Devlet

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

2. Platon, tabletin üstü boşaltıldığında sanatçının ideal devletle dolduracağını sanıyor. Bu, cennette var olan bir düzen mi ya da mükemmel gözle bakış atılması gereken bir boşluk mu? Cevap şudur: Bu şekildeki idealler kısmen belirli özelliklerin ihmaliyle kısmen deneyimin sağladığı biçimi kusursuzlaştıran hayal gücü ile şekillendirilir. (Phaedo) Platon bu idealleri başka bir dünyaya aitmiş gibi yansıtır ve modern zamanlarda bu fikir devam ediyor gibi diğer zamanlarda sanatçının eli ile iş birliği yapıyor gibi görünür. Bilimde ve yaratıcı sanatta olduğu gibi yanaşık ve analitik yöntem vardır. Bir insan bir işe başlamadan önce bütün aklına gelecektir; başka birinde de zihnin ve elin süreçleri eş zamanlı olacaktır.

3. Platon’un bilgi bölümlerininin başlangıçta, bütün Sokrates öncesi felsefeyi kaplayan mantığa uygun ve düşünsel olanın temel antitezine dayalı olduğunu görmek zor değildir. Bu antitez aynı zamanda kalıcı ve geçici olanın, evrensel ile özelin zıtlığını da içerir. Fakat onun yaşadığı felsefe dönemi daha ileri bir ayrım gerektiriyor gibi görünüyordu. Sayılar ve şekiller fikirlerden ayrılmaya başlıyordu. Dünya artık adaleti bir küp olarak görmüyor ve kusursuz olmasa da duyuların soyut terimlerinin zihninkilerden ayrı olduğunu görmeyi öğreniyordu. Eleacı varlık veya öz ile fenomenlerin gölgeleri arasında, Pisagorcu sayı prensibi kendine bir yer buldu ve Aristo’nun belirttiğine göre, birinden diğerine iletimde bulunan bir araçtı. Böylece Platon, felsefe şemasına girmemiş üçüncü bir terim sunmak durumunda kaldı. Eğitimde matematik kullanımını gözlemlemişti; imgeseller için en iyi hazırlıktı. (Metaph) Çünkü metafizik ve ahlak felsefesinin matematik ile hiç akrabalığı yoktu. Sayı ve şekil, zaman ve mekânın soyut kavramlarıdır, saf düşünsel düşüncelerin ifadeleri değil. Metafordan çıkarıldığında, düz bir çizgi veya bir karenin adalet ve gerçek ile eğri büğrü bir çizgiden daha fazla işi kalmaz. Sembolik birlik gerçeğiyle karıştırılmıştır ve bu yüzden daha sonra üç tane daha Platonsal oran bölümü ortaya atılmıştır.

Serilerin, başka bir yerde sözü geçmeyen ve sistemin başka hiçbir parçasına atıfı bulunmayan ilk terimlerine nasıl vardığını anlamakta biraz daha güçlük vardır. Gölgelerin nesnelerle ilişkisi de sayıların fikirlere olan bağlantısına denk düşmez. Muhtemelen, alt katmanın iki bölümünde de algılanan terimleri, eşit şekilde duyuların terimleri olmalarına rağmen, üç nesne yerine dört yapmak için benzetim sevgisi (Timaeus) Platon’a yol göstermiştir. Aynı zamanda, huyu olduğu için, yedinci kitabın başında görüntülerin gölgelerine, onuncu kitaptaki taklidin taklidine hazırlık yapıyordur. Çizgi birlikten sonsuzluğa erişiyor ve önce iki eşit olmayan parçaya, sonrasında iki parçaya daha bölünmüş kabul edilebilir. Her alt katman devamındakinin çoğalmasıdır. Dört özelliğimizde ise, alt bölümdeki inanç, gölgeler (Yunan) düşüncesinin belirsizliği ile anlayışın (Yunan) ve mantığın (Yunan) yüksek kesinliğine eşit miktarda zıt, orta bir konuma sahiptir. (cp. inanç veya iman kelimesinin kullanımı için (Yunan), Timaeus)

Anlayış ile zihin veya mantık (Yunan) arasındaki fark, bilgiyi parçalar hâlinde ve bütün hâlinde edinme arasındaki farka paraleldir. Gerçek bilgi bir bütündür ve hareketsiz hâldedir. Tutarlılık ve evrensellik de gerçeğin deneyidir. Bütünün bu kendini belli eden bilgisi ile zihin becerileri uyumlu olmak durumundadır. Fakat tam olmayan ve sürekli hareket hâlinde olan bir anlayış bilgisi vardır çünkü küçük fikirlerde duramaz. Bu fikirlere hem görüntüler hem hipotezler denmiştir. Görüntü denmiştir çünkü duyu ile giyinmişlerdir. Hipotez denmiştir çünkü iyi düşüncesi ile ilgisi olana kadar yalnızca tahmindirler.

Paragrafın genel anlamı; “Öyleyse asil, görüşü birleştiren bağdır… Ve bu türden anlaşılır olarak bahsedeceğim…” bir dereceye kadar içinde bulunan düşüncenin modern felsefe terimlerine çevrilmesini kabul ettiğidir. Şu şekilde tanımlanabilir ya da açıklanabilir: Bir gerçek vardır, tektir ve kendi kendine vardır. Ona bir merdiven yardımıyla insan zekâsı erişebilir. Bu birlik cennetteki güneş gibidir, her şeyi gösteren ışık, her şeyin yaratıldığı ve sürdürüldüğü varlık. İşte bu, iyi “idea”sıdır. Ve merdivenin en yükseğe ya da evrensel varlığa çıkan basamakları matematiksel bilimlerdir ki onlar aynı zamanda evrensel olandan da bir parça bulundururlar. Bunları da iyi ideasıyla birleştirdiğimiz bir şekilde görürüz. Daha sonra hipotez ve görüntü olmayı bırakırlar ve bir zamanlar onların ilk ilkesi ve son nedeni olan yüksek gerçeğin bir parçası oluverirler.

Bu dikkate değer paragrafa daha kesin bir anlam yükleyemeyiz fakat onda düşüncenin bazı bizimle ve Platon’la ortak olan ön bilgileri veya işaretlerini görebiliriz. Mesela; (1) Platon’un zamanında ayrılmamış oldukları için bilimlerin ya da bilimin, birlikleri ve ilintileri; (2) ilahi gücün, veya yaşamın, mantığın, henüz düşünülmemiş veya artık Timaeus’ta veya başka yerde insan formunda olmayan varlığı; (3) matematiksel bilimlerin hipotetik ve koşullu karakterinin her bilimde, diğerlerinden ayrıldığında belirli bir ölçüde tanınması; (4) görünen dünyadan ziyade ancak düşünsel olana yayılan doğanın kanunu olmasına rağmen, bir gerçeğin görünmez ve bir yasaya dayanan kanısı.

Sokrates’in yöntemi duraksamalı ve deneyseldir. İyi ideasının ve diyalektiğin doğasının daha içi dolu bir açıklaması bizi yedinci kitapta bekler. Glaukon’un kusursuz olmayan zekâsı ve Sokrates’in başlangıç yapmaya gönülsüzlüğü, konunun zorluğunu belirtmektedir. Theages’in dizginine ve iç kâhine veya Sokrates’in şeytani işaretine, Platon’da hep olduğu gibi yapılan dokundurma yalnızca engelleyicidir. Var olan kötü dünya devletindeki iyi kalıntılarının kurtuluşunun yalnızca Tanrı’ya bağlı olduğu görüşü, varlığın onuncu kitapta (Ve orada Sokrates’in tartışmaları ve öğrencileri devam eder.) Glaukon’un bilmediği gelecekteki bir durumuna atıf, cevaplardaki şaşkınlık, Sokrates’in bir filozofun durumunu yalnızca bir mecazda betimleyebileceği numarası yaptığı tuhaf alay, Sofistlerin her şeye rağmen tek temsilciler olduğu ve halkın fikrinin liderleri olmadığının orijinal gözlemi, bir duvarın altında sağanaktan saklanan filozof görüntüsü, onu tanısalardı filozofu reddetmeyecek sıradan insanlara olan iyi niyetin ifadesiyle devam eden “büyük canavar” resmi, en üst gerçeklerin en üst kusursuzluğu gerektirdiğinin “asil ve doğru düşüncesi”, herkesçe bilinen iyi ideası konusuna dönerken Sokrates’in duraksaması, Glaukon’un gülünç içtenliği, felsefe ile altındaki biriyle evlenen terk edilmiş bir bakirenin kıyaslanması… Bütün bunlar altıncı kitabın en ilgi çekici kısımlarıdır.

Yine de Sokratik halkada sık sık tartışılan, Glaukon ve Adeimantos’un hevesle, mümkünse daha net bir fikrinin olacağı eski temaya başka sözler de eklenebilir. Onlar gibi biz de iyi düşüncesinin yalnızca bir matematik öğrencisine ifşa edilebileceğini öğrendiğimize memnun olmadık. Ne bizim ne onların herhangi bir tatmin edici amaca yönlendirildiğini düşünmeye karşı istekliydik. Çünkü nicelik farkının nitelik farkına karışamayacağını ve her ne kadar bazı zamanlar onların sembollerini ve ifadelerini sağlasalar, zihni soyut kavram ve kendi kendine konsantre alışkanlıklarına eğitseler de matematiksel bilimlerin bizim üst düşüncelerimize ulaşacak kadar yükselemeyeceklerini öğrendik. Eski bir filozofa doğal gelen bir ilüzyon bize de bir ilüzyon olmadı. Ama bizi iyi ideasına ulaştırması beklenen süreç gerçekten hayaliyse ideanın kendisi de yalnızca soyut bir fikir olmaz mı? Öncelikle şunu belirtiyoruz ki bütün çağlarda, özellikle ilkel felsefede olmak, öz, birlik, iyi gibi kelimeler insanların zihinlerinde olağanüstü etkiler bırakırdı. İçeriklerinin zayıflığı veya olumsuzluğu güçleriyle ters orantılıydı. Bütün varlıkların anlaşıldığı formlar oldular. İnsan ruhunda onların tatmin ettiği bir ihtiyaç veya içgüdü vardı. İdea değil tanrılardı ve bu yeni mitolojiye sonraki nesillerdeki insanlar eski tanrıların güçlerini ve ilişkilerini atadılar.

İyi ideası, eski mitolojinin yerini almaya başlayan kutsal sözcük veya düşünce biçimlerinden biridir. Bütün zamanın ve varlığın birleştiği birlik anlamına geliyordu. Bütün varlıkların gerçeğiydi ve içinde parladıkları ışıktı. Zihinlere insan ve ilahi açık gelmeye başladı. Bütün varlıkların sebebiydi. Onların var olduğu güçtü. İnsan kişiliğinden alınan evrensel mantıktı. Hem yaşam hem de dünyanın ışığıydı, bütün bilgi ve güç onun içindeydi. Ona giden yol matematiksel bilimler aracılığıylaydı ve bunlar da ona bağımlıydı. Onu yapanın Tanrı olduğunu ya da Tanrı tarafından yapılıp yapılmadığını sormak, Tanrı’nın Tanrıça’dan ayrı ya da Tanrıça’nın Tanrı’dan ayrı olup olmadığını sormak gibi olurdu. Timaeus’un tanrısı iyi ideasından çok farklı değildi. Aynı şeyin yalnızca kişisel ve kişisel olmayan, eril ve nötr, biri mitoloji diliyle ve diğeri felsefe diliyle ifade edilen iki farklı yönüydüler.

Bu veya buna benzer şeyler iyi ideasının Platon tarafından algılanan anlamıdır. Sayıların, düzenin, uyumun, gelişimin idealarının da buna dâhil olduğu söylenebilir. Biraz önceki yorum Platon’un kendi sözlerinden öteye gider. Belki de felsefenin ne yaptığından çok amacının ne olduğunu anlamamıza yarayan bir aşamasına geldik. Karanlıkta ve uzakta gördüğümüz şeyi idrak etmeye başlıyoruz. Ama eğer bu ya da aynı tür ama daha ileri bir şeyin onun hedeflediği gerçek, gidermeye çalıştığı ihtiyaç olduğu ona söylenebilseydi, düşüncelerinde fark ettiğinden fazlasının gizli olduğunu sevinçle anlardı. Sözleri az ve de üslubu da az konuşan biri gibi belirsiz olduğu için onu yorumlayan kişininki de öyle olmalıdır. Onun kastettiği şeylere onları daha fazla tanımlamaya uğraşmamalıyız. Onun, modern düşünceye çevirisini yaparken eski felsefenin ruhunu bilinçsizce kaybedebiliriz. Platon’un iyi ideasından gerçeğin ve varoluşun ilk prensibi olarak bahsetmesine rağmen bu kısım hariç yazılarının hiçbir yerinde bahsedilmemiş olması tuhaftır. Sonraki nesillerde öğrencilerinin zihinlerinde de hiç yer edinmemiş olması ve bunun onlara anlaşılmaz gelmesi de aynı şekildedir. Ve de onlarda Aristo’dan bahsedilirken hiç buraya ya da hâlâ var olan diğer yazılarına atıfta bulunulmamış olması da aynı şekildedir.

 

YEDİNCİ KİTAP

Ve şimdi bir şekil ile tabiatımızın aydınlanmasını ya da cahilliğini anlatacağım: İnsanların ağzı ışığa bakan bir yer altı mağarasında yaşadığını hayal edin. Çocukluklarından beri göğüsleri ve bacakları zincirli şekilde oradaydılar ve yalnızca mağaranın içini görebilmekteydiler. Uzakta bir ateş var, ateş ile mahkûmlar arasında yükseltilmiş bir yol ve yol boyunca düşük bir duvar bulunmakta, kuklacıların kukla oynattıkları bir ekran gibi. Duvarın arkasında, ellerinde çeşitli sanat eserleri tutan ve içlerinde insan ve hayvan figürleri, ahşap ve taş olan hareket eden şekiller görünüyor ve geçenlerin bazıları konuşurken bazıları sessiz kalıyor. “İlginç bir hikâye ve ilginç tutsaklar.” dedi. Onlar biziz ve yalnızca mağaranın duvarına vuran gölgeleri görebiliyorlar. Onlara isimler veriyorlar ve duvardan gelen yankıyı da eklersek oradan geçenlerin sesleri sanki gölgelerden geliyormuş gibi hissettiriyor. Aniden onları tersine döndürüp kendilerine görüntülerde acı ve kederle bakmalarını sağlarsanız bunun gerçek olduğuna inanırlar mı? Gözleri kamaşır ve gözlerini kırpmadan seyredebildikleri bir şeye vuran ışıktan uzaklaşmaya çalışmazlar mı? Ve dahası, aşırı ve zorlu bir rampa ile güneşin olduğu yere çıkarılsalar, gözleri ışığın fazla gelmesiyle görüşleri kapkaranlık olmaz mı? Algılamaya başlamaları için biraz zaman geçmesi gerekir ve ilk başta yalnızca gölgeleri ve sudaki yansımaları, sonra ay ile yıldızları ve bulundukları yeri tamamen ve olduğu gibi algılayabileceklerdir. Hepsi şu sonuca varır: Bu bize yılı ve mevsimleri veren kişidir ve gördüğümüz her şeyin yaratıcısıdır. Karanlıktan aydınlığa geçince nasıl da sevindiler! Mağaradaki saygınlık ve şan onlara ne kadar değersiz görünür! Şimdi bir de şunu düşünün, eski alışkanlıklarına geri gidiyorlar. Artık o yer altı mağarasında arkadaşları ile aynı şeyleri görmezler ve duvardaki gölgelerin büyüklüğü hakkında onlarla baş edemezler. Güneşe çıkıp gözlerini kaybeden insanlarla ilgili bir sürü şaka yapılır ve özgürleşip birilerini de aydınlatmaya çalışan birini yakalarlarsa onu idam ederler. Şimdi mağara görüntüler dünyası, ateş güneş, yukarı çıkan yol da bilginin yolu. Bilginin dünyasında iyi ideası en son ve güçlükle görülen şeydir ama görülen şey iyinin ve gerçeğin yaratıcısı, bu dünyadaki ışığın sahibi ve gerçek ile anlayışı da diğeri olduğu anlamına gelirse şad eden görüntüye erişen kişi her zaman yukarı ilerliyordur. Yasaların mahkemelerinin ve siyasal birliklerin seviyesine inmez çünkü gözleri gölgeler ve görüntülerin içindeki gerçek anlamı görmeye alışmıştır. Hayatında hiç gölge ile özün ilişkisini anlamamış kimselerin düşüncelerine giremez. Fakat körlüğün iki türü vardır ve karanlıktan ışığa çıkınca veya ışıktan karanlığa geçince olabilir. Algılaması kuvvetli biri bunların ayrımını yapabilir ve ikisine de eşit şekilde gülmez fakat ışık fazlalığından kaynaklanan körlüğü kutsal sayar, diğerine acır. Ya da güneşe bakan kafası karışık ruha gülerse yukarıdan gelenlere gülen mağara halkından daha fazla gülecek şeyi olur. Kısa hikâyemizden çıkarılabilecek başka bir ders daha vardır. Bazı kimseler eğitimin kör birine gözler vermek gibi olduğunu sanar ama biz görme becerisinin hep orada olduğunu ve yalnızca ruhun ışığa döndürülmesi gerektiğini söylüyoruz. Bu dönüşümdür, diğer beceriler neredeyse bedensel alışkanlıklar gibidir ve aynı şekilde edinilebilir ama zekânın daha ilahi bir yaşamı vardır ve ona gösterilene göre iyiye ya da kötüye döndüğü için dayanıklıdır. Akıllı bir hilekârın gözlerinin arasından dışarı baktığını ve daha fazla şey gördükçe daha fazla kötülük yaptığını görmediniz mi? Şimdi, eğer böyle birini alır ve dünyadaki ruhuna ağırlık yapan zevk ve arzuların ağırlıklarını kesip çıkarırsanız zekâsını çevirmiş olacaksınız ve gerçeği, şu an fark ettiği aşağılık hedefleri kadar dikkatle gözlemleyecektir. Yöneticilerimizin sabit kuralları olmasın diye eğitimsiz mi yoksa dünyevi işler için kendi yeryüzü cennetlerini bırakmasınlar diye fazla eğitimli mi olmaları gerektiğine henüz karar vermedik. Bu şekilde, ışığa ve iyinin bilgisine yükselmeye en meyilli yapıları seçmeliyiz fakat ışığın bölgesinde kalmalarına izin vermemeliyiz. Görevlerini onurlarının mahiyetinde olmaları için mağaradaki tutsakların arasına inmeye zorlanmalılardır. “Bunun bir meşakkat olduğunu düşünmeyecekler mi?” Devleti kurma amacımızın vatandaşların istediklerini yapmaları değil herkesin iyiliği için devlete hizmet etmeleri olduğunu unutmamalısın. Filozofa dürüstçe “Arkadaş, biz sana hiç hata yapmayız çünkü diğer devletlerde felsefe yabanıl büyür ve yaban bir bitki bahçıvana hiçbir şey borçlu değildir. Ama sizi kovanımızın hükümdarı ve kralı olun diye biz eğittik, bu yüzden sizin mağaraya inmenizde ısrarcıyız. Her biriniz sırayla gözlerinizi karanlıkta kullanmayı öğrenmelisiniz ve biraz alıştırma ile gölgeler hakkında tartışanlardan daha ileriyi göreceksiniz. Onların bilgileri yalnızca bir hayalken sizinkisi uyumayan bir gerçektir.” diyemeyebiliriz. Bu işe en iyi uyan aziz veya filozof, yönetime karşı hiç istekli olmayabilir fakat bu ihtiyaç ona yüklenmiştir ve artık ideaların cennetinde yaşayamaz. Ve bu, devletin kurtuluşu olacaktır. Çünkü yöneten kişiler yönetmeye talip kişiler olmamalıdır. Vatandaşlarımıza genel olarak diğer yöneticilerden daha iyi bir yaşam vadediyorsan yalnızca dünyevi mallarda değil beceriler ve bilgi konusunda zengin biri de yasa yapabilir. Ve siyasi amaçlardan daha iyi olan tek yaşam, aynı zamanda devlet yönetimine en iyi hazırlık da olan felsefi bir yaşamdır.

Öyleyse şimdi şu soru geliyor: Yöneticilerimizi nasıl yaratmalıyız? Karanlıktan aydınlığa çıkan yol nedir? Bu değişim felsefe ile gerçekleşir. Bir istiridye kabuğunun ters dönmesi değil bir ruhun geceden gündüze, dönüşmekten olmaya olan dönüşümüdür. Nasıl bir eğitim ruhu yukarıya taşır? Önceki eğitimimizde iki branş vardı; vücutla ilgilenen jimnastik ve zihin ile edebiyata doğal bir ahenk aşılayan kardeş sanat, müzik. Fakat bu bilimlerin ikisi de bize istediğimiz şeyi vadetmez. Bize bu, sanatların ve bilimlerin katıldıkları evrensel ve ilkel bilimden başka bir şey kalmaz, sayılar ve hesaplamalardan bahsediyorum. “Çok doğru.” Savaş sanatı da dâhil midir? “Evet, kesinlikle.” Öyleyse tragedyada gelip sayıyı icat ettiğini söyleyen, sıraları sayan ve onları sıraya koyan Palamedes ile ilgili gülünç bir şey vardır. Çünkü eğer Agamemnon adımlarını sayamasaydı (Sayılar olmadan zaten nasıl yapardı?) oldukça bayağı bir komutan olurdu. Sayı sayamayan hiç kimse asker olmamalı ve ona güç bela adam denir. Son ifademde ne demek istediğimi açıklayayım: Mantığa uygun şeyler iki türdür; biri aklı davet eder ve uyarırken diğerinde zihin zorlanmadan kendi kabul etmektedir. Şimdi, uyaran türde karşıtlık ve ilişki ortaya atan şeyler vardır. Örneğin, üç parmağımı yukarı kaldırdığımı düşünün; işaret parmağı, orta parmak ve serçe parmak. Görüş otomatik olarak bu üç parmağı fark eder ama sayılar olmadan onları daha fazla ayırt edemez. Ya da yine, biri büyük biri küçük olan iki şey olduğunu varsayın. Bunların büyüklük ve küçüklükleri duyu ile değil akıl yoluyla sağlanır. Ve bunların zıtlıklarının veya ilişkilerinin algısı, duyunun karmaşık imasıyla kafası karışan zihni harekete geçirir ve gösterilen şeylerin birden fazla olup olmadığını bulmak için bir numara kaynağı mevcuttur. Sayı, onların bir değil iki tane olduğu ve birbirinden ayırt edilmesi gerektiği yanıtını verir. Yine, görüş büyük ve küçüğü seyreder fakat yalnızca karışık bir kaos ile ve onlar ayırt edilene kadar onların ayrı ayrı özellikleri sorusu doğar. Bu durumda, görünen ile anlaşılabilenin ayrımını yapmaya itiliriz. Uyarıcıların akıllı kimseler için olduğunu söylediğimde bunu kastetmiştim. Algıda çıkan çelişkileri düşünüyordum. Birlik düşüncesi, örneğin, parmaklarda olduğu gibi, bir çokluk içermediği sürece düşünceyi uyandırmaz ama biri aynı zamanda diğerinin zıddı olduğunda, bu zıtlık derin düşünceye neden olur. Bunun bir örneği görüşün herhangi bir nesnesinden kaynaklanabilir. Sayının tüm sahip olduğunun aynı zamanda bir yükseltme etkisi de vardır. Zihni köpükten ve akıştan alıp daha küçük ordusu ve ticari kullanımı olan varlığın derin düşüncesine doğru kaldırır. Ticaret bizim için şart değildir ama yöneticimizin bir filozof olduğu kadar bir asker de olması gerektiği için askerî olan sürdürülebilir. Ve en üst amacımıza hiçbir bilim uyum sağlayamaz fakat bir esnafın değil bir filozofun ruhunda sürdürülmelidir. Görünen nesnelerle değil soyut gerçek ile ilgilidir çünkü sayılar, saf soyut düşüncelerdir. Gerçek aritmetikçi, biriminin bölme yapamamasını öfkeyle reddeder. Siz bölme yaptığınızda, o çarpma yaptığınızı iddia eder. “Onunki” kesirlerin malzemesi değildir ve onlarla değil ama değişmeyen ve kesin bir eşitlikle çözülebilir. Bu, onun çalışmasına tamamen düşünsel bir özellik katar… Şunu da unutmayalım ki aritmetiğin büyük, ince zekâyı sivriltme gücüne sahip hiçbir disiplin, ona denk ya da aptal bir insanı aynı derecede geliştiren bir genel beceri testine erişemez.

İkinci eğitim branşımız olan geometriye geçelim. Glaukon “Geometri bilgisi ile genel becerinin ikiye katlanabileceğini görüyorum.” dedi. Bu küçük bir meseledir, geometrinin kullanımı. Onu, zihni sadece bir nesle değil bütün varlığa bakmasına mecbur eder ve iyi ideasının derin düşüncesinde verilen yardım olarak görüyorum. Yine de bu çalışmaları devam ettirmenin güncel yöntemi, en kötü bir matematikçinin bile farkında olduğu gibi aşağılık ve gülünçtür. Yukarı doğru, genel varlığa değil aşağı doğru, sanatlara bakmak için yaratılmışlardır. Geometrici her zaman, sanki görüş eylemi varmış gibi karelere ayırmak, iki ucu birleştirmek ve yan yana koymaktan bahseder. Oysaki çalışmanın asıl amacı bilgidir. Ruhu yükseltmeli ve felsefe zihni yaratmalıdır. Düşmüş olanı kaldırmalı, savaş ve ordu taktiklerinin küçük kullanımlarından ve becerilerin geliştirilmesinden bahsetmemelidir.

Eğitime üçüncü bir branş daha ekleyelim mi; astronomi? Glaukon “Çok iyi. Cennetin bilgisi çiftçilik, denizcilik ve askeriye için bir kere de olsa gereklidir.” diye yanıtladı. Dünya ile arkadaşlık kurması için her şeye yararlı sebepler bulmanı beğendim. İnsan ırkına eğitimin yalnızca bilgi için değil, bedensel gözden daha iyi olan ruh gözünü arındırmak için de faydalı olduğunu ispatlamak zordur. Çünkü onunla yalnızca hakikat görünür. Şimdi, insan ırkına genel olarak mı yoksa sadece filozofa mı başvuracaksın? Yoksa yalnızca kendine mi güvenmeyi tercih edersin? “Her insan kendisinin en iyi arkadaşıdır.” Öyleyse bir adım geri git çünkü biz arızalıyız. Ve ikinci olan düzlemden sonra katı maddeler olan üçüncü bir boyut ekle ve sonra hareket hâlinde katı hâle geçebilirsin. Fakat katı cisim geometrisi yaygın değildir ve devlette himayesi yoktur, onun kullanımı da tamamen tanınmaz. Güçlüğü büyüktür ve kendini çalışmaya adamış kişiler burnu havada ve sabırsızdırlar. Yine de kovalamanın albenisi insanları kazanır. Eğer hükûmet biraz yardım ederse büyük bir ilerleme kaydedilebilir. Glaukon “Çok doğru. Ama şimdi düzlem geometrisiyle başlayıp sonra katı cisim geometrisine geçtiğini, sonra da astronomiye, yani katı cisimlerin hareketine geçtiğini mi anlamalıyım?” Evet, dedim, telaşım bizi yalnızca aksattı.

“Çok iyi. Ve şimdi, senin kibirli gerginliğinde konuşmaya gönüllü olduğum astronomiye geçelim. Cennetin düşüncesinin ruhu yukarı taşıyacağını görmede kimse başarısız olamaz.” Öyleyse ben bir istisnayım. Günümüzde çalışıldığı şekliyle astronomi ruhu yukarı değil aşağı taşıyor gibi görünüyor. Yıldız gözlemi yalnızca tavana bakmaktan öte değil. Bir insan sırtüstü yere veya suya uzanıp yukarı ya da aşağı bakabilir. Bunda bir bilim yoktur. Benim bahsettiğim bilginin görüntüsü gözle değil zihinle görülür. Cennetin bütün ihtişamı değil ilahi gerçeğin bir kopyası yeterli olmaz ve varlıkların mutlak uyumları, hareketleri hakkında hiçbir şey öğretmez. Onların güzelliği Deadalus’un veya başka bir büyük sanatçının eliyle çizilmiş gibidir ve çizim için kullanılabilir ama hiçbir matematikçi onlardan gerçek eşitlik ve sayısal bağıntı elde etmeyi bekleyemez. Öyleyse maddenin kusurluluğunun her yerde rahatsız eden bir unsur olarak karşımıza çıktığı, gece ve gündüzün, aylar ve yılların, yörüngesindeki güneş ve yıldızların simetrisini bozan bu cennet haritalarına bakmak ne kadar gülünçtür. Astronomiyi yalnızca problemlerle bir bilimsel temele dayandırabiliriz. Cenneti yalnız bırakalım ve akıllı kimseyi ortaya koyalım.

Yine de Pitagorasçıların dediği gibi matematik diğer uygulamaları kabul eder ve biz de aynı fikirdeyiz. Ahenkli hareketin kardeşi olan bir bilim daha vardır. Astronomi göze, o da kulağa uyumludur ve başka uygulamaları da olabilir. Bilimlerin iyi ideasıyla olan ilişkileri gibi onlardan daha büyük bir amacımız olduğunu unutmadan Pitagorasçıları soruşturalım. Astronomiyi saran hata aynı zamanda harmonikleri de kaplar. Müzisyenler zihinlerinin yerine kulaklarını koyarlar. “Evet, onların kulaklarını komşularının yüzünün yanına koyduklarını görmek isterim. Bazıları ‘Bu yeni bir nota.’ derken diğerleri iki notanın aynı olduğunu bildiriyor.” “Evet.” dedim ama sen lir dizelerini büken ve onlara eziyet eden, dizelerin düzenleri hakkında tartışan şarlatanları kastediyorsun; ben ise neredeyse aynı miktarda hatalı olan Pitagorasçı harmonistleri kastediyorum. Çünkü onlar yalnızca duyulan sayıların uyumunu inceler ve duyulmayan, yalnızca problemlerde bulunan ve fikirlerinin bile olmadığı gerçek sayısal uyuma doğru yukarı çıkmazlar. “Bu sonuncusu, harikulade bir şey olmalı.” dedi. “Yalnızca iyi bir bakış açısıyla izlendiğinde faydalı olan bir şey.” diye yanıtladım.

 

Bütün bu bilimler zorlamanın başlangıcıdır ve birbirleriyle olan doğal ilişkileri ölçüsünde hesaba katıldıklarında kârlıdırlar. “Sanırım, Sokrates ama böyle bir çalışma sonsuz bir iş olur.” dedi Glaukon. Ne çalışmasından bahsediyorsun, başlangıç mı, ne? Çünkü bütün bu şeyler yalnızca başlangıçtır ve sen kesinlikle safi matematikçinin aynı zamanda bir diyalektikçi olduğunu zannetmiyor musun? “Kesinlikle hayır. Mantığı çalışan bir matematikçiyi bile zor gördüm.” Ve yine de Glaukon, gerçek mantık, düşünsel dünyanın müziği olan diyalektiğin ve bizim, duvardaki gölgeleri seyretmekten gölgeleri oluşturan resimlere vardığımızda görüş çabasıyla kıyasladığımız millî marşı değil midir? Öyle olsa bile duyudan uzaklaşan diyalektik beceri, iyi ideasının derin düşüncesindeki saf zekâya varır ve düşünsel dünyanın sonuna kadar asla dinlenmez. Mağaradan ışığa çıkan soylu yol ve güneşte gözlerin kırpışması, sadece bir resmin değil, gerçekliğin gölgelerini düşünmeye dönmesi süreci ve yeni görme becerisini matematiksel bilimler yardımıyla aşamalı olarak edinme, ruhun ideal varlık düşüncesine yükselmesidir.

“Buraya kadar seninle aynı fikirdeyim. Ama şimdi, girişi bırakıp millî marşa geçelim. Öyleyse diyalektiğin doğası ve oraya ulaştıran yollar nelerdir?” Sevgili Glaukon, beni burada takip edemezsin. Önceki bilimlerde disipline sokulmamış birine mutlak doğrunun sunulması mümkün değildir. Ama mutlak doğrunun bir bilimi olduğu ve uygulananlardan çok farklı olduğuna inanıyorum. Çünkü diğer bütün sanatlar ve bilimler insan ihtiyaçları, fikirleri ile ilgilidir. Matematiksel bilimler gerçek varlığın bir hayal veya hipotezidir ve asla kendi ilkelerini analiz etmezler. Yalnızca diyalektik, ruhun gözünü cehaletin barbar bataklığından yukarıdaki dünyanın ışığına, betimlediğimiz bilimlerin yardımıyla dönüştürerek ve ona yönlendirerek hipotezlerin üstündeki ilkelere yükselir. Bilimler, bir fikirden daha büyük ama bilimden daha az bir netlik gösteren ve bir önceki betimimizde anlayış dediğimiz başka bir ada gerek olsa da genelde böyle söyleniyor. Böylece dört tane adımız oluyor; iki tanesi akıllı insana, iki tanesi fikre: Mantık veya zihin, anlayış, inanç, gölgelerin uyum yaratan algısı -olmak; dönüşmek, akıllı kimse; fikir- ve bilim; inanç, anlayış; gölgelerin algısı. Diyalektik belki her yaradılışın varlığını veya özünü açıklayan, tanımlayan, iyiyi ayıran ve soyutlayan, iyi uğruna bütün rakipleriyle savaşmaya hazır bir bilim olarak tanımlanabilir. Diyalektikçi olmayan birine göre hayat uyuşuk bir rüyadır ve o uyanmadan önce bir sürü insan onun mezarındadır. İdeal devletinin gelecek yöneticilerinin zeki varlıklar olmasını mı yoksa direkler kadar salak olmasını mı tercih edersin? “Kesinlikle ikincisi değil.” Öyleyse onlara soru sormayı, cevaplamayı öğretecek ve bilimlerin saçak taşı olan diyalektikle eğitmelisin.

Diyebilirim ki yöneticilerimizin nasıl seçildiğini ve seçim aşamasının bir adım ileriye götürülmesi gerektiğini unutmuşsun. Önceki gibi daimi ve yürekli, hoş görünümlü ve asil davranışlı olmalılar ama şimdi eğitimin iyileştireceği doğal bir yetenekleri de olmalı. Bu demek oluyor ki çabuk öğrenen, zihinsel zahmete dayanıklı, kuvvetli hafızalı, sağlam, çalışkan, zihinsel becerilerle ahlaki becerileri birleştirebilen, kusurlu ve taraflı olmayan, bedensel egzersizlerde sapasağlam, zihinsel olanlarda uyuşuk ya da tam tersi olmayan; sahtelikten nefret eden ama bilinçsizce sürekli cahilliğin bataklığında debelenen yaralı bir ruh değil; alçak ya da çürük biri değil ama kolları bacakları güçlü ve zihnin büyük jimnastik denemelerine hazır durumda olmalı. Adalet bu tür kişilerde kolayca bulunabilir ve bu kişiler devletimizin kurtarıcısı olur. Başka türden öğrenciler felsefeyi yalnızca şu an olduğundan daha gülünç duruma sokarlar. Coşkum için bağışlayın, heyecanlanıyorum fakat onu ayaklar altına alınıp ezilmiş hâlde görünce onu bu rezil duruma sokanlara öfkeleniyorum. “Olman gerekenden daha heyecanlı olduğunu fark etmemiştim.” Ama öyle hissettim. Şimdi, öğrencilerimizin seçiminde başka bir hususu unutmayalım: Genç olmalılar, yaşlı değil. Çünkü Solon’un, yaşlı bir adamın sürekli öğrenebileceği sözü yanlış anlaşılmıştır. Gençlik öğrenme ve çalışma zamanıdır, zihnin, özgür ve narin olduğunu ve vücudun öyle olmadığını, ayrıca, kabul edilmeyecek kadar zor şartlarda çalışmaması gerektiğini unutmayalım. Öğrenme, ilk etapta doğal eğilimin keşfedildiği bir tür oyun olmalıdır. Savaşa hazırlanırken genç köpekler önce yalnızca kan tadı almalıdırlar fakat iki üç yıl boyunca yaşamı yalnızca uyku ve bedensel egzersize bölen gerekli beden eğitimi bittiğinde ruhun eğitimi ciddi bir mesele olur. Yirmili yaşlara gelindiğinde eğitimlerinde yeni bir dönem başlayacak olan, gelecek vadeden öğrenciler seçilmelidir. Şimdiye dek parçalar hâlinde öğrendikleri bilimler birbirleriyle ve gerçek varlık ile ilişkilendirilecektir çünkü bunları birleştirme kuvveti, kuramsal ve diyalektik becerinin sınavıdır. Ve sonrasında otuzlara gelinince duyular dünyasından çıkıp ideaların soyut dünyasına geçebileceklerini belirlemek için bir seçim daha yapılır. Fakat bu noktada, mevcut tecrübeyle değerlendirildiğinde, diyalektiğin birçok kötülüğün kaynağı olma tehlikesi vardır. Tehlike, benzer bir durumda gösterilebilir: Servet ve lüks içindeki bir toplulukta yetişmiş bir insan düşünün. Bir anda öz çocuk olmadığı bilgisini alıyor. O güne kadar tanınmış anne babasını hep onurlandırdı, diğerlerini, yağcıları umursamadı. Şimdi ise tersini yapıyor. İşte bir insanın prensiplerine bu olur. Evde öğrendiği ve üstünde anne baba hâkimiyeti kuran belirli öğretiler vardır. Şimdi onlara suç atıldığını öğrenir. Sıkıntılı bir kişi ona gelir ve “Adil ve iyi nedir?” diye sorar ya da erdemlerin kötü, kötülerin erdem olduğunu ispatlar ve zihni tedirgin olur. Bugüne kadar yaptığı gibi sevmeyi, onurlandırmayı ve onlara itaat etmeyi bırakır. Hazlarla dolu bir hayata ayartılır, kuralsız bir insan ve bir serseri olur. Böyle aferistlerin durumu çok acınasıdır ve otuz yaşındaki öğrencilerimizin bu acımaya ihtiyacı olmaması için genç insanların henüz çok erken felsefe ile uğraşmaması için elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü genç bir adam yalnızca bir görüşle oynayan bir tür köpektir ve her gün fikirlerini çözümleyip durur. Yakında hiçbir şeye inanmamaya başlar, kendinin ve felsefenin itibarını sarsar. Otuz yaşında bir adam bu yolda ilerlemez. Tartışır ve yalnızca karşı çıkmaz. Tutumunun ciddiyeti ile felsefeyi onurlandırır. Ruhun bu ikinci jimnastik eğitimine ne zaman izin vermeliyiz? Diyelim ki beden eğitimi için iki katı süre gereklidir. Otuzda, beş altı yıl ile başlanır ve on beş yıl boyunca öğrencinin mağaraya inmesine ve hayat tecrübesi kazanmasına izin verin. Ellide, nesnelerin sonuna dönsünler ve gözlerini iyi ideasına diksinler, bu düzenden sonra hayatlarını düzenlesinler. Gerekirse devletin dümenine geçsinler ve diğerlerini peşinden gelmeleri için eğitsinler. Zamanı geldiğinde kutsanmış adalara huzur içinde gidecektir. Kurbanlarla onurlandırılacaktır ve Pythia kâhininin onayladığı şekilde bir ibadeti kabul edecektir.

To koniec darmowego fragmentu. Czy chcesz czytać dalej?

Inne książki tego autora