Çolpan

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

Zengin tüccar ailesinde dünyaya gelen Mirkâmilbay’ın asrın başlarındaki nakit sermayesi 13-15 milyon somu teşkil etmektedir. Tüccar unvanına erişen bu zat, Andican’ın en zengin kişisi olduğu için herkes gözünü ona dikmiş, hattâ Çar hükûmetinin gözleri de onun kesesine dikilmişti. Bunu sеzen ve zenginliğinin küçük bir kısmını şehrin imar faaliyetlerine bağışlamak suretiyle “kem gözler”den saklanmak istemiş, bu cümleden, Çolpan gibi muhabirlerden kendisini muhafaza etmek isteyen Mirkâmilbay, 1913 yılının başlarında Andican’ın Kültеpe meydanında kırk yataklı nümuneli hastahane, 30 talebe için planlanan bir mektep, 100 talebe için planlanan bir medrese, hamam ve başka inşaatları kuracağını vaat eder. Abdülhamid, tahminen, şimdi bizim dikkatimizi çekmeyen makalesinde, zenginin işte bu vaadinin vâdesinin gelmekte olduğunu söylemiş.

“Andican’dan Mektub”da da tahminen bu ruhda söz edilmektedir. Mektup müellifi, Mirkâmilbay’ın 1913 yılı yazında Viyana, Bеrlin, Paris gibi Avrupa başkentlerine gidip, oradan bir otomobil alıp geldiğini söylüyor ve Garbdan aldığı ibreti sadece budur, mânasında zenginin vaat ettiği hastahane, cami ve medreseden hiçbir haber olmadığına dikkat çekmektedir. “İtiraf etmek gerekir ki, – diye yazıyor müellif, – Andican’da bir mektep bina ettirdiler. Muallimliğe büyük medrese mütevellisinin muavini tayin edildi. O muallim efendi, her zaman Andican’ın terakkiperver gençlerine hakaret eden bir kişidir. Okuttukları, eski usûldür. ‘Vakit’te, ‘Tercüman’ ve sonra ‘Ayna’da yazılan cami, hastahane ve mektepten hâlen hiçbir eser yoktur.”

Bu mektubun altına: “Andican”, “Kuyan”, sözleri yazılmış. Bu dönem matbuatında “Kuyan”, “Kuyanî” imzaları ile yazılan şiirlere de tesadüf edilmekte ve Andican’da ondan başka genç bir kalem sahibi olmadığını dikkate alıp, “mektub”un genç Çolpan’ın kalemine ait olduğu şüphesizdir. Düşüncemize göre, Çolpan Mirkâmilbay’ın tehdidinden güya korkan bir kişi olarak “mektub”a “Kuyan” diye imza atmış ve bu imzaya kendi gönlünde biriken kinayeleri avuç dolusu dökmüş.

Zikredildiği gibi, 1990’lı yılların başlarında müstebid sistem kurbanlarının hayatını yeniden araştırırkan Mirkâmilbay’ın adı yine karşımıza çıktı. Bu sırada onun biraz hayırlı işler yaptığı da anlaşıldı; Çar görevlilerinin Birinci Cihan Savaşı arefesinde zenginin 500 bin somluk parası ile orduyu silâhlandırdıkları ve muntazam şekilde onun kesesini boşalttıkları aşikâr oldu. Fakat bunlar Mirkâmilbay’ın meğer iyi günleriymiş. Çar görevlilerinin yerine gelen Bolşevikler, onun bütün zenginliğini çekip almakla kalmamış, inkılâbın başlarında onu kurşuna dizmişlerdir.

Çolpan, Mirkâmilbay’ın facialı kaderinden haberdardı. Fakat buna rağmen, “Keçe ve Kündüz” rоmanına ona nispeten yirmi yıl evvel bildirdiği fikrine uygun olarak aşağıdaki sözleri yazdı: (Şerafiddin Hocayev trende giderken, “Hüseyniye” medresesi ve onu bina eden Ahmedbay Hüseyinov hakkında konuşup, Miryakub’a şunu dedi:) “…Millete ettiği hizmeti hesapsız… Bizde de böyle zenginler olsa? Andican’da Mirkâmilbay var. Duydunuz mu? Millet yoluna bir kuruş vermiyor. Cahil!..”

Askerî devrim konseyinin Mirkâmil’in kurşuna dizilmesi hakkında aldığı kararına göre, Çolpan’ın bu hükmü daha dehşetlidir!

Düşünüyoruz ki, Çolpan bu sözleri Mirkâmilbay’ın kim ve nasıl olduğunu bilmeden söylememiş. Onun nazarında, milyonları milletin gelişmesi yolunda sarf etmeyen insan, insan değildi.

Yine Fâika ana hatırasından bir bölümünü dinleyelim:

“Çolpan ağabeyim tek olduğu için babamız onun kendi yanında olmasını istemiş. Andican’da, Kokankışlak’da ağabeyime dükkân açmışlardı. Lâkin ağabeyimiz ticarete rağbet etmediği için o dükkânın işleri de babamızın idaresine kaldı.”

Gerçekten de, Süleyman bezzaz Kokankışlak’da oğlu için bir dükkân açmıştı. Onu Rus-Tüzеm mektebine okumaya vermesi, banka görevlisini muallim olarak tutması, çeşitli gazetelere abone olmaktan maksadı da Mirkâmilbay’a benzer şekilde Çar memurları ile de, mahallî zenginler ile de beraber sohbet eden tüccarı, yani geleceğin Özbek kapitalistini eğitmekti. Ama “Sivrisineğin de anası-babası olur” dеdikleri gibi oğlunda ticaret ve ticaret işlerine karşı asla bir heves olmadı.

Bir gün Süleyman bezzaz Kokankışlak’daki dükkânından haber almış; buna göre, fukaraperver oğul, birçok malı dul ve muhtaçlara karşılıksız veya veresiye paylaştırıp, dükkânı tamamen boşaltıp çıkıvermiş. Bunu gören Süleyman bezzaz: “Sеnden zengin de, dükkân sahibi de olmazmış”, diye üzülüp, ondan ümidini kesmiş.

*
* *

Özbek Ceditçilerinin yakın dostu olan Başkırd Zeki Velidî, 1914 yılının Mart ayında Taşkent’e gelmiş. Velidî, Türkistan’a yaptığı bu ilmî seyahati sırasında birçok genç dostlar edindi. Bu gençler arasında “Özbeklerden – daha sonraları şair olan Abdülhamid Süleyman”, “Kazaklardan – o sırada gimnaziya talebesi olan” Nezir Törekulov da varmış.

“Türkistan’da tanıdığım şahıslar arasında Nezir Törekulov ile Abdülhamid Süleyman (Çolpan) bana diğerlerinden farklı yakın dost oldular, – diye yazmaktadır Velidî “Hatıralar” adlı kitabında. – Nezir’in babası Törekul, Fergana valisinin tercümanı idi. O bazı kıymetli elyazması eserler toplamış. Eline geçen kitabı okur, her okuduğu müellifin tesirine kapılırdı. Bеn ise ona insanın kısa ömründe kitapları muayyen bir maksatla okuması gerektiğini, insanın ancak o zaman kazançlı çıkacağını söyledim. Benim bu fikrimi 15 yaşında bir delikanlı şair olan Çolpan zihnine yerleştirmeye gayret etmiş, kendisi ise büyük mevki sahibi ve keyfi devamlı değişip duran bir insan olduğu için bu âdete alışamadığını, bu tertibin zor olduğunu söyledi. Nezir o sırada vetanperver bir Türkçü idi. İstanbul’da çıkan ‘Türk Yurdu’nu okuyordu. Daha sonraları komünist oldu. Cidde’de Rus elçiliğinde çalıştı. Türk dili meseleleri hakkında makaleler bastırdı, millî kültüre sadık kaldı, bunun için de Sovyetler tarafından hükmedilen kişiler arasında yok edildi.”

(Nezir Törekulov hakkında Z.Velidî’nin beyan ettiği bu fikirleri okuyucuya aktarmamızın sebebi şu ki, o evvelâ Çolpan’ın yakın akrabalarından biridir, bundan başka ikinci olarak, komünistlik devrinde, Sovyet devletinin önemli adamlarından biri olarak mutlak değişmiş, hattâ gençlikteki dostu Çolpan’a da melâmet taşlarını atmıştır.)

Z.Velidî devam ederek, şöyle yazmaktadır:

“Daha sonra Özbeklerin en büyük şairlerinden biri hâline gelen Çolpan o sırada 15 yaşlarında olsa gerek. Bana tarih kitabımı (söz müellifin “Türk ve Tatar Tarihi” adlı 1912 yılında Kazan’da neşredilen kitabı hakkında – N.K.) okuyup ilham aldığını ve fikirdaşlık etmemi söyleyip, mektup yazdı. Andican’a, evlerinde misafirliğe davet etti. Bеn Nezir Törekul ile evlerine gidince, onun zengin babası Süleyman bezzaz, fikrini sormadan evine misafir davet eden oğlundan memnun kalmamış gibi bizi biraz soğuk karşıladı. Abdülhamid’in evinde bulunmaması da biraz kaba oldu. Abdülhamid babasına bizi davet ettiğini söylememiş. O zaman bеn babasına aşağıdaki mânada Farsça bir şiir okudum: ‘Bülbüligöya dеnilen bir kuş varmış, o öttüğünde başka kuşlar da gönlü eriyip, kendilerinden geçermiş.’ Bu söz, ârif bir adam olan Süleyman ekeye tesir etmiş olmalı ki, bizi önce biraz sоğuk karşılamasına rağmen, vaziyetini derhâl değiştirerek: ‘Sizler artık oğlumun değil, benim misafirimsiniz,’ deyip misafirhaneye dönüp, gitmemize müsaade etmedi. Büyük Türk şairi Çolpan’ın babası, Fars edebiyatına son derecede hürmet edermiş. Kendimi tanıttım, seyahat evrakımı gösterdim… Büyük Özbek şairinin kendisiyle de, onun misafirperver babası ile de tanıştık. Nezir Törekul Türkçeyi bilmekten başka, Fars edebiyatını da anlar ve hürmet gösterirdi. Süleyman eke ile vedalaştık, onun bana verdiği hediyelerini annem için kabul edip gittim…”

Ahmed Zeki Velidî’nin bizim için büyük kıymete sahip bu hatırası, daha çok şairin babası hakkında olsa da, ondan Abdülhamid’in sadece Tatar vakitli matbuatı değil, hattâ Türk dünyasında yayımlanan kitap ve risaleleri de muntazam şekilde takip ettiği ve 1914 yılında her bakımdan gelişmiş biri olduğu hakkında da doğru malûmatı alıyoruz. Ayrıca, Süleyman bezzazın Velidî’nin itibarını kazanan insanî faziletleri de baba mirası olarak Çolpan’a da geçmiş. Bununla birlikte bu hatıra Abdülhamid’in o yıllardan itibaren müstakil hayat tarzına geçtiğini ve Süleyman bezzaz tabiatındaki bir adama güven, başkalarının görüşüne baş eğmemek, seçtiği yolda sabit kalma duygusunun onda da tezahür ettiğini göstermektedir.

*
* *

Çolpan edebiyat dünyasında kendisinin ilk adımlarını atarken, Andican toprağında, hattâ çevre şehir ve köylerde meydana gelen hadiselerle ilgilenmeye, cemiyet hayatında görülen yeni temayülleri haber vermeye, noksanlık ve illetleri ise Bеhbudî aynası ile halka göstermeye çalıştı.

1914 yılı Nisan ayından başlayarak Taşkent’te “Sadâ-yı Türkistan” adında yeni bir gazete çıkmaya başladı. Haftada iki defa çıkan bu “edebî, iktisadî, fennî ve maişî” gazetenin redaktörü, Rusya’da tahsil görüp dönen meşhur avukat Ubeydullah Hocayev(Asadulla Hocayev) idi. O Tataristan’da yayımlanan “Vakit” gazetesi ve “Şûrâ” dergisi yolundan gitmeye çalışıp, haricî Şark memleketlerinin hayatını aydınlatıcı makale ve haberler vermeye büyük önem vеrdi, kendi etrafına mahallî sanatkârları toplamaya ve onların yardımıyla gafletin kucağında yatan vatandaşlarını uyandırma vazifesini yerine getirmeye çalıştı. Gazetenin 18 Nisan sayısında Abdülhamid’in “Türkistanlı Kardaşlarımızga” adlı şiiri neşredildi.

 
“İlm-ma’rifet hem hünerdin kaldı mahrum bizni halk,
Ma’rifetsizlik belâsıga yolıkgan bizni halk.
Bir kişi milletperest olsa, dеyurlar ‘dehrî’ deb,
Bir kişi milletni sökse, izzet eyler bizni halk.
Mektebe yok bir tiyin, toyga miŋ somleb bеrür,
Çaresiz müşkül keselge mübtelâdır bizni halk…”
 

Genç şairin kalbindeki tükenmez dert ve hasret ile beslenen bu şiir, 1910’lu yıllar Özbek şiirinin en önemli ideolojik akımına mensuptur. Abdülhamid de genç bir sanatkâr olmasına rağmen, yeni Özbek edebiyatının ictimaî- ideolojik yönelişini İ.Gaspıralı, M.Bеhbudî, Fıtrat, A.Avlânî gibi Ceditçilik hareketinin önde gelen temsilcilerinin tesiriyle kısa zamanda idrak etti ve bu yönelişte manzum ve mensur eserler yaratmaya çalıştı.

 

On bir gün sonra, bu gazetenin 29 Nisan sayısında onun “Kurbân-ı Cehâlet” adlı ve müellifin adını bir anda meşhur eden ilk hikâyesi neşredildi.

“Kurbân-ı Cehâlet”, edebiyatımızın bugünkü seviyesi nokta-ı nazarından bakılırsa, biraz boş bir eser. Ama onu 1910’lu yıllar Özbek nesri nümûneleri ile kıyaslarsak, genç Çolpan’ın o dönemde birçok kalem sahibi çağdaşlarından hayli ileri gittiği açıkça fark edilmektedir. Hikâyenin başkahramanı Eşmurad adlı bir delikanlı olup, o tahminen muellif ile akran. Onun etrafını kuşatan bütün herkes, babası da, babasının dostu Nezir sofi de, muhtar da, hattâ akranları Mömincan ile henüz sakalı bitmemiş bala da bütün hepsi Eşmurad’a rûhen yabancı olup, kendi görünümlerinde “Türkistanlı Kardaşlarımıza” şiirinde tarif ve tavsif edilen halk karakterini canlandırıyordu. Eşmurad onların arasında yalnız kalıp, sonunda intihar etmeye mecbur olmaktadır.

Çolpan “Kurbân-ı Cehâlet”de saatle ilgili tafsilâttan güzelce faydalanmıştır.

Eşmurad’ın odasında yeni bir duvar saati peyda oldu, yeniliğe son derecede meraklı olan delikanlı babasından bu saati alıp, onu misafirhanenin duvarına asmıştı. O sırada işan hocanın kolu eğri oğlu girip, duvardaki asılı saate gözü ilişir. Eşmurad Mömincan’ın saate kötü niyetle baktığını fark edip, onu sandığa gizlemek ister. Ama o sırada Mömincan Eşmurad’ın dikkatini dağıtarak saati koynuna gizlemeyi başarır. Aradan biraz vakit geçince, misafirhaneye gelen babası saati Eşmurad’ın gizlediği yerde bulamayınca, oğluna öfke ile dayak atar. Ömründe ilk defa haksız yere dayak yiyen delikanlı şiddetli hastalanır.

Bu, hikâyenin birinci kısmı. Henüz sanat tecrübesine sahip olmayan yazar, hikâyenin bu kısmında kendi gayesini ifade etmesini bilemeyince, onu devam ettirmek istemiş. Bir ay sonra sağlığı epeyce iyileşen Eşmurad komşu muhtarın küçük bağındaki tahta kanepede gazete okurken, vatandaşlarının ilimsizliği ve hünersizliği sonucunda meydana gelen büyük-küçük facialardan haberdar olur. Eşmurad: “Bu bizim Türkistanımız gafletten uyanır mı, yoksa uyanmaz mı?” diyerek ümitsizliğe kapıldığı sırada, muhtar gelir. Delikanlının ülkede meydana gelen hadiseler hakkındaki makale ve haberleri okuduğunu görüp, seçim meselesi ilgisini çeker. Gazete bu meseleyi de atlayıp geçmemiş. Hülâsa, muhtar gazеte okuyan genci kendi misafirhanesine davet edip, seçim haberleri ile yakından ilgilenmek ister. O sırada henüz sakalı bitmemiş komşu bala misafirhanede asılı duran saati fark ettirmeden alıp gider, gazеte okumakla meşgûl olan Eşmurad ise bunu da hissetmez. Böylece Eşmurad’ın adını ikinci defa hırsıza çıkarırlar.

“Bir-iki ay sonra saati çalan sakalsız balanın evine hırsızlar girip, yakalandılar. Çalınan mallar içinde sakalsızın muhtardan çaldığı saati de vardır. Şimdi hakikat anlaşıldı ki, muhtarın saatini çalan Eşmurad olmayıp, Eşmurad’ın komşusunun balası imiş. Biçare Eşmurad ise cehalet kurbanı olmuş imiş.”

Hikâye bu sözlerle bitmektedir. Hikâyenin her iki kısmında da saat Eşmurad’a külfet getirir. Mademki saat şimdilik çarşaftan çıkmaya başlayan yeni devrin, tеknik terakkiyat devrinin timsali imiş. Yazar Eşmurad’ın bu devire cehalet batağına batan yurttaşları olmadan sadece kendisinin giremeyeceğini anlatmak ister; bunun için de, evvelâ, halkı cehaletten kurtarmak lâzım, şeklindeki fikri ileri sürer. Biz bu hikâyeyi okurken, “Türkistanlı Kardaşlarımızga” şiirindeki mısralar ara sıra hatıramıza gelmektedir:

 
“İbret almaydır başıga şunça külfet kеlse hem,
Misli bir keltek yokatgen körge ohşar bizni halk.
Kör-de fark eyler yolı toğrı ile nâtoğrını,
Toğrı yolge başlasaŋ-da, eğri hahlar bizni halk…”
 

Böyle mısraları, sadece halkının nâdanlığından samimi olarak ıztırap çeken bir kişinin yazması mümkündür. Çolpan ise, bu şiir ve hikâyede görüldüğü gibi, halkının tarihî kaderi hakkında samimi şekilde onun yeni devir ile beraber yürümesini çok çok arzu ediyordu.

A.Sa’dî zikredilen kitabında, bu hikâyenin doğrudan “Pederküş” tesiriyle yazıldığını söylemektedir. Hakikaten, “Ayna”nın 21. sayısında (10 Mart) Çolpan’ın “Kuyaniy” mahlası ile basılan haberinden anlaşıldığına göre, o “Pederküş” faciasını görmek için Andican’dan Hokand’a gelmiş. O gösteride rol alan artistlerin sanat faaliyetlerine “tahsin ve teşekkürler arz etmek”le beraber zenginin öldürülüş sahnesinin tesirli olmadığını ve zenginin oğlu karakterinin iyi telkin edilmediğini de söylemiş. Çolpan, “Pederküş” tesiriyle yazılan bu eserinde, Bеhbudî’den farklı olarak, okuyan balanın hâli ve faciasını daha geniş ölçüde göstermeye çalışmış ki, bu da genç yazarda sanatla ilgili arayış duygusunun güçlü olduğuna şehadet etmektedir.

*
* *

“Sadâ-yı Türkistan”ın 1914 yılı sayılarını karıştırırsanız, genç muhabir ve genç sanatkâr olarak görünen Çolpan’ın yıldan yıla değil, aydan aya değil, hattâ günden güne faalleştiğini ve sanatta gelişme yolundan şiddetle yürüdüğünü görürsünüz. Gazeteye Ubeydullah Hocayev gibi terakkiperver bir kişinin redaktör olması ve onun etrafında Münevver Kaari Abdürreşidov gibi halkperver ve vatanperver simalar toplandığı için genç Çolpan’ın “Sadâ-yı Türkistan” ile alâkası günden güne daha kuvvetli hâle geldi. Lâkin halkın bu fedayi evlâtları gazetenin siyasî-ictimaî yönünü belirledikleri için de gazete Çar sansürünün şiddetli nezareti altında idi. Bunun için de Çolpan’ın bazı şiir, haber ve makalelerinin gazetede basılmamış olması ve kaybolmuş olması ihtimalden uzak değildir. Gazetenin 1914 yılı sayılarında idare adına verilen aşağıdaki cevaplar, buna delâlet etmektedir:

“Çolpan efendiye: ‘Nime Bar’ başlıklı makaleniz ‘Yalt-Yult’dergisine münasiptir” (33. sayı).

“A. Süleymanî efendiye: İyd-i şerif münasebetiyle yazılan makaleniz gecikti” (5 Ekim)…

Tuhaftır ki, “Sadâ-yı Türkistan” yayımlanmaya başladığı sıralarda gazeteye Taşkent’teki “Türkistan” kütüphanesi ve Kerimbеk Narbеkоv’un dükkânında ve aynı şekilde, Hüseyin-hoca Dedehocayev, Molla Nu’man Ekremhanоv, Ebulkâsım Taşmuhammеdоv’ların yardımıyla abone olmak mümkündü. Andican’da ise bu mesele ile sadece bir kişi, “Abdülhamid Süleymanî” meşgûldür. Yine aynı yıl Hokand’da neşredilen “Sadâ-yı Fergana”nın Andican’daki abone ve ilân kabûl eden temsilcisi de “Süleymankul Yunus oğlı”dır. 6. sayısından itibaren ise “Abdülhamid Süleymankul oğlı” da bu gazetenin temsilcileri arasında önemli bir yer edinmiştir.

Ana şehrindeki yeniliklere sevinip, nâhoş manzaraları görüp, ıztırap çeken Çolpan, çok geçmeden, “Sadâ-yı Fergana”nın da has muhabiri hâline geldi. Gazetenin 1915 yılı 25 Şubat sayısında ise onun “Medreselerimiz Ahvâli” başlıklı haberi yayımlandı.

“Andican’da Mahmud Desturhançi medresesinde kalan birkaç ahlâkı bozuk kötü molla, iyi, temiz bir mollayı medreseden zorluk çıkarıp atmışlar. Biçarenin günahı, çocuk istismarını yasaklamış olması. Sonra biçare dürüst molla durumu (cenap yönetici müfettişe) arz etmiş. Müfettiş yönetici mezkûr işi tahkik etmek için medreseye gidip, pоlis ile hücreye girip, kitapları ve toplanmış hâlde bir teneke kutuda çocuklara oynarken takılan saç örgüsü bulurlar. Bu işten çok rahatsız olup, cenap hocayı müfettişe gönderirler.

İşte, mollaların ahvâli!”

A.S. imzası ile yazılan bu haber yüzünden Çolpan’ın başına nice belâlar geldi. Gazete idaresi genç muhabiri cahil kişilerin nefret ve intikamından korumak maksadıyla “Sadâ-yı Fergana”nın 14. sayısında Andicanlı müşterilere hattâ böyle sözlerle müracaat etmeye mecbur oldu:

“113. gazetemizde ‘Andican haberleri. Medreselerimizin Ahvâli’ başlıklı A.S. imzası ile yazılan haberi Andican medresesinde kalan mollalar okuyup, Andicanlı Abdülhamid Süleyman efendiyle görüşüp, ‘bu haberi siz yazmışsınız’, diyerek bazı yakışıksız sözler söylemişler. Eğer Andican medresesinde böyle hadiseler olmamış olsaydı, gerçek olmadığı için bu haber yalan, böyle bir hadise olmadı, diyerek cenap mollaların idaremize yazıp göndermeleri gerekirdi. Hâlbuki bu haberi idaremize yazan Abdülhamid Süleyman olmayıp, adı bizce malûm başka bir kişi yazmıştı.”

Çolpan, haber ve makalelerinin kötü “kahramanlar”ı tarafından böyle tazyik ve tehditler gösterilmesine rağmen, Özbek hayatından zararlı illetleri söküp atmak, maarif ve medeniyetin halkın hayatına nüfuz etmesi için muhabirlik ve şairlik kalemi ile mertçe mücadele etti. “Durum müsait olursa, kar da erir”, dеdikleri gibi, hiciv kılıcını yumuşak pamuk ile sarıp, yenilik düşmanlarının göğsüne sapladı.

“Sadâ-yı Türkistan” gazetesinin 21 Ocak 1915 tarihli nüshasında basılan “Meyde-çüyde” başlıklı aşağıdaki hicviye, mutaassıplar ile mücadelede Çolpan maharetinin daha da yükseldiğini göstermektedir.

“Hangi Deli?

Andican ile Oş şehirleri arasında Hocaâbâd’da bir adam delirip, pazarlarda halka yüksek sesle bağırarak şunları söylüyor: ‘Ey biraderler! Kim ki oğlunu veya kızını okutmazsa, o adam Tanrı teâlânın büyük bir nimetinden mahrumdur.’

Ama birçok yerlerde büyük-büyük mahalle aksakalları halka: ‘Biraderler! Kim ki oğlunu veya kızını usûl-i cedîd mektebinde okutursa düğününe de, cenazesine de gitmeyiz’, dеdiler.

Talebeler, düşünüp bakınız! Bunlardan hangisi deli?”

20. asrın 1910’lu yıllarında, henüz halkımızın zihninden cehalet bulutu gitmemiş, hattâ mahalle aksakallarına medrese müderrisleri Cedid mekteplerinde okuyan balaların babalarını kâfir ilân etmiş ve onları huzursuz ettikleri bir zamanda on altı-on yedi yaşındaki Çolpan bu tarzda millî terakkiyat için dinî fanatizm ve nâdanlığa karşı cesurca mücadeleye başladı.

*
* *

“Sadâ-yı Türkistan”ın yayın hayatına başlamasıyla birlikte Ubeydullah Hocayev, Taşkentli genç sanatkâr Mömincan Muhammedcanov’a yazı heyetinde iş teklif eder. Gazetenin sıradan halkı uyandırmaya yönelik faaliyeti, bu cümleden olmak üzere genç Çolpan’ın çıkışları, Çar memurlarının, özellikle Оstrоumоv’un hoşuna gitmez. Sonunda o “chеrkоv”u Özbek diline “büthane” diye tercüme ettiği için, bu sözü Rus ibadethanesine karşı bir hakaret sayıp, gazetenin yayınını 1915 yılında durdurur.

Burada bu yayının ortaya çıkış tarihi hakkında bilgi sahibi olmak zararsızdır, diye düşünüyoruz. Zeki Velidî hatıralarında bu tarih kesin olarak aşağıdaki gibi ifade edilmiştir:

Z.Velidî 1913 yılnda Fergana vadisine gittiğinde, oradaki Esеrler partisinin üyesi, sоsyal inkılâpçı Vadim Çaykin ile birçok defa görüşürler. Böyle sohbetlerin birinde Müslümanları birleştirme meselesi hakkında konuşulur ve onlar “Sadâ-yı Türkistan” ve “Türkеstanskiy Gоlоs” adlarında Özbekçe ve Rusça gazeteleri çıkarmak meselesinde anlaşırlar. Gazetenin Özbekçe nüshasının Taşkent’te Ubeydullah Hocayev’in redaktörlüğünde, Rusçasının ise Andicanda V.Çaykin tarafından neşredilmesini doğru bulurlar. Z.Velidî, aynı zamanda V.Çaykin’i U.Hocayev, M.Abdürreşidov ve A.Zâhirî ile tanıştırıp, gazetenin maksat ve vazifesini şöyle bеlirler:

1. Sibir demir yolundan ta Afganistan ve İran’a kadar uzayan genişlikte yaşamakta olan Türk halkları ile Ruslar arasında hukuk ve ahvâl sahasında eşitliği sağlamak.

2. Göçmenci Müslüman halkların yerleşik hayata geçmesi ve onlara köy ve şehirlerden yerler bölünüp verilinceye kadar Rus göçmenlere yer vermemek.

3. Çağdaş eğitimi yaygınlaştırmak.

“Sadâ-yı Türkistan”, bu cümleden, onun faal müelliflerinden biri olan Çolpan, işte bu vazifeyi yerine getirmeye bеl bağlamış, bu sebeple gazete faaliyeti yukarıda kaydedilen bahane ile durdurulmuştu.

Mömincan Muhammedcanov “Sadâ-yı Türkistan” kapatılıp, hayat kaynağı da sona erdiği için kâh aç, kâh tok ömür geçirirken, Ubeydullah Hocayev Andicanlı dostu V.Çaykin’in yardımıyla “Sadâ-yı Türkistan”ı ayağa kaldırmak istedi. Gazeteye samimiyetle hizmet eden kişiyi bulup, Andican’a göndermek niyetiyle yaşarken, onun nazarı yine Mömincan Muhammedcan oğlı’na düşer.

“Taşkın” mahlası ile de eser veren bu zat, “Turmuş Urinişleri” adlı ilk Özbek rоman kroniğinde bu hadiseyi aşağıdaki gibi tasvir etmektedir:

“Andican’a varıp, Katarterek dеnilen mahalledeki Abdülhamid’in evine indim. (Yazarın bu sözlerinden Abdülhamid – Kuyan – Kuyanî’nin “Sadâ-yı Türkistan” gazetesinin Andican’daki en faal ve tahririyat üyelerine yakın müellifi olduğu anlaşılmaktadır – N.K.). Dışarıda, geniş bir alanda orta yaşlı, kalın gövdeli bir kişi ile görüştüm. Bu adam Abdülhamid’in babası imiş. O adam, ‘Biraz sabredip, misafirhanede oturun. Abdülhamid şimdi gelir’, dеdi.

 

Misafirhanede ateşin karşısında iki-üç kişi sohbet edip otururlarken, bеni görmeleriyle birlikte derhâl yerlerinden kalkıp görüştüler. Ateşte fokurdayarak kaynayan çaydanlıkla çay demleyip, önüme şekerlemelerle dolu sofra yaydılar. Onlarla hâl-ahvâl soruşup, çay içip oturuyordum, aradan on beş dakika geçmeden, Abdülhamid çıkıp gеldi.

O, on yedi-on sekiz yaşları civarındaki, ak çopur, geniş omuzlu bir delikanlı imiş. Bеnimle elini uzatıp görüşürken, kendimi tanıttım.

Hoş geldiniz, iyi geldiniz! – diyerek memnuniyetini bildirdi. Hareketlerinden mütevazı bir delikanlı olduğu anlaşılıyordu.

Onun babası eski medreseyi bitirmiş, her gün gazete okuyup, dünya hadiselerinden haberdar olan bir kişi imiş. ‘Vakit’ ve ‘Tercüman’ gazetelerini çok dikkatli okurmuş.

Abdülhamid her gün hususî sûrette Rusça okuyordu. Tataristan, Azerbaycan, Hindistan’da çıkan bütün gazete ve dergilere müşteri olmuş, Rusça gazeteleri de elinden bırakmadan mütalaa ediyordu. Yakın akrabalarının balaları ve mahalle balaları onun teşvikiyle Andican’da açılan yeni usûl mekteplere girip okumaya başlamıştı. Babasının bu yegâne oğlu, gerçi imkânları olsa da, o zamanki çok ahmak zengin çocukları gibi keyif-safalara kapılmadan, vaktini daha çok eğitim işleri ile geçiriyordu. O zamanki engellere aldırmadan, hattâ yedi yaşındaki kızkardeşini (söz Fâika ana hakkındadır – N.K.) kendi mahallesinin bir kenarında açılan yeni usûl Tatar kızlar mektebine okumaya vermişti…”

Konu, “Sadâ-yı Türkistan”ın kaderi hakkında ilerlerken, yine bir tafsilâttan söz etmemek mümkün değildir. “Büthânede Yangın” başlıklı makale münasebetiyle gazete üç-dört ay boyunca durdurulmuş olsa da, Ubeydullah Hocayev adliye işlerinin piri olduğu için en iyi avukatların yardımıyla Оstrоumоv’un hükmünü boşa çıkarmaya muvaffak oldu. Yatıp kalan ve muayyen harcamalar sebebiyle tekrar hayata geçirilen gazete, maddî yardıma muhtaç idi. Taşkentli Ceditçiler bu vaziyetten kurtulmak için Abdullah Avlânî rehberliğinde tiyatro trupunu kurup, onu Fergana vadisine gönderdiler. Hokand’da Abdülhamid’in seyrettiği “Pederküş” gösterisi, trupun işte bu “hayriye seferi” sırasında gösterilmiş. Trup Fergana vadisine yaptığı sanat seferi ile “SadâyıTürkistan”ın tekrar ayağa kalkmasına yardım etti. Fakat Çar memurlarına gazeteyi kapatmak için bahane yok değildi.

Mömincan Muhammedcanov gazete çıkarma iznini Andican’da iki ay bekledi. Fergana nahiyesinin askerî valisi İvanоv ise “Sadâ-yı Türkistan”ın tekrar ayağa kaldırılmasına izin vermedi.

“Çaresiz, – diye devam ettiriyor ‘Turmuş Urinişleri’ rоmankroniğinin müellifi, – “İntibâh-ı Türkistan” (Türkistan’ın Uyanışı) adlı gazeteyi çıkarmaya izin istemek için valiye dilekçe vеrdik. Bu gazeteye redaktör ben olacağım. Vali, Andican binbaşısını çağırtıp, benim Çar hükümetine sadık olup olmadığımı, bеni tanıyan ve tanımayan adamlardan güzelce soruşturdu. Bu da gazeteye izin vermemek için bir bahane olsa gerek, vali talebimizi sonunda reddetti.

Valiye yazılan arizayı Özbek dilinde bеn yazmıştım, Abdülhamid Rusçaya tercüme etti…”

Abdülhamid Andicanlı dostlarının vaatlerine inanıp, gazete kısa zamanda çıkar, diye düşündü. Abdülhamid, gazetenin özelliğini iyileştirme ve en iyi güçleri yazı heyeti etrafında toplamak isteğiyle birçok tanınmış gazeteci ve yazarlara mektup yazmak suretiyle müracaat etti. İşte, o mektup:

“Muhterem Hamza efendi!

Rica ediyorum, bu mektubu alır almaz hemen ‘Sadâ-yı Türkistan’ın birinci sayısına bir iyi şiir, gazete hususunda, yazıp gönderin.

Adrеs bu: Andican, rеdakstiya gazеti ‘Turkеstanskiy Gоlоs’, ‘Sadâ-yı Türkistan’ için.

İhtiram ile idare namına.

Abdülhamid.
6 Aralık 1916.

Cevabın 15 Aralıka kadar gelmesi lâzım. Mümkünse, 10 veya 12’sinde burada olsun.”

6 Aralık günü pоsta kutusuna atılan bu mektup, 8 Aralık’ta Andican’dan gönderilip, 9. günü Hokand’a ulaşmış. Hamza “Gayret” kütüphanesi adresine gönderilen bu açık mektubu bugün alıp, Andicanlı arkadaşının ricasını yerine getirmeye çalışır. Abdülhamid, bu yıl 12 Aralık günü yolladığı ikinci açık mektubunda Hamza’ya: “Şiiriniz alındı. Derc edilecek”, diye haber verir ve yine mektuba: “Şiir güzel. Gazete sayfasını süsler, yine yazınız”, diye ilâve eder.

Lâkin Abdülhamid’in de, Taşkentli aydınların da bekledikleri gazetenin çıkarılmasına ruhsat verilmez.

M.Muhammedcanov hikâyesini şöyle devam ettirmektedir:

“Gazete çıkmayınca, maaş da kesildi. Abdülhamid babası ile konuşup, bana küçük bir mektep açıp verecek oldu. Amcasının boş bulunan geniş bir iki katlı evini mektep için gerekli eşya ile donatıp, eksiksiz olarak vеrdi. Konu-komşular ve akraba çevresinden toplanan on kadar balayı duvara yarım tahta teneke asıp, elifbadan itibaren yazdırıp okutmaya başladım.”

Böylece “Sadâ-yı Türkistan” ile sanat işbirliği kıymete bindi: Çaykin’in redaktörlük ettiği “Türkеstanskiy Gоlоs” bünyesinde olmak üzere Ceditçi Abdülhamid, gazeteyi Andican’da çıkarma sorumluluğunu üzerine aldı.

Abdülhamid Süleyman’ın şair, yazar ve gazeteci olarak karışık sanat yolu böyle başladı.