Çolpan

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

Şubat İnkılâbı

Süleyman bezzaz biricik oğlundan tüccar çıkmayacağını anlayınca, onun sonraki kaderinin İslâm’ın kudretli binası altında geçmesini istedi. Genç kalem sahibinin sadece Taşkent ve Fergana’da değil, belki Ufa ve Bahçesaray gibi şehirlerde yayımlanan gazetelere tehlikeli sonuçlar doğuracak haber ve makaleler göndermek suretiyle kendine düşman olanların sayısını artırması, babasının ise itibarına “halel” getirmesi, onu haddinden ziyade endişelendirdi. Abdülhamid gibi edepli, büyük küçük herkese hürmet eden, Kur’ân-ı Kerim sûrelerini Osmanlı telâffuzu ile okuduğunda, yetmiş yaşındaki ihtiyarın da yüreğinin tellerini titreten delikanlının mescit veya medrese görevlisi olup halka hizmet etmesi iyi değil midir, şeklindeki düşünce, onun zihninde yer etti. Yazarlık işi ile çarı öfkelendirmek de iyi âkıbetlere sebep olmuyordu. Bunun için onu vakitlice bu tehlikeli yoldan döndürmek lâzımdı.

Süleyman bezzaz, oğlunun Mirkâmilbay ve medreselerin vaziyeti hakkındaki haber ve makalelerinden sonra böyle bir karara gеldi.

Cengiz Han ve Batu hakkındaki rоmanların müellifi V.Yan ile olan sohbetinde Çolpan, babam benim müderris olmamı istedi, dеmiş. Böyle nazik meseleleri kendine has nezaketi ile telkin eden tiyatrocu âlim Sirâciddin Ahmed ise Süleyman bezzazı kastederek, “O, biricik oğlunu imam-hatip olarak görmeyi arzu etti”, diye yazmış.

Her ne ise, işte bu şekilde baba ile oğlu arasına soğukluk girdi. Devrin ilerici gayeleri deryasında yüzen delikanlının kendi vicdanı ve seçtiği yoluna karşı çıkması müşküldü. Baba da, oğlu da kendi kararlarından vaz geçmediler.

Genelde duygu ve fikirlerin mücadelesi başlayınca, birisi meydanı terk eder. Baba ile oğlu arasında alevlenen meydandan Çolpan ileri atıldı ve doğru Taşkent’e, onu gıyabında tanıyan tek adres olan “Sadâ-yı Türkistan” gazetesinin idarehanesine gitti. Münevver Kaari Abdürreşidov, Ubeydullah Hocayev, Mirmuhsin Şermuhammedov, Tevellâ, Abdullah Avlânî, Muzafferzâde gibi gönülleri alevli Taşkentli Ceditçilerle tanıştı. Onlarla olan sohbetleri sırasında fikir ve görüşleri daha da billûrlaştı, kendisinin istikametini belirleyici ehemmiyete sahip şiir, hikâye ve makalelerini yazdı.

Çolpan, “Sadâ-yı Türkistan” gazetesinde birkaç ay çalışıp, tecrübe kazanınca, Andican’a dönüp, her iki “Sadâ”nın muhabiri olarak çalışmaya başladı.

(Bazı hatıralara göre, Çolpan Andican’a dönüp geldiği zaman, babasının evinde değil, onun edebî kabiliyetini takdir eden ve seçtiği yola saygı gösteren başka kişilerin evinde yaşamıştır.)

*
* *

Birinci Cihan Savaşının cepheleri Türkistan’dan ne kadar uzakta olursa olsun, onun ateşli nefesi Özbek toprağına kadar ulaştı. Aslında, Rusya’nın başka bölgelerinde kıvılcımlanan cereyanlar, Türkistan için de yabancı değildi. Bunu, savaştan birkaç yıl evvel Çar hükûmetinin hususî görevlileri de fark ediyordu.

İslâm medeniyetinin yayıldığı, millî an’aneleri ve hayat tarzı müşterek olan memleketlerin kendi aralarında yakınlaşması tabiî ve kanunî bir hadisedir. Lâkin bu hâlin müstemlekeci devletin menfaatlerine uygun gelmediği de açıktir. Zira meselâ, Rusya tasarrufundaki Türk devletleri “İslâmperestlik” veya “Türkperestlik” bayrağı altında birleşecek olursa, “ak” saltanat paramparça olur. Çar hükûmetinin bütün gücü ise müstemleke ülkelerin yer altı ve yer üstü zenginliklerinden besleniyordu. Bunun için de gizli pоlis, Çolpan gibi gözü açık gençlerin ve Mirkâmil gibi kudretli zenginlerin her adımını takip etti; bununla yetinmeyip, onların arasına fitne tohumu saçıp, onların birini ikincisine devamlı surette tahrik etti.

Çar hükûmetinin gizli polis teşkilâtının demir sandığından çıkan gizli ihbarnamelerin birinde, 1914 yılı Ekim ayına kadar Türkistan Müslümanlarının vaziyeti hakkında malûmat verilmiş. Meçhûl bir hafiye tarafından merkeze yollanan bu belgede, Çar hâkimiyetinin, hafiyenin ifadesi ile belirtmek gerekirse, imparatorluğun Müslüman ahalisi arasında son üç-dörtyıl içinde İslâmperestlik gayeleri canlanmış olup, bu esas doğrultusunda halk galeyanlarının yaklaşmakta olduğu anlatılmıştır. İslâmperestlik hareketinin maksat ve mahiyeti, onun anlattığına göre, bütün Müslüman dünyasını Türkiye bayrağı altında hem iktisadî, hem siyasî-ictimaî bakımdan birleştirmektir.

“Bunun için de Türkiye ve Rusya’daki Müslümanlar milletine mensup yazarlar, – diye yazmaktadır o, – öz ırkdaşları arasında (dikkat edin: milletdaşları değil, ırkdaşları arasında!– N.K.) Ruslara karşı nefret duygusu uyandırma ve istikbâldeki umum Müslüman fеdеrasyonuna katılma duygusunu peyda etmek için son zamanlarda galeyan ateşini yakmaya şiddetle çalışmaktadırlar.

Müslümanların hususî hayatında İslâmperestlerin şifahî propagandası ayrı ve özel bir güce sahip, bu sebeple de onlar İslâmperestlik gayesinin daha da derine kök salması için bütün dikkat ve itibarlarını başlangıç mektep ve medreselere çevirdiler. Bu eğitim kurumları, İslâmperestlik gayesinin gelecekteki propagandacılarını yetiştirdi, bu yol ile bütün talebeleri, Ruslara karşı nefret ruhuyla eğitti…”

İsmi meçhûl hafiye, bu şekilde Türkistan’daki mahallî halkın hayatında meydana gelen yeniliklerin, hayriye cemiyetleri ve yeni usûl mekteplerin, gazetelerin, hattâ Şarkta kabûl edilen “söz”lerin, sonunda Rus imparatorluğunun bütünlüğüne ve kudretine zarar getireceğini bildirmektedir. Şüphesiz, Çar hükûmetinin Türkistan’daki güvenilir temsilcileri böyle gizli ihbarnameler vasıtasıyla mahallî halk arasındaki vaziyetten iyi haberdar idiler. Bunun için de onlar yeni açılan mektepleri kapatmaya, medresedeki eğitim sistemine Rus dilini (Yani, Rus muallimi kılığında hafiyeyi) sokmaya, terakkiperver gazeteleri yasaklamaya, tiyatro sanatının medenî hayatta sağlam bir yer edinmesine mani olmaya çalıştılar. Bu cümleden olarak, “Sadâ-yı Türkistan” ve onun onlarca takipçileri türlü bahane ve sebeplerle kapatıldı.

Hafiye, Türkistan’daki ictimaî, medenî ve marifî hayat manzaralarını tasvir ettikten sonra, şöyle bir sonuca varmış:

“Eğer Hindliler ve Müslümanların umumi düşmanları olan İnglizlere karşı birleşmesinden sonra işgâlcilerin Hindistan’ı bırakıp çıkmaya mecbur olacağını hesaba katarsak, bu durumun Türkistan’da da meydana gelmesi hâli son derecede tehlikelidir,”

Bu gizli ihbarnameyi okuyan Çar idarecisinin, “Keçe ve Kündüz” rоmanındaki bölge yöneticisi gibi, “bu ulu gemi… bu büyük imparatorluk dehşetli dalgalar içinde… yokluğa doğru gitmektedir. Onu… kurtaracak hiçbir güç görünmüyor”, dеmiş olması da yahut “büyük imparatorluğu”n parçalanmasını durdurmak için zulmü ve terakkiperver güçleri takip etmeyi artırmış olması da mümkündür.

Şüphesiz, Çolpan da, onun üstadları da bu devirde hürriyet için mücadele şiarını ortaya atmadılar. Cemiyet henüz böyle ulu bir harekete hazır değildi. Lâkin onlar Türk halklarını kendi aralarında yakınlaştırma, Türkistan ahalisini siyasî ve ictimaî bakımdan şuurlandırmaya ve onun gözlerini marifet suyu ile yıkamaya samimi olarak girişmişlerdi. Bunun için az önceki gizli ihbarnamede söylenen sözler, genç Çolpan’ın faaliyetiyle de doğrudan ilgiliydi.

Maalesef biz Çolpan’ın Birinci Cihan Savaşı yıllarındaki sanat ve toplum faaliyeti hakkında, onun inkılâp arefesindeki gelişmelere karşı ilgisi hakkında mükemmel bir tasavvura sahip değiliz. Lâkin o yirmi yıl sonra, biz aradığımız suale “Keçe ve Kündüz” rоmanında mufassal şekilde cevap vermiş.

Hatırlıyor musunuz, Miryakub yönetici efendiye nâdir bir elyazma getirip, onun gönlünü biraz memnun edince, aralarında şöyle bir sohbet cereyan eder:

“…İkisi de sessiz kaldılar. Biraz sonra Miryakub söz açtı:

– Gazеte haberlerinden bahsedin, efendi.

Efendinin o zamana kadar gülüp duran yüzünü birden bir keder kapladı. Kaşları çatıldı, dudakları sıtma nöbeti tutmuş gibi hafifçe titredi…

– Şöyle, dostum, işler kötü. Bizim sayısı herkesinkinden daha çok olan müthiş ordumuz mağlûp oluyor. En usta ve en akıllı kumandanlarımızın bütün tedbirleri sonuçsuz kalıyor.

– Ak padişah neredeler? Bir çare bulmuyorlar mı?

– Bu suali, Miryakub, biz hepimiz birbirimizden soruyoruz. Hiç birimiz cevap bulamıyoruz… Ne özümüzden cevap var, ne de başkasından! Bu, mel’un sual, Miryakub!

– Öyle dеmeyin, efendi… Biz, sartiya halkı, Tanrı’dan sonra ak padişaha güveniyoruz.

– Güvenmeniz iyi. Biz de hepimiz sizler gibi güveniyoruz, fakat ağzına dikkat et… fakat… güvenmek başka, iş, emel, hadise yine başka. Birbirine zıt! Biliyor musun, Miryakub, Rus halkının okuyanları arasında me’yusluk var, ağır bir me’yusluk var. Onlar bütün bu bahtsızlıkları ak padişahın kendisinden görüyorlar.

– Ak padişahtan? Hiçbir padişah kendi yurdunu düşmana vermek ister mi?

– Sеnin hanların ile bizim padişahımız yurtlarına çok da acımadılar. Sеnin Hudayarhan’ına: ‘Ruslar Akmescit’i aldı’, dеmişler. Hudayarhan: ‘O yurdum kaç günlük yolda?’ diye sormuş, ‘Bir aylık yolda’, dеmişler. ‘Öyleyse, bana o kadar uzak yerdeki yurdun gеreği yok. Alırsa, alsın!’ dеmiş… Bizimki de, Allah bilir, ondan geri kalmaz.

Yönetici efendi biraz sükût ederken, Miryakub söze karışır:

– Önceden bir aylık yol olsa, şimdi tren ile üç günlük yol hâline geldi.

Hava gemisi ile yarın üç saatlik yol olur. Umumen, yarın mesafenin önemi kalmayacak, Miryakub. Bizim büyüklerimiz asrın süratini anlamak istemiyorlar…”

Gerçi bu sözler her ne kadar yönetici efendinin dili ile söylenmiş ise de, onların ardından Çolpan’ın nidası, yürekten gelen haykırığı uzaktan gök gürültüsü gibi duyuluyor. Vatanı-milleti diye yanan Çolpan, çağdaşlarına mesafenin önemi olmadığını, yurdumuzun uzaktaki bir karış toprağının da millî zenginliğimiz, evlâtlarımızın ve soyumuzun hakkı olduğunu yine bir defa daha duyurmakta. Maalesef, bu basit hakikati büyüklerimiz anlamıyor, asrın süratini anlamak istemiyor, diye feryat ediyor.

 

“– Gel, içelim, Miryakub. Biz, Ruslar, rakı içmeyi herkesten iyi biliriz… Sen de kabiliyetli bir halkmışsın, bizi geçmeye başladın…

Kadehleri tokuşturdular. Efendi bir şeyin sağlığına kaldırdı…

– Sеn çare ne, diye soruyorsun, – diyerek az önceki sözünü devam ettirdi efendi. – Çaresini bulmaktan biz, idareciler, âciziz. Doğru, içimizdeki düşmana, kara halka karşı olsa, tedbir kolay. Kazak Rusumuz, polisimiz, jandarmamız, askerimiz var… fakat!.. Dışarıdan gelmekte olan düşmana karşı biz âciziz, ne yapacağımızı bilmiyoruz…”

Çolpan yönetici efendinin, bütün Çar idarecilerinin gönlündeki sözü, sadece sarhoşluk anında söylemesi mümkün olan hakikati aşikâr etti. Rusya’nın idaresi altındaki Müslüman halklar, onlar için Çar devrinde de, Şûrâ devrinde de pоtansiyel iç düşman olarak görüldü. Bunun için de Rus Kazakları, Daşnaklar, polisler ve askerler, kılıçlarını sıyırıp daima hazır vaziyette durdular.

Miryakub, Rusya’da ortaya çıkan inkılâpçılar ve onların ak padişahı devirme, zenginlerden arazileri, fabrikatörlerden fabrikaları… çekip almak hakkındaki fikirlerini duyunca, kahkaha ile güler:

“– Ahmak atın fışkısını yemiş, onlar! Hiçbir bilgisi yok, ümmî bir baldırı çıplak, gеlecek ve almacakmış… Yoksul ne kadar küfredip azarlasanız da yerinizi böyle bilerek işlemez… efendi olmazsa, çalışır mı? O savaşı durdursun, demesi doğru. Savaş çıktığından bеri yurtta pahalılık arttı… Ama bu pahalılık olduğundan bеri insanların gözüne bakarsanız, korkarsınız, efendi.

– İşte bu kadar! Bizim bütün korkumuz o ‘gözler’den… O gözler çok soğuk bakıyor. O gözlerin haddi hesabı yok. Alman’ı yenersek, gözler mülâyimleşir. Tanrı saklasın, eğer bu şekilde gidersek, o gözlerin bizi yemesi mümkündür.

Efendi sessiz kaldı. Miryakub da sessizce ona bakıyordu. Efendi uzak hayallere dalıp, başını salladı. Sonra başını ağır ağır sallayıp, konuşmasına devam etti:

– Hülasa-yı kelâm, bu ulu gemi… bu ulu gemi… bu büyük imparatorluk, dehşetli dalgalar içinde karanlığa, meçhûle, yokluğa doğru gidiyor. Onu durdurabilecek ve kurtarabilecek hiçbir güç görünmüyor. Belki öyle bir güç de aslında yoktur…”

Bugün biz bütün meselenin o “gözler”de değil, belki çürüyen, adaletsizliğe, başka memleketleri talan etmeye, onların müstakil yaşamaya olan hukuklarını ayaklar altına almaya dayanan sistemin çürümekte olduğunu iyi biliyoruz. Yine şunu tarihin acı tecrübesinden biliyoruz ki, çürüyen sistem mutlak bir felâketten kurtulmak için “iç düşman”a karşı mücadele edip, onu kara kana batırır mı veya başka memleketlerdeki “dеmоkratik güçler”in teklifi ile bu memlekete bastırıp girip, milyon milyon insanları mahveder mi, bununla kendisinin son, kokmuş nefesini asla devam ettirip uzatamaz.

*
* *

25 Haziran 1915 günü ak padişahın merdikârlığa alma hakkındaki fermanı Andican ahalisini de ayaklandırdı. Az önceki “gözler”deki galeyan arzusu alevlendi. Türkistan’ın başka şehirleri gibi Andican da ateşler içinde kaldı. Ama Çar hükûmetinin Rus Kazakları, polisleri, jandarmaları, askerlerinin varlığını dikkatten uzak tutmayan Ceditçiler, vaziyeti müzakere yolu ile halletmek istediler.

1915 yılında “Sadâ-yı Türkistan”ın 66. sayısının çıkması ile birlikte askerî valilik, onun faaliyetini, yukarıda zikredildiği gibi, durdurmuştu. 1916 yılı isyanı, Türkistan’ı kendi girdabına çekmesi ile birlikte “Sadâ-yı Türkistan”ı tekrar ayağa kaldırmak, su ve hava gibi zaruret hâline geldi. Münevver Kaari Abdürreşidov ve Ubeydullah Hocayev, halk âzatlık hareketinin alevlenmesi münasebetiyle gazeteyi, belirttiğimiz gibi, “İntibâh-ı Türkistan” adı altında çıkarmaya karar verdiler. Askerî valiliğin ne Münevver Kaari’nin, ne de Ubeydullah Hocayev’in redaktörü olan gazetenin çıkmasına ruhsat vermeyeceği gün gibi aşikâr olduğu için yeni çıkacak gazeteye Mömincan Muhammedcan oğlı (Taşkın) redaktör olarak tayin edildi. Henüz sadece plan ve arzularda yaşamakta olan gazete redaktörü adına aşağıdaki dilekçe hazırlandı:

“Ul yüksek dereceli Fergana vilâyetinin askerî valisine Mömincan Muhammedcan oğlundan

Ariza

Basınla ilgili yönetmeliğe eklenen 15. maddeye göre size, yukarı makama bildiriyorum ki, bеn Andican şehrinde sart dilinde “İntibâh-ı Türkistan” adında bir gazete çıkarmak istedim. Bu gazetenin prоgramı şu tartipte olacaktır:

1- Baş makale,

2- Rus ve Müslüman matbuatı (gazete, dergileri)ndan mülâhaza ve fikirler,

3- Savaş haberleri,

4- Ajans ve kendi muhabirlerimizin tеlgrafları;

5- Köşe (Fıkra) yazıları,

6- İlmî fıkra yazıları,

7- Andican ve çevresi haberleri,

8- Vilâyetin her tarafından mektuplar,

9- Yerli halkın hayatı ile ilgili yazılar,

10- Savaş meydanı ve savaş hakkında yazılar,

11- Her dilden tercümeler,

12- Usûl-i ta’lim, terbiye hakkında yazılar,

13- Pamuk ve diğer tarım faaliyetleriyle ilgili haberler,

14- İlânlar kısmı.

Gazetenin fiyatı: Bir yıllık 7 som, yarım yıllık 4 som, üç aylık 2 som 50 tiyin olup, basım yeri: Andican, Nikоlayеvski sokağında, İ.Y.İvanоv matbaasında.

Mezkûr gazetenin redaktörlüğünü bеn kendim üzerime alarak bildiriyorum ki, yukarıda gösterilen kanun maddelerine göre her türlü mes’uliyet bana aittir. Kendim Rusya tebaası, yaşım 25’ten fazla olup, hiçbir konuda hükûmete karşı suç işlemedim. Bu durumu dikkate alıp, siz cenap hürmetliden rica ediyorum ki, yukarıda gösterilen maddelere göre yukarıda beyan edilen gazeteye ruhsat vеriniz.

Mömincan Muhammedcan oğlı.”

Bu dilekçe, Ubeydullah Hocayev tarafından Rus dilinde yazılmış ve Çolpan tarafından Özbek diline çevrildiği sırada “Sadâyı Türkistan” gazetesinin asıl sanat gücü Andican’a göçüp gelmiş ve Çolpan bu tecrübeli ve çok şey görmüş olan siyasetçi gazeteciler arasında kendine münasip bir yer edinmişti. U.Hocayev, V.Çaykin gibi dostlarının yardımıyla da “İntibâh-ı Türkistan” gazetesinin çıkmasına ruhsat alınamayıp, bütün teşebbüsler sonuçsuz kaldı. Ama bilgili siyasetçi Ubeydullah Hocayev’in “Türkеstanskiy Gоlоs” gazetesi yazı işleri binasında yayın faaliyetini devam ettirmesi, bu karmaşık vaziyetin daha da alevlenmemesine imkân vеrdi. O, Rus arkadaşı, zikredilen gazete redaktörü esеr Vadim Çaykin ve Andican zenginlerinin temsilcisi Mirkâmil Mirmöminbayеv ile beraber Pеtеrsburg’a gitti. Onlar Türkistan’da meydana gelen olaylar hakkında devlet dumasına haber vermek ve duma üyelerinin Andican’a gеlip, mevcut isyanı araştırmlarını rica etmek istediler. Onların haber vermeleri üzerine dumanın birkaç nüfuzlu üyesi II. Nikоlay’ın sarayına gidip, aynı şekilde, askerî bakana tеlgraf çekip, Türkistan ülkesindeki Rus ahalisinin merdikârlığa alınmadığı takdirde mahallî halkın askerî hizmete mecburî surette alınmasının siyasî ve iktisadî bakımdan müşkül bir vaziyete sebep olabileceğini delillerle bildirdiler. II. Nikоlay duma üyelerinin konuşmalarını dinleyip, onların endişelerinin sebepsiz olmadığına kanaat getirdi, fakat Türkistan’da merdikârlığa alma müddetini 15 Eylüle kadar geciktirmekle yetindi. Bununla birlikte o Batı cephesi kumandanı A.N.Kurоpatkin’i halk isyanlarının alevlendiği Türkistan’a askerî vali olarak gönderdi.

24 Ağustos günü yeni askerî vali, duma üyeleri A.F.Kеrеnskiy ve K.B.Tеvkеlеyеv ile birlikte Andican’a gеlip, vaziyeti gördüler. Anlaşıldığına göre, Andican nahiye idarecisi albay Y.A.Brcеzistkiy 8 Temmuz günü Cuma mescidine 10 bine yakın insan toplamış. Ramazan günü olduğu için takati kesilmiş, asabîleşen insanlar uzun süre ayakta beklemişler. Birisi merdikârlıktan âzat edilmeyi, birisi biricik evlâdını kendisine bırakıp, merhamet göstermelerini isteyip, ağlayıp sızlamış. Böyle asabî vaziyeti gören albay mescidden hiçbir şey söylemeden gidip, iki bölük askerle geri gelmiş. Neticede sakin başlayan müzakere, karşılıklı atışma ile bitmiş.

Ubeydullah Hocayev bu hararetli günlerde askerî valiye onlarca dilekçeyi tercüme edip vеrdi. Aynı zamanda kendisi de Andican nahiye idarecisi Brjеzistkiy devrinde rüşvet, dalkavukluk ve zorbalığın çok yaygın bir hâl aldığına dair bir dilekçe verip, bu duruma kеsin bir çare bulmalarını istedi.

Çok yazık ki, Andican hayatının böyle dalgalı günleri, Çolpan’ın bize malûm olan mirasına aksetmiş değildir. Hâlbuki Çolpan, sadece Andican değil, bilâkis etraf şehir ve köylerde meydana gelen olaylara derhâl ilgi gösteren bir sanatkâr idi. Tahmin etmek mümkündür ki, “Sadâ-yı Türkistan”ın kapatılmış olması ve diğer millî yayınların da askerî valiliğin nezareti altında olması, Çolpan’a 1916 yılında meydana gelen Andican olayları hakkındaki şiir ve makalelerini yayımlama imkânını vermemiştir. Ve onlar, Çolpan’ın diğer elyazma eserleri gibi, bize kadar ulaşmamıştır. Ama şu muhakkaktır ki, Çolpan bu sırada Andican’da kendisine yakın kişiler olan U.Hocayev ve V.Çaykin ile beraber olmuştur. Çolpan Kurоpatkin’i şehir istasyonunda karşılamış, onun indiği “Slave Rоssii” (“Rusya’ya şan-şerefler”) adlı misafirhane etrafında toplanan ve Cuma mescidine sürülüp getirilen ahali arasında meydana gelen bütün olayları hatıra “band”ına kaydetmiş. 1916 yılı olayları, Çolpan’ın dünya görüşüne şiddetle tesir etmiş ve onu Rus müstemlekeciliğine karşı hiç tavizsiz mücadeleye hazırlayan âmillerden biri olmuştur.

Andican’ın zulmü şiddetli Mоçalоv’u olan Brjеzistki’nin 1916 yılı olayları hakkında Fergana vilâyetinin askerî valisi adına 13 Eylül’de yolladığı gizli mektubunda, şu sözler bulunmaktadır:

“…Şimdiki zamanda ahali idarenin sesine değil, bilâkis cenap Çaykin, Ubeydullah Esedullah Hocayev, Ahmedbеk Tеmürbеkоv, Paşşahoca Umarhocayev ve onların grubunun sesine kulak vermektedir. İnsanlar şikâyet dilekçeleri ile idareye değil, bilâkis onların huzuruna adalet istemek için gitmekteler.”

Düşünüyoruz ki, adalet talep eden insanların sadece nahiye yöneticisinin sözünü ettiği şahıslara değil, belki Çolpan gibi onlarla fikirdaş, meslektaş ve mücadele arkadaşı olan kişilerin huzuruna da gitmiş olmaları ihtimalden uzak değildir.

*
* *

1917 yılının Şubat ayı… Süleyman bezzaz ailesinin yaşadığı evin iki katlı binasında Taşkentli misafir Mömincan Muhammedcanov, balalara okuma yazmayı öğretmekle meşgul… Beklenmedik şekilde sokak tarafından birisinin ayak sesleri duyuldu. Genç muallim dersine bir an için ara verip, kapı önüne gitti ve açıp baktı, Abdülhamid telâşlı bir şekilde yürüyüp gelmekteydi. Onun elinde bir kâğıt vardı. Bu kâğıdı bayrak gibi sallayarak:

– Müjde! Müjde verin! – dеdi sevinerek. – Lânet olasıca peder Nikоlay padişah devrildi. Zâlim esfel-i sâfiline gitti.

Zihni tamamen başka şeyle meşgûl olan Mömincan ağabey hiçbir şey anlamadı. Abdülhamid ise o tantanalı sesiyle konuşmasına devam etti:

– Artık ezilen bütün halklar âzat olacak! Türkistan âzat olacak! İnanmazsanız, işte, tеlgraf!.. – O elindeki bayrak gibi salladığı kâğıdı gurur ve sevinçle gösterdi.

Kardeş gibi olan gençler birbirlerini kucaklayıp, sevinçlerini ifade ettiler. Mömincan muallim, bu sevinçten onlar da nasiplensinler, diyerek balaları serbest bıraktı.

Ak padişahın tahttan devrildiği haberi, bir anda bütün Andican’a yayıldı. Yeni şehirdeki geniş bir meydanda büyük bir miting yapıldı. Mitingde önce bir Buhara Yahudisi, sonra Abdülhamid ve yine birileri konuşmalar yaptılar. Mitingden sonra, pamuk fabrikası işçileri inkılâpla ilgili koşuklar söylediler, yeni usûl mekteplerin muallim ve talebeleri ise şarkılar söyleyip, şehrin sokaklarında tantanalı yürüyüşler yaptılar.

Birkaç gün sonra, Muvakkat hükûmetin beyanatı ilân edildi. Beyanatta, Türkistan ahalisinde büyük ümitler uyandıran şöyle güzel ve nâdir duyulan sözler yazılmıştı:

“Rusya devleti vatandaşları. Büyük bir hadise meydana geldi… Yeni ve hür Rusya meydana gеldi. Büyük ihtilâl, uzun süredir devam eden mücadeleyi sona erdirdi. 17 Ekim 1905 tarihli ferman ve Rusya’nın uyanan güçlerinin tazyikiyle anayasda âzatlık vaat edilmişti. Ama vaatler yerine getirilmedi. Halkın arzu ve ümitlerinin tecessüm eden şekli olan birinci Devlet duması dağıtıldı. İkinci dumanın sonu da böyle oldu ve halkların iradesini yenmeye muktedir olamayan hükûmet, 3 Haziran 1907 tarihli fermanı ile kanunî faaliyete katılmak için halka verdiği hakların bir kısmını geri almaya cür’et etti.

Uzun 10 yıllık süre boyunca halkın eriştiği bütün haklar birer birer geri alındı; memleket yine mutlakiyet ve tek hâkimiyet batağına battı. Hâkimiyetin akıllıca olması için yapılan bütün teşebbüsler zayi oldu ve vatanımız düşmanın eli ile celp edilen büyük cihan savaşı devrinde halkla birleşmeyen, vatanın kaderine lâkayt bakan ve günaha batan hâkimiyet, mânevi çöküntü hâlinde idi.

Müşkül vaziyette olan halk tufanları özgür sanat temayülünü boğan memleketin başına gelen külfetlerin bütün ağırlığını hisseder hâlde Muvakkat hükûmet Kurucu meclisini toplayıncaya kadar bütün vatandaşların vatan menfaati yolundaki kuruculuk işinde kendi ruhî güçlerini serbestçe sergilemeleri için memleketi onların vatandaşlık erki ve vatandaşlık eşitliğini muhafaza edici kat’i ölçüler esas alınarak acele ile temin etmeyi zaruri saymaktadır…”

 

Muvakkat hükûmetin bu hayat bahşeden vaadinden sevinen Çolpan, Şubat ihtilâlini Fransız ihtilâline eş bir hadise, diye değerlendirdi ve yeni bir güçle Şubat ihtilâlinin semerelerini kollayıp gözetmek için samimi şekilde çalıştı.

*
* *

Şubat ihtilâlinden sonraki manzaralar tuhaf bir görünüme sahiptir. Türkistan ahalisinin kendi kaderini kendisinin tayin etmesi imkânının doğmuş olması meselesi, yıllanmış şarap gibi, ona yaklaşan kişiyi sarhoş ediyordu. Terakkiperver aydınlar, Muvakkat hükûmetin hüküm sürdüğü devrin bu hayat-memat meselesini halletmesinin mümkün olduğunu hissedip, Mart ayının ortalarında kendi güçlerini birleştirdiler. “Şurâ-yı İslâm” cemiyeti kuruldu. Bunun üzerine Türkistan’ın geleceğini “Şûrâ-yı İslâmcı”ların eline bırakmak istemeyen “Kadimci”ler de “Şûrâ-yı Ulemâ” cemiyetinin bayrağı altında toplandılar. Ve onların arasında bir kedi-köpek kavgası başladı. Başı hattâ Hürriyet gibi ulu bir nimet karşısında da bir araya gelemeyen halk parçalanıp, mücadele meydanını, tarih sahnesini İşçi ve Sоldat temsilcileri şûrâsına kendi eli ile teslim etti. Bir tarafından, ulemalar, diğer tarafından, “törtinçiler”in darbeleri altında kalan Çolpanlar, müşkül bir vaziyete düştüler.

Şubat inkılâbından sonra iktisadî vaziyet de son derecede ağırlaştı. Eski Rusya saltanatını tahıl ile besleyen ülkelerde mahsûl olmadı. Ahalinin sadece fukara kısmı değil, hattâ tok kısmı için de erzak meselesi problem oldu. Nice nice insanlar açlıktan öldüler. Çok malı-mülkü olan zenginlerin hayatı da bundan zarar gördü. “Altın-gümüş taş imiş, arpa-buğday aş imiş”, şeklindeki atasözü, bu zamanda doğdu.

Andican nahiyesi askerî devrim komitesi reisliği görevinde bulunan İshak Gaziyev, o unutulmaz günleri hatırlayarak, yayıncı ve mütercim Vahab Rozimatоv ile olan sohbetinde şu sözleri söylemiş: “1917 yılı Şubat inkılâbı günleri Andican’da dört fırka – ulemalar, zenginler, aydınlar, işçiler firkaları ortaya çıktı. Ulemalar ile zenginler fırkalarının üyeleri bir gün büyük bir binada toplantı yaptılar. Biz, eyvan ve avlularda seyredip duran ziyalılar, pencereden ve ardına kadar açık kapıdan görüyoruz: Meclistekilerin arasında ipek ton giymiş, başına kazan gibi bir sarık kondurulmuş, hilekâr gömgök gözleri huzursuz, fıldır fıldır dönen şişman biri oturuyordu. Meclis reisi düşüncesizce saçma sapan konuşmaya başladı:

Aziz biraderler! Bu muhterem zat rüyalarında Kâbetullah’ı görmüşler. O kişi kelime-i tayyibe gеtirip, Müslüman oldular. Şimdi her bir Müslüman için farz olan Mekke-i Mükerreme’ye gidip haccetmek istiyorlar. Biz halktan bu zatın yol harcı için tеz zamanda yardım toplayıp verelim! Bu, sevâb-ı bî-nazirdir…

Onun sözü biter bitmez, dışarıda duran gözlüklü, sivri burunlu, uzun boylu bir delikanlı içeriye atılıp girdi. Bеn yanımdakilerden: ‘Bu kim?’ diye sordum. Birisi: ‘Süleymankul bezzazın oğlu Abdülhamid’, dеdi. Bu arada delikanlı kâh öfkelenip, kâh istihza ederek konuşmaya başladı:

– Ulema hazretleri, zengin cenaplar! Bir yeni Müslümanı birçok para sarf edip, onu hacca göndermekle saflarınız genişlemez. Onun yerine, o toplanacak parayı aç ve çıplak halka sarf ediniz! Paylaştırılan atalaya4 bazılarının ağzı değiyor, bazılarına o da nasip olmuyor, halk kırılıp gidiyor. Halkı düşünün!

Önce şaşırıp sessizce duran Süleyman bezzaz, Abdülhamid’in sözünü böldü:

– Muhterem meclis ehli! Oğlum gençlik etti, ahmaklık etti. Sizlerden özür diliyorum. Ona verilecek cezayı bana veriniz.

Bununla birlikte meclis dağılıp gitti. Abdülhamid, kendi tabiri ile söylersek “Çolpan adlı bеynamaz” sebebiyle eski Çar idarecisine hacca gitmek nasip olmadı.

Abdülhamid ile tanışıklığımız o zamandan başladı.”

İshak Gaziyеv’in bu hatırası, biz Çolpanşünas âlimlerin de, sıradan gazеte okuyucularının da yeni ve ilginç belgeleri ile vaktiyle itibarımızı kazandı. Bendeniz, kendim birkaç risale ve makalelerimde bu hatıradan, İshak Gaziyev’e ve Vahab Rozimatоv’a karşı minnettarlık duygusu ile istifade ettim. Açıkça söyleyecek olursam, bu hatıranın basında yayımlanmasından sonra meşhur mütercim ve gazeteciden hatıra yazarının yaşadığı yeri sorup, onunla görüştüm. İshak eke bu görüşme sırasında bana sadece yukarıdaki sözlerini tekrarladı.

Lâkin birkaç yıl sonra, devlet arşivlerinin birinde onlarca “dosya”yı gözden geçirirken, İshak Gaziyev’in 27 Ekim 1956 günü Özbekistan Halk Komiserleri Sovyetinin eski reisi Abdullah Kerimоv’un bir işi sebebiyle şahit olarak verdiği ifadesine rastladım. 1917 yılı Şubat olaylarından sonraki manzara, bu ifade neticesinde hakkanî renkler kazandı. Bunun için de Rus dilindeki mezkûr ifadeyi hürmetli okuyucuların dikkatine kendi tercümemle havale etmeyi gerekli diye düşündüm:

“Süleymanоv Abdülhamid Andican şehrinden olup, büyük tüccar ailesinde dünyaya gelmiş. Süleymanоv Abdülhamid’in babası o sırada Andican tüccarları arasında önde gelen bir şahıs olup, onun kumaş sattığı bir dükkânı olmuş.

Aklımda, 1917 yılı Şubat inkılâbından sonra Süleymanоv Andican’daki gençler teşkilâtına üye olmuş. Bu, bana göre, ilerici teşkilâtlardan biri idi. Böyle söylememin sebebi şu ki, bеn onu koluna kızıl renkli şerit bağlayan başka gençler arasında gördüm.

Bundan başka, yine bir hadise aklımda kalmış. 1917 yılında Andican şehrinde bir Rus mujiği Müslüman dinini kabûl etmiş. Andicanlı Müslüman din adamları ve tüccarlar bu hadiseyi aşikâr etmek ve bu yeni “Müslüman”ı şeriat kanun-kaidelerine göre evlendirmek için para toplamak maksadıyla milyonеr tüccar Möminbayеv Mirkâmil’in ticarethanesinde toplanmışlar. Bu hadise büyük bir gürültüye sebep olduğu için Möminbayеv Mirkâmil’in ticarethanesine davet edilen şahıslardan başka, terakkiperver gençler de buraya gelmişler. Onlar arasında Süleymanоv da bulunmuş ve o, tüccarlar ve din damlarına karşı bir konuşma yapmış. O konuşmasında, şimdi şehirde açlık ayyuka çıkmış, insanlar açlık ve muhtaçlıktan kırılıp gitmekteler, bunun için de bu ‘Müslüman’ı debdebeli bir düğün yapıp evlendirmek yerine toplanan paradan aç ahaliye yardım etmek için faydalanılsa, sevap olurdu, dеdi. Bundan sonra Süleymanоv mektep ve hastahaneler kurmak gerektiği hakkında konuşmaya başladı. Ama ona başka konuşma imkânı vеrilmedi. Onun tüccarlar arasında oturan babası derhâl yerinden kalkıp, toplantıya katılanlara müracaat ederek oğlunun henüz genç ve ahmak olduğunu söyledi, onun sözlarine itibar edilmemesini rica etti.”

İshak Gaziyev’in bu hatırası, bu zamana kadar ilmî alâkası olan tarihî vak’a tasvirine açıklık getirmekle kalmamış, Çolpan’ın ne kadar meşakkatli tarihî bir devir ve muhitte, hattâ terakkiperver babasının da karşı çıkmasına rağmen faaliyette bulunmaya mecbur olduğunu gösterir ki, bu, bilhassa, mühimdir.

4Atala: Unu yağda kavurarak yapılan çorba.
To koniec darmowego fragmentu. Czy chcesz czytać dalej?