Kalkan Denizi

Tekst
Z serii: Felsefe Yüzüğü #10
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Gwendolyn altın bir köprüde durdu. Tırabzanına sıkı sıkı tutunarak kenardan aşağı baktı ve altında akan hırçın nehri gördü. Akışı öfkeyle kükredi, Gwendolyn bu manzarayı izlerken sular hiç olmadığı kadar yükseldi. Serpintilerini buradan bile hissediyordu.

"Gwendolyn, aşkım."

Gwen, belki yirmi adım ötedeki karşı kıyıdan Thorgrin'in gülümseyerek elini ona uzattığını gördü.

"Bana gel," diye yalvardı. "Nehri geç."

Onu görünce rahatlayan Gwen, ona doğru yürümeye başladı- ta ki onu yolundan döndüren bir başka ses duyana kadar.

"Anne," dedi yumuşak bir ses.

Gwen aksi kıyıda duran bir çocuk gördü. On yaşlarında, uzun, gururlu, geniş omuzlu, asil bir ağıza, güçlü bir çeneye ve parıldayan gri gözlere sahipti. Babası gibi. Tanıyamadığı bir materyalden yapılma güzel ve parlak bir zırh giymişti, belinde ise bir savaşçının silahları vardı. Gücünü buradan bile hissediyordu. Durdurulamaz bir güçtü.

"Anne, sana ihtiyacım var," dedi.

Çocuk elini uzattı ve Gwen ona doğru yürümeye başladı.

Sonra durdu, bir Thor'a bir oğluna bakıyordu. İkisi de ellerini ona doğru uzatmışken bölünmüş hissediyordu. Hangi yöne gideceğini bilmiyordu.

Orada kararsız dururken altındaki köprü aniden çöktü.

Gwendolyn aşağıda hızla akan sulara doğru düştüğünü hissederken çığlık attı.

Gwen buzlu suya düştüğünde donduğunu hissetti, hırçın sularda yuvarlandı ve debelendi. İne çıka, nefes almaya çalışarak dönüp karşılıklı iki kıyıda duran oğluna ve kocasına baktı. İkisi de ona doğru ellerini uzatmıştı ve ikisinin de ona ihtiyacı vardı..

"Thorgrin!" diye bağırdı. Sonra: "Oğlum!" dedi.

Gwen her ikisine doğru bağırarak uzandı ama kısa süre sonra bir şelalenin kenarından aşağı düşer halde buldu kendini.

Kocasını ve oğlunu gözden kaybettiğinde korkunç bir çığlık attı ve aşağıdaki keskin kayalara doğru metrelerce düştü.

Gwendolyn bağırarak uyandı.

Etrafına bakındı, soğuk terler dökmüştü, aklı karışıktı, nerede olduğunu anlamaya çalıştı.

Loş bir şato odasında, duvarlardaki meşalelerin titrek ışıkları altında bir yatakta uzandığını fark etti. Nefes nefese neler olduğunu anlamak için gözlerini çok defa kırptı. Hepsinin bir rüya, korkunç bir kabus olduğunu yavaşça anladı.

Gwen gözlerini kıstı ve odadaki çok sayıda hizmetliyi fark etti. Illepra ve Selese iki yanında durup kollarına ve bacaklarına soğuk bası uyguluyorlardı. Selese alnını nazikçe sildi.

"Şşş," dedi Selese onu rahatlatarak. "Bu sadece bir rüyaydı, leydim."

Gwendolyn, ellerini birinin sıktığını hissettiğinde döndü ve Thorgrin'i gördüğü için kalbi yerinden çıkacak gibi oldu. Thor, yatağının başında çömelmiş, uyandığını gördüğü için parlayan gözlerle Gwen'in ellerini tutuyordu.

"Aşkım," dedi. "İyisin."

Gwendolyn gözlerini kırptı nerede olduğunu , neden yatakta olduğunu ve tüm bu insanların burada ne aradıklarını anlamaya çalıştı.Sonra aniden hareket etmeye çalışınca karnında korkunç bir ağrı hissetti – ve hatırladı.

"Bebeğim!" diye bağırdı aklını kaybetmiş gibi aniden. "Nerede o? Bebeğim yaşıyor mu?"

GwenGwen, çaresiz etrafındaki yüzleri inceledi. Thor elini sıkıca kavradı ve kocaman gülümsedi. O anda her şeyin yolunda olduğunu anladı. Tüm hayatının bu gülümsemeyle güvence altında olduğunu hissetti.

"Elbette yaşıyor," diye cevap verdi Thor. "Tanrıya şükürler olsun. Ralibar'a da. Ralibar ikinizi de buraya tam zamanında getirdi."

"Sağlığı son derece iyi, " diye ekledi Selese.

Aniden, odayı keskin bir ağlama sesi doldurdu, Gwendolyn baktığında Illepra'nın öne geldiğini ve kollarındaki battaniyede kundaklanmış ağlayan bir bebeği tuttuğunu gördü.

Gwendolyn'in kalbi rahatlama hissiyle dolup taştı ve gözyaşlarına boğuldu. Oğlunu görür görmez histerik bir biçimde ağlamaya başladı. O kadar rahatlamıştı ki sevinç göz yaşları yüzünü yıkıyordu. Bebek hayattaydı. Kendisi hayattaydı. Kurtulmuşlardı. Bir şekilde bu korkunç kabustan çıkmayı başarmışlardı.

Hayatı boyunca hiç bu kadar minnet duymamıştı.

Illepra öne eğildi ve bebeği Gwen'in göğsüne yerleştirdi.

Gwendolyn doğruldu ve ona bakarak yüzünü incelemeye başladı. Ona dokunduğu, kollarında ağırlığını hissettiği, kokusunu duyduğu ve yüzünü gördüğünde kendini yeniden doğmuş gibi hissetti, Gwendolyn içinde ona karşı kabaran aşkı minnet duygusuyla birlikte duyumsadı. Buna inanamıyordu, bir bebeği olmuştu.

Kollarına yerleştiğinde bebek birden ağlamayı kesti.Sesi soluğu kesildi, döndü, gözlerini açtı ve doğrudan Gwen'e baktı.

Gwen, bebekle gözleri kilitlendiğinde bir şok dalgasının vücuduna yayıldığını hissetti. Bebek, gözlerini Thor'dan almıştı.  Başka bir boyuttan gelmiş gibi görünen gri, parlak gözleri vardı. Gözlerini delip geçerek bakıyordu. Gwendolyn ona baktığında, bebeğini bir başka zamandan, ezelden beri tanıyor gibi hissetti.

O anda, Gwen hayatı boyunca biri veya bir şeye duyduğu her türlü bağdan daha kuvvetli bir bağ hissetti. Onu sıkıca sardı ve asla bırakmayacağına söz verdi. Onunla ateşlerde yürürdü.

"Simasını senden almış, leydim" dedi Thor ona, öne eğilip Gwen'le birlikte bebeğe gülümseyerek bakarken.

Gwen de gülümsedi, ağlıyordu, duygu seli yaşıyordu. Hayatında hiç bu denli mutlu olmamıştı. Tüm istediği buydu, Thorgrin'le ve bebeğiyle olmak.

"Gözlerini de senden almış," diye cevapladı Gwen.

"Henüz almadığı bir isim gerekli ona," dedi Thor.

"Belki de senin ismini vermeliyiz," dedi Gwendolyn, Thor'a.

Thor kararlı bir şekilde kafasını salladı.

"Hayır. Annesinin oğlu. Senin ifadeni taşıyor. Gerçek bir savaşçı annesinin maneviyatını  ve babasının yeteneklerini taşımalı. Ona yardımcı olması için her ikisine de ihtiyacı var. Benim yeteneklerimi alacak ve ismini de senden almalı."

"O zaman önerin nedir?" diye sordu Gwen.

Thor düşündü.

"İsmi seninkine benzemeli. Gwendolyn'in oğlunun adı… Guwayne olmalı."

Gwen gülümsedi. Söyler söylemez tınısına bayıldı.

"Guwayne," dedi. "Sevdim bunu."

Gwen bebeği sıkıca tutarken kocaman gülümsedi.

Bebeğine bakıp, "Guwayne," dedi.

Guwayne dönüp gözlerini yeninden açtı ve doğrudan Gwen'e baktı, ona gülümsediğine yemin edebilirdi Gwen. Bunun için daha çok küçük olduğunu biliyordu ama bir anlığına bir şey gördü ve bebeğin kendi ismine onay verdiğinden emin oldu.

Selese öne eğildi ve Gwen'in dudaklarına merhem sürüp, yoğun ve koyu renkli bir içecek verdi. Gwen hemen canlandı. Yavaşça kendine geldiğini hissetti.

"Ne kadar süredir buradayım?" diye sordu Gwen.

"Neredeyse iki gündür uyuyorsunuz, leydim," dedi Illepra. "Büyük tutulmadan beridir."

Gwen hatırlayınca gözlerini kapadı, tüm o görüntüler zihnine üşüştü. Tutulmayı, doluyu ve depremi hatırladı. Daha önce hiç böyle bir şey görmemişti.

"Bebeğimiz büyük alametlerin işaretlerini taşıyor," dedi Thor. "Tüm krallık olaylara şahit oldu. Doğumu şimdiden en uzak yerlerde herkes tarafından konuşuluyor."

Gwen, bebeği sıkıca tutarken, vücuduna yayılan bir sıcaklık hissetti, ne kadar özel olduğunu bizzat kendi duyumsadı. Onu tutarken tüm vücudu karıncalanıyordu, sıradan bir çocuk olmadığını biliyordu. Damarlarında ne tür güçlerin aktığını merak etti.

Thor'a bakarak merak etti. Bu çocuk da bir ruhban mıydı?

"Tüm bu zaman boyunca burada mıydın?" diye sordu Thor'a, hep yanında durduğunu fark ederek ve ona karşı hissettiği minnetin altında boğularak.

"Buradaydım, leydim. Duyar duymaz geldim. Dün gece hariç. Geceyi Keder Gölü'nde geçirdim. İyileşmen için dua ettim."

Gwen yeniden göz yaşlarına boğuldu, duygularını kontrol edemiyordu. Hayatı boyunca hiç bu kadar mutlu olmamıştı, bu çocuğu kollarında tutmak hiç mümkün olduğunu düşünmediği bir şekilde kendini tamamlanmış hissettiriyordu.

Kendine rağmen, Gwen Dipdünya'daki o kader anına, yapmak zorunda bırakıldığı seçime döndü.  Thor'un ellerini kavradı ve bebeği sıkıca tuttu, ikisini de yakınında tutmak, ikisiyle de sonsuza dek birlikte olmak istiyordu.

Ancak birinin ölmek zorunda olduğunu biliyordu. Ağlamasını durduramıyordu.

"Sorun nedir, aşkım?" diye sordu Thor sonunda.

Gwen kafasını salladı, ona anlatamazdı.

"Üzülme," dedi. "Annen hala yaşıyor, eğer onun için ağlıyorsan."

Gwen birden bire hatırladı.

"Çok hastaydı," diye ekledi Thor. "Ama onu görecek zamanın hala var."

Gwen bunu yapmak zorunda olduğunu biliyordu.

"Onu görmem lazım," dedi. "Beni şimdi ona götür."

"Emin misiniz, leydim?" diye sordu Selese.

"Sizin durumunuzdaki biri hareket etmemeli," diye ekledi Illepra. "Doğumunuz en zor şartlarda gerçekleşti ve iyileşmeniz için zamana ihtiyacınız var. Hayatta olduğunuz için şanslısınız."

Gwen kararlı bir biçimde kafasını salladı.

"Annem ölmeden önce onu görmeliyim. Beni ona götür. Şimdi."

BEŞİNCİ BÖLÜM

Godfrey, içki salonundaki uzun ahşap masanın ortasına oturmuş, her iki avucunda bir maşrapa bira, MacGil ve McCloud'ların oluşturduğu büyük grupla birlikte şarkı söylüyor, diğerleriyle beraber  maşrapaları masaya vuruyordu. Grup ileri geri salınıyor, şarkının her satırını noktalarken maşrapalarını masaya vurunca, ellerine ve masaya biraları dökülüyordu. Fakat Godfrey umursamıyordu. Bu hafta boyu her gece yaptığı gibi içkisine gömülmüş kendini iyi hissediyordu.

İki yanında Akorth ve Fulton oturuyordu.Etrafına baktığında masayı çevreleyen eski düşmanlar MacGil ve McCloud'lardan oluşan onlarca adamı, organize ettiği bu içki aleminde bir araya toplamasının vermiş olduğu tatmini yaşıyordu. Bunu noktaya ulaşması için Godfrey günler boyu Yüksek Topraklar'ı baştan başa geçmişti. Başlangıçta adamlar isteksizdi ama Godfrey fıçı fıçı biraları ve ardından kadınları önlerine serince gelmeye başlamışlardı.

Başlangıçta bir kaç adam vardı, birbirlerinden tedirgin duruyorlar, salonda kendi taraflarını tutuyorlardı. Fakat Godfrey Yüksek Topraklar'ın tepesinde tünemiş bu içki salonunu doldurmayı başardığında adamlar gevşemiş ve birbirleriyle kaynaşmışlardı. Onları bir araya getirmek için bedava biradan daha iyisinin olmadığını Godfrey biliyordu.

 

Aralarındaki sınırı kaldırmalarına, erkek kardeş gibi hissetmelerine sebep olan şey Godfrey'in kadınları getirmesiydi.Yüksek Topraklar'ın her iki tarafından tüm bağlantılarını kullanıp, genelevleri taramış ve kadınlara cömert davranmıştı. Artık askerlerle birlikte salonu doldurmuşlardı; çoğu, askerlerin kucağında oturuyordu ve herkes mutluydu. İyi ücret ödenen kadınlar mutluydu, adamlar mutluydu, birbirleriyle uğraşmayı bırakıp bunun yerine içkiye ve kadınlara odaklanınca tüm salon neşe ve keyifle çınlıyordu.

Gece ilerlerken Godfrey bazı MacGil ve McCloud'ların arkadaş olup birlikte devriyeye çıkma planlarını duymuştu. Bu tam olarak kız kardeşinin onu başarması için gönderdiği türden bir bağdı, Godfrey bunu başardığı için kendiyle gurur duyuyordu. Süreçten kendisi de çok keyif almıştı, yanakları çok fazla bira tükettiği için kırmızıydı. Bu McCloud birasında fark ettiği bir şey vardı; Yüksek Topraklar'ın bu tarafında bira çok daha güçlüydü ve doğrudan kafaya etki ediyordu.

Godfrey bir orduyu güçlendirmenin, insanları bir araya getirmenin ve yönetmenin farklı yolları olduğunu biliyordu. Siyaset bunlardan biriydi, yönetim bir diğeri; kanunların yürürlüğü ise bir başkası. Fakat bunlardan hiç biri bu adamların kalbini kazanamazdı Godfrey, tüm kusurlarına rağmen halka nasıl erişebileceğini biliyordu. Kendisi de halktan biriydi. Kraliyet ailesinin asaletine sahip olsa da kalbi her zaman topluluklardan yanaydı. Belirli bir bilgeliği vardı, bu sokaklardan edindiği ve parlak gümüşlerle kuşanan şövalyelerin asla sahip olmadığı bir özellikti. Fakat Godfrey, halka inmenin de belirli avantajları olduğunu fark etti. Bu ona insanlık hakkında farklı bir bakış açısı sağlıyordu ve bazen insanları tam olarak anlamak için her iki bakış açısına ihtiyaç vardı. Ne de olsa  Kralların yaptığı en büyük hata halktan olan insanlarla bağlarını koparmış olmalarıydı.

"Bu McCloud'lar nasıl içeceklerini biliyorlar," dedi Akorth.

"İnsanı hayal kırıklığına uğratmıyorlar," diye ekledi Fulton, önlerindeki masaya iki maşrapa daha verilirken.

"Bu içki çok sert," dedi Akorth, yüksek sesle geğirirken.

"Evimizi hiç özlemiyorum desem yeridir," diye ekledi Fulton.

Godfrey kaburgalarından dürtüldüğünü hissetti, dönüp baktığında McCloud adamlarının abartarak sallandıklarını, çok yüksek sesle güldüklerini, kadınlarla eğlenirken çok sarhoş olduklarını gördü. McCloud'ların, MacGil'lere göre biraz daha kaba olduklarını fark etti. MacGil'ler sert adamlardı ama McCloud'lar– onlarla ilgili bir şeyler vardı, medeniyetten biraz uzaklardı. Uzman bakışlarla odayı incelerken Godfrey, McCloud'ların kadınları çok sıkı tuttuklarını, maşrapalarını çok sert tokuşturduklarını, birbirlerini kabaca dirseklediklerini fark etti. Bu adamlarla ilgili bir şey onlarla geçirdiği tüm günlere rağmen Godfrey'i rahatsız ediyordu. Bir şekilde bu insanlara tam olarak güvenmiyordu. Onlarla ne kadar fazla zaman geçirirse, iki klanın neden birbirlerinden ayrıldıklarını o kadar iyi anlamaya başlıyordu. İki topluluğun gerçekten birleşip birleşemeyeceklerini merak etti.

İçki alemi zirve yaparken daha fazla sayıda maşrapa önlerine konuyordu, öncekine kıyasla iki katıydı. McCloud'lar normalde askerlerin bu raddeye geldiklerinde yaptıkları gibi yavaşlamıyorlar aksine, daha fazla hatta haddinden fazla içiyorlardı. Godfrey, kendine rağmen biraz gerilmişti.

"Bu adamların bu kadar içeceklerini tahmin eder miydin?" diye sordu Godfrey, Akorth'a.

Akorth güldü.

"Günahkar bir soru!" diye düşünmeden sordu.

"Sana ne oldu böyle?" diye sordu Fulton.

Fakat Godfrey, önünü göremeyecek kadar sarhoş olan McCloud'lardan biri, asker arkadaşlarına çarpıp onları da düşürürken diken üstünde bu sahneyi izledi.

Bir anlığına herkes duraksadı ve odadakiler yere düşen asker grubuna baktılar.

Askerler yerinde kalkıp çığlık atarak gülmeye ve eğlenmeye başlayınca, alemin devam etmesi Godfrey'i rahatlattı.

"Yeterince içtiler mi diyorsun?" diye sordu Godfrey, tüm bunların kötü bir fikir olup olmadığını merak etmeye başlamıştı.

Akorth ona boş boş baktı.

"Yeterince mi?" diye sordu. "Öyle bir şey mi var?"

Godfrey, kelimeleri yuvarladığını ve zihninin istediği kadar açık olmadığını kendi de fark etti. Yine de odada bir şeylerin değiştiğini, sanki bir şeylerin olması gerektiğinden farklı olduğunu sezmeye başladı. Hepsi biraz fazla gelmişti, sanki odadakilerin hepsi kendine hakim olma hissini yitirmişlerdi.

"Ona dokunma!" diyerek bağırdı biri aniden. "O benim!"

Sesinin tonu, karanlık ve tehlikeliydi, havayı keserek Godfrey'in dönüp bakmasına sebep oldu.

Salonun öte ucunda bir MacGil askeri, göğsünü dışarı çıkarıp McCloud'lardan biriyle tartışıyordu. McCloud uzanıp, MacGil'in kucağındaki kadını tutmuş, bir kolunu beline sararak geriye doğru çekmişti.

"Senindi. Artık benim! Git başkasını bul !"

MacGil'in ifadesi karardı ve kılıcını çekti. Odayı delen keskin ses duyulduğunda herkes dönüp oraya baktı.

"O benim dedim!" diye bağırdı.

Suratı kırmızı, saçları terden dolaşmıştı, bu ölümcül tonla dikkat kesilen tüm oda izlemeye koyuldu.

Her şey aniden durdu ve oda sessizliğe gömüldü, salonun her iki tarafında adamlar donmuş bu sahneyi izliyorlardı. Şişman, iri yarı McCloud, yüzünü ekşitip kadını aldı ve kaba bir hareketle yana savurdu. Kadın kalabalığa doğru uçtu, tökezledi ve düştü.

Kadın, McCloud'un umrunda değildi, tek isteğinin kadından ziyade kan akıtmak olduğu artık hepsi tarafından açıkça anlaşılıyordu.

McCloud da kendi kılıcını çekerek karşılık verdi.

"Onun hayatına karşılık seninki!" dedi McCloud.

Etraftaki askerler geri çekilerek, dövüşmeleri için küçük bir alan açtılar. Godfrey herkesin gerildiğini görebiliyordu. Herkesi içine alan bir savaşa dönmeden önce bunu durdurması gerektiğini biliyordu.

Godfrey masanın üstüne zıpladı, maşrapa biraları kaydırıp, salon boyunca koşturdu ve dövüş alanının ortasına geldi. İki avucunu ikisinin göğsünde tutarak onları birbirlerinden ayrı tuttu.

"Adamlarım!" diye bağırdı, kelimeleri kayıyordu. Odaklanmaya ve zihnini açmaya çalıştı, çok samimi biçimde şu anki kadar sarhoş olduğundan dolayı pişman olmuştu.

"Burada hepimiz aynıyız!" diye bağırdı. "Hepimiz tek bir halkız! Tek bir ordu! Dövüşmeye gerek yok. Tadına bakılacak yeterli sayıda kadın var! Hiç biriniz ciddi değilsiniz!"

Godfrey, MacGil'e döndü, adam orada dudak bükerek kılıcını tutuyordu.

"Özür dilerse kabul ederim," dedi MacGil.

McCloud, aklı karışmış halde orada dururken aniden ifadesi yumuşadı ve yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi.

"O zaman özür dilerim!" dedi McCloud, sol elini uzatarak.

Godfrey yana çekildi, MacGil tedbirle yaklaştıktan sonra ikisi el sıkıştılar.

Bu esnada, McCloud aniden MacGil'in elini tutarak kendine doğru çekti, kılıcını havaya dikip adamı tam göğsünden bıçakladı.

"Özür dilerim," diye ekledi, "seni daha önce öldürmediğim için MacGil alçağı!"

MacGil cansız bedeniyle yere düştü, yere kan dökülüyordu.

Ölmüştü.

Godfrey şok içinde donakaldı. Askerlerden bir adam ötedeydi ve tüm bunların kendi suçu olduğunu düşünmeden edemiyordu. MacGil'i savunmasız kalmaya cesaret veren ve anlaşmalarına aracılık eden kendisiydi. Bu McCloud tarafından ihanete uğramış, tüm adamları önünde kandırılmıştı.

Godfrey düzgün düşünemiyordu, çok içmişti, aniden içinde bir şey oldu.

Tek bir hareketle, Godfrey eğilerek ölü MacGil'in kılıcını aldı, öne çıkarak, McCloud'u kalbinden şişledi.

McCloud, gözleri fal taşı gibi açılmış bir halde ona bakıyordu, sonra kılıç hala göğsüne saplıyken yere cansız halde yıkılıverdi.

Godfrey, kanlı ellerine baktı, az önce ne yapmış olduğuna inanamıyordu. Hayatında ilk defa bir adamı bu kadar yakından öldürmüştü. İçinde böyle bir içgüdünün varlığından habersizdi.

Godfrey onu öldürmeyi planlamamıştı; bunu detaylı düşünmemişti bile. Sadece derinliklerinden bir tarafı üstün gelmiş ve adaletsizliğe karşı intikam talep etmişti.

Salonda aniden kargaşa başladı.  Adamlar her taraftan bağırıp birbirlerine öfkeyle saldırıyorlardı. Kılıçlar çekilirken çıkan sesler odayı doldurdu ve Godfrey bir kılıç darbesi kafasına inmek üzereyken Akorth sayesinde aralarından çekildiğini hissetti.

Bir başka asker – Godfrey kim olduğunu veya nedenini hatırlamıyordu – onu tuttu ve biraların sıralı olduğu masaya fırlattı. Godfrey'in son hatırladığı ahşap masada boydan boya kaydığı, her bir bira maşrapasına kafasını çarparak yere düştüğü oldu. Burası hariç başka her yerde olmak kabulüydü.

ALTINCI BÖLÜM

Hizmetliler kapıları açınca Gwendolyn, tekerlekli sandalyede, kollarında Guwayne'i tutarak, kendini hazırladı. Thor onu annesinin hasta yatağına doğru itti. Kraliçe'nin muhafızları içeri girerlerken selama durdular. Gwen karanlık odaya girdiklerinde bebeğini daha sıkı tuttu. Oda sessizdi, boğucu ve havasızdı. Duvarlarda titrek meşale ışıkları vardı. Havadaki ölümü hissediyordu.

Guwayne diye düşündü. Guwayne, Guwayne.

Bu ismi zihninin içinde söyledi, kendi kendine tekrar etti, ölüm döşeğindeki annesi dışında her hangi bir şeye odaklanmaya çalışıyordu. Bunu düşünürken isim onu rahatlıyor, sıcaklıkla dolduruyordu. Guwayne. Mucize çocuk. Bu bebeği ifade edebileceğinden çok seviyordu.

Gwen, annesi ölmeden bebeğini görmesini istedi. Annesinin onunla gurur duymasını, onun hayır duasını almak istedi. Kabul etmeliydi. Sıkıntılı geçmişlerine rağmen, Gwen, annesi ölmeden önce aralarında barış ve uzlaşı istiyordu. Şu an çok hassas bir durumdaydı ve annesiyle kısa süredir daha yakın hissettiği gerçeği aklını daha çok kaybetmesine neden oluyordu.

Kapılar arkasından kapanırken kalbinin sıkıştığını hissetti. Odaya baktı ve annesinin yanında duran onlarca hizmetliyi gördü. Eski muhafızlardan hatırladığı, eskiden babasının emrinde olan insanlardı. Oda insan kaynıyordu. Bu bir ölüm seyriydi. Annesinin yanı başında elbette, sonuna kadar vefakar hizmetlisi Hafold duruyor, hayatı boyunca yaptığı gibi kimseyi yanına yaklaştırmadan onu koruyordu.

Thor, Gwendolyn'i annesinin yanına doğru iterken, Gwen kalkıp annesine eğilerek onu kucaklamak istedi. Fakat vücudu hala ağrıyordu, bu haliyle kıpırdayamıyordu.

Bunun yerine, tek eliyle uzandı ve annesinin bileğini tuttu. Teni soğuktu.

Orada baygın yatan annesi o sırada tek gözünü yavaşça açtı. Şaşırmış ve Gwen'i gördüğü için memnun olmuştu. Gayret ederek iki gözünü birden araladı ve konuşmak için ağzını açtı.

Kelimeleri sıralamaya çalıştı ama sadece bir nefes gibi çıktılar. Gwen onu anlayamadı.

Annesi boğazını temizledi ve Hafold'a eliyle işaret etti.

Hafold hemen eğildi ve kulağını Kraliçe'nin ağzına götürdü.

"Evet, leydim?" diye sordu Hafold.

“"Herkesi dışarı çıkart. Kızımla ve Thorgrin'le yalnız kalmak istiyorum."

Hafold, Gwen'e kısa bir bakış attı, içerleyerek cevap verdi, "Nasıl isterseniz, leydim." dedi.

Hafold herkesi hemen toparladı ve kapıya kadar geçirdi, sonra geri gelip Kraliçe'nin yanındaki  yerini aldı.

"Yalnız," diye tekrarladı Kraliçe, Hafold'un bildiği bir bakışla.

Hafold yatağa baktı, şaşırmıştı sonra Gwen'e kıskanan gözlerle bakıp odadan bir hışımla çıktı ve arkadan kapıyı sıkıca kapadı.

Gwen Thor'la beraber oturuyor, herkes çıktığı için rahatlamış hissediyordu. Ölüm havada kalın bir battaniye gibi asılı duruyordu, annesi onunla daha fazla kalamayacaktı.

Annesi, Gwen'in ellerini tuttu, Gwen de onlarınkini sıktı. Annesi gülümsedi, yanağından bir gözyaşı döküldü.

"Seni gördüğüme sevindim," dedi annesi. Sözler bir fısıltı gibi çıkmıştı, zar zor duyuluyordu.

Gwen yeniden ağlamaklı hissetti, güçlü olmak, annesinin hatırına gözyaşlarına hakim olmak için elinden geleni yaptı. Fakat kendine hakim olamıyordu, gözyaşları aniden boşaldı, hiç durmadan ağlamaya başladı.

"Anne," dedi. "Üzgünüm. Çok üzgünüm. Her şey için."

Gwen, hayatı boyunca daha yakın olamadıkları için üzüntü seline kapılmıştı. İkisi birbirlerini hiç bir zaman gerçekten anlayamamıştı. Kişilikleri hep çatışmıştı, olayları hiç aynı yerden görememişlerdi. Gwen ilişkileri için üzgündü, bunun sorumlusu kendisi olmasa bile. Geriye dönüp baktığında her şeyi daha farklı yapmak için söyleyebileceği veya yapabileceği bir şeyler olmasını diledi. Fakat hayatlarıyla ilgili her şeyde iki ayrı uçta yer alıyorlardı. Görünüşe göre ikisinin de sarf edeceği her hangi bir çaba bunu değiştirmeyecek gibiydi. Aynı aileye mensup, anne-kız ilişkisiyle hapsolmuş birbirlerinden çok farklı iki insandı onlar. Gwen asla onun istediği kızı olamadı, Kraliçe de Gwen'in arzuladığı anne değildi. Gwen kaderlerinin neden bir yazıldığını  merak etti.

 

Kraliçe kafasını salladı, Gwen anladığını görebiliyordu.

"Ben de üzgünüm," diye cevapladı. "Sen sıra dışı bir kız çocuğuydun. Sıra dışı bir Kraliçesin. Benim olduğumdan daha büyük bir Kraliçe ve babanın olabildiğinden çok daha iyi bir hükümdarsın. Burada olsa seninle gurur duyardı. Benden daha iyi bir anneyi hak ediyordun."

Gwen gözyaşlarını elinin tersiyle sildi.

"Sen iyi bir anneydin."

Annesi kafasını salladı.

"Ben iyi bir Kraliçe, sadık bir eştim. Ama iyi bir anne değildim. Sana karşı değildim en azından. Sanırım sende çok fazla kendimi gördüm ve bu beni korkuttu."

Gwen elini sıktı, ağlıyordu, birlikte geçirebilecekleri biraz daha fazla zamanları olmasını, hayatlarında bunun gibi bir konuşmayı daha önce yapmış olmayı diledi. Şimdi artık Kraliçe olmuşken, ikisi de daha yaşlıyken ve artık bir çocuğu varken Gwen annesinin yanında olmasını istedi. Ona danışabilmeyi istiyordu. Fakat kaderin cilvesine bakın, onu yanında en çok istediği zamanda o artık etrafında olamayacaktı.

"Anne, çocuğumla tanışmanı istiyorum. Oğlum Guwayne."

Kraliçenin gözleri şaşkınlık içinde açıldı, kafasını yastıktan kaldırıp aşağı baktığında Gwen'in kollarındaki Guwayne'i ilk kez gördü.

Kraliçe nefesini tuttu, biraz daha doğruldu ve hıçkırıklara boğuldu.

"Ah Gwendolyn," dedi annesi. "Bu gördüğüm en güzel bebek."

Uzandı ve Guwayne'e dokudu, parmaklarını alnında gezdirirken hıçkırıkları arttı.

Annesi yavaşça dönüp Thor'a baktı.

"Çok iyi bir baba olacaksın," dedi. "Eski kocam seni seviyordu. Neden olduğunu şimdi anlıyorum. Senin hakkında yanılmışım. Beni bağışla. Gwendolyn'le birlikte olduğun için mutluyum."

Thor ciddiyetle kafasını salladı, uzanıp Kraliçe ona doğru uzanırken omuzlarını tuttu.

"Bağışlanacak bir şey yok," dedi.

Kraliçe döndü ve Gwendolyn'e baktı, gözlerindeki ifade sertleşti; Gwen gözlerinde bir değişim gördü, eski Kraliçenin geri döndüğünü fark etti.

"Şimdiye kadar çok sayıda mücadele verdin," dedi annesi. "Hepsinin çetelesini tuttum. Her yerde bana çalışan insanlar var. Senin için korkuyorum."

Gwendolyn ellerini okşadı.

"Anne, şimdi bunları dert etme. Devlet işleriyle uğraşma vakti değil."

Annesi kafasını salladı.

"Her zaman devlet işleri vaktidir. Hele şimdi çok daha fazla. Cenazeler, sakın unutma, devlet işidir. Aile etkinlikleri değildir, siyasi olaylardır."

Annesi uzun süre öksürdü ve derin nefes aldı.

"Fazla zamanım yok, o yüzden beni iyi dinle," dedi, sesi daha zayıf geliyordu. "Bunları kalbine yaz. Duymak istemesen bile."

Gwen öne yaklaştı ve ciddiyetle kafasını salladı.

"Ne dersen, anne."

"Tirus'a güvenme. Sana ihanet edecek. Onun halkına da güvenme. MacGiller, bizler gibi değil. Sadece isimleri bizden. Bunu sakın unutma."

Annesinin hırıltısı duyuldu, nefes almaya çalıştı.

"McCloudlar’a da güvenme. Barış sağlayacağına inanma."

Annesi hırıldadı ve Gwen bunu düşündü, sözlerindeki daha derin anlamı yakalamayı denedi.

"Silahlarını ve savunmalarını daha çok kuvvetlendir. Barışın bir yanılsama olduğunu ne kadar iyi kavrarsan, o kadar çok huzur sağlarsın."

Annesi yeniden hırıldadı, uzun sürdü, gözlerini kapattı; bunu yapmak için annesinin ne kadar çok çaba sarf ettiğini görünce Gwen'in kalbi acıyordu.

Bir taraftan bunların sadece uzun zamandır yorgun ve ölmekte olan bir Kraliçenin sözleri olduğunu düşündü,  fakat diğer taraftan bunların hikmet dolu olduğunu kabul etmekten kendini alamıyordu, belki de bu kabul etmek istemediği bir bilgelikti.

Annesi yeniden gözlerini açtı.

"Kız kardeşin Luanda," diye fısıldadı. "Onu cenazemde istiyorum. O benim kızım. İlk doğanım."

Gwendolyn nefes aldı, şaşırmıştı.

“O korkunç şeyler yaptı, sürgünü hak ediyor. Fakat ona bu lütuf için izin ver, bir defalığına. Beni toprağa gömerlerken orada olmasını istiyorum. Ölüm döşeğindeki bir annenin bu isteğini geri çevirme.”

Gwendolyn ikiye bölünmüştü, iç geçirdi. Annesini memnun etmek istiyordu fakat tüm yaptıklarından sonra Luanda’nın geri dönmesine izin vermek istemiyordu.

“Bana söz ver,” dedi annesi, Gwen’in ellerini sıkıca tutarak. “Bana söz ver.”

Sonunda hayır diyemeyeceğini fark edince Gwendolyn kafasını salladı.

“Sana söz veriyorum, Anne.”

Annesi içini çekti ve memnun bir şekilde kafasını salladı sonra da yastığa yaslandı.

“Anne,” dedi Gwen, boğazını temizleyerek. “Çocuğum için hayır duanı almak istiyorum.”

Annesi gözlerini güçlükle açıp ona baktı, sonra kapadı ve yavaşça başını salladı.

“O bebek zaten her çocuğun isteyeceği duaları aldı. Benim duam onunla olsun – ama inan buna ihtiyacı yok. Göreceksin, kızım, çocuğun senden, Thorgrin’den ya da daha önce dünyaya gelmiş ve bundan sonra gelecek herkesten çok daha güçlü. Yıllar önce bu kehanette bulunuldu.”

Annesi uzun süre hırıldadı, Gwen tam her şeyi söylediğini, artık ayrılabileceğini düşünürken, annesi gözlerini son bir kez daha açtı.

“Babanın sana ne öğrettiğini unutma,” dedi, sesi o kadar zayıftı ki zar zor konuşuyordu. “Bazen bir krallık en çok savaştayken huzurludur.”