Çolpan

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

İlim İsteyip…

Eğer insanın ruh dünyası ve dış görünüşü evvelâ aile muhitinde tomurcuklanıp, yavaş yavaş yeşil yapraklarla sarılırsa ve çiçeklenirse, onun bilim dairesi mektepte genişler, hususî mütalâa ise mektepte derlenen güllerin görkemli bir demete dönüşmesine imkân sağlar.

Çolpan nerede ve ne zaman eğitim aldı? Kimlerden ders okudu? Onun birinci muallimi kim?.. Maalesef, böyle suallere cevap bulmak, bugünkü günde kolay bir iş değil.

Âlimhan eke dеnilen muhterem bir zat, Taşkent’in Parçabab mahallesinde yaşayıp, doppı ticaretiyle hayatını kazanmış. O, Çolpan ile o kadar yakın münasebette bulunmuş ki, hattâ Çolpan onu “enişte” diye çağırırmış. Âlimhan eke, Hazret-i İmam medresesinin eteğinde, her nedense Alça diye adlandırılan dar bir sokakta ikamet eden Yunus hacı Maksudî’nin bu husustaki sualine cevap vеrirken şöyle dеmiş:

“Bеn 1914 yılında mahalledeki Abdukâdir adlı zenginin Andican’daki çini dükkânında kâhya olarak çalışıyordum. Oralı Süleyman bezzaz adlı kişi ile tanıştım. O şair görünümlü, okumuş bir adam idi. Bana çok da yakın olup davrandı. Aradan biraz geçince, kendisinin yakın akrabalarından birinin kızı ile, yani Şirmayhan ana ile evlendirdi. Çolpan, Süleyman bezzazın oğlu olur, bu sebeple bеni enişte diye çağırıyordu.”

Mademki Çolpan’ın Taşkentli yakın dostlarından biri olan Âlimhan ekenin adı söz konusu edildi, bu faziletli zatı yakından tanımak, asıl maksadımıza ters düşmeyecektir. O zatı daha sonraları Çolpan ile yakınlaştıran şey, fanî yakın akrabalık bağları değil, belki onun zengin ruhî ve mânevî dünyasıdır. Âlimhan eke, Barakhan medresesi toprağını yirmi dört yıl boyunca “yala”dıktan sonra, Mekke’ye gidip, Yüksek Ticaret Mektebini bitirmiş, sonra inkılâba kadar yirmi yıldan daha uzun bir zaman boyunca Moskova ve Varşova şehirlerine gidip, ticaret işleri ile meşgûl olmuş. Bu arada biraz on altı Şark ve Garb dillerini de öğrenmiş.

Şimdi asıl maksada geçelim. Âlimhan ekenin söylediğine göre, Abdülhamid balalık çağlarından itibaren zekâsı ve keskin zihni ile itibar kazanmış. “Süleyman bezzazın söylediğine bakılırsa, – demişti o sohbet ettiği Yunus hacı Maksudî’ye, – Abdülhamid altı-yedi yaşından itibaren okuma yazma öğrenip, sekiz-dokuz yaşında Andicanlı Mirkâmil adlı bir zenginin cimriliğini tenkit edip, gazeteye bir yazı yazmış. Yazı gazetede basılınca, birisi Mirkâmil zengine yazıyı Süleyman bezzazın oğlu Abdülhamid yazmış, dеmiş. Zengin öfkeye kapılıp, Süleyman bezzazı çağırmış. Bezzaz tek oğlum var, dokuz yaşında, ama henüz mektep yüzü görmedi, demiş. İnanmazsanız, yarın dükkândan dönerken oğlumu size gösteririm, diyerek zorla zenginin elinden kurtulup gitmiş. Ertesi gün bu hadiseyi Abdülhamid’e anlatmış ve “Sеn Mirkâmil adlı zengin mahallemizden geçerken, başın çıplak, yalınayak olarak sokakta uçurtma uçur, yoksa, zengin bizi perişan edecek”, diye tembihlemiş. Süleyman bezzaz işte böyle bir yol tutup, zenginin öfkesinden kurtulmuş.”

Belirtildiği gibi Çolpan hakkında bize çok kıymetli malûmatları veren kızkardeşi Fâika ana, 1908 yılında doğmuştur. Yani, o ağabeyinden tam on yaş küçük. Fakat 1918 yılına kadar geçen olayları onun iyi bildiğini söylemek zor. Onun kendisi ağabeyini 15-16 yaşlarından itibaren bildiğini söylemiş. Yani, onun Çolpan hakkındaki bilim dairesinin sadece 1923-1924 yılından sonraki olayları ihtiva etmiş olması mümkündür. Lâkin Çolpan gibi bir simanın kızkardeşi olmak bahtı ve faciasını kendi omuzuna almış herkesin, ağabeyi hakkındaki malûmat ve hatıraları kalbinde zerreler hâlinde toplaması da tabiîdir. Bunun için onun bu husustaki hatıraları da malûm mânada tarih belgeleridir.

İşte, bakın Fâika ana bizi ilgilendiren suale nasıl cevap vermektedir:

“Ağabeyimin çok erken yaşlarda okuma yazma öğrendiğini anlatırlardı. Mektep, medrese eğitimi ile beraber Nogay ve Türk hocalarından da ayrıca ders almıştır. Katarterek sokağının aşağısında iki katlı binalar olup, onlardan birinde Rusça bir mektep açılmış, ağabeyimiz orada bir Nogay muallimden Rusçayı iyi derecede öğrenmiş. Bir Türk hocasından ise Kur’ân-ı Kerim eğitimi almış. Ağabeyimiz daha çok evde sûreleri okuyor, iyi tilâvet ediyordu, kıraatı doğru, sesi tatlı idi. Herhangi bir ihsan veya dinî merasim için toplandıklarında ağabeyime de hürmet ve sevgi göstererek, ‘Tеşavay hafız kıraat kılsın’, şeklinde sözler söylenirdi. Ağabeyim, Kur’an âyetlerini Osmanlı kıraatı ile okurdu…

Ağabeyimizi 11-12 yaşlarında Kur’ân-ı Kerim tahsiline vermişler. Babamız bunu şehrimizdeki Türk efendilere söylemiş. Andican’a gelen Maksud efendi ve Münif efendi adlı Türk ulemaları ile yakın münasebeti olmuş, hattâ onlarla beraber fotoğrraf çektirmiş. (Bu fotoğraf, 5-10 yıl öncesine kadar mevcuttu, fakat şimdi bulamıyoruz.) Onlardan biri olan Münif efendi ağabeyime sekiz ay boyunca Kur’ân-ı Kerim mütalâasını (kıraatını) öğretmiş, işte şu kısa devir içinde ağabeyimiz Kur’ân-ı Kerim’i hatmedip çıkmış. Bundan sonra babamız ağabeyimi imtihan etmiş, onun ilminden, kıraatından kanaat hâsıl edince, zihnini geliştirip, itibar ile terbiye etmeye başlamış. Amcamız Abdurahman hacı Mekketillâ’dan Çolpan ağabeyime bezekli bir Kur’ân-ı Kerim getirip vermiş. (O kişi uzun süre Suudi Arabistan’da, sonra 7 – 8 yıl da İstanbul’da yaşamış.) Ağabeyim onu sеverek mütalâa ederdi. O Kur’ân-ı Kerim hâlâ mevcuttur. Bu Kur’ân-ı Kerim’i ağabeyimiz hamâyile (asma bir keseye) koyup, evin başköşesine asıp koymuş. Eve geldiklerinde onu okurlardı.”

Özbek yurdunda istiklâl rüzgârı esip, dinî değerler hakkında hiç endişesiz konuşmak imkânı doğduğu sırada H.Baltabayev tarafından yazılıp alınan bu hatırada, Çolpan’ın mektep ve medresede tahsil gördüğü ayaküzeri anlatılmış. Onun Cedit mektebinde okuduğuna dair ise bir hatırada bir çift söze bile rastlamıyorsunuz. Yani, Çolpan eski mektep ve medresede tahsil görmüştür. Süleyman bezzaz Özbek diyarına, yeni devrin şiddetli adımlarla girip gelmekte olduğunu görüp, onun bilim dairesini genişletme çarelerini aramış. Bu durum, tanınmış dergici ve âlim Sirâciddin Ahmеdоv’un aşağıdaki sözlerini tam mânasıyla tasdik etmektedir. O Süleyman bezzaz hakkında konuşurken, bir makalesinde şöyle dеmektedir:

“Varlıklı bir kişi olduğu için oğluna zamanının en ileri talim-terbiyesini vermeye çalıştı. Özel muallim tutup, Türk, Rus, Fars, Arap dillerini, musikî ilmini öğretti. Şer’î bilimleri onun kalbine yerleştirdi…”

Yukarıda zikredilen iktibaslar, Süleyman bezzazın tek oğlunun her bakımdan bilimli bir kişi olarak yetişmesi için hususi muallimler tuttuğunu, Çolpan’ın okuma yazmayı çok erken öğrendiğini, Nogay hocadan Rus dilini, Maksud ve Münif efendilerdan Kur’ân-ı Kerim hakkında tahsil aldığını doğrulamaktadır.

Bu konuya dâhil edilen iktibaslardaki hatalı bilgilerin değerli okuyucuları yanlış bir kanaate sürüklememesi için şunu da söyleyelim: Çolpan’ın Andicanlı meşhur zengin Mirkâmil hakkındaki yazısı sekiz-dokuz yaşında iken değil, belki 1914 yılında yazılmıştır. Şair bu sırada 16 yaşındadır. Yazıda Mirkâmil zenginin cimriliği değil, bilâkis maarif ve kültür işlerine karşı ilgisiz davranması tenkit edilmiştir. Ayrıca, bu yazı yüzünden Çolpan ile babası arasında ufak tefek birtakım sözler sarf edilmiş.

Fâika ananın hatırladığı “iki katlı binalar”ın birinde Rus-Tüzеm mektebi açılmış, mahallî gençlerin Rus dilini öğrenmeleri kolay olsun diye onlara Tatar muallimleri tutulmuştu. Tarihî şartların Rus dilini bilmeyi gerektirdiğini hisseden Süleyman bezzaz, Abdülhamid’i bu mektebe vermiştir.

Andicanlı şair Vâsıt Sa’dulla arşivinde Çolpan’ın birkaç şiiri muhafaza edilmiş. Bu şiirler arasında Çolpan’ın hayatına dair bazı kayıtlar da bulunmaktadır. Böyle kayıtların birinde, Vâsıt Sa’dulla eli ile şöyle sözler yazılmıştır: “Hâfız efendi adlı Türk, Andican’da Çolpan’ı okutmuş (1910 -1912 yıllarında). Russkо-Tuzеmnaya şkоlada Andican ve Oş şehirlerinde okumuş (1912 -1915 yıllarında).”

Bu sözler, Fâika ananın verdiği malûmattan hayli farklı olsa da, onların hakikatten uzak olduğunu söylemek için esaslı bir delilimiz mevcut değildir. Çolpan’ın, gerçekten de, 1910 – 1912 yıllarında Hâfız efendi adlı bir Türk’ün elinde okumuş olması bir ihtimaldir. V.Yan’ın günlüklerinde sözünü ettiği Türk, ihtimal, bu Hâfız efendidir. Şairin Rus-Tüzеm mektebindeki tahsili ise 1915 yılına kadar devam etmemiş olsa bile 1912-1914 yıllarında gerçekleştiği görülmektedir.

Türkistan’a 1884 yılında askerî vali olarak tayin edilen gеnеral Rоzеnbah, vilâyet askerî valilerine yolladığı mektubunda Rus-Tüzеm mekteplerindeki okuma süresini kısaltıp, mahallî gençlerin canlı olarak Rus dilinde muamelede bulunma melekesine sahip olmalarına imkânlar tanınmasını buyurmuş. Bunun neticesi olsa gerek, Rus-Tüzеm mekteplerindeki derecelerin seviyesi çok düşmüştür. İlminski’nin İ.A.Bоbrоvnikоv adlı öğrencisi Andican’da da bulunup, 20 talebeden 14’ünün Rusça basit sözleri bile tanınmayacak derecede bozarak yazdıklarını görmüş. Bоbrоvnikоv çantasından mendilini çıkarıp, onlardan bu hareketini Rus dilinde ifade etmelerini istediğinde, büyük gruptaki 4 iyi seviyedeki talebelerden biri şöyle yazmış: “Оdin çеlоvеk vzyal svоy karman оdin bеla (“platоk” dеmek istiyor).

Çolpan’ın işte böyle bir mektepte Rus dilini iyi öğrenmesi mümkün değildi. Bunun için Süleyman bezzazın Çolpan’a Rus dili için de muallim tuttuğu hakkında S.Ahmеdоv’un söylediği sözler temelsiz değildir. Bu sözlerin doğruluğunu V.Dedecanov da kendi hatıralarında tamamen tasdik etmektedir:

“1910 – 1912 yıllarında başlangıç malûmatını tamamlayan Abdülhamid, Andican medresesinde, aynı zamanda Rus- Tüzеm mektebinde okumaya başlamış ve bu dersleri iyice öğrenmede ona bir bankanın hususi danışmanı (Pоlyakоvskiy veya Pоlyanоvskiy) Rus dili, edebiyatı ve hukukuna dair hususi tarzda ders vermiştir ki, biz onun tesirini ‘Keçe ve Kündüz’ rоmanındaki hukukî maceraların hayli açıkça ifade edilmesinden görüyoruz. Çolpan’ın ailesinde o sıralarda ikamet eden ve hâlen Andican şehrinde yaşamakta olan 94 yaşındaki Nâfile muallimenin anlattığına göre, bu Rus hoca gayet edepli, bilgili bir kişi olup, Müslümanlık an’anelerine de büyük hürmet göstermektedir.”

 

Bu hatıradan fakat şöyle bir sonuç çıkarmak mümkündür: Çolpan balalık çağlarında Rus-Tüzеm mektebinde Nogay hoca elinde okumaktan başka, “Müslümanlık an’aneleri”ne hürmet eden ve az-çok Özbek dilini de bilen banka görevlisi Pоlyanоvskiy yahut Pоlkоvskiy adlı kişiden de Rus dili hakkında hususî ders almıştır.

Yeri geldiğinde söylemek gerekir ki, Andican’daki Rus-Tüzеm mekteplerindeki 19 muallimden 8 tanesi Tatar’dır. Bu kesin bilgi, Fâika ananın “iki katlı bina”da Nogay hocanın Çolpan’a Rus dilini öğrettiğine dair hatırasını da tam olarak doğrulamaktadır. Ayrıca Çolpan’ın Andican ve Oş’taki Rus-Tüzеm mekteplerinde tahsil gördüğüne dair V.Sa’dulla arşivindeki kayıt da hakikate yakındır.

Çolpan 1914 yılında “Ayna” dergisinde yayımlanan “Oş” adlı yazısında şöyle bir manzara çizmektedir:

“Oş, Türkistan’ın başka şehirlerine nazaran her taraftan geride kalmıştır. Burada, yeni usûlde iki mektep bulunmaktadır. İkisinde de 20 adet bala okumaktadır. Bir ‘Russkiy-Tuzеmniy uşkul (şkоla – N.K.)’ var. Bunda da gündüz 40 kadar, akşam ise (vеçеrniy kursda) 30 kadar Müslüman balaları okumaktadır. Bunda özel statüde okuyanlar da 5 – 6 kişi var.”

Böyle bir malûmatı, bu mekteplerden ancak iyi haberdar olan birinin bilmesi mümkündür.

Böylece söylemek mümkündür ki, Çolpan önce eski mektepte okuma yazma öğrenmiş, sonra medresede okumuştur. Sonra Süleyman bezzaz tarafından tutulan hususî muallimlerin yardımıyla Türk, Fars, Arap ve Rus dillerini öğrenmiştir. Babası, dedesi müezzin olan bezzaz, oğlunun Kur’an-ı Kerim’i iyi hatmetmesi için bütün şartları hazırlamıştır. Bundan başka o, Çolpan’ın Andican ve Oş’taki Rus-Tüzеm mekteplerinde okumasını her bakımdan kollayıp desteklemiştir. Bu şekilde geleceğin şairindeki ilme olan susuzluğu yavaş yavaş kanmaya başladı. İlim öğrenme yolundaki bu gayretler, Çolpan’ın Taşkent’e geldiği 1914-1915 yıllarına kadar muntazam şekilde devam etti.

*
* *

Bendenizin 1987 yılının yazında Fâika ana ile olan sohbetim sırasında o bana: “Ninem ilimli bir kimse olsalar da anam okuma yazmadan uzak bir insandı. Bunun için de, ihtimal, ağabeyimin edebiyata olan merakı onlar tarafından yeterli derecede olmamıştır”, demişti. Ananın vefatından biraz önce, 1995 yılı yazında olan sohbette ise o ilk defa Uzra nine adını zikretti.

Uzra nine, Çolpan’ın hayatında mühim bir yeri olan başka bir simanın, Zahiriddin A’lem’in hanımı olup, çokça tarihî olaylardan haberdar, Özbek halk şifahî sanatını bilenlerden birisiymiş.

Zahiriddin A’lem, Andican’ın Takavay mahallesinden. Şimdi onun yaşadığı evin yerinde Çolpan adlı Andican Diller Pedagoji Enstitüsünün sağlık binası bulunmaktadır. A’lem’in babası Mirza Kâsım, Andican’ın muteber kadılarından, onun babası Mircevher ise köyün aksakalı olmuş. Geçen asrın 60’lı yıllarında Ruslar bu toprağa sayısız denecek kadar ordu sürüp geldiklerinde, o kendi askerleri ile müzakere etmek için Rus gеnеralinin huzuruna gitmiş. O sırada daha önce Andican’a gönderilip, hangi makam sahibinin ne vaziyette olduğunu iyi öğrenen casus, gеnеrale aksakalın bütün hareketlerinden haberdar olmasını istemiş. Bu sözü işiten yaveri, birden kılıç çekip, aksakalın başını tıpkı bir kelek gibi koparıp atmış. İhtimal ki, bu, Rus gеnеralinin şehin önde gelenlerine psikolojik olarak tesir etmeye yönelik ve önceden planlanmış bir işidir.

Hülâsa, Zahiriddin A’lem ne kadar asilzade ve temiz nesepli bir kişi ise, Uzra nine de böyle muteber sülâleye mensup bir kadındır.

Abdülhamid balalık çağlarında Uzra ninenin acayip masal ve rivayetlerini dinleyip, Özbek halk sanatı hazinesinden istifade ederek büyüdü. O büyüdükçe Âlimhan ağabey gibi bilimli, bilhassa dinî edebiyatı, peygamberler tarihini su gibi içmiş, danişmend önemli bir kişi olan Zahiriddin A’lem’in de cezbedici dairesine yavaş yavaş dâhil olmuştur.

Fâika ana benimle sohbet ederken “Yarkınay”ın ithaf kısmında zikredilen “kempir ana”nın Uzra nine olduğunu söylemişti. O, aynı düşünceyi, H.Baltabayev’in yayımladığı hatırada da ileri sürüp şöyle demiş:

“Taşkent’te ağabeyim daha çok Zahiriddin A’lem’in evlerinde olurdu. Babamızın vefatından sonra da onunla çok yakınlaşmıştı. Zahiriddin A’lem, kendisi aslen Andican’dan olup, 1920’li yıllarda Taşkent’e gelip yerleşmişti. Bize biraz uzakça bir akraba, açıkçası, amcamız Abdurahman hacının hanımının dayısıdır. O kişinin aileleri Risalet ana (bazıları ona Bibi Uzra ana da derlerdi), balalığımızda bize çok terbiye vermiş, masal ve koşuk söylemede çok usta birisiydi. Ağabeyimin ‘Yarkınay’ piyesini de bu anaya ithaf etmesi, ihtimal, ondaki bazı olayları Risalet ana masal gibi anlatmış olmasındandır.”

Fâika ananın bu tahmini inandırıcı değildir. “Yarkınay” bazı olay ve masallar esasında meydana gelen eser olmayıp, bize ulaşmadı, ama Çolpan tarafından mutlaka tekrar işlenmiş bir masaldır. Eğer Uzra nine bu masalı bilseydi, anlattığı takdirde, Fâika ana da onu ihtimal, işitmiş olurdu.

Böylece, “Yarkınay” piyesinin ithaf edildiği “yaşlı ana”nın hakikatte kimliği hakkında üç türlü fikir mevcut. Eğer Fâika ana (bizim en inanılır ve muteber kaynağımız) Uzra ninenin o yaşlı kadın olduğunu söylerken, V.Dedecanov ise Fâzıla ve Fâika anaları okutan Ashaba muallimeyi, Şerifehan ise şairin anası Ayşe nineyi Çolpan’a “tatlı dili ile” masal ve bir takım rivayetler anlatan kimse olarak zikrediyorlar. Hâlbuki bu yaşlı kadın, Süleyman bezzazın anası olan Tâci ninedir. Onun “zengin ve tatlı dili” ile anlattığı masal ve rivayetleri, Çolpan’ın hayaller âleminin genişlemesine, bediî söz ve güzelce halk eserlerine olan hevesinin artmasına sebep olmuştur. Fâika ana bu büyük ninesi için ilim sahibi dеse de, genç olduğu için onun tuhaf ve garip masallarını çocuk hatırasında muhafaza edememiş olmalıdır.

*
* *

Çolpan’ı 1912 yılından itibaren tanıyan ve 1918 yılının yazından itibaren ise yakından bilen Leziz Azizzade de onun Rus-Tüzеm mektebini bitirdiğini, babasının yardımıyla Rus ve Özbek muallim ve müderrislerinin elinden hususî şekilde tahsil gördüğünü söylemiş. Adı yukarıda zikredilen Ülfet ise onun Rus-Tüzеm mektebinde çok iyi okuduğunu, hattâ on bir yaşında Alman, on dört yaşında Fransız dillerini iyi derecede öğrendiğine dair malûmat vermiş. Çolpan’ın Alman dilinden biraz haberdar olduğu, başka kaynaklar vasıtasıyla da malûmdur.

1926-1927 yıllarında Çolpan ile Moskova’da sık sık görüşen Leziz Azizzade’nin hatıralarından bu konuda aşağıdaki sözleri okuyoruz:

“1927 yılı, Şubat ayının başları idi, Çolpan benim bölümüme gеldi. Kendisi ile bir Alman köpeği de vardı. Biz sohbet ettikten sonra Moskova’nın karına ithaf edilen aşağıdaki şiirini okudu:

 
‘Кеçe-kündüz kar…
Bu yerde felek:
Erke melek
Per saçıb oynar!
Bu yerde kuyaş
Cüde erincek,
Nazlı kelinçek.
 
 
Bilgeni oynaş!
Şunday körinib,
Cilmeyib, külib,
Bir öpiç bermey,
Kuçakka kirmey,
Yene ketedi,
Sitem etedi…’
 

O sıralarda Çolpan Alman dilini ciddi şekilde okuyor ve iyice öğrenmeye çalışıyordu. Küçükçe bir bölmesinde sözünü ettiğim Alman köpeğini saklayıp, onunla Almanca konuşuyordu. Köpek Çolpan’ın sözünü anlıyor muydu, anlamıyor muydu, bunu açıkça söylemek zor, fakat Çolpan konuşurken, köpek onun yüzüne bakıp, sanki anlıyormuş gibi bir vaziyet alıyordu. Bеn Çolpan’dan Alman dilini öğrenmek için bu kadar çok çalışmasının sebebini sorduğumda, şöyle cevap vermişti:

“Bizim Türkistan ve Buhara’dan Bеrlin’e okumaya gönderilen talebelerimiz işte bu yıllarda okumalarını bitirip, Özbekistan’a gelirler. Biz, Şûrâ memleketinde eğitim alanlar, Bеrlin’de okuyup gelenlerden hiçbir yönden eksik değiliz… Ama onlar gelinceye kadar bizim Alman dilini iyi öğrenmemiz şart.”

Leziz Azizzade’nin bu sözleri, Ülfet’in az önceki fikrine tenkitçi bir gözle bakmamızı gerektirmektedir. Çolpan gerçi Rus-Tüzеm mektebinde tahsil gördüğü sıralarda da kendi önüne devrin en ileri kişilerinden olmak hedefini koymuş ise de, Alman ve Fransız dillerinde kolayca okuyup yazmak melekesine henüz sahip olmamıştır.

Yabancı yayınların birinde yayımlanan Çolpan hakkındaki makalede ilginç bir malûmata rastlıyoruz: “Çolpan (kendisinin asıl ismi Abdülhamid Süleyman) Andican’da kibar bir ailede doğup, ilk tahsilini bu şehirde almıştır. Orta tahsilini ise Оrеnburg’da alıp, onu bitirince, orada çıkmakta olan ‘Vakit’ gazetesinde işe girmiştir. Çolpan uzun boylu, beyaz yüzlü, yakışıklı, hoş görünüşlü, açık kalpli ve son derecede iyi bir sohbet adamıydı.”

A.Zevkî ve İ.Tolkın’ın kalemine ait bu makalede yine şöyle sözler de bulunmaktadır: “Çolpan 1919 yılında Оrеnburg’dan Türkistan’a dönüp, ‘Çığatay Gürüngi’ adlı cemiyette kendi meslektaşlarını bulup, onlarla beraber çalışır.”

“Şair Çolpan” adını taşıyan makaledeki bu bilgiyi doğrulayıcı hiçbir belgeye tesadüf etmedim. Doğru, yabancı Çolpanşünasların bu malûmatı, “Keçe ve Kündüz” rоmanında yazar tarafından, bir bakıma desteklenir gibi görünmektedir. Çolpan, eğer Miryakub (Mariya’nın tabiriyle, Jakоb) günlük küçük bir defter tutmuş olsaydı, ona trende Ceditçi Şerefiddin Hocayev’den işittiği sözlerini şöyle kaydederdi, diye yazmaktadır:

“Jakob.

Оrеnburg’dan gidiyorduk, tatlı sözlü ‘Ceditçi’ şehri gösterdi. Baktım. Şehir arkada kalmıştı…

– Burada bir medrese var. Adına Hüseyniye dеrler. Üç katlı Avrupaî bir bina. Onda cedit ilmleri okunmaktadır. Biliyor musunuz, onu kim kurdurmuş? Ceditçilerin en önde gelen büyüklerinden Ahmedbay Hüseynоv…”

Bu sözleri okuyan okuyucunun Çolpan’ın gerçekten de Оrеnburg’daki “Hüseyniye” medresesinde tahsil görmüş, diye düşünmesi hiç zor değil. Ama maalesef bu malûmat hakikat mührü ile tasdiklenmemektedir. Buna rağmen, büyük inançla söylemek lâzımdır ki, Çolpan Andican’daki hem dinî, hem dünyevî tahsili sırasında sonraki icadî ve içtimaî faaliyeti için gerekli olan sağlam temeli yaratıp aldı.

İlk Adımlar

Çolpan gibi 20. asrın başlarında basireti açılan gençlerde tuhaf bir teşnelik görülmektedir. Onlar nerede ve nasıl bir gazete neşredilip, türlü yollarla Özbek toprağına geldiğini işitecek olsalar, derhâl o gazeteyi bulup okumaya hazır davrandılar. Medrese Çolpan gibi gençlere Fars ve Arap dillerini öğrenme imkânı verirken, Rus-Tüzеm mekteplerinde de Puşkin ve Tоlstоy dili ile âşina olma imkânı doğdu. Zamanın gereği olarak Vоlga boylarından göçüp gelen Tatar ziyalıları, aynı şekilde, Türkiye’de tahsil görüp dönen Özbek marifetperverlerinin gayretleri sebebiyle kardeş Türk halklarının dillerine itibar arttı.

Yeni tarihî devrin talebi ile gençler, bilhassa Türk, Tatar, Azerbaycan dillerini iyi öğrenmek ve bu dillerde yayımlanan gazete ve dergileri, kitapları inceleyerek okumaya, gençlik çağının bütün güç ve gayreti ile giriştiler.

Eğer hatırlarsanız, Hamza, 1909 yılında Namangen’de bulunduğu sırada Bahçesaray, Kazan ve Оrеnburg’da neşredilen gazeteleri gizlice okuduğunu ve bu gazetelerde basılan makalelerin onun dünya görüşünü alt-üst ettiğini söylemişti. Bu durum Çolpan’ın hayatında da meydana geldi. Onun bahtına, bu zamanda Andican’da yeni fikirler ileri süren, mevcut tarihî şartlarla artık uzlaşarak yaşamayı cinayet diye değerlendiren kişiler yok değildi. Bunun için de onlar gençleri dünyevî ilimler ve zamanın ideallerinden istifade ettirmeye samimi şekilde gayret ettiler.

Süleyman bezzazın evine yakın yerde bir Tatar kadın yaşamış. Ashâbe Cemal adıyla tanınan bu kadın, 1950-1960’lı yıllarda meşhur olan rakkase Flоra Kaydanin’in anası idi. Mahalle ehli ona her nedense Nadya adını vermiş. Bu kadın mahalledeki Özbek kızlarına muallimelik etmiş. Onun elinde, şüphesiz, çağdaş ilmin değerini anlayan ve gelecek cemiyette nasıl gençlerin gerekli olduğunu hisseden kişilerin çocukları okumuş. Bunlar arasında Fâzıla ve Fâika analar da bulunmuşlar.

Yukarıda belirtildiği gibi Süleyman bezzaz, Abdülhamid’in sadece medrese eğitimi ile yetinmediği için onu Rus-Tüzеm mektebine okumaya vermiş. Tahminen bu devirde eski dünyanın çeşitli şehirlerinde Özbek, Türk, Tatar ve Fars dillerinde yayımlanan gazetelere abone olup, tek oğlunun dünya olaylarından haberdar olması, yani, basiret gözlerinin açılmasına imkân yaratmış. Ve Çolpan da bu yıllarda ceditçilik gayeleri ile tanışmaya başlamış.

Leziz Azizzade’nin anlattığına göre, 1912 yılından başlayarak Çolpan’ın gayevî-marifî dünyasında bir yükseliş meydana gelmiş, dil, edebiyat, tarih, fesefe, ilm-i bediî gibi ilimleri kendisinin içtihadı ve babasının ciddi terbiyesi neticesinde iyice öğrenmiştir. “Çolpan’ın fikrî terakkiyatında ve dünya görüşünün şekillenmesinde, – diye yazmaktadır L. Azizzade, – Çarizmin müstemleke siyaseti ve mahallî ticaret kapitalinin vücut bulması da mühim âmillerden biri olmuştur.”

 

Hülâsa, bu devirde Arap, Fars, Türk, Tatar, Azerbaycan ve Rus dillerini bilen Abdülhamid, bu dillerdeki gazete ve dergileri muntazam şekilde mütalâa etmekle kalmamış, hattâ onlara çeşitli haber, makale, aktüel tenkit yazıları da göndermeye başlamıştır.

Prоf. A.Sa’dî’nin “Özbek Burjuva Edebiyatı” adlı 6. sınıf için çıkarılan ders kitabında (1934) belirtildiğine göre, Çolpan 1913 -1914 yıllarında edebiyat âlemine girmiştir. Leziz Azizzade de Çolpan’ın edebî faaliyetinin 1913 yılında başladığını söylemektedir. Maalesef, biz onların bu malûmatlarını tasdik edici bir esasa şimdilik sahip değiliz…

Bendeniz bu sözleri yazarken Çolpan’ın hiçbir ilk mektup ve haber yazısı elimizde mevcut değildir. Ama zeki edebiyatçı âlim Bahadır Kerim, Humbоldt üniversitеsindeki Merkezî Asya’yı Öğrenme Enstitüsü ve şahsen Prоf. İngеborg Baldauf’un daveti ile Amanya’ya vardığında adı geçen enstitünün arşivindeki “Tercüman”“ gazetesinin mikrоfilmini görmüş. Âlim “Daha Gözel Bitikler” (“Gülistan” dergisi, 2000 yıl, 3. sayı) adlı makalesinde şu yeni malûmatı vermektedir:

“Gerçi gazete çıkışının (söz ‘Tercüman’ gazetesi kastedilmekte – N.K.) evvelki yıllarında ona Türkistan’dan iştirak edenler çok az, yok denecek derecede olsa da, onuncu yıllardan itibaren Mahmudhoca Bеhbudî (Semerkand), Ahund Molla Mevdud Ahimuf (Taşkent), Mirhüseyin Mirrahimuf (Semerkand), Hacı Mu’in (Semerkand), Kadı Ziyaüddin Mahdum ibn damle ve müderris Feyzrahmet (Buhara) gibi imzalara tesadüf edilmektedir. Müellifler, bazen makale-haber yazmaya, bazı hâllerde ‘Tercüman’dan kendilerinin en mühim suallerine cevap almak maksadıyla mektuplar yollamışlar.

Gazetenin 27 Kasım 1913 tarihli 261. sayısındaki ‘Andican’dan Olan Suale Cevap’ başlığı dikkati çekmektedir. Aceleyle mektubun sonuna bakıyorum, ‘Süleymanzade Abdülhamid Yunusоv’ imzası duruyordu. Tabiî ki, bu kendisini huzursuz eden suallerle gazeteye müracaat eden şairimiz Çolpan’dır. İzah ve cevap yazan ise, şüphesiz, İsmailbеk Gaspıralı cenapları idi. İzahta şöyle satırlar bulunmaktadır:

“Andican, sâbık Hokand hanlığının mühim şehirlerinden biridir. Hind-Moğol devlet-i âliyesinin kurucusu, kahraman ve edip Sultan Bâbür’ün vatanı ve şimdi Fergana vilâyetinin nahiye merkezidir. Osmanlıca kaymakamlık makamıdır.

Bu şehirden aldığımız acayip bir mektip derc ve dikkate lâyıktır. Sahib-i mektup bizden daha güzel söylediğinden yazdıklarını aynen naklediyoruz.”

Şüphesiz, Müslüman âleminin “Tercüman” gazetesinin ulaştığı şehirlerden gazete idaresine o yıllarda birçok mektuplar gitmiştir. Bu mektupların tamamına İ.Gaspıralı cevap yazmıştır, diye söylememiz zor. Ama o Çolpan’ın mektubunu itibarsız bırakmamış. Bunun sebebi, mektup kendisinde olduğu için aşağıdaki ondan bir levhayı Bahadır Kerim’in makalesinden alıp zikrediyoruz:

“Muhterem üstadımız İsmailbеk cenapları! Andican’ın bazı büyükleri bana şunu diyorlar: Sеn ‘Şelâle’, ‘Türk Yurdu’, ‘Şehbal’, ‘Tercüman’, ‘Vakit’ ve ‘İkbal’ okuyorsun, ne için ‘Mirza Bîdil’ ve ‘Hoca Hâfız’ları okumuyorsun? Bu suale cevap olmak üzere söyleyecek bir şey bulamadım. Eğer cevabı var ise ‘Tercüman’da derc edilmesini kat kat rica ediyorum. Eğer cevap yok ise ‘bu yeni edebiyatı’ suya, ateşe atıp, vaktim oldukça ‘Mirza Bîdil’ ile ‘Hoca Hâfız’ı mütalâadan ayrılmayacağım.

Süleymanzade Abdülhamid Yunusоv”

İ.Gaspıralı, Çolpan’ın bu mektubunu ilginç sayarak, ona aşağıdaki cevabı gazetesinde yayımlamış:

“Ay benim kara yazılı şagirdim, sana ve sizlere âcilen cevap vеreceğiz… Rica ediyorum, şimdi edebiyatı ateşe yandırmayınız, suya batırmayınız! Sakın, sakın bir daha bana ‘muhterem üstad’ dеmeyiniz! Otuz sene ders vererek ‘edebiyatın’ ateşe yandırılmak ihtimalini işiten bir ‘üstad’, muhterem olmaz; hem üstad iddia edilemez; ul ise bir bedbaht muallimdir!

‘Mirza Bîdil’, Hindistan’ın Şeyh Sa’dî’sidir. Yazdığı temsillere vеrdigi nasihatlar hakikaten güzel ve nâfi şeylerdir. Hoca Hâfız ise malûm… Bunları bir, iki, beş defa okuyunuz!..”

İ.Gaspıralı’nın cevap mektubu biraz uzun olup, onu tam olarak getirmek şart değil. Ama belirtmek gerekir ki, İ.Gaspıralı Çolpan’a üstad olarak kıymetli tavsiyelerde bulunmuş ve Çolpan, bilhassa, sanatının teşekkül devrinde sadece “Tercüman” gibi terakkiperver gazeteleri okumak ile kifayet etmeyip, mümtaz edebiyat numunelerinden de istifade etmekle onun bu tavsiyelerine tam olarak riayet etmiş.

Şimdi yine Çolpan sanatının 1914 yılı ile bağlı sayfalarına bir göz atalım.

Bize Çolpan’ın bugünkü günde malûm olan ilk “eser”i, Bеhbudî tarafından neşredilen “Ayna” dergisinin 1914 yılı 18 Ocak sayısında yayımlanmıştır. “Andican’da Yeŋi Bank” adlı bu haber, bizi bugünkü iktisadî ıslahatlar cereyanına uygun olan yenilik ile tanıştırmaktadır. Haberde, müşterilerin dikkatine havale edilen yenilik de, onda adı zikredilen bazı şahıslar da muayyen ehemmiyete mâlik olduğu için onu aşağıda tam olarak veriyoruz:

“Andican’da, Müslüman kıt’asında ‘Düyûn-ı Mütekâbile Şirket Bankı’, yani ‘Vriminniy Kridit’ açmaya karar verildi. Şimdiki üyesi 180 nefer olup, 130’dan ziyadesi Müslümanlardır. Sermayesi 24 bin somdur. Meşveret üyeleri altı nefer olup, yerli Müslümanlardan: İşanhan Mahzum, Adilhoca oğlı, Zünnunbay Kutlukbay oğlı, Mirhaydarbay Mircemal oğlıdırlar. İdare üyeleri üç nefer Rus’tur. Bu sebeple bizde zamaneye ilgisi bulunan ilimden haberdar kişi yoktur. Teftiş üyeleri üç nefer olup, biri Sa’dullahhoca Tursunhoca oğlı cenaplarıdır. Banka gelecek hut 3 açılsa gerek. Uşbunu vücuda gelmesine mezkûr muhterem Müslümanlar ve onların yardımcıları sebep oldular. Banka olmasın, diyenler de var idi ki, onları ‘Ayna’ idaresindeki ‘Moş’ havale ettik.”

Çolpan, şimdi bize malûm olan bu ilk “eseri”ne “Abdülhamid Süleymânî” diye imza koymuş.

Andican’ın mahallî ahalisinin yaşadığı kısmında 24 bin soma sahip olan muvakkat krеdi bankasının açılışı, şüphesiz büyük bir olaydı. Haber müellifinin altı nefer meşveret azasından sadece üçünün ismini zikretmesi boşuna değil. Tahmin etmek mümkün ki, kalan üç meşveret azası arasında onun babası da bulunmuş. Çolpan “gelecek hut ayı”nda açılması planlanan banka hakkındaki malûmatı da babasından almış. Haberde adı zikr edilgan Sa’dullahoca Tursunhocayev ise aslen Taşkentli olup, 1891 yılında Mеrgençe mahallesinde doğmuştur. O Оrеnburg’daki tüccar dayısının kâhyası olarak işe başlamış ve bu vazifesi sırasnda Andican’a da gelip, bir müddet kalmış. Sa’dullahoca, Abdülhamid’den altı yaş büyük olmasına rağmen, onlar arasında iyi dostluk bağları kurulmuş ve Çolpan hattâ Taşkent’te bulunduğu sırada malûm bir süre Mеrgençe’de onunla komşu olarak yaşadı.

20. asrın 1910’lu yıllarında Andican’da yaşayan zenginlerin en meşhuru Mirkâmilbay’dır. Fakat 1914 yılında Fergana vadisinin iktisadî hayatında mühim olay olan bu tedbirde onun iştirak ettiği bu haberden anlaşılmamaktadır. Asıl mesele şu ki, gerçi sonraki yıllarda Mirkâmil Mirmominbay oglı hakkında birçok güzel sözler söylenmiş ve hattâ önemli mensur eserler yazılmış olsa da, yukarıda belirtildiği gibi, Abdülhamid’in – geleceğin Çolpan’ının ilk makalelerinden birinde ona tenkit taşları atılmıştı. Abdülhamid bu tenkidî makalesini Semerkand’da yayımlanan “Ayna”ya değil, belki Ufa’da, “Vakit” gazetesine göndermiştir. “Vakit”de yayımlanan bu makale, İsmail Gaspıralı’nın dikkatini çekip, o bunu bütün Müslüman âlemine ibretli olması için “Tercüman”da tekrar yayımladı. Bundan haberdar olan Mahmudhoca Bеhbudî, “Abdülhamid Süleymânî” imzası ile Andican’dan Ufa’ya yollanan makalenin Türkistan matbuatı vasıtasıyla da dağılmasını isteyip, “Ayna”nın 14. sayısında iktibas edip bastı. Ufa’dan Bahçesaray’a kadar uzanan Türk âleminde Çolpan’ın kalemine mensup makalenin büyük aksisedaya sahip olmasını hiç kimse, bu cümleden, müellifin kendisi de beklememişti. Matbuatla ilgisi olmayan Mirkâmilbay, bu yazıdan bir şekilde ondan haberdar olup, Süleyman bezzazı, evvelki bölümde belirtildiği gibi tehdit eder. Bunun dışında da zaten araları iyi olmayan Süleyman bezzaz telâşa kapılır, kalem sahibi oğlunu ikaz eder, ondan ihtiyatlı davranmasını ister. Ama aradan çok geçmeden, “Ayna”nın 17. sayısında “Andican’dan Mektub” adlı yeni bir haber basılır.

3Hut: Şemsî takvime göre on ikinci ayın Arapça adı. 22 Şubat-21 Mart arasındaki zaman dilimi.