Devlet

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

ALTINCI KİTAP

Birçoğunun gerçek olanla ilgili bilgisi olmadığına, zihinlerinde net bir adalet, güzellik ve doğru modeli olmadığına ve bu modellerin filozoflarda olduğuna karar verdikten sonra artık devletimizi onların mı yoksa birçoğunun mu yönetmesi gerektiğini sormalıyız. İyi de bir yöneticide olması gereken diğer özellikler de bulunuyorsa filozofların seçilmesi gerektiğinden kim şüphe duyabilir ki? Çünkü onlar ebedî olan ve bütün gerçeklerin bilgisine âşıklardır. Yalancılıktan nefret ederler. En adi arzuları bile bilginin çıkarlarına odaklanmıştır. Onlar bütün zaman ve varoluşun seyircileridir, onların izlemeye dalmalarının ihtişamında insan yaşamı hiçbir şey ifade etmez, ölüm de korku vermez. Ayrıca sosyal ve zarif bir yaradılıştandırlar, korkaklık ve kibirden eşit miktarda uzaktırlar. Kolayca öğrenir ve hatırlarlar. Uyum içinde ve iyi ayarlanmış bir zihinleri vardır. Hakikat, onlara doğal olarak akar. Tanrı’nın kendi kıskançlığı bu kadar iyi özelliğin birleşiminde bir kusur bulabilir mi?

Burada Adeimantos araya girer: “Hiç kimse sana cevap veremez, Sokrates. Ama herkes bilir ki bu, onların tartışmada noksanlıkları olmasından kaynaklanır. Söyleyecek bir şeyi kalmayana dek bir taraftan diğerine sürüklenir, tıpkı güçlü bir rakibin karşısında son hamleye kadar dara düşen yeteneksiz bir oyuncu gibi. Yine de her zaman haklı olabilir. Bu örnekte, felsefeyi hayat uğraşı yapan birinin kötü biriyse bir hilekâr, iyi biriyse bir budala olacağını bilebilir. Sen ne diyorsun?” Oldukça haklı olduğunu söylemeliyim. “Öyleyse filozofların krallar olması gerektiği ilkesiyle böyle bir kabul nasıl uzlaşabilir?”

Sana alegori uydurmada ne kadar hünersiz olduğumu da gösterecek kısa bir hikâyeyle cevap vereceğim. İyi insanla hükûmeti arasındaki bağ o kadar hususidir ki onları savunmak için kurgu dünyasından bir görüntü almalıyım. Bir gemi kaptanı hayal et; mürettebatın kalanından başı ve omuzları ile daha uzun fakat biraz sağır, kör ve denizcilik sanatından da biraz habersiz. Denizcilik hakkında bir şey bilmeseler ve bunun öğrenilemeyeceğini düşünseler de denizciler dümen tutmak istiyor. Eğer yönetim bunu reddederse kaptanın sıcak sütüne ilaç atar, elini ve ayağını bağlayıp geminin malını mülkünü alırlar. Başkaldırıya katılana iyi öncü denir. İyi öncünün rüzgârları ve yıldızları gözlemlemesi, hoşuna gitse de gitmese de onlarda ustalaşması gerektiğini bilmezler. Böyle birine onlar, ahmak, geveze veya amatör gök bilimci diyebilirler. Bu, niçin filozofun böyle kötü adlandırıldığını soran beyefendilere anlatmanı ve onun değil, onu kullanmayacak kimselerin bu faydasızlık için suçlu olduklarını açıklamanı isteyeceğim kısa hikâyem. Filozof, insanlardan onların yöneticisi olmayı istememelidir. Atasözünün dediği gibi bilge adam zenginin peşinden gitmemelidir ama zengin veya fakir herhangi biri ihtiyaç duyduğunda doktorun kapısını çalmalıdır. Burada öncü, filozoftur. Hikâyede amatör gök bilimci diyorlardı. İsyankâr denizciler de siyasetçilerin filozofu işe yaramaz gösteren ayaktakımıdır. Bunlar elbette felsefenin en büyük düşmanları değildir. Kendi açıklama yapan oğulları dünyada bozulduğu zaman daha çok kepaze olmuştur. Filozofun asıl görüntüsünü hatırlatmama gerek var mı? Gerçeği sevdiğini, yalandan nefret ettiğini, fenomen çokluğunda rahat edemeyeceğini ama kendi doğasında mutlak olanı tasarlamaya sempati ile sürüklendiğini biraz önce söylemedik mi? Liderleri olan gerçek gibi bütün erdemler onun ruhunda ikamet yeri edinmişlerdir. Fakat gözlemlediğiniz üzere, rotamızı gerçekliğe döndürdüğümüzde bu şekilde tanımlanmış kimselerin, küçük ve işe yaramaz kısmı hariç, tam anlamıyla hilekâr olduğunu görürüz.

Göz önünde tutulması gereken nokta, doğadaki bu bozulmanın kökenidir. Herkes filozofun, bizim tanımımızda, nadir bir varlık olduğunu kabul edecektir. Fakat bu nadir varlıkları mahvetmek için ne kadar sayısız neden vardır! Kötü bir şeye sebep olmayacak iyi bir şey yoktur; sağlık, servet, güç, rütbe ve erdemlerin kendileri, olumsuz durumlara sokulduğunda aynı sonu yaşayabilir. Çünkü hayvanlar ve bitkiler dünyasında en güçlü tohumlar iyi hava ve toprağın eşliğine ihtiyaç duyar. Bu yüzden insanların en iyi özellikleri, uygunsuz bir toprakta en kötüye dönüşür. Oysaki zayıf özellikler kayda değer bir zarar ya da iyilik yapmazlar. Onlar büyük kahramanlar ya da suçluların ana maddesi değillerdir. Filozof da aynı kıyasa uyar; insanlığın ya en iyisidir ya en kötüsüdür. Bazı kimseler Sofistlerin gençleri yoldan çıkardıklarını söylerler fakat bu, her yerdeki yani bu insanların arasındaki, meclisteki, mahkemelerdeki, ordugâhtaki, etraftaki dağlardan yankılanan tiyatro alkışlarındaki Sofistler için genel görüş müdür? Genç bir adamın kalbi bu uyumsuz seslerin arasına atlamaz mı? Hiçbir eğitim onu, sağanağın sürükleyip götürmesinden kurtarmaz mı? Bunların hiçbiri olmaz. Çünkü fikre uymazsa tatlı bir sürgün ya da ölüm baskısı gelir. Bu eşitsiz çekişmeden rakip Sofistlerin ya da diğerlerinin hangi prensibi galip çıkabilir? İnsandan daha fazla karakter çıkabilir ki bunlar da istisnalardır. Tanrı bir insanı kurtarabilir ama kendi gücünü kurtaramaz. Dahası, bu parayla tutulmuş Sofistin yalnızca dünyaya onun kendi görüşlerini geri verdiğini göz önüne almanızı isterim. O, ona nasıl yalakalık yapacağını veya öfkelendireceğini bildiği canavarın bekçisidir ve onun anlaşılmaz hırıltılarının anlamlarını gözlemler. İyi olan onu mutlu edendir, kötü de sevmediği şeylerdir. Gerçek ve güzellik yalnızca canavarın tadına bakmasıyla belirlenir. Sanatta da ahlakta da Sofistin bilgeliği ve gerçeği sınayan görüşleriyle halkın koşulları işte böyledir. Onaylanan şeyleri yaparken ve olurken onların üstüne bir lanet çöker ve ilk prensiplere giriştiklerinde başarısızlık gülünç olur. Bütün bunları düşünün ve kendinize dünyanın tek bir fikrin birliğine mi fenomenlerin çokluğuna mı inanacağını sorun. Bir fikre inanmayan bir dünyada filozof olamaz ve bu yüzden filozoflara eziyet çektiren birileri olur. Başka bir kötülük de vardır: Dünya, ona doğuştan verilen özellikleri kaybetmek istemez ve bu yüzden gençleri (Alkibiadis) kapasiteleriyle ilgili muhteşem fikirlerle göklere çıkarırlar. Uzun boylu, terbiyeli gençler kabarmaya başlar ve krallıklar ile imparatorlukların hayalini kurarlar. Eğer bu durumda birisi ona “Tanrı yardımcın olsun! Çok büyük bir ahmaksın.”12 cümlesini ve eğitilmesi gerektiğini fısıldarsa sence dinler mi? Ya da felsefeye bağlı daha iyi türden bir adamı ele alalım, onu mahvetmek için üstün çaba göstermez mi? Zenginlere olan sevgiden az olmayan bilgi sevgisinin onu başka yöne çekebileceğini söylemekte haklı değil miyiz? Bu sınıfın insanları (Critias) genelde siyasetçi olurlar. Devletlerdeki büyük hasarın sahibidirler ve bazen büyük faydanın. Bu yüzden felsefe doğal koruyucuları tarafından yalnız bırakılmıştır ve diğerleri içeri girip onu kepaze eder. Küçük adi zihinler o yerin açık olduğunu görürler ve sanatların hapishanesinden felsefenin tapınağına akın ederler. Vücudu gibi kaba bir ruha sahip olan akıllı bir tamirci, felsefenin talibi olursa kademe atlayacağını sanar. Çünkü felsefe, yenik durumdayken bile, kendine has bir itibara sahiptir ve o adam, küçük kel bir demirci çırağı gibi, biraz para kazandığında ve mahpusluktan çıktığında yıkanır, damat gibi giyinir ve efendisinin kızıyla evlenir. Bu evliliklerdeki sorun nedir? Onlar değersiz, alçak, hakikat ve nitelikten yoksun olmazlar mı? “Olurlar.” Öyleyse küçük bir kısım gerçek filozofların kalıntısıdır. Küçük devletlerin vatandaşları olup siyasetçilerin düşünmeye değer bulmadığı veya Theages’in hastalıklı dizginiyle alıkonan; benim harikulade durumumda, belirti neredeyse bahsetmeye değmeyecek kadar eşsiz ve nadirdir. Ve bu birkaçı, felsefenin zevklerinin tadını alınca ve aslında insan hayatı olan vahşi hayvanların yerleri ile hırsızların mağaralarına bakınca bir duvarın altına sığınıp fırtınadan saklanacak ve kendi masumiyetlerini korumaya çalışıp barış içinde öleceklerdir. “Büyük bir iş de başarmış olacaklardır.” Büyük, evet ama en büyüğü değil çünkü insan sosyal bir varlıktır ve yalnızca ona en iyi uyan toplulukta, en yüksek derecede gelişebilir.

Felsefenin bu kadar kötü adlandırılmasının nedenlerinden yeterince bahsettik. Diğer bir soru, var olan devletlerin hangisinin ona uygun olduğudur. Hiçbiri. Günümüzde değişik bir toprakta yetişen egzotik bir tohum gibi yalnızca ona uygun olan devlette eşsiz büyümesi görülebilir. “Peki bu uygun devlet bizimki midir yoksa başka mıdır?” Bizimkisi biri hariç tüm noktalardan biridir ama bu belirsizdir. Devlette, yaşayan bir zihin veya parlamentere tanık olacak birine gerek olduğunu söylediğimizi hatırlayabilirsin. O kadar zor bir konuya girmeye korkmuştuk ve şimdi o soru yinelendi ve basitleşmedi: Felsefe nasıl güvenli şekilde çalışılabilir? Bu soruyu gün ışığına çıkaralım ve bu soruşturmayı bitirelim.

İlk olarak, hiçbir şeyin günümüz çalışma yönteminden daha kötü olamayacağını cesaretle söyleyebilirim. Kişiler genelde gençliklerinin başında ve işteki molalarda bir miktar felsefeyi ele alırlar ama asla gerçek güçlükte, diyalektikte, uzman olamazlar. Sonrasında nadiren de olsa felsefe derslerine giderler. Yıllar geçer, felsefenin Heraklitos’unki gibi olmayan güneşi, bir daha asla doğup yükselmez. Eğitimdeki bu sıra ters çevrilmelidir. Gençlikte jimnastikle başlamalı ve insan güçlendikçe jimnastiği ruhuna taşımalıdır. Faal yaşam bittiğinde felsefeye geri dönmelidir. “Sen ağırbaşlısın, Sokrates. Ama dünya sana karşı koyarken Thrasymakhos’un yaptığından fazla, seninle aynı şekilde ağırbaşlı olmayacak.” Thrasymakhos ile benim aramda tartışma çıkarma çünkü biz hiç düşman olmadık ve şimdi de yeterince iyi birer arkadaşız. Ona ve insanlığa sözlerimin doğruluğunu kanıtlamak veya hiç olmazsa öbür yaşamda benzer tartışmalar yapabileceğimiz bir geleceğe hazırlanmak için elimden geleni yapmalıyım. “Öyleyse uzun bir zaman olacak.” Sonsuzlukla kıyaslandığında uzun sayılmaz. Birçoğu muhtemelen kuşkucu kalacak çünkü hep fikirlerin doğal birliğini değil sadece yapay yan yana duruşlarını, özgür ve cömert düşünceleri değil anlaşmazlık numaraları ile yasaların nüktelerini gördüler. Kusursuz bir devleti yöneten kusursuz bir adam, hatta tanımadıkları biri. Ve şunu görüyoruz ki filozofa gereken önem verilmedikçe ne devlette ne bireyde kusursuzluk ihtimali oluyor. Tabii burada kastettiğimiz filozoflar, hilekârlar değil bir görev yapmaya yaramayan kesimdir. Ya da kralların oğullarına gerçek felsefe sevgisi aşılanana kadar filozoflara iyi bakılmalıdır. Ne geçmişteki sonsuz zamanın içinde ne uzak bir diyarda tanımlanan gibi bir ideal var olmuştur ne de sonrasında olacaktır. Biz azimle, böyle bir devletin var olmuş olduğunu, şu an var olduğunu ve ileride de olacağını, felsefenin ilham perisi hüküm sürdükçe savunacağız. Dünyanın farklı bir fikri olduğunu mu söyleyeceksin? Ah, arkadaşım, dünyaya hakaret etme! Nazikçe rica edildiğinde ve filozofun gerçek özellikleri öğretildiğinde yakında fikirlerini değiştirirler. Kendisini seven birinden kim nefret edebilir? Ya da içinde kıskançlık olmayan birini kim kıskanabilir? Yine düşün ki birçoğu gerçekten değil sahte filozoftan nefret ediyor, yani davet edilmeden içeri girmek isteyen ve zorlayan kimselerden. Ve yine bu çoğunluk, sürekli prensiplerden değil kişilerden bahsediyorlar ki bu da felsefenin ruhuna uygun değildir. Çünkü gerçek filozof dünyevi mücadeleleri küçük görür. Gözleri kendini (ve diğer insanları) ilahi görüntü biçimine soktuğu ebedî düzene sabitlenmiştir ve hem özel hem ortak erdemlerin yaratıcısıdır. İnsan ırkı devletin mutluluğunun yalnızca bu resimde bulunabileceğini gördüğünde onu çizdiğimiz için bize kızar mı? “Kesinlikle hayır. Ama çizme süreci nasıl olacak?” Ressam bir tabula rasa bulana kadar hiçbir şey yapmayacak. Sonra, doğanın ilahi gerçeğine ve bundan türeyen insanlar arasındaki Tanrı benzerlerine sık sık bakış atarak onun üzerine devletin anayasasını kazıyacak. Bu iki unsuru birbirine katıp karıştırarak silip boyayacak ve sonunda insan ve ilahi olanın kusursuz bir uyumu ya da birleşimi ortaya çıkacak. Ama belki de dünya böyle bir sanatçının varlığından şüphe duyacaktır. Neyden şüphe edecekler? Filozofun bilgi sevgisi olup en iyiye benzer özellikleri olmasından mı? Ve eğer bunu kabul ederlerse bizimle hâlâ filozofları krallarımız yapma konusunda tartışacaklar mı? “Tartışmaya niyetleri azalacaktır.” Öyleyse yakıştıklarını varsayalım. Yine de bir insan kralın oğlunun filozof olması ihtimaline tereddütle bakabilir. Ve onların bozulmaya eğilimli olduklarını reddetmiyoruz ama yine de bu çağlar süren süreçte bir istisna olabilir ve bir tanesi yeterlidir. Eğer bir kralın oğullarından biri filozof olsaydı ve itaatkâr vatandaşları olsaydı, ideal politikayı hayata geçirebilirdi. Böylece yasalarımızın en iyi olmadığını ama zor olsa da mümkün olabileceği sonucunu çıkarıyoruz.

 

Kadınlar ve çocuklarla ilgili sıkıntılı soruları yanıtlamaktan kaçarak hiçbir şey elde etmedim. Şimdi daha bilge davranacağım ve bir başka sorunun köküne inmemiz gerektiğini kabul edeceğim: Yöneticilerimizin eğitimi nasıl olacak? Ülkelerini sevdiklerine ve zevk ile acı ateşinde sınanmaları gerektiğine zaten karar vermiştik. Lekesiz şekilde çıkanlar ve ilkelerinde sağlam duranlar hem bu hayatta hem ölümden sonra onur ve ödülleri alacaklardı. Fakat şu noktada, tartışma bir peçe taktı ve başka bir yola saptı. Şu an riske girdiğim, yöneticilerimizin filozoflar olması gerektiği iddiasını yapmaya tereddüt etmiştim. Filozofta bir araya gelen bütün çelişkili unsurları hatırlıyorsunuz, bunların hepsini tek insanda bulmak ne zor! Zekâ ve azim genelde metanetle bir arada olmuyor, duygusuz ve korkusuz tabiat zihinsel çabanın karşıtıdır. Yine de bu karşıt unsurların hepsi gereklidir ve bu yüzden, önceden söylediğimiz gibi aday tehlikeler ve hazlarda sınanmalıdır, aynı zamanda bilginin en yüksek dallarında da sınanmalıdır. Hatırlayacaksınız, erdemlerden bahsederken gün yüzüne çıkarılmaması tercih edilen uzun bir yoldan bahsedilmişti. “Yeterli miktarda söz söylenmişti.” Yeterliydi arkadaşım ama bir şey eksik kalıyorsa yeten nedir? Bütün insanlar arasında yönetici, doğruyu arayışında bitkin düşmemelidir. Uzun yolu seçmeye hazır olmalıdır yoksa dört erdemin de yukarısında olan yüksek bölgeye asla ulaşamaz ve erdemlerin sadece ana hatlarını değil net ve belirgin bir görüşünü de almalıdır. (Ne gariptir ki ıvır zıvır hakkında bu kadar kesin konuşurken en yüksek gerçekler hakkında bu kadar umursamazız!) “En yukarıdakiler nelerdir?” Hakkında çok az bilgimiz olan ve bir insan elde edince hiç kârının olmadığı iyi düşüncesi hakkında benim konuştuğumu sık sık duymuşken bilinçsizlik rolü yapıyorsun! Bazıları iyinin bilgelik olduğunu düşünüyor ama bir daire içeriyor; iyi olan, derler, bilgeliktir. Bilgeliğin de iyiyle bir ilgisi vardır. Diğerlerine göre iyi olan hazdır ama sonra iyinin kötü olduğu saçmalığı ortaya çıkıyor çünkü iyi hazlar olduğu gibi kötüleri de vardır. Yine, iyinin gerçekliği olmalı: Bir insan erdemli görünmeyi arzulayabilir ama iyi görünmeyi arzulamaz. Öyleyse yöneticilerimiz bu, her insanın içine doğan ve onsuz hiç kimsenin hiçbir şey hakkında gerçek bilgiye ulaşamayacağı ulu prensibimizden bihaber mi olmalılar? “Ama Sokrates, bu ulu prensip nedir; bilgi mi, haz mı, ne? Can sıkıcı olduğumu düşünebilirsin ama diyorum ki kendi ilkelerini söylemek yerine hep başkalarınınkini tekrarlamaya hakkın yok.” Neyi bilmediğimi söyleyebilir miyim? “Bir fikir sunabilirsin.” O zaman fikirdeki düşüncesizlik ve çarpıklık, bilimin ışığı ve kesinliğini almak varken seni memnun edecek mi? “Ölçülülük ve adaletin tanımını zaten verdiğin için sadece iyinin bir tanımını vermeni isteyeceğim.” Keşke yapabilseydim ama şu anki ruh hâlimle iyinin bilgisinin olduğu yere erişemiyorum. Anne babaya ya da yöneticiye seni tanıtamam ama ana para faizi ile kıyaslayabileceğim, onların suretinde doğmuş bir çocuğa tanıtabilirim. (Hesabı kontrol et ve sana yanlış bir borç beyanı vermeme izin verme.) Birçok güzel ile bir güzel arasındaki, özel ve evrensel arasındaki, görüş nesnesi ile düşünce nesnesi arasındaki eski ayrımımızı hatırlıyor musun? Hiç görüş nesnelerinin bir görüş becerisi ima ettiğini, ki duyularımız arasında en karışık ve en değerli olandır -ve yalnızca duyusal nesneleri değil bir de bir araca ihtiyaç duyduğunu- ki o araç da ışıktır ve onsuz görüş renkleri ayırt edemez ve her şey bir boşluk olur. Çünkü ışık, algılama becerisi ile algılanan şey arasındaki asil bağdır ve bize gün gözü veren güneş ışığını veren Tanrı, insan gözüyle karıştırılmamalıdır. Bu gün gözü ya da güneş, iyinin çocuğu dediğim şeylerdir ve görünen dünya için, fikir adamına göre iyi neyse o anlama gelmektedir. Güneş parladığında göz görür ve gerçeğin olduğu düşün dünyasında görüş ve ışık vardır. Akıllı yaradılışların güneşi, iyi ideasıdır, bilgi ve doğrunun sebebidir fakat onlardan farklı ve makuldür, aynı zamanda ışık için güneş ne ise onlarla aynı bağı vardır. Ey güzelliğin, bilginin ve doğrunun üstündeki akılalmaz zirvesi! (“Kesinlikle zevki kastedemezsin.” dedi. “Huzur.” diye yanıtladım.) Bu iyi düşüncesi, güneş gibi, büyüme sebebidir ve yazar sadece bilginin değil varlığın da itibar ve gücünden daha uzaktır. Bu insandan çok düşüncenin ulaşabileceği yerdir ama dua et ve görüntüye devam et çünkü bunun arkasında daha fazlasının olduğundan şüpheleniyorum. Evet var, dedim ve iki güneşimizi veya prensibimizi aklında tutarak onların yerini tutan dünyalarını düşün; biri görülebilir, diğeri anlaşılır. Bir çizgi resminin altında iki eşit parçaya bölünmüş ayrılığı tasvir ederek merakınıza yardım edebilirsiniz ve her parçayı, her bölümdeki bilgiyi temsil eden iki küçük parçaya daha bölebilirsiniz. Alttakinin alt ya da görünen kısmı gölgeler ve yansımalardan oluşur, üst ve daha küçük kısmı doğa veya sanat dünyasındaki gerçek nesnelerden oluşur. Anlaşılır olanın katmanında da iki bölünme söz konusudur: Biri matematiğin, içinde hiç yükselen olmayıp sadece alçalan olan, öncüllere sorma değil yalnızca çıkarımda bulunmanın olduğu bölünme. Bu bölünmede, zihin, onların gerçeğinin yalnızca zihinle görülmesi ve analiz edilmeden hipotez olarak kullanılmalarına rağmen gölgelerden değil nesnelerden alınmış görüntüler olan şekiller ve sayılarla çalışır. Oysaki diğer bölünmede mantık, hipotezleri bağladığı iyi düşüncesine yükselmedeki basamaklar ya da adımlar olarak kullanır. Ve sonra yine alçalır, yükselmesinde de alçalmasında da düşünceler bölgesinde emin adımlarla yürür ve sonunda onlarda dinlenir. “Kısmen anladım.” diye yanıtladı. “Demek istediğin, bilimsel fikirlerin varsayımsal olanlara, geometrinin ve adı her ne ise diğer sanatlar ve bilimlerin mecazi anlayışlarına üstün olduğunu demek istiyorsun. İkinci anlayışları saf zekânın konusu yapmayı reddediyorsun çünkü onların ilk prensipleri yok. İlk prensipte dururken bir üst katmana gerçerler.” Beni çok iyi anlıyorsun, dedim. Ve şimdi bilginin dört parçasına denk gelen dört beceri belirleyebilirsin: Saf zekâ ilkine, etkin zekâ ikinciye, üçüncüye inanç, dördüncüye de gölge algısı ve bazı becerilerin netlikleri, alakalı oldukları nesnelerin gerçeklikleriyle aynı ölçüde olacaktır.

Sokrates gibi biz de filozofun becerilerini yeniden özetleyebiliriz. O zamanın ve ülkenin ufkundan öteye ulaştığı görülen dilde filozof, “bütün zamanın ve varlığın izleyicisi” olarak tanımlanır. Doğanın en asil hediyelerine sahiptir ve onları en iyi şekilde kullanır. Bütün arzuları, gerçeklik sevgisi olan bilgelik sevgisinde gömülüdür. Güzel bir ruhun hiçbir inceliği onda eksik değildir. Ölümden korkmaz ve insan hayatı hakkında çok düşünmez. Modern zamanların örneği, eskinin basitliğini neredeyse hiç elinde tutmaz. Yunanların simgesi olmuş gerçek ve hatada aynı orijinallik yoktur. Filozof artık görülmeyende yaşamaz, insan ırkını cahilliğe ikna etmek için bir kâhin tarafından gönderilmemiştir, bilgiyi iyi düşüncesine doğru tırmanarak giden basamaklar olarak görmez. Arayış hırsı hafiflemiştir. Artık daha fazla iş bölümü, insan ve doğa üzerine bir bütün olarak daha az kapsamlı düşünce vardır. Daha fazla kesin gözlem, daha az sezgi ve ilham vardır. Hâlâ bilginin değişikliğe uğramış koşullarında, paralellik tamamen kaybedilmemiştir ve Platon’un fikrini kendi zamanımızın dilimize çevirmede bir fayda olabilir. Modern zamanlarda filozof zihnini doğanın kanunlarının sırasıyla ve bağlantısıyla düzelten kişidir, doğanın ufak parçaları ya da görüntüleri ile değil. Münakaşa ile değil tarih ile. Herkes tarafından değil birkaçı tarafından kabul edilen doğrularla. “Doğaya göre tasnif etme”nin önemini kavramıştır ve “Bilimin dallarını onları kırmadan ayıracaktır.” (Phaedr.) Doğrunun, küçük ya da büyük olsa leke sürecek bir parçası yoktur ve farkına varacağı şeyler en azından en büyüktür. (Parmen.) Eski filozof gibi o da dünyayı mukayese ile kaplanmış görür fakat başka durumlarda binlerce örnek hiçbir anlam ifade etmezken “niçin bazı durumlarda anlam çıkarmak için tek bir örneğin yeterli olduğunu” (Mill’in Mantığı) söyleyebilir. Bilginin yalnızca bir kısmıyla ilgilenir çünkü hayattaki tek bir zihin için bilginin bütünü çok geniştir. Bilimin bölünmesi ve insan zihniyle bağlantıları ile ilgili, geçmiştekilerden daha net bir fikri vardır. Platon gibi o da felsefeye girişin basit matematik çalışarak değil, birçok çağda birçok zihnin çalışma sonucu nihayet elde ettiği bilginin bütünlüğü fikrine sahiptir. Matematiksel çalışmaların neredeyse diğer hepsinin başlangıcı olduğunun farkındadır; aynı zamanda bütün bilgi çeşitliliğini matematiğin çeşitlerine indirgemezdi. Onsuz, muhteşemliğinin yarısını kaybetmediği soylu bir karakteri olmalı. Dünyayı sınırsızlık içinde bir nokta ve her bireyi sonsuz bir varlık zincirinde bir bağlantı olarak sayarak kendi hayatı hakkında ne çok düşünecek ne de ölümden korkacaktı.

Adeimantos, Sokratik soruşturmanın ilk olarak şekline karşı çıkar ve Platon’un kendi yöntemindeki eksikliğin farkında olduğunu gösterir. Ona modern bir mantıkçı tarafından yöneltilebilecek bir suçlamayı kendisi kendisine çevirir: Yanıtı söyletebiliyor çünkü nasıl sorulacağını biliyor. Uzun bir tartışmada sözcükler anlamlarını hafifçe değiştirmeye meyillidirler ya da öncüller önceden tahmin edilebilir, sonuçlara aşırı kesinlikle veya genellikle varılabilir. Her aşamadaki değişim gözlenemeyebilir ama sonunda ayrılma oldukça çok olur. Böylece aritmetik ve cebirsel formülleri mantığa uygulama denemeleri başarısız olur. Eksiklik ya da dilin daha üst ve esnek yapısı, kelimelerin, sayıların ve sembollerin hassasiyetini bulundurmasına izin vermez. Ve dildeki bu özellik birçok adıma sahip bir tartışmanın gücünü zayıflatır.

 

Karşı çıkış, Sokrates bu örnekte uygun bir şekilde karşılamış olsa da Sokratik soruşturmaya derin bir düşünce anlamı taşıyabilir. Ve burada, diğer her yerde olduğu gibi Platon, Sokrates’in olumsuz ve sorgulayıcı yönteminin, sonraki diyaloglarda örnekleri verilen, olumlu ve yapıcı bir taneyle değişme zamanının geldiğini ima ediyor görünür. Adeimantos daha sonra, ideal olanın tamamen gerçeklerle uyumsuz olduğunu iddia eder çünkü tecrübe, filozofların ya faydasız ya dolandırıcı olduğunu ispatlar. Bütün beklentinin tersine Sokrates bunun doğruluğunu kabul etmede tereddüt etmez ve alegorideki garipliği açıklar; ilk başta tipik olarak kendi özgün güçlerini küçümsemesi. Bu alegoride halk profesyonel siyasetçilerden ayrılmıştır ve onlara, başka bir yerde olduğu gibi, “fark etmede pek çabuk olamayan onurlu kaptan” görüntüsü altındaki kınamadan ziyade bir acıma tınısıyla konuşulur.

Filozofların faydasızlığı, insan ırkının onları kullanmayacağı durumuyla açıklanır. Dünya bütün devirlerde aşağılama ve fikirden başka silah bilmeyip onu kullananların korkusu arasında bölünmüştür. Sahte filozofla ilgili olarak Sokrates, en iyisinin bozulma ihtimali olduğunu ve ince ruhlu olanların oranın yabancısıymış gibi davranılacağını savunur. Bizler de bir kuruluşun zayıflığından kaynaklanan bazı üstünlükler olduğunu gözlemliyoruz, şiirsel ve yaratıcı huyla ilgili açıkça doğru olduğu ve bu yüzden yalnızca belirli atmosferlerde nefes alıp yaşayabildiği için. Dâhi adamın daha büyük acıları ve daha büyük zevkleri, daha büyük güçleri, daha büyük zayıflıkları olur ve sıklıkla sıradan insandan daha eğlenceli bir karakter olur. Özelliğin kılık değiştirmesi veya onlar olmadanki aldırışsızlığı, kişisel düşmanlığın felsefe ve vatanseverlik dilindeki maskesini tahmin edebilir. Herkesin düşündüğü kelimeyi söyleyebilir, akılsızlıklara ve ahbaplarının zayıflıklarına berbat bir sezgisi vardır. Bir Alkibiadis, bir Mirabeau veya bir Birinci Napolyon, hem devletlerdeki büyük kötülüklerin hem de “o yola çekilirlerse büyük iyiliklerin” yazarları olmak için doğmuşlardır.

Yine de “corruptio optimi pessima”13 tezi genel olarak ya da bozulmuş üstünlüğe dikkat çekmeden devam ettirilemez. Bir özelliğe doğru bozulan yabancı koşulları bir başka kültürün ögeleri olabilir. Genel olarak bir insan en yüksek gelişime ona uygun bir devlette, ailede, arkadaşlarla ve çalışma arkadaşlarıyla ulaşır. Fakat aynı zamanda bazen olumsuz koşullardan etkilenir, bu koşullar o kadar etkilidir ki insan onlara karşı ayaklanır ve onları düzeltir. Ve diyelim ki yoldan çıkmış bir kilise ya da halk devletinde daha güçsüz ya da kaba saba karakterler kötünün içindeki iyiyi çıkarırken kötünün devam etmesine izin vererek mutlu mesut yaşıyor ve zayıf veya güçlü özellikler çevreleyen etkiler tarafından bozuluyor. Kendilerindeki ve devirlerindeki tuhaflıklardan dolayı sırasıyla insanlardan kaçan biri ve hayırsever biri olabilir, birkaç örnekte manastırsal düzenlerin kurucuları ya da Reformcular gibi olabilir, dünyadan ve kiliseden tamamen kopup bazen iyiye, bazen kötüye, bazen ikisine de kaçabilirler. Ve aynı durum daha küçük katmanlarda da geçerlidir; manastır, okul, aile.

Platon bize en iyi yaradılışlara toplum fikriyle ne kadar kolayca boyun eğdirildiğini ve insan ırkının kalanının onlara hâkim olmak için nasıl bir çaba göstereceğini gösterir. Dünya, kilise, kendi meslekleri, siyasi ya da partisel kuruluşlar onları her zaman zorla götürüp üstün, kutsal adları kendi yargılarına ve çıkarlarına uygulamalarını öğretir. Ait oldukları “canavar” kurumu doğruyu ve gerçeği, halkın eğlencesi olsun diye yargılar. Birey, kendi sırasıyla onlardan biri olur ya da eğer onlara karşı koyarsa dünya ona çok gelir ve eninde sonunda ondan intikam alırlar. Bu, belki de bir tarafıdır, eski ve modern zamanlarda deyişler ile insan ırkının uygulamalarının birlikte bir mecliste oturan tamamen asılsız bir resmi değildir.

Daha yüksek yaradılışlar siyasetçiler tarafından bozulurken daha düşük olanlar felsefenin yerine kalan boşluğu ele geçirirler. Bu argümanın, Platon’un deyişiyle “kendini peçe ile örttüğü” ve ara ara düşüp yeniden takıldığı devamlı görüntülerden biriyle tarif edilebilir. Soru sorulur: Neden devletin vatandaşları felsefeye bu kadar düşmandır? Cevap, onu tanımamalarıdır. Çoğunluğun her zaman daha iyi bir aklı vardır. Eğer öğretilseydi öğrenirlerdi. Fakat şimdiye kadar felsefenin yalnızca geleneksel taklidini bildiler; içinde düşünceler olmayan sözler, içinde hiç yaşam olmayan sistemler. Güzellik, özgürlük sözleri söyleyen ilahi bir insanı, ebedî olanla arkadaşlıkta bulunan insanın bir dostunu ve devleti bu çerçeveye sokmaya çalışmayı hiçbir zaman bilmediler. İnsan ırkı yığınıyla ilgili aynı çifte duygular insanlar arasında hep var oldu. İlk düşünce insanların gerçek ve doğruyla düşman olmasıdır. İkincisi bunun sadece tesadüfi bir hatayla, kafa karışıklığıyla ortaya çıkması ve aslında onları öğrenmek için eğitim almışlarsa onları sevenlerden nefret etmedikleridir.

Altıncı kitabın son kısmında üç soru üzerinde durulmuştur: İlki, dördüncü kitaptaki kusurlu ve kısa yöntemle karşılaştırılan uzun ve dolambaçlı yolun özellikleri; ikincisi, devletin kutsal düzeni ya da fikri; üçüncü, bilginin bölümlerinin birbiriyle ve ruhun denk düşen becerileriyle ilişkisi:

1. Platon’un daha ileri bilgi yöntemine yalnızca kısa bir bakış atmış bulunduk. Ne burada ne Phaidros’ta veya Sempozyum’da ne de Philebus ya da Sofist’te ne demek istediğiyle ilgili net bir açıklama yapar. Muhtemelen yöntemini, bütünden parçalara varan ve düzenli adımlarla evrensel bilgi sistemine ilerlediği şeklinde açıklardı. Bu ideal mantığı kendisi, adalet arayışında veya ruhun parçalarını incelerken kullanmamıştır. Burada, Aristo’nun Nikomakhos’a Etik’te yaptığı gibi, deneyim ve dilin genel kullanımı üzerine tartışır. Fakat altıncı kitabın sonunda, bütün fikirlerin yalnızca fikirlerin adımları, aşamaları veya kritik anlar, kendine yeten ve bağlantılı bir bütün yapan ve gerçeği tutarlılıkla sınayan başka ve daha kusursuz bir yöntemden bahseder. Süreci bize detaylarıyla anlatmaz. Hem eski hem modern zamanlardaki diğer bazı düşünürler gibi onun zihni de varlığını fark etmediği bir boşlukla doludur. Varlıklarından bile anca söz edilebilirken bir devirdeki bilimlerin doğal bir düzeni ve bir irtibatı olduğunu varsaymaktadır. Ona başlamadan bile “düşünsel dünyanın sonu”na doğru acele etmektedir.

Modern zamanlarda bilgi edinme sürecinin mutlak bilgi tasarısıyla karıştırıldığının hatırlatılmasına gerek duymayız. Bütün bilimlerde önsel ve sonsal gerçekler çeşitli oranlarda birbirine karışmaktadır. Önsel kısım, insanların evrensel deneyimlerinin büyük kısmından ya da onlar tarafından evrensel olarak kabul edilenden türemiştir. Sonsal olan ise daha genel prensipler etrafında gelişir ve onlarla birlikte algılanamaz olur. Ama Platon, sentezin analizden ayrılabileceğini ve bilim yönteminin bilimi öngörebileceğini düşünerek hata yapar. Önsel bilginin böyle bir görüntüsünü eğlendirmede yeteri kadar makuldür ya da en azından söylemek istediği şey Descartes, Kant, Hegel ve hatta Bacon’ın kendisinin benzer girişimleriyle modern felsefede yeterince açıklanmıştır. İnsanı ve doğayı ilgilendiren öngörüleri, kehanetleri ya da gerçeklerin kehanet gibi işaretleri, eski felsefeye, hipotezlerin modern tümevarımsal bilimde kaldığı aynı bağlantıda bulunuyor gibi görünür. Bu “gerçek tahminleri” rastgele yapılmamıştır. Benzerliklerin yüzeysel etkilerinden ve dünya ile cennetin yayılmasını inceleyen Yunan dâhilerinin uzaktan fark ediyor göründükleri doğanın ilk prensiplerinden çıkmıştır. Eğer felsefe tecrübelerin sonucuna kesin suretle hapsolmuş olsaydı, ne eski zamanlarda bilginin hareketsiz durması gerektiğini ne de insan zihninin düşünce araçlarından mahrum olduğunu savunabilirdik.

12W. Shakespeare’in IV. Henry Bölüm 2 oyunundan bir alıntı. (ç.n.)
13Latince: En kötü şey en iyinin bozulmasıdır. (ç.n.)

Inne książki tego autora