlarında görülen iletişimsizlik, yabancılaşma gibi bireyin kendisi ve çevresiyle çatışma içinde olduğu kopukluk hali, mekânın insan ruhuna sinen görüngüsüdür. Yüksek binalar, insanlar arasındaki uçurumu artırmış, iletişimsizliğin yol açtığı uzaklık toplumsal bir körleşmeyi de hızlandıran ana etken haline gelmiştir. Toplumla duygusal bağlarını koparan birey, kaotik bir açmazda kalmış, zamansal ve mekânsal düzlemde korku edimiyle hayatı deneyimlemiştir. Duygusal bir açmazda olan bireyin yaşadığı depresif kırılma anları mekânın karanlık yüzünü imler. İletişimsizlik, çatışma gibi unsurlarla mekânla bütünleşemeyen birey yaşadığı toprakların da sesini dinleyemez olmuş ve birey/leşme ediminden uzaklaşmıştır.

Tablo 1


Mekânın insanı saran olumsallıktan uzak yönü öyküde Satıkul’un yaşadığı devinimsel kopukluk ile kendini gösterir. Satıkul’un 3 yıl önce taşındığı içinde yaşadığı yeni evi dağılmışlığını, eksiklik duygusuyla yaşamdan kopuşunu imleyen labirent bir mekan özelliği gösterir. İnsan ruhunun ana barınağı olan ev, bireysel hayatın da devamlılığını sağlayan içtenlik mekânıdır. Ancak evden uzak olmak demek bu aidiyet duygusunun kaybolması anlamına gelir. Evden uzak olan birey kaotik anlamda güven duygusundan eksik olarak varoluşsal boşluk içine düşer. Satıkul’un doğduğu ev onun belleğinde tazeliğini korurken, yaşadığı eve olan yabancılık duygusu onu bunalıma sokarak gel-gitler yaşamasına yol açar.

Satıkul’un doğduğu yerden uzak olması, onun kötü günler yaşamasına sebep olur. Bu noktada ev onun için kapalı bir mekân özelliği taşır; “ben yola çıkacaktım Satıkul da ‘ben de gideceğim’ diye peşimi bırakmadı ‘Ya sen nereye gideceksin’ diye anneannesi bağırdı. Evin burada, oraya gidip ne yapacaksın” (H.M.: 4). Anneannenin bu serzenişi çocuğun evine olan yabancılaşmasını engellemeye yöneliktir. Ancak Satıkul’un küçük zihninde kalıtımsal olarak kalan ev düşlemi doğduğu evdedir. Satıkul’un mekân algısı, doğduğu memlekete yönelik olarak değişir. Memleketinden üç yıldır ayrı olan Satıkul için mekân darlaşmış, labirentleşmiştir; “Seyde teyze Akcol köyünden göç edeli üç sene olmuştu. Nedeni de Mamırbaydın ölümünden sonra Ak Suu’daki akrabalarının istemesi idi.” (H.M.: 4) Annesinin akrabalarının isteği ile doğduğu topraklardan uzaklaşması çocuğun ruhsal dünyasında bir tahribata yol açar. Memleket değişikliği ile sevdiklerinden uzaklaşan Satıkul, yeni evinde yabancılık çeker. İstemi dışında yaşamak zorunda kaldığı yeni evi onu sıkarak labirent mekân özelliği gösterir. Yaşamı edimsel bir kavrayışla ontolojik olarak kurmak isteyen birey için mekânın önemli bir yeri vardır. Evin bireyi sağaltan koruyucu özelliği, onun aidiyet duygusuyla bütünleştiği anlarda mekân huzurun simgesi olur. Deneyimsel belleğin adiyet duygusuyla bütünleştiği ev, Satıkul’un memleketidir. Onun memleketine olan uzaklığı kaotik bir çıkmazda olmasına yol açar. Mekân bu doğrultuda kuşatıcı yönüyle darlaşarak bireyin ontolojik bir uyumsuzluk yaşamasına neden olur.

2.1.1.3.2. Geniş/Açık Mekânlar

İnsanın birey/leşme sürecinde karşılaştığı olumsuzlukları savuşturduğu, çevresiyle ontolojik bir güven ilişkisi içinde olduğu mekânlar ruhsal bir bütünlüğün yansıma alanlarıdır. İnsan kendi olma deneyimini anlamlandırdığı bu mekânlarda aşkın olana açılma arzusuyla yaşamında insani değerleri önceleyerek içsel bir aydınlanmayı da gerçekleştirebilir. Mekânın fiziksel görüngüsünden çok ruhsal görüngüsünün anlam kazandığı açık geniş mekânlar, insanın tinsel doğumunun da hazırlayıcısıdırlar.


Tablo 2


Geniş/açık mekân bireyi aşkın olana götüren ruhsal barınma alanı olarak öyküde yer bulur. Öykü kahramanının kendini ontolojik olarak yeniden kurduğu bu mekânlarda birey çevresiyle uyum içerisindedir. Öyküde, ben/kahraman anlatıcı için açık mekân kendilik bilincini oluşturduğu uçsuz bucaksız Kırgız bozkırıdır; “yolum nihayet Burçuke’nin güneş düşmez vadisine ulaştı. Şarıldayarak akan berrak çay ve kenarına dizilmiş her birinin dalları göğe ulaşmak istercesine uzanmış söğütler, cevizler, huş ağaçları hatta dut ağaçları bulunuyor” (H.M.: 2). Yol boyunca gördüğü manzaraya hayran bir şekilde tasvir yapan ben anlatıcı, doğayla ontik bir bağ kurar. Tabiatın ruhu dinginleştiren somut görüngüsü, ben/kahraman anlatıcıyı “sıkan, ona engeller çıkaran ve onu diğer insanlarla ilişkiye girmekten men eden”30 özelliğinden uzaklaşarak ruha huzur veren bir havaya bürünür. Romanın diğer kişisi Satıkul için ise, geniş/açık mekân doğup büyüdüğü topraklarla eşdeğerdedir. Üç yıldır doğduğu Akcol’dan uzak olan çocuk, “ruhunun kayıp atlantisini yeniden gün ışığına çıkarmak”31 için Tilegen ile gitmek ister; “Eee, nereye gideceksin sen? Diye anneannesi çocuğa yöneldi. Dediklerimi duymadan ne diye mırıldanıyor bu? – Akcol’a… dedi Satıkul. Yaşlı kadın çocuğun ne düşündüğünü fark etti.”(H.M.: 3) Anneannesi ile girdiği diyalog çocuğun yıllardır içinde biriktirdiği memleket hasretinin göstergesidir. Belleğinde hâlâ tazeliğini koruyan yaşanmışlıklar, Satıkul’un şimdinin monotonluğundan sıkılarak aşkın olana açılmak istemesine yol açar. Aşkın olan onun varoluşsal olarak kendini konumlandırdığı doğup büyüdüğü topraklardır. Çünkü insan hayal dünyasında doğduğu evi tasavvur ettiğinde “düşlemin en derin yerinde o ilk sıcaklığa geri döner, maddi cennetin o ılık maddesinin ilk sıcaklığının bir parçası oluverir.”32 Satıkul da üç yıl boyunca uzak kaldığı evini belleğinde canlı tutar. Düşleminde doğduğu evin özlemi olan Satıkul için açık mekân, yolculuğun sonunda Akcol’a yaklaştığında gördüğü manzaradır; “Aaa… Akcol… Baksana Tilegen ağabey, Akcol! Satıkul büyük bir sevinç içinde ben burayı ilk defa görmüşüm gibi, eliyle işaret ederek kendinden geçercesine konuşmaya devam etti. İşte, aaa bizim ev. Minbay amcanın evi… Nurkulların evi… Aaa… Hala yerinde duruyor. Nurkul ve ben, işte şurada oynar, olgun-ham demeden meyve yerdik” (H.M.: 4). Doğduğu topraklarla kavuştuğunda Satıkul’un hissettikleri aidiyet duygusunun dışa vurumudur. Yıllarca doğduğu topraklara özlem duyan Satıkul dolayımlayıcısı Tilegen ile bu isteğine kavuşur ve mekân Satıkul için birdenbire genişler. Mekândaki bu değişiklik Satıkul’un ruhsal değişimiyle paralel bir seyir izler.

 

Mekânın değişmesiyle yaşadığı varoluşsal boşluk sona erer. Kendini rahat ve huzurda hisseden Satıkul’un doğduğu yere geldiklerinde hafızası canlanır. Çünkü “ev sayesinde anılarımızın büyük bir bölümü yerleşecek bir yer bulur.”33 Mekân Satıkul için birden labirent mekândan geniş mekâna dönüşmüştür. Bu değişim, Satıkul’un ruhsal değişimiyle paralellik gösterir. Birey kendini ancak ait olduğu yerde rahat hisseder.

Yıllarca doğduğu topraklardan uzak kalan Satıkul Kırgız toplumunun da temsilcisi konumundadır. Yıllarca sömürge güçleri tarafından toprakları üzerinde oynanan oyunlar ile kendi topraklarına yabancılaştırılmak istenmeleri karşısında Kırgız halkı mekânın kuşatıcı/yıkıcı yönüyle karşı karşıya kalır. Satıkul’un bu özlemi kendi halkının topraklarına olan özleminin de yansımasıdır.

2.1.1.4. Öyküde Kişiler Dünyası
2.1.1.4.1. Anlatıcı “Ben”in Görüntüsü: Tilegen

Anlatıcı ben öyküde kuran ve yaşayan yapısıyla görülür. Anlatının odak noktasında olduğu için yazar, kurmaca dünyayı onun etrafında şekillendirir. Anlatılan ben yönüyle başkişi, kurmaca içeriğin yoğun olduğu bölümü oluşturan “anlatan ben yönüyle de bu “serüven”in hem aktarımını hem de kritiğini yapma konumunda olan bir figürdür.34 Bu figür, yani başkişi, serüveni yönlendiren ve kişiler üzerinde geniş görme biçimine sahip yapısıyla öyküde yer alır. Olaylara geniş bir bakış açısıyla bakmasının yanısıra, yazarı da temsil eden anlatıcı ben, kurgunun hareket noktasının merkezindedir. Küçük bir çocuğun memleket hasretinin bir kurgusu olan öykü, anlatıcı “ben”in bu özleme kavuşması ile sona erer.


Tablo 3


Şekilden de anlaşıldığı gibi, anlatıcı ben öyküde küçük bir çocuğu hedeflerine ulaştıran yönüyle ele alınır. Onun “yol gösterici”liği, “kurucu” yönü ve “dolayımlayıcı” özelliği özneyi nesneye yaklaştıran ana etkendir.

Anlatıcı ben öyküde yazardan farklı konumdadır. Çünkü “anlatıdaki konuşan, gerçek yaşamdaki yazan değildir, yazan da var olan değildir.”35 Bu bakımdan anlatıcı yazarın yarattığı evrensel değerlerle donatılmış bir karakterdir. “Memleket” öyküsünün anlatıcı “ben”i Tilegen adlı gençtir.36 İnsan merkezli bir öykü olan “Memleket” öyküsünde “ben”, yansıtıcı bilinç özelliği gösterir. “Olaylara hareket kazandıran “ben” kurmaca bir dünyanın sınırları içerisinde yer alır ve olay örgüsünü var eden özelliği ile öykünün ana matrisini oluşturur.”37 Öyküde anlatıcı “ben”i temsil eden Tilegen, öyküye hareket kazandıran yapısıyla önemli karakterlerden biridir. Temsil ettiği birlik duygusuyla varoluşsal boşlukta olan öykü kahramanı Satıkul’un dolayımlayıcısı konumundadır; “Tilegen ağabey nerden geliyorsun? Kara Köndöy’den. Ben orada öğretmenim ya.” (H.M.: 4) Öğretmenler, toplumun yol göstericileri olarak örnek kişi modeliyle bireyin ontolojik olarak kendini yeniden kurmasında etkin rol oynarlar. Tilegen de temsil ettiği değerlerle örnek bir model olarak öyküde varlığını hissettirir. Satıkul’un ruhsal kırılma anına şahitlik eden “ben” anlatıcı, onun memleket hasretine son vererek varoluşsal sancısını dindirir.

Bulunduğu mekân ile ontik uyumsuzluk çeken Satıkul’un ev hasretine yol göstericisi Tilegen son verir. Bu bakımdan anlatıcı “ben” ülkü değerler arasında yer alır. Çocuğun “ev”den dışarı atacağı ilk adımda da onun yardımcısı anlatıcı/ben’dir; “hemen yola çıkamadım. Ya çocuğu bırakmalıydım ya da annesinden izin almalı.” (H.M.: 4) Bu ikilem onları Akcol’a kadar götürür. Akcol, Satıkul’un doğduğu topraklardır. Evinden ayrılan Satıkul yıllarca hasretle evine döneceği zamanı bekler. Onun bu bekleyişi Tilegen’in yardımıyla son bulur.

2.1.1.4.2. Arzulayan Özne: Çocuk

Çocuk, yaşanmamışlığın verdiği deneyimsizlik ile saflığın ve merak duygusunun yansımasıdır. O, içinde yaşadığı toplumun değer yargılarına uyum sürecinde sıkıntı yaşasa da hep bir oluş sürecinin içinde varlığını konumlandıracağı bir yer arayıp durur. Çocuğun yaradılışının bir gereği olan merak duygusu, onun dış dünyanın gerçekliğini deneyimleyerek öğrenmesini gerektirir. Bu deneyimleme süreci onun deneme yanılma ile hayatı sorgulayarak “anlama yetisinin”38 gelişimini sağlar. Arzulayan özne konumundaki çocuk, hep bir merak duygusuyla çevresini tanımaya/ anlamaya çalışır. Bu süreç onun gelişiminin vazgeçilmez kuralıdır. O, ancak soru sorarak kendisini ve dış dünyayı tanıyabilir.

Öykünün arzulayan öznesi konumundaki çocuk karakteri Satıkul’dur. “Satı” ve “kul” sözcüklerinden oluşan “Satıkul” sözcüğünün anlamı “adanmış kul”dur. Halk arasında uzun ömürlü olması için doğumundan önce ermişlere adanan çocuk manasında konulur.39 Ailesi de Satıkul adını adanmış bir kul olarak düşünmüş olabilir. Kasımbekov’un gerçek adı da “kudaybergen” yani “Tanrıverdi” manasında iken annesi tarafından Tölögön olarak değiştirilmiştir. Yazarın kendi ismi gibi kahramanlarının isimlerini de taşıdığı anlamı dikkate alarak koyduğu anlaşılır.

Satıkul’un doğduğu yere olan özlemi öykünün olay örgüsünün de çekirdek yapısının oluşmasında başat unsur olur. Anlatıcı ben ile ilk karşılaşmasında çocuğun onun üzerinde bıraktığı izlenim olumludur; “tam o sırada, oynadığı yerden, evin öte tarafından on bir yaşlarında bir esmer çocuk hoplayarak geldi; Aaa! dedi beni görür görmez ve koşarak gelip kollarını açarak kucağıma atladı. Tilegen Ağabey! Ben onu koltuğunun altından tuttum ve yukarı kaldırıp, yanaklarını öptüm, okşadım” (H.M.: 3). Sığınma içgüdüsüyle Tilegen’e sarılan Satıkul, onun, doğup büyüdüğü topraklara gittiğini duyduğunda heyecanı artar. Geçmiş ile şimdi arasında bocalayan çocuğun zihninde, “mekâna tutsak edilişindeki dışsal baskı”40 açığa çıkar. Yaşadığı mekâna sıkışıp kalan çocuk için huzurun mekânı çocukluk düşlerinin merkezi olan Akcol’dur. Onu Akcol’a götürecek olan Tilegen’e karşı sıcaklığı, Akcol ile kurduğu duygusal bağın yansımasıdır. Çocuğun yıllardır görmediği bir akrabasını tanıması ve ona sarılması Kırgız geleneksel yapısındaki kuvvetli akrabalık ilişkileriyle de ilgilidir. Cengiz Aytmatov, bu bağlılıkla ilgili şu anekdotu nakleder;

İhtiyarlar bir araya toplanınca çocukların dilini eğlenceli bulup; -Haydi bakalım, hiç karıştırmadan yedi atasını kim sayabilecek? derlerdi. Oyun çocukları derhal ağır başlı bir havaya bürünüp atalarının adlarını peş peşe dizmeye başlar. Bir an için dedelerden birinin adı unutulacak olursa… Allah korusun! Sonradan düşündüm de; meğer ihtiyarların bu yaptığında derin manalar gizliymiş. Köklerini unutmamak, nesillerin bağını koparmamak ve yakın ile yâdı ayırt etmeyi, küçükken zihne sindirmenin büyük önemi olduğunu olgunlaşınca kavradım.41

Aytmatov’un köyünden verdiği örnek bireyi, ‘farkındalık’ bilincine taşıyan “yurtsuzluk itkisi”42 çeken Satıkul’un vatan algısına göndergedir. Doğup büyüdüğü topraklara gitmek uğruna akıttığı gözyaşları, küçük bir çocuğun bilinçlilik halini gösterir; “Satıkul ağlayarak bana yapışmış, beni bırakmıyordu bir an ninesinin elini ısırdı. Yazıklar olsun sana! Ninesi çocuğa tokat attı” (H.M.: 4). Üç yıldır ayrı kaldığı memleketine olan hasret özneyi nesneye yaklaştır. Çocuk annesi ve ninesiyle çatışır, tokat yer, gözyaşı döker ve büyük bir inatla gitmek ister. Çünkü,“insan isteyen bir varlıktır.”43 Satıkul da memleketinden uzak kaldığı andan itibaren büyük bir arzuyla geri dönmeyi ister. Satıkul yeni eviyle uyumsuzdur ve ontolojik olarak bir boşluktadır; onu doğduğu yere taşıyacak olan başkişi Tilegen, varlığını anlamlı kılacak olan yegâne kişidir. İlk çocukluk evresi ile çocukluğun şimdiki zamanı arasındaki değişim, çocuğun karar almasında da etkin rol oynar; çünkü “çocuk, hayatı için değişmez dinamik bir kanunu benimsedikten sonra, onun gelecekteki hayatının serbest yapıcı gücü ilk çocukluğunun serbest yapıcı gücüne bağlı kalır.”44 Hayatı çocukluğunun bu ilk zamanlarında deneyimleyen Satıkul için çocukluk anıları değişmezliğini korur. Çocukken oynadığı oyunlar, gezdiği dağ tepe, doğup büyüdüğü topraklar hâlâ belleğinde ilk günkü tazeliğini korur. Satıkul’un ilk deneyimleri onun topraklarına olan bağlılığında kendini gösteririr. Doğup büyüdüğü toprakları ilk gördüğü andan itibaren “birdenbire çok canlı bir biçimde çocukluk anıları”45 gözünün önünde canlanır. Onu “yeni yetmelik günlerine geri götüren”46 ve bilinçaltında saklı olan anıları gün yüzüne çıkaran ya bir kokudur ya da gördüğü manzaradır. Tilegen ile birlikte yola çıkan Satıkul, köyünü uzaktan gördüğü ilk andan itibaren anıları canlanır. Gözleri dolar. Çocuk zihinde yaşamın o aydınlık anları tapteze bir şekilde bozulmadan muhafaza edilmiştir.

 
2.1.1.4.3. Kadınlar

Kadın, ataerkil toplumlarda geri planda gibi görülse de duygu, düşünce ve davranışlarıyla ailenin temel kucaklayıcı gücüdür. Çocuğun dış dünyaya hazırlanmasında ve evde huzur ortamının sağlamasında önceleyici rolüyle evin dinamik yapı taşlarındandır. O, kaosun kozmosu olarak ailenin biraradalığını sağlaması yanında toplumsal yaşamın da devamlılığını sağlar.

Öyküde yer alan kadın kahramanlar, yaşamsal bir devinimin devamlılığına sağladıkları olumlayıcı özellikleriyle görülürler. Kadın kahramanlar, çocuğun annesi Seyde ve büyükannesidir. Öyküde daha çok koruyucu, kuşatıcı, endişeli yönleriyle görülürler. Çünkü anlatıda yer alan sahıs kadrosunun “fiziki görünüşleri, ruhi halleri, istek ve arzuları vardır. Fikri endişelerinin de olması tabiidir.”47 Bu iki karakterin endişeleri yaşadıkları kötü olaylardan dolayıdır. Savaşın karanlık yüzüyle karşılaşan Seyde ve annesi yaşamın yıkıcı yönüyle sarsılmışlardır. Seyde, eşini kaybetmiş annesi ve oğlu Satıkul ile bir Kırgız bozüyünde (çadırında) yaşayan ve öyküde “figüratif” (fon karakter) denilen bir karakterdir.

Anlatıda çok fazla etkin rol oynamayan figüratif kadro terimi“romanın aksiyonel ve düşünsel örgüsünü yürüten kişilerin oluşturduğu bütün için kullanıl(ır).”48 Büyükanne de öyküde Seyde gibi figüratif bir karakter olarak görülür. Öykünün odak noktasındaki ben/anlatıcı ve Satıkul’un yanında bu iki karakter fazla görülmezler. Ben/anlatıcı ile bu iki kadının karşılaşmasında anlatıcı, ninenin tasvirine yer verir; “evden sülün yavrusu gibi zayıf ve kısa boylu bir ihtiyar kadın çıka geldi. Maymunun gözleri gibi küçük ve çekik gözleriyle beni süzüp, selamımı ağzını yavaşça kıpırdatarak almış oldu ve başıyla işaret etti. Yaşı yetmişten geçmiş gibi ama hâlâ dinç görünüyor. Yürürken eğilmiyor, beline oğlak postu bağlamış. Bu ihtiyar kadın Seyde anamın annesi idi.” (H.M.: 3) Yaşlı kadını bu şekilde tasvir eden ben anlatıcı okuru, onun öyküdeki rolüne de bir anlamda hazırlar. Yaşlı kadın, Satıkul’un Tilegen ile gitmek istemesine karşı koyması yanında öyküde fazla görülmez. Onun Satıkul’un gidişine karşı gelmesindeki ana neden, ölen damadının emanetine olan hassasiyetidir. Oğlunu savaşta kaybeden yaşlı kadın, onlara yadigâr olan Satıkul’u kaybetmekten, başına bir şey gelmesinden korkar. Öykünün diğer kadın karakteri Seyde ise, zamanın trajedisine yakından tanıklık etmiş, eşini savaşta kaybetmiş bir çile kadınıdır.

Seyde, eşi Mamırbay’ı kaybettikten sonra yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kalır. Memleketini terk etmesinin nedeni ise, on bir yaşındaki oğluna ve -öyküde hemen hemen hiç rastlanmayan- kardeşine bakmak içindir; “Seyde anamın Akcol Köyü’nden buraya göçmesinin üzerinden üç yıl kadar geçmiş. Bunun bir sebebi, Mamırbay öldükten sonra Aksu’daki kardeşi Tökönali’ye bakmak içindi. Bu günlerde dutu bol olan bu civarda ipekböceği besleyerek, günleri geçirmekteymiş.” (H.M.: 4) Koruyucu, fedakar anneyi temsil eden Seyde, hayatını kardeşi yaşlı annesi ve oğluna adar. O Kırgız bozkırının acımasızlığında hayata tutunmaya çalışan binlerce kadından sadece biridir.

Fedakâr anne imgesini temsil eden Seyde, uzaktan tanıdıkları olan Tilegen’i de bağrına basar; “otur kurban olduğum dedi bana sevgi dolu ses tonuyla.” (H.M.: 4) Seyde ana, anne imgesiyle kucaklayan, biçim veren yapısıyla öyküde yer alır. Bu yönüyle Cengiz Aytmatov’un Toprak Ana49anlatısındaki Tolganay’ı akla getirir. Tolganay da evlatlarına derinden bağlı kucaklayıcı özelliğiyle anlatılır.50 Bu kucaklayıcı yapısıyla Seyde ana fedakâr Kırgız kadınının genel bir temsilcisidir.

Kurmaca anlatıda “anne eve/dönüş’ü”51 simgeler. Yaşamı içselleştirerek varoluşsal özü kuran kadın, sağaltıcı, koruyucu yönünü ortaya koyar. Oğlunu sağaltan anne adanmış bir hayatın sembolüdür. Seyde, iyimser bir tavır takınırken, büyükanne tam tersine sert ve katı bir tutum sergiler; “oğlum, sen nereye gidiyorsun! diye bağırdı zayıf büyük annesi. Evin buradayken… Varıp köyündeki yıkılmış evini mi yapacaksın? – Haydi, bırak yavrum… dedi annesi de” (H.M.: 4). Oğlunun memleketine gitme arzusu, Seyde anayı çaresiz bırakır ve evladından ayrılmak zor gelse de dayanmak zorunda kalır; “başka çaresi kalmayan Seyde ana onun paltosunu, kalpağını, çoktan beri giyilmediği için iyice buruşup sertleşen kösele tabanlı ayakkabısını benim koltuğumun altına soktu. (…) ağlamaklı bir edayla, yalvarırcasına bakıp, yalan dünyadan son anda bulduğu rızkını bana emanet etti” (H.M.: 5). Ben anlatıcı bakış açısıyla aktarılan cümleler bir annenin evladına olan bağlılığını gösterir. Kocasını kaybeden Seyde ana “yalan dünyada”ki tek dayanağını, Tilegen’e emanet eder. Koruyan/gözeten yapısıyla Seyde, savaşın acımısızlığına kocasını kurban eden kadınlardan sadece biridir. Onu hayata bağlayan oğlunu annelik içgüdüsüyle sahiplenmesi, anne arketipine iyi bir örnektir. Dede Korkut anlatılarında yer alan koruyucu anne izleği, tek başına hayata karşı mücadele eden Seyde anada görülür. O, mitik belleğinde saklı duran fedakârlık ve cesaret kavramlarıyla oğlunu sararak onu hayata hazırlar.

26Ramazan Korkmaz (2003), “Oğuz Yurdu Romanında Toplumsal Bilinçdışının Görüntü Düzeyleri” Bilig, Güz / 2003. sayı 27, s. 72.
27Aktaş, a.g.e., s. 131.
28Zehra Ayman, “Bellek Mekânı Olarak Sınır ve Ötekilik; Kars Şehri”, Toplum ve Bilim, 2006, S. 107, s. 145-189.
29Gaston Bachelard, Mekânın Poetikası, Çev. Alp Tümertekin, İthaki Yayınları, İstanbul, 2013, s. 36.
30Ramazan Korkmaz, Sabahattin Ali İnsan-Eser, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997, 177.
31Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2000, s. 432.
32Bachelard, a.g.e., s. 38.
33Bachelard, a.g.e., s. 38.
34Hakan Sazyek, Roman Terimleri Sözlüğü, Hece Yayınları, Ankara, 2013, s. 34.
35Roland Barthes, Anlatıların Yapısal Çözümlemesine Giriş, Çev. Mehmet Rıfat-Sema Rıfat, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1998, s. 54.
36Tile: dilemek. İstemek; duşmanlığa ölüm tilegençe. özünğö ömür tile ats.: düşmana ölüm dilemektense kendine ömür dile! (düşmanın kendiliginden helâk olacağını umma da, onunla mücadeleye hazırlan!) kayır tile-: dinleme. Anlamına gelir. Tile sözcüğüne gelen -gen sıfat-fiil ekiyle tilegen sözcüğü “dileyen” anlamında kullanılır. (Bkz. K.K., Yudahin, Kırgız Sözlüğü (K-Z) (Çev. Abdullah Taymas), TDK Yayınları, Cilt 2, 3. Baskı, Ankara, 1994, s. 738.)
37Deveci, a.g.e, s. 74.
38David Hume, İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma, Çev. Oruç Aruoba, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1976, s. 34
39Büyük Türkçe Sözlük, TDK Yayınları, Ankara, 2011.
40Deveci, a.g.e., s. 63.
41Cengiz Aytmatov-Muhtar Şahanov, Kuz Başındaki Avcının Çığlığı, Tolkun Yayınları, Ankara, 2000, s. 13.
42Ramazan Korkmaz (2005), “Yurtsuzluk İtkisi ve Anayurt Oteli”, İlmi Araştırmalar, s. 20, Güz, s.139-148.
43Veysel Atayman, Varolmanın Acısı Schopenhaur Felsefesine Giriş, Donkişot Yayınları, İstanbul, 2003, s. 57.
44Alfred Adler, Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji, Hayat Yayınları, İstanbul, 2002, s. 5.
45Carl Gustav Jung, İnsan Ruhuna Yöneliş, Çev. Engin Büyükinal, Say Yayınları, İstanbul, 2001, s. 68.
46Jung, a.g.e., s. 68.
47Aktaş, a.g.e, s. 134.
48Sazyek, a.g.e, s. 132
49Cengiz Aytmatov, Toprak Ana, Elips Yayınları, Ankara, 2009.
50Orhan Söylemez, (2009) “Aytmatov’un Aşkları ve Kadın Kahramanları”, Kardeş Kalemler, Sayı 30 (Özel Sayı), Haziran, s. 49-55.
51Ramazan Korkmaz, Aytmatov Anlatılarında Ötekileşme Sorunu ve Dönüş İzlekleri, Grafiker Yayınları, Ankara, 2008, s. 143.

Inne książki tego autora