Anne'in Hayaller Evi

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

BÖLÜM 3
HAYALLER DİYARI

“Düğüne kimleri çağıracağınıza karar verdiniz mi Anne?” diye sordu Bayan Rachel Lynde. Bir yandan da harıl harıl mendil kenarlarını işliyordu. “Davetiyeleri yollamanın zamanı geldi. Resmi davetiye olmasa bile.”

“Çok kişi çağırmayı düşünmüyorum.” dedi Anne. “Sadece en çok sevdiğimiz insanlar şahit olsunlar istiyoruz düğünümüze. Gilbert’ın ailesi, Bay ve Bayan Allan ile Bay ve Bayan Harrison olacak.”

“Bay Harrison’ı arkadaş bile saymadığın zamanlar olmuştu.” dedi Marilla soğuk bir şekilde.

“Yani, ilk görüşmemizde kendisine pek de kanım ısınmamıştı.” diyerek Marilla’yı onayladı Anne. Bu hatırası kahkaha atmasına sebep oldu. “Ama Bay Harrison’ı tanıdıkça sevdim. Bayan Harrison ise dünya tatlısı bir insan. Tabii bir de Bayan Lavendar ve Paul var.”

“Bu yaz adaya gelmeye karar verdiler mi? Avrupa’ya gideceklerini sanıyordum.”

“Evleneceğimi yazınca fikir değiştirdiler. Bugün Paul’dan bir mektup aldım. Düğünüme gelmek zorundaymış, Avrupa’ya ne olacağı umurunda bile değilmiş.”

“O çocuk sana hep tapardı.” dedi Bayan Rachel.

“O ‘çocuk’ artık on dokuz yaşında bir delikanlı Bayan Lynde.”

“Zaman nasıl da akıp geçiyor!” Bayan Lynde’in zekice ve ona özgü cevabıydı.

“Dördüncü Charlotta da onlarla gelebilirmiş. Kocası izin verirse geleceğini haber etmiş Paul’a. O kocaman mavi kurdeleleri hâlâ takıyor mu merak ediyorum. Acaba kocası ona Charlotta mı yoksa Leonara mı diye hitap ediyor? Charlotta’nın düğünümde olmasını çok isterim. Uzun zaman önce Charlotta’yla beraber bir düğüne katılmışlığımız var. Gelecek hafta Echo Lodge’da olmayı planlıyorlar. Sonra Phil ve Papaz Jo…”

“Bir papaz hakkında bu şekilde konuşman hoş değil Anne.” dedi Bayan Rachel sertçe.

“Karısı ona bu şekilde hitap ediyor.”

“Kutsal bir makama daha çok saygı duyması gerekir onun da.” diyerek sertçe çıkıştı Bayan Rachel.

“Ben senin papazları sert bir şekilde eleştirdiğini duydum ama.” diyerek şaka yaptı Anne.

“Evet ama ben bunu saygıyla yapıyorum.” diyerek itiraz etti Bayan Lynde. “Benim bir papaza takma ad taktığımı duymamışsındır hiç.”

Anne gülmemek için kendini tuttu.

“Neyse, Diana, Fred, Küçük Fred ve Küçük Anne Cordelia ve Jane Andrews da gelecek. Keşke Bayan Stacey, Jamesine Teyze, Priscilla ve Stella da gelebilselerdi düğüne. Ama Stella Vancouver’da, Pris Japonya’da, Bayan Stacey evlenip Kaliforniya’ya yerleşti. Jamesine Teyze ise her ne kadar yılanlardan korksa da kızının görev yerini görmek için Hindistan’a gitti. İnsanların bu şekilde dünyanın dört bir tarafına dağılmış olması gerçekten de korkunç.”

“Tanrı’nın dileği bu değildi, o kadar.” dedi Bayan Rachel yetkin bir havayla. “Bizim zamanımızda insanlar doğdukları yerde ya da yakınlarda büyür, evlenir ve yerleşirlerdi. Şükürler olsun ki sen adaya bağlı kaldın Anne. Gilbert mezun olunca dünyanın bir ucuna gitmek isteyip seni de peşinden sürükler diye korkuyordum.”

“Eğer herkes doğduğu yerde kalsaydı, her yer insanla dolup taşardı Bayan Lynde.”

“Seninle tartışmayacağım Anne. Ne de olsa üniversite mezunu değilim ben. Düğün töreni hangi gün yapılacak?”

“Öğlen ya da öğleden sonra diye karar aldık. Böylece Glen St. Mary’e giden akşam trenine yetişebileceğiz.”

“Peki, salonda mı evleneceksiniz?”

“Yağmur yağmadığı müddetçe hayır. Bostanda, masmavi gökyüzü yukarıda uzanırken ve güneş etrafımızı ışıl ışıl aydınlatıyorken evlenmek istiyoruz. Eğer elimden gelse nerede ve nasıl evlenmek isterdim biliyor musun? Şafak vaktinde, bir haziran gününün şafağında. Güneş tüm görkemiyle yükselirken ve güller tomurcuklanırken, Gilbert’la buluşup kayın korusunun tam ortasına giderdik. Yemyeşil dalların meydana getirdiği kemer muhteşem bir katedral gibi olurdu ve biz orada evlenirdik.”

Marilla ayıplarcasına burun kıvırdı. Bayan Lynde şoka girmişti sanki.

“Ama bu çok tuhaf olurdu Anne. Ayrıca pek de yasal gibi görünmüyor. Hem Bayan Harmon Andrews ne der sonra?”

“Bu da bir dert işte.” diyerek iç çekti Anne. “Bayan Harmon Andrews ne der korkusuyla yapamadığımız bir sürü şey var hayatta. ‘Bu doğru, bu kötü, bu iyi, bu yanlış.’ Eğer Bayan Harmon Andrews olmasaydı ne kadar güzel şeyler yapabilirdik kim bilir.”

“Öyle zamanlar oluyor ki seni hiç anlayamıyorum Anne.” diye şikâyet etti Bayan Lynde.

“Anne hep bir romantikti, biliyorsun.” dedi Marilla özür dilercesine.

“Ne diyeyim, evlilik hayatı buna deva olacaktır.” dedi Bayan Rachel teselli edercesine.

Anne güldü ve Gilbert’la karşılaştığı Âşık Yolu’na kaçtı. İkisi de evlilik hayatının romantizme deva olacağı endişesini ya da temennisini taşıyor gibi görünmüyorlardı.

Echo Lodge ahalisi bir sonraki hafta geri döndü ve Green Gables onları görmenin getirdiği keyifle cıvıldadı. Bayan Lavendar, adayı en son üç yıl önce ziyaret etmişti ve o zamandan bu zamana çok da değişmemişti. Ancak Anne, Paul’un geçirdiği değişim karşısında hayretler içinde kaldı. 1.80’lik bu delikanlı Avonlea’de öğretmenlik yaptığı Paul olabilir miydi?

“Bana kendimi gerçekten yaşlı hissettiriyorsun Paul.” dedi Anne. “Sana bakarken başımı kaldırmak zorunda kalıyorum!”

“Siz asla yaşlanmazsınız öğretmenim.” dedi Paul. “Gençlik Çeşmesi’ni bulup kana kana içmiş az sayıda insandan birisiniz. Siz ve Lavendar Anne. Baksanıza! Evlendikten sonra size Bayan Blythe diye hitap etmeyeceğim. Siz benim için hep ‘öğretmenim’ olacaksınız. Öğrendiğim en güzel derslerin öğretmeni… Size bir şey göstermek istiyorum.”

Gösterdiği şey, küçük bir defter dolusu şiirdi. Paul güzel hülyalarının bir kısmını dizelere dökmüştü ve dergi editörleri bazen o kadar kıymet bilmez olmuyorlardı. Anne, Paul’un şiirlerini keyifle okudu. Şiirler büyüleyiciydi ve gelecek vaat ediyordu.

“Bir gün ünlü olacaksın Paul. Hep ünlü bir öğrencim olmasını hayal etmişimdir. Bir üniversite rektörü olacağını düşünürdüm ünlü öğrencimin. Ama şair bundan çok daha iyi. Bir gün meşhur Paul Irving’e şaplak atmış olmakla övüneceğim. Ama seni hiç dövmedim ben. Değil mi Paul? Nasıl da büyük bir fırsatı kaçırmışım öyle! Ama sanırım sana teneffüs cezası vermiştim.”

“Siz de bir gün ünlü olabilirsiniz öğretmenim. Geçtiğimiz üç yılda sizin çok çalışmanızı gördüm.”

“Hayır. Ben ne yapabileceğimi biliyorum. Ben çocukların sevdiği, editörlerin teşekkür parası yolladığı ufak tefek masalsı, güzel hikâyeler yazabiliyorum. Ama büyük şeyler yapamam. Bu dünyada sonsuzluğu, senin hatıratının bir parçasında yer alarak elde edebilirim ancak.”

Dördüncü Charlotta mavi kurdeleleri artık takmıyordu. Ancak çilleri her zamanki gibi belirgindi.

“Ben bir Yanki’yle evleneceğime hiç ihtimal vermezdim Bayan Shirley Hanımım.” dedi. “Ama kaderde ne olduğunu bilmek imkânsız, kabahat benim değil. O da o şekilde yaratılmış.”

“Sen de bir Yanki’sin Charlotta, ne de olsa onlardan biriyle evlendin.”

“Ben değilim Bayan Shirley! Bir düzine Yanki’yle evlensem de olmam! Tom iyi sayılır. Ayrıca başka bir şans yakalayamam diye çok da seçici olmamam gerektiğini düşündüm. Tom içmiyor ve öğünler arası çalışmak zorunda olduğunda homurdanmıyor. En nihayetinde hâlimden memnunum Bayan Shirley Hanımım.”

“Sana Leonara diye mi hitap ediyor?” diye sordu Anne.

“Aman Tanrı’m. Hayır, Bayan Shirley. Eğer beni öyle çağırsaydı kimden bahsettiğini bilemezdim. Tabii ki evlenirken, ‘Seninle evlenmeyi kabul ediyorum Leonora.’ dedi. Ama bunu söylerken kastettiği kişi ben değilimdir de aslında hiç evlenmemişimdir diye ölüp ölüp diriliyorum Bayan Shirley Hanımım. Demek siz de evleniyorsunuz Bayan Shirley Hanımım. Ben sizin hep bir doktorla evleneceğinizi düşünmüşümdür. Çocuklar kızamığa yakalandığında ya da soğuk aldığında çok işinize yarar. Tom duvar ustası sadece ama huyu suyu iyi. ‘Tom, Bayan Shirley’nin düğününe gidebilir miyim? Her türlü gideceğim zaten ama senin rızanı almak istiyorum.’ dediğimde, ‘Sana ne uygunsa öyle yap Charlotta, sen de bana uyuyorsun.” dedi. Böyle bir kocamın olması çok iyi Bayan Shirley Hanımım.”

Philippa ve Papaz Jo düğünden bir gün önce Green Gables’a geldiler. Anne ve Phil birbirlerini coşkuyla karşıladıktan sonra sakin, rahat, güven dolu bir sohbete dalıp ne var ne yok konuştular.

“Kraliçe Anne, hiç olmadığı kadar kraliçesin bakıyorum. Bebeklerden sonra aşırı zayıfladım. Eskiden olduğumun yarısı kadar bile güzel değilim ama sanırım Jo beni bu hâlimle beğeniyor. Aramızda büyük zıtlıklar yok senin anlayacağın. Senin Gilbert’la evlenmense muhteşem bir şey. Roy Gardner’la olmazdı. Bunu şimdi çok iyi anlayabiliyorum. Her ne kadar Roy’la ayrılman beni o zamanlar büyük hayal kırıklığına uğratsa da. Roy’a çok kötü davrandığını biliyorsun değil mi Anne?”

“Anladığım kadarıyla kendini toparlamış.” diyerek gülümsedi Anne.

“Öyle öyle. Evlendi. Karısı da dünya tatlısı bir kızcağız ve birlikte çok mutlular. Jo ve İncil’e göre her şey yoluna girer. İkisi de oldukça yetkinler bildiğin üzere.”

“Alec ve Alonzo ne âlemde? Evlendiler mi?”

“Alec evlendi ama Alonzo evlenmedi. Seninle konuşunca Patty’nin Yeri’ndeki güzel günlerimiz aklıma geldi Anne! Nasıl da eğlenirdik!”

“Yakın zamanda Patty’nin Yeri’ne uğradın mı hiç?”

“Evet, sık sık gidiyorum. Bayan Patty ve Bayan Maria hâlâ şöminenin yanına oturup örgü örüyorlar. Aklıma gelmişken, sana düğün hediyesi yolladılar. Bil bakalım ne?”

“Asla tahmin edemem. Evleneceğimi nereden öğrendiler?”

“Ben anlattım. Geçen hafta oradaydım. Çok ilgilendiler. İki gün önce Bayan Patty kendisine uğramamı rica ettiği bir not yolladı. Sonra da hediyesini sana getirmemi istedi. Patty’nin yerinden en çok ne isterdin Anne?”

“Bayan Patty bana porselen köpeklerini mi yolladı yoksa?”

“Tam üstüne bastın. Şu anda sandığımın içindeler. Sana da bir mektup getirdim. Bir saniye bekle de getireyim.”

“Sevgili Bayan Shirley…” yazmıştı Bayan Patty. “Maria ve ben yakında evleneceğinizi duyduk. Size en iyi dileklerimizi yolluyoruz. Maria ve ben hiç evlenmedik ama başka insanların evlenmelerine karşı değiliz. Porselen köpekleri size yolluyoruz. Onları çok sevdiğiniz için vasiyetimde size miras bırakmayı düşünüyordum. Ama Maria ile birlikte uzun süre daha yaşamaya kararlıyız ve siz hâlâ gençken köpekleri size vermek istiyoruz. Gog’un sağ tarafa, Magog’un sol tarafa baktığını unutmayınız.”

 

“O eski köpeklerin hayaller evimin şöminesinin hemen yanında oturduğunu düşünüyorum da…” dedi Anne kendinden geçercesine. “Bu kadar güzel bir şey beklemiyordum.”

O akşam Green Gables’ı ertesi günün telaşı sardı. Ama Anne, alaca karanlıkta sıvışmayı başardı. Genç kızlığının son gününde ziyaret etmesi gereken bir yer vardı ve bunu tek başına yapmalıydı. Matthew’un mezarına gitti. Matthew ebedî uykusuna kavakların gölgelediği Avonlea mezarlığında yatmıştı. Eski hatıralar ve ölümsüz sevgilerle dolu bir buluşma oldu.

“Eğer Matthew burada olsaydı kim bilir ne kadar mutlu olurdu.” diye fısıldadı. “Ama sanırım biliyor ve mutlu oluyor. Başka bir yerlerde sadece. ‘Ölülerimiz biz onları unutmadan ölmüş sayılmazlar.’ diye bir şey okumuştum. Matthew benim için asla ölmeyecek çünkü onu asla unutmayacağım.”

Yanında getirdiği çiçekleri Matthew’un mezarına bıraktı ve uzun yamaçtan aşağı doğru yavaş yavaş yürümeye başladı. Hoş gölgeler ve ışıklarla dolu tatlı bir akşamdı. Batı taraflarında, kızıl ve kehribar tonlarında bulutlar vardı, elma yeşili gökyüzü şerit şerit aralarından geçiyordu. Deniz, alaca karanlık güneşinin ışığıyla parlıyordu ve dalgaların bitmez tükenmez sesleri geliyordu. Kırsalın güzel sessizliği ve uzun zamandır tanıyıp sevdiği ağaçlar çevrelemişti etrafını.

Anne, Blytheların bahçe kapısından geçerken “Tarih tekerrürden ibarettir.” diyen Gilbert, nişanlısına eşlik etti. “Bu yamaçtan ilk kez yürüdüğümüz zamanı hatırlıyor musun Anne? Yani ilk beraber yürüyüşümüzü?”

“Alaca karanlık vaktinde Matthew’un mezarından eve dönüyordum. Sen dış kapıdan çıktın ve ben gururumu bir kenara bırakıp seninle konuştum.”

“Ve bana cennetin kapılarını açtın.” diye devam etti Gilbert. “O andan sonra yarını dört gözle bekledim hep. O gece seni evine bırakıp eve döndüğümde dünyadaki en mutlu kişiydim. Sen beni affetmiştin.”

“Sanırım asıl affetmesi gereken sendin. Ben çok nankör bir haylazdım. Hele de gölette hayatımı kurtardıktan sonra. O mecburiyetten ilk başlarda nasıl da tiksinmiştim hâlbuki! Ben bu mutluluğu hak etmiyorum.”

Gilbert güldü ve nişan yüzüğünü takan çocuksu eli sıkıca tuttu. Anne’in nişan yüzüğü incilerle çevrelenmişti. Elmas yüzük takmayı reddediyordu.

“Elmasların hayal ettiğim gibi mor renkli olmadıklarını öğrendiğimden beri elmas sevmiyorum. Bana hep uğradığım hayal kırıklığını hatırlatacaklar.”

“Ama eski bir efsaneye göre inciler gözyaşları içindir.” diyerek itiraz etti Gilbert.

“Ben bundan korkmuyorum. Ayrıca gözyaşları hüzün kadar mutluluk ifadesi de olabilirler. Hayatımdaki en mutlu anlarımda gözlerim yaşlarla doluydu hep: Marilla Green Gables’da kalabileceğimi söylediğinde, Matthew bana ilk güzel elbisemi hediye ettiğinde, senin ateşi atlattığını duyduğumda gözlerimde yaşlar vardı. Sen de nişan yüzüğü olarak inci vermiş oldun. Ben de hayatın hüznünü de neşesiyle birlikte kabul etmeye seve seve razıyım.”

Ancak o gece âşıklar sadece neşeyi düşündüler ve hüzün akıllarının ucundan bile geçmedi. Çünkü yarın düğün günleriydi ve hayallerin evi Four Winds Limanı’nın menekşe rengi puslu kıyılarında onları bekliyordu.

BÖLÜM 4
GREEN GABLES’IN İLK GELİNİ

Anne düğün sabahı uyandığında odasının penceresinden güneşin göz kırptığını ve Eylül esintisinin perdelerini hareketlendirdiğini gördü.

“Güneşin üzerimde parlayacak olması beni mutlu ediyor.” diye düşündü sevinçle.

Anne, veranda üzerindeki küçük odasında uyandığı ilk günü hatırladı. Güneş ışığı, Kar Kraliçesi’nin tomurcukları arasından süzülerek içeri vuruyordu. O sabah mutlu bir sabah değildi çünkü bir önceki gecenin burukluğunu da yanında getirmişti. Ama küçük odası, o zamandan beri birçok çocukluk hayali ve genç kızlık düşleriyle kutsanmıştı. Evden ayrı kaldığı zamanlarda odasına her dönüşü coşkulu bir kutlama anıydı. Gilbert’ın öleceğini sandığı gece pencere kenarında acıyla diz çöküp beklemişti. Nişan gecesi o pencerenin kenarında büyük bir mutlulukla oturmuştu. Bazen neşeden bazen de hüzünden uyuyamadığı gecelerde hep o odadaydı ve o sabah sonsuza kadar ayrılmak zorunda kalacaktı odasından. Artık odası onun olmayacaktı. Anne evlenince odası on beş yaşındaki Dora’nın olacaktı. Anne de başka türlüsünü istemezdi zaten. Çünkü oda Anne’in çocukluk ve genç kızlık anılarıyla kutsanmış bir odaydı. Hayatında o gün itibariyle kapanacak bir sayfaya aitti. Artık evlilik sayfasını açıyordu.

O gün Green Gables hem neşeli hem de meşgul bir yerdi. Diana, küçük Fred ve minik Anne Cordelia ile beraber erkenden gelmişti yardım etmek için. Green Gables ikizleri Davy ve Dora, çocukları bahçeye kaçırmışlardı.

“Anne Cordelia’nın elbisesini kirletmesine izin vermeyin.” diye uyardı Diana endişeyle.

“Çocuklarını Dora’ya gözü kapalı emanet edebilirsin.” dedi Marilla. “Dora tanıdığım birçok anneden daha aklı başında ve dikkatli. Bazı konularda olağanüstü. Yetiştirdiğim diğer vurdumduymazın aksine…”

Marilla, vurdumduymazları daha çok sevdiğini düşündürürcesine Anne’e gülümsedi.

Bayan Rachel, çocuklar uzaklaşınca, “İkizler çok iyiler.” dedi. “Dora çok anaç ve yardımcı. Davy ise aklı başında bir delikanlı olmaya başladı. Eskiden olduğu gibi ele avuca sığmaz bir haylaz değil.”

“Buraya geldiği ilk altı ay boyunca o kadar yoğundum ki böylesini daha önce hiç yaşamadım.” dedi Marilla. “Ama sonrasında ona alıştım sanırım. Bugünlerde çiftçiliğe iyice merak saldı ve gelecek yıl çiftliği yönetmesine izin vermemi istiyor. Herhâlde ona emanet ederim diye düşünüyorum çünkü Bay Barry artık çiftliği kiralamak istemiyor. Yeni düzenlemeler yapmamız lazım.”

“Neyse, düğünün için gerçekten de çok güzel bir gün.” dedi Diana. İpek elbisesinin üzerine kocaman bir önlük taktığı sırada. “Eaton’s’dan sipariş etsen bu kadar güzel olmazdı herhâlde.”

“Gerçekten de Eaton’s denilen yere adadan çok para gidiyor.” dedi Bayan Lynde öfkeyle. Çok şubeli dükkânlara dair keskin fikirleri vardı ve fırsatını buldukça rahatsızlığını dile getirmekten geri kalmazdı. “Hele bir de katalogları yok mu… Avonlea kızları kutsal kitap niyetine o katalogları okuyacak neredeyse. Pazar günleri İncil okumak yerine kataloğa gömüyorlar kafalarını.”

“Ama çocukları iyi oyalıyor.” dedi Diana. “Fred ve Anne Cordelia gelip gidip katalogdaki resimlere bakıyorlar.”

“Ben Eaton’s kataloğu olmadan on çocuk oyaladım.” dedi Bayan Rachel sertçe.

“Hadi ama Eaton’s kataloğu yüzünden kavga etmeyin şimdi.” dedi Anne neşeyle. “Bu benim en güzel günüm biliyorsunuz. Ben çok mutluyum ve herkesin de mutlu olmasını istiyorum.”

“Umarım mutluluğun daim olur yavrum.” diye iç çekti Bayan Rachel. Bu temennisinde gerçekten samimiydi ve gerçekleşeceğinden şüphesi yoktu. Ama mutluluğu göstere göstere yaşamanın kadere meydan okumak olacağını düşündüğü için korkuyordu. Anne’in kendi iyiliği için biraz durulması lazımdı.

Ne var ki o eylül gününde, ev dokuması eski kilimlerle kaplı merdivenlerden mutlu ve güzel bir gelin iniyordu. Green Gables’ın ilk gelini… Narin ve ışıl ışıldı. Yüzünde duvağı, kollarında güller vardı. Aşağıda, salonda bekleyen Gilbert hayran gözlerle seyretti müstakbel eşini. Anne nihayet Gilbert’la birlikteydi. Uzun süre peşinden koştuktan sonra evleniyorlardı sonunda. Gilbert ona layık olup olmadığını düşündü. Acaba onu yeterince mutlu edebilecek miydi? Başarısız olmaktan, ona layık bir eş olamamaktan endişelendi. Ancak Anne’in elini tutup da göz göze geldikleri sırada zihnindeki tüm kuşkular yok oldu ve yerini mutluluğa bıraktı. Onlar birbirlerine aittiler. Hayatın getirecekleri ne olursa olsun bu değişmeyecekti. Mutlulukları birbirlerine bağlıydı ve hiçbir şeyden korkmuyorlardı.

Eski bostanda, güneş ışıl ışıl parıldarken evlendiler. Uzun zamandır hayatlarında olan çok sevdikleri dostlarının sevimli yüzleri sarmıştı etraflarını. Nikâhı Bay Allan kıydı ve Papaz Jo, Bayan Rachel Lynde’in “duyduğu en güzel düğün duası” ilan ettiği duayı okudu. Eylül geldiğinde kuşlar şarkılarını söylemeyi bırakırlar genelde ancak kuytu bir dala saklanmış bir kuş Gilbert ve Anne ölümsüz yeminlerini ederlerken cıvıldamaya başladı. Bu şarkı Anne’in tatlı bir ürpertiye kapılmasına sebep oldu. Gilbert ise dünyadaki tüm kuşların onlar için şakımaya başlamaları gerektiğini düşündü. Paul o kuşun ötüşüyle ilgili bir şiir yazdı ve yayımlanan ilk şiir kitabının en sevilen şiirlerinden biri oldu. Dördüncü Charlotta ise bu kuşun şarkısının çok sevdiği Bayan Shirley’e iyi şans getireceğini düşündü. Kuş, törenin sonuna kadar şakımaya devam etti. Şarkısını titrek ve heyecanlı bir şakımayla sonlandırdı. Gri-yeşil eski evin bostanı daha neşeli, daha sevinçli bir gün hiç yaşamamıştı. En eskilerden beri süregelen düğün şakaları Anne’le Gilbert’ın düğününde yepyeni gibiydi ve hiç olmadıkları kadar neşeye sebep oluyorlardı. Kahkahadan ve şamatadan geçilmiyordu. Yeni evliler Carmody trenini yakalamak üzere ayrıldıklarında ikizler pirinçleri ve eski ayakkabıları hazır etmişlerdi. Dördüncü Charlotta ve Bay Harrison fırlatma işini hakkıyla yerine getirdi. Marilla, düğün arabası altın başakların etrafını süslediği yoldan uzaklaşırken bahçe kapısında öylece bakakaldı. Anne arkasını döndü ve son kez el salladı. Artık gitmişti. Green Gables artık Anne’in evi değildi. Marilla, Anne’in tam on dört yıl boyunca, yokluğunda bile ışık ve hayatla doldurduğu eve döndüğünde yüzü solgundu ve hiç olmadığı kadar yaşlıydı.

Ancak Diana, küçük çocukları, Echo Lodge ahalisi ve Allanlar iki yaşlı kadına bu ilk yalnızlık akşamlarında yardım etmek üzere kaldılar. Keyifli ve sakin bir akşam yemeği yediler. Masanın etrafında oturup düğün gününe dair ufak tefek detaylardan bahsettiler. Onlar otururlarken Anne ve Gilbert, Glen St. Mary treninden iniyorlardı.

BÖLÜM 5
EVE GELİŞ

Doktor David Blythe, onları karşılamak için at arabası yollamıştı ve arabayı süren afacan, anlayışlı bir sırıtmayla arabayı onlara bıraktı. Yeni evliler, o güzel akşamda yeni evlerine baş başa gitmenin keyfini çıkardılar.

Köyün arkasındaki yamaçtan arabayla indikleri sırada Anne, gördüğü güzel manzarayı bir daha hiç unutmadı. Yeni evi hâlâ görünürlerde değildi ancak Four Winds Limanı gül ve gümüş rengiyle ışıl ışıl parlayan bir ayna gibiydi sanki. Anne, bir tarafında kum tepeleri, diğer tarafında yüksek, dik, kasvetli kızıl kum taşları olan girişi görebiliyordu. Kum tepelerinin ötesinde, sakin ve pürüzsüz deniz düşlere dalmıştı. Kum tepelerinin liman kıyısıyla buluştuğu koya yuvalanmış küçük balıkçı köyü hafif pusta opal taşı gibi görünüyordu. Üzerlerindeki gökyüzü alaca karanlığın döküldüğü mücevherlerle donatılmış bir kadeh gibiydi. Denizin serinliği havayı biraz soğutmuştu ve deniz tüm manzaraya hükmediyordu. Loş renkli yelkenliler köknarlarla kaplı liman sahillerinden ötelere süzülüyorlardı. Bir kilise kulesinden çan sesleri geliyordu. Yumuşacık, hülyalı bir sesti bu. Çanın zarif melodisi dalgaların sesiyle harmanlanıp süzülüyordu. Kayalıkların üzerindeki devasa deniz feneri, berrak kuzey göğünün üzerine yansıtıyordu altın rengi sıcacık ışığını. Titrek bir yıldız gibiydi âdeta… Uzaklardan geçen buharlı geminin dumanı ufuk çizgisinde kırışık bir kurdele misali uzanıyordu.

“Ah ne kadar da güzel, çok güzel…” diye söylendi Anne. “Four Winds’i çok seveceğim Gilbert. Evimiz nerede?”

“Henüz görünürlerde değil. Şu küçük koydaki huş ağaçları evi gizliyor. Glen St. Mary’e üç, deniz fenerine bir buçuk kilometre mesafede. Çok komşumuz olmayacak Anne. Evimizin yakınlarında sadece bir ev var ve ben orada kim yaşıyor bilmiyorum. Ben evde olmadığımda yalnız kalır mısın?”

“Deniz feneri ve güzellik bana yarenlik ettiği müddetçe yalnız kalmam. O evde kim yaşıyor Gilbert?”

“Bilmiyorum. Ama ev sakinleri kafa dengi olabilecek gibi görünmüyorlar, değil mi?”

Ev kocamandı ve zengin bir görünüşe sahipti. Öylesine canlı bir yeşile boyanmıştı ki manzarayı solgun gösteriyordu. Arkasında bir bostan, önünde ise bakımlı bir çimenlik alan vardı. Ama her nasılsa bir eksiklik var gibiydi. Bu durumun sebebi her şeyin aşırı düzenli olması olabilirdi. Tüm yapı, ev, ahırlar, bostan, bahçe, çimenlik ve giriş yolu aşırı düzgündü.

“Bu renk boyayı tercih eden birinin kafa dengi olması pek olası değil.” diyerek Gilbert’ın tahminini onayladı Anne. “Tabii bizim belediye binasını yanlışlıkla maviye boyadığımız gibi bir yanlışlık olmadıysa. Orada çocuk olmadığından eminim. Tory Caddesi’ndeki evden çok daha düzenli görünüyor ve ben oradan daha düzenli bir yer olabileceğine ihtimal vermezdim.”

 

Sahile paralel uzanan nemli, kırmızı yolda hiç kimseyle karşılaşmadılar. Ancak evlerini gizleyen huş ağaçlarına henüz ulaştıklarında Anne, sağ taraftaki kadifemsi yeşil yamacın tepesinde kar beyazı kazları gezdiren bir kız gördü. Tepenin etrafına yer yer çam ağaçları serpilmişti. Bu ağaçların arasından ekin tarlalarını, altın rengi kum tepelerini ve denizi kısmen görmek mümkün oluyordu. Uzun boylu bir kızdı ve solgun mavi desenli bir elbise giyiyordu. Yürüyüşünde bir esneklik vardı, duruşu ise dimdikti. Kız ve kazları, Anne ve Gilbert geçtiği sırada tepenin aşağı kısmındaki kapıdan çıkıyorlardı. Kız kapının kilidine elini koymuş vaziyette ayakta beklerken gözlerini onlardan ayırmıyordu. Bakışlarında hafif bir ilgi olsa da merak yoktu. Anne, kısa bir an için bu bakışlarda örtülü bir düşmanlık ifadesi görür gibi oldu. Ancak Anne’in dikkatini asıl çeken kızın güzelliğiydi. Nerede olsa ilgi çekecek türden aşırı belirgin bir güzellikti bu. Kız şapka takmasa da olgun başak renginde saçlarının ağır örgülerini taç misali başının etrafında çevrelemişti. Gözleri maviydi ve yıldızları andırıyordu. Sade desenli elbise içindeki vücudu görkemliydi ve dudakları kemerine taktığı kan kırmızısı gelincikler kadar kızıldı.

“Gilbert, az önce yanından geçtiğimiz kız kimdi?” diye sordu Anne alçak sesle.

“Ben kız falan görmedim.” dedi gözlerini eşinden ayıramayan Gilbert.

“Şuradaki dış kapının yanında duruyordu. Dönüp bakma şimdi. Hâlâ bizi izliyor. Ben böylesine güzel bir yüzü daha önce hiç görmedim.”

“Ben buradayken güzel bir kız gördüğümü hatırlamıyorum. Glen taraflarında eli yüzü düzgün kızlar var ama ben onlara güzel demezdim.”

“Bu kız güzel. Onu görmedin demek ki. Görseydin hatırlardın. Onu kimse unutamaz. Ben böylesine güzel bir yüzü sadece resimlerde gördüm. Hele saçları! Browning’in ‘altın sicim’ ve ‘görkemli yılan’ çalışmalarını düşündürdü bana.”

“Muhtemelen Four Winds’in misafirlerinden biridir. Limanın karşısındaki büyük yaz otelinde kalan biridir herhâlde.”

“Beyaz bir önlük giyiyordu ve kazları otlatıyordu.”

“Bunu eğlencesine yapıyor olabilir. Baksana Anne, evimiz orada.”

Anne eve bakınca kızın muhteşem ve haşin gözlerini bir an için unuttu. Ev ilk bakışta hem göze hem de ruha hitap ediyordu. Liman kıyılarına serpilmiş krem rengi deniz kabuklarına benziyordu. Giriş yolunun kenarlarını süsleyen upuzun karakavakların heybetli ve mor silüetleri oldukça belirgindi. Karakavakların arkasındaysa bahçeyi denizin hevesli rüzgârlarından koruyan köknar korusu vardı. Rüzgârlar burada, dinleyene musallat olan tuhaf müzikler çalıyorlardı. Bu koru, tıpkı diğer korular gibi sayısız gizem barındırıyordu sanki. Bu gizemler, sadece içine dalıp da sakince dinlendiğinde keşfedilebilirdi. Koyu yeşil kocaman kollar bu sırları sımsıkı sararak dışarıdaki meraklı gözlerden koruyorlardı.

Gece rüzgârları ötelerden vahşi danslarına başlamışlardı. Anne ve Gilbert, kavakların çevrelediği yoldan evlerine doğru ilerlediklerinde limanın karşısındaki küçük balıkçı köyü ışıldamaya başlamıştı. Küçük evin kapısı açıldı ve şömine ateşinin sıcak ışığı karanlıkta parladı. Gilbert, Anne’i arabadan indirdi ve bahçeye girdiler. Köknarların arasındaki küçük kapıdan geçip kum taşı basamağa çıkan kızıl patikadan geçtiler.

“Evimize hoş geldin.” diye fısıldadı Gilbert ve hayallerinin evlerinin eşiğinden ilk adımı attılar.