Savaş ve Barış I. Cilt

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

Doğrulup kalkmak istedi yerinden ama Prens, bileğinden tutarak ona engel oldu. Prenses o anda tüm insanlıktan umudunu kesecek derecede büyük bir hayal kırıklığına uğramış görünüyordu.

Prens Vasili, genç kadının kendisine dahi öfkeyle bakmasına aldırış etmeksizin “Bak yavrum…” dedi. “İş işten geçmedi henüz… Her şeyden önce de şu noktayı hatırlamakta yarar var: Bütün bunlar bir hastalık döneminde, bir öfke anında ve yanlışlıkla oldu; sonra da hemen unutuldu. Şimdi bizlere düşen, Kont’un bu yanlışlığını onarmaktır; bir haksızlığı ortadan kaldırarak son dakikalarında da olsa onun huzura kavuşmasını sağlamak ve birtakım insanların onun yüzünden mutsuzluğa mahkûm olduğunu düşünerek ölmesine engel olmaktır.”

Kederli bir sesle ve sayıklar gibi ekledi Prenses:

“O insanlar ki onun uğruna her şeylerini gözlerini kırpmaksızın feda ettiler!”

Katerina Semyonovna bunu söyledikten sonra kalkmak istedi yine ve Prens Vasili onu yine bırakmadı. Bunun üzerine şöyle devam etti Prenses:

“Ama o bunu hiçbir zaman takdir edemedi. Hayır, mon cousin…” İç çekerek sürdürdü konuşmasını: “Bundan böyle ölünceye kadar asla unutmayacağım bir gerçek varsa o da bu dünyada hiç kimseden mükâfat beklememek gerektiğidir. Hak ve namus yok bu dünyada, kalmamış! Bu dünyada kurnaz ve acımasız olmak gerek…”

“Voyons,205 toparla kendini, sakin ol lütfen. Senin ne kadar altın kalpli olduğunu ben bilirim!”

“Hayır, katiyen! Bundan böyle kötü yürekli biri olarak göreceksiniz hep beni…”

Prens Vasili, “Altın kalplisindir, altın!” dedi yeniden. “Dostluğuna bundan dolayı büyük değer veririm ve içtenlikle dilerim ki sen de bana karşı aynı duyguları besleyesin! Hadi, sakin ol bakayım, sakin ol şimdi biraz. Ve henüz vakit erken parlons raison!206 Ne kadar zamanımız kaldı ki? Belki bir gün, belki bir saat bile değil… Neyse neyse… Sen şimdi o vasiyetname konusunda bildiğin her şeyi anlat bana. En önemlisi de şu: Vasiyetname nerede?.. Bunu eminim ki biliyorsundur… Hemen onu yerinden alıp Kont’a göstermemiz gerekiyor. Kont’un bu vasiyetnameyi unuttuğundan ve görür görmez ortadan kaldırmak isteyeceğinden benim şahsen en ufak bir şüphem yok! Anlıyorsun değil mi? Benim biricik dileğim, onun bu isteğini kutsal bir görev olarak yerine getirmektir… Buraya yalnız bu iş için gelmiş bulunuyorum ben, gerek ona gerek sizlere yardım edebilmek için!”

“Şimdi anladım her şeyi.” dedi ıslık gibi çıkan bir sesle Prenses. “Her şeyi, evet her şeyi! Bütün bu entrikaların kaynağını adım gibi biliyorum artık! Adım gibi biliyorum!..”

“Sorun o değil yavrucuğum! Sorun başka…”

Yine kendi havasındaydı Prenses:

“Nasıl başka?” dedi. “Bal gibi biliyorum ben! Bu iş, sizin o binbir özenle kanat gerdiğiniz Anna Mihailovna’nızın, o sevgili protégée’nizin207 işi doğrudan doğruya! Konağıma hizmetçi olarak dahi kabul etmeyeceğim o adi iftiracının, o alçak kadının!..”

“Ne perdons point de temps.”208

“Yooo, öyle demeyin lütfen! Geçen kış buradaydı, bir yılan gibi sokuldu bize ve akıttı zehrini. Kont’a bizler için, hele zavallı Sofya için o kadar çirkin şeyler söyledi ki! Ağıza alınmayacak kadar iğrenç şeyler, evet… Nitekim Kont yatağa düştü sonunda ve tam iki hafta boyunca bizim yüzümüzü dahi görmek istemedi. Vasiyetname dediğiniz o pis kâğıdı da işte o vakit yazdı. Ama ben o kâğıdın hiçbir önem taşımadığını sanıyordum!”

“Nous y voilà!209 İyi, güzel ama sen neden daha önce benimle konuşmadın bu hususta?”

Prenses bu soruya cevap vermeksizin Prens’in asıl beklediği şeyi söyledi. Kendi kendine konuşur gibiydi:

“Daima yastığının altında sakladığı kakmalı bir çantası vardır, onun içinde olsa gerek kâğıt… Şimdi anlıyorum her şeyi, evet! Ve bugüne değin işlediğim en büyük günah da o sefil kadından nefret etmiş olmak olacak…”

Âdeta bağırarak söylemişti bunu Prenses, bir anda tepeden tırnağa değişmiş gibiydi. Şöyle noktaladı konuşmasını:

“Ne işi var bu evde o alçak kadının? Ama bir gün gelecek, içimden geçen bütün ne varsa hepsini yüzüne karşı söyleyeceğim!”

XIX

Kabul salonunda ve prenseslerin dairesinde bu konuşmalar yapıladursun, -kendisini konağa çağırmak üzere adam gönderilen- Piyer ile -delikanlıya eşlik etmeyi zorunlu gören- Anna Mihailovna’yı getiren araba; Kont Bezuhof’un avlusundan içeri girmekteydi. Arabanın tekerlekleri, pencerelerin altına serpilmiş samanların üzerinde hafif bir hışırtı çıkararak durunca Mihailovna, genç adama yönelteceği teselli cümlesini söylemek amacıyla ona döndü ama onun yerleştiği köşede çoktan uyumuş olduğunu gördü ve uyandırmak için lisan-ı münasiple seslendi ona.

Gözlerini açıp hemen toparlanan Piyer, Anna Mihailovna’nın ardından arabadan inerken (Ancak o zaman hatırlayabildi, ölmek üzere olan babasını son bir defa ziyarete geldiğini.) arabanın ön kapıya değil, arka kapıya yanaştığını fark etmişti. İnerken de kılık kıyafetlerinden orta sınıfa mensup oldukları anlaşılan iki kişinin, telaşla kapının önünden çekilip duvarın karanlık köşesine doğru seğirttiklerini gördü.

Bir an durup çevresine bakındı. Evin gölgesinde her iki tarafta da o iki adama benzeyen birkaç kişi daha durmaktaydı. Ama gerek Anna Mihailovna gerekse uşakla arabacı, o adamlara nedense hiç önem vermemişlerdi. Doğrusu budur herhâlde,.. diye düşündü Piyer ve Anna Mihailovna’yı izlemeye karar verip yürüdü.

Anna Mihailovna, yarı karanlık taş merdiveni çevik adımlarla tırmanmaktaydı. Arada bir de hep arkada kalan ve neden ille de Kont’u son bir defa ziyaret etmesi gerektiğini, ayrıca bu iş için neden ille de arka merdivenden çıkmak zorunda olduğunu bir türlü kestirememesine rağmen onun aceleci ama güvenli tavırlarını görüp içinden Doğrusu budur herhâlde,.. diyen Piyer’i yanına çağırıyordu.

Merdivenin ortasına gelince ellerinde kovalar olduğu hâlde çizmelerini takırdatarak aşağı inen birtakım adamlarla karşılaştılar. Piyer’le Anna Mihailovna’ya yol vermek için duvara âdeta yapışan bu adamlar, onları görünce hiç mi hiç şaşırmamışlardı.

İçlerinden rastgele birine sordu Anna Mihailovna:

“Prenseslerin dairesine buradan mı gidiliyor?”

Bundan böyle ne yapsa hoş görülecekmiş gibi korkusuzca ve gür bir sesle cevap verdi uşak:

“Buradan, evet!”

Sonra da eliyle soldaki kapıyı gösterdi:

“İşte şurası, efendim.”

Merdivenin üst başındaki sahanlığa geldiler.

“Belki de Kont beni çağırtmamıştır.” dedi Piyer. “Ne dersiniz? Kendi odama gitsem daha mı iyi olur acaba?”

Anna Mihailovna durup Piyer’in ona iyice yaklaşmasını bekledi. Sonra da tıpkı o sabah kendi oğluna yapmış olduğu gibi elini tuttu delikanlının.

“Ah, mon ami!”210 dedi. “Croyez que je souffre autant que vous, mais soyez homme!”211

Yumuşak, çocuksu bakışlarını kadına çevirdi Piyer.

“Ben gitsem daha iyi olacak.” dedi.

“Ah, mon ami, oubliez les torts qu’on a pu avoir envers vous, pensez que c’est votre père… Peutêtre à l’agonie.”212

Bir an durup derin derin iç çektikten sonra devam etti:

“Je vous ai tout de suite aimé comme mon fils. Fiezvous à moi, Piyer. Je n’oublierai pas vos intérêts.”213

 

Bütün bu olup bitenlerden hiçbir şey anlamıyordu Piyer. Yine de bunların böyle olması gerektiğine yürekten inanıyordu. İşte bu duyguyla izledi kadını uslu uslu. Anna Mihailovna o sırada kapıyı açıyordu.

Arka dairelerin bulunduğu sofaya girdiler. Bir köşede prenseslerin ihtiyar uşağı oturmuş, çorap örmekteydi. Evin bu kısmına hiç girmemişti Piyer; dahası, böyle bir kısmın varlığından haberdar bile değildi..

Anna Mihailovna, arkalarından gelip onları geçen ve üzerinde sürahi bulunan bir tepsi taşıyan genç bir kıza, prenseslerin sağlığını sordu tatlı dille; sonra yanında Piyer, taş koridora yöneldi.

Koridorda soldan birinci kapı, prenseslere ayrılmış olan odalara açılmaktaydı. Biraz önceki genç kız, kapıyı kapamayı unutmuştu aceleden (Zaten her şeyin aceleyle yapıldığı bir zaman dilimini yaşamaktaydılar.). Dolayısıyla da Anna Mihailovna ile Piyer; kapının önünden geçerken Prens Vasili ile Büyük Prenses’in yan yana oturmuş konuşmakta oldukları odaya şöyle bir göz atmaktan alamadılar kendilerini.

Onları gören Prens, gizlenmek isteğiyle irade dışı bir harekette bulunarak hızla geriye doğru çekildi; prenses ise öfkeyle ayağa fırlayıp şiddetle çarparak örttü kapıyı.

Prenses bu davranışıyla her zamanki sakinliğine öylesine ters ve Prens’in yüzündeki korku da genellikle takındığı o azametli tavıra öylesine aykırı düşmekteydi ki Piyer, elinde olmaksızın duraklayıp kendisine yol göstermekte olan Anna Mihailovna’ya baktı gözlüklerinin ardından. Anna Mihailovna ise hafifçe gülümseyip içini çekmekle yetindi. Bütün bunları zaten bekliyordu sanki ve hiç şaşırmamıştı.

Piyer’in soran bakışlarına “Soyez homme, mon ami, c’est moi qui veillerai à vos intérêts…”214 diye karşılık verdi.

Sonra biraz daha hızlanarak yürümeye devam etti.

Piyer, olup bitenleri anlayamamakta; hele “çıkarları gözetmek” deyiminin ne münasebetle söylendiğini hiç mi hiç kavrayamamaktaydı. Bir tek şey vardı emin olduğu: Böyle olduğuna göre, demek ki böyle olması gerekiyordu.

Koridoru katedip Kont’un kabul salonuna bitişik olan loş bir salona çıktılar. Piyer’in ön kapıdan girdiği o görkemli odalardan biriydi bu. Ama şimdi, odanın ortasında boş bir banyo küveti durmaktaydı; zemini kaplayan halının üzerine de su dökülmüştü…

Elinde bir buhurdan, onları hiç önemsemeksizin ayaklarının ucuna basarak yürüyen bir papaz yardımcısı ile bir uşak çıktı karşılarına. Piyer, yanında Anna Mihailovna, hiç yabancısı olmadığı İtalyan tarzı iki penceresi kış bahçesine bakan ve Katerina’nın büyük bir büstü ile tam boy bir portresi bulunan kabul salonuna girdi.

Hep aynı insanlar vardı içeride. Yine aynı şekilde oturmakta ve yine fısıltıyla konuşmaktaydılar. Girenleri görünce susup yüzü ağlamaktan sararmış olan Anna Mihailovna ile onun ardından başını eğerek uslu uslu ilerleyen iri yarı Piyer’e baktılar.

Artık son dakikanın gelip çattığını belirten bir ifade belirmişti Anna Mihailovna’nın yüzünde. Nitekim salona, Petersburglu hanımlara yaraşır bir tavırla, sabahkinden daha da güvenli adımlarla girmişti. Birlikte bulunduğu insanın Kont tarafından özellikle görülmek istenen biri olmasından alıyordu bu güveni. Hiç kimsenin ona engel olma cesaretini gösteremeyeceğini gayet iyi biliyordu…

Bir bakışta gözden geçirdi salondakileri. Kont’un günahlarını çıkaran papazı görünce eğilerek değil de kendi kendine âdeta boyu küçülmüş hâlde ilerledi ve saygıyla bekledi onu kutsamasını. Birincisinin yanında duran ikinci papaz tarafından kutsandıktan sonra da “Tanrı’ya şükürler olsun!..” dedi. “İş işten geçmeden yetişebildik. Ama ailece öyle korktuk ki…”

Ardından sesini alçaltarak “Bu delikanlı, Kont’un oğludur…” diye ekledi. “Ne kadar dehşet verici anlar yaşamaktayız, ey Tanrı’m!”

Bu son sözleri söyler söylemez hekime yöneldi:

“Cher doctcur, ce jeune est le fils du comte…”215

Bir an bu açıklamanın etkisini bekler gibi durduktan sonra sordu hemen:

“Yatil de l’espoir?”216

Gözlerini ve omuzlarını hızlı bir şekilde yukarı kaldırıp ellerini yana açmıştı hekim. Anna Mihailovna da tekrarladı bu hareketi. Gözlerini âdeta yummuş hâlde bir süre bekledi, sonra içini çekti, ardından da adamın yanından uzaklaşıp Piyer’in yanına döndü. Delikanlıya karşı özellikle saygılı bir tavır takınmıştı. Hüzün ve sevgi dolu bir yakınlık duygusuyla “Ayez confiance en Sa miséricorde…”217 dedi.

Sonra divana oturup onu beklemesini işaret etti genç adama. Herkesin gözlerini dikmiş haber beklediği kapıya doğru sessizce süzüldü, yine sessizce açıp içeri girdi. Onun arkasından, hafif bir sesle kapandı kapı.

Kendisine kılavuzluk yapan Anna Mihailovna’nın bir dediğini iki etmemeye kararlı olan Piyer, Prenses’in gösterdiği divana oturmuştu. Anna Mihailovna Kont’un odasına girer girmez de kabul salonundaki herkesin ilgiyi çok aşan bir merakla kendisini tepeden tırnağa süzdüklerini fark etmişti. Gerçekten de salondakiler birbirlerine bir şeyler fısıldayarak hem korkuyu andıran bir tavır hem de yaltaklanmayı andıran bir ifadeyle, birbirlerine onu göstermekteydiler gözleriyle…

Evet, herkes ona saygı gösteriyordu ve bu, alışmadığı bir şeydi; o güne kadar böyle bir saygıyı hiç kimse göstermemişti ona. İşte, hiç tanımadığı bir hanım, papazlarla görüşürken konuşmasını yarıda kesip ayağa kalkarak yerine oturmasını teklif etmişti; sakarlıkla elinden düşürdüğü eldiveni bir yaver hemen eğilip yerden almış ve ona uzatmıştı; doktorlarsa o, yanlarından geçerken hemen saygıyla susup yol vermek için geri çekilmişlerdi…

Piyer’se ilkin; kendisine yer veren hanımı rahatsız etmemek için başka bir yere oturmak, düşürdüğü eldiveni eğilip kendi almak ve aslında katiyen onun yolu üzerinde durmayan doktorların arkasından dolanmak istemiş ama birden, nedense böyle davranmasının pek uygun düşmeyeceğini, o gece oradaki herkesin beklediği korkunç bir ayini yönetmekle görevli olduğunu, dolayısıyla da herkesin yardımını doğal karşılayıp kabul etmek zorunda bulunduğunu düşünmüştü. Nitekim hiç konuşmadan aldı yaverin elinden eldivenini, hanımın yerine oturdu, bacaklarını açıp kocaman ellerini dizlerine koyarak ve eski bir Mısır heykeli gibi masum bir poza büründü. Bütün olup bitenlerin tamamen böyle olması gerektiği için böyle olup bittiğini ve bu gece şaşırıp da saçma bir şey yapmamak istiyorsa kendi düşüncesine göre değil de ona kılavuzluk edenin isteğine göre davranmak zorunda olduğunu şimdi gayet iyi kavramaktaydı.

Aradan iki dakika geçmemişti ki sırtında üç nişanlı ceketiyle Prens Vasili girdi salona, azametli bir tavırla. Başını dimdik tutuyordu. Sabahtan bu yana zayıflamıştı sanki, gözleri her zamankinden daha büyük gibiydi… Piyer’i fark edince yaklaştı hemen, delikanlının elini tuttu ve âdeta sağlamlığını denemek istercesine aşağıya doğru çekti (Oysa o güne dek bir defa olsun böyle bir yakınlık göstermemişti genç adama.). Aceleyle konuştu:

“Courage, courage, mon ami. Il a demandé à vous voir. C’est bien…”218

Aslında konuşmayı burada kesmek ve geçip gitmek istemişti Prens Vasili. Ama Piyer, “Sağlık durumu nasıl?” diye sormak mecburiyetini hissetti.

Hiç beklenmedik bir şekilde, kekeleyerek konuşmuştu. Ölüm döşeğinde kıvranan Kont’tan nasıl söz edeceğini, onu nasıl sıfatlandıracağını kestiremiyordu bir türlü. “Kont” demek konusunda kararsızlığını yenemiyor, “babam” demekten de nedense utanıyordu.

Açıklamada bulunmak zorunda hissetti Prens Vasili kendisini:

“Il a eu encore un coup il y a une demi heure. Courage, mon ami…”219

Piyer’in kafası o kadar karmakarışık bir hâldeydi ki “darbe” anlamına gelen “coup” sözünü işitince bunu, Kont Bezuhof’un gerçekten bir vuruşa maruz kaldığı şeklinde yorumladı; Prens Vasili’ye bakakaldı şaşkınlık içinde ve “darbe” sözünün kalp hastalığıyla ilgili olduğunu neden sonra akıl edebildi.

Prens Vasili, Lorrain’e ayaküstü birkaç kelime söyledikten sonra parmaklarının ucuna basarak Kont’un yattığı odaya girdi. Parmaklarının ucuna basarak yürümeyi beceremediği için bütün bedenini sarsarak âdeta zıplar gibi ilerliyordu.

Onu Büyük Prenses; Büyük Prenses’i de din adamları, duacılar, uşaklar, hizmetçiler izledi. Bir kıpırtı işitildi kapının arkasından. Sonra da Anna Mihailovna, hep solgun yüzünde kesin kararlı bir ifadeyle kapıda belirdi; koşarak gelip Piyer’in kolunu dürttü hafifçe ve fısıldayarak konuştu:

“La bonté divine est inépuisable. C’est la cérémonie de l’extrême onction qui va commencer. Venez.”220

Zemini kaplayan kalın halının üzerinden geçerek odaya girdi Piyer. Yaverin de o tanımadığı hanımın da bazı uşakların da onun arkasından ilerleyerek sanki artık bu odaya girmek için hiç kimseden izin almak gerekli değilmişçesine geldiklerini fark etti.

XX

Sütunlarla ikiye ayrılmış ve her tarafı İran halılarıyla döşenmiş olan bu büyük odayı gayet iyi biliyordu Piyer. Odanın sütunlarının arkasına düşen yanında, ipek perdelerle kapalı bir köşede, yüksek bir karyola vardı. Odanın öbür yandaki, ikonalarla süslü büyük bir girinti şeklindeki kısmı ise tıpkı akşam ayini sırasında kiliseler gibi kırmızı ışıklarla aydınlatılmıştı. İkonaların ışıl ışıl parıldayan çerçeveleri altında uzun bir Voltaire koltuk duruyor; koltukta da altına biraz önce kılıfları değiştirildiği belli, kar gibi beyaz ve hiç kırışmamış yastıklar yerleştirilmiş, üstü yarı beline kadar yeşil bir yorganla örtülmüş olan Kont Bezuhof yatıyordu. Evet; Piyer’e hiç de yabancı gelmeyen bu silüet, o azametli babasıydı. Saçları, geniş alnının üzerinde bir aslan yelesini andırıyordu yine; kızıla çalan kumral tenli yüzünde de yine o kendisine özgü ve soyluluğunu dışa vuran derin anlamlı çizgiler görülüyordu. İkonaların tam altındaydı ve kalın parmaklı kocaman ellerini yorganın üzerine koymuştu. Avucu aşağıya doğru olan sağ eline, başparmakla işaret parmağı arasına bir mum sıkıştırılmıştı. İhtiyar bir uşak; koltuğun arkasından eğilmiş, mumu tutuyordu düşmesin diye… Koltuğun başucunda, gösterişli giysileri içinde, uzun saçlarını omuzlarının üzerine bırakmış din adamları duruyor; ellerinde mumlar, tumturaklı bir sesle, büyük bir kutsal tören yaptıklarını vurgulayan bir ciddilik içerisinde, dualar okuyorlardı. Prensesler; ellerinde belirli aralıklarla gözlerini kuruladıkları mendillerle, hemen onların arkasında yer almışlardı. En önlerinde Katiş vardı. Belirgin şekilde öfkeli bir tavırla, bundan böyle olup biteceklerden ancak arkasına bakmadığı takdirde sorumlu tutulmayacakmış gibi gözlerini bir an bile ikonalardan ayırmaksızın dimdik duruyordu. Anna Mihailovna, yanında kim olduğu bilinmeyen bir hanımla birlikte, yüzünde Kont’un bütün kusurlarını bağışladığını belirten kederli ama aynı zamanda candan sevgiyle dolu bir hâldeydi. Prens Vasili, kapının öbür yanında, koltuğun daha yakınında, arkalığını kendisine döndürmüş olduğu oymalı ve yer yer kadife kaplı bir sandalyeye, mumu tutan sol elini yaslamıştı; sağ eliyle de haç çıkarmakta ve parmaklarını alnına her götürüşünde gözlerini gökyüzüne kaldırmaktaydı. “Bu duyguları anlamıyorsanız yazıklar olsun size!” der gibi bir ifade vardı yüzünde.

 

Prens’in arkasında yaver, hekimler ve erkek uşaklarla hizmetçiler yer almıştı. Kilisede olduğu gibi burada da erkeklerle kadınlar ayrılmış durumdaydılar. Hepsi susuyor, haç çıkarıyordu. Ağır ve uzun bir ezgi hâlinde dualar yükseliyor; ara sıra susulduğunda da ayak tıkırtıları ve iç çekişler kaplıyordu salonu…

Anna Mihailovna, ne yaptığını bilen insanların kendinden emin tavrıyla, salonun öbür yanına giderek Piyer’e yaklaştı ve delikanlıya da bir mum verdi. Mumu yaktı Piyer ve hemen çevresinde olup bitenleri seyre daldı. Ardından da mumu tutan eliyle haç çıkarmaya başladı farkında olmaksızın…

O anda Piyer’e bakmakta olan güleç yüzlü, al yanaklı, benli Küçük Prenses Sofya; kendisini tutamayıp kıkırdadı birden ve hemen mendiliyle yüzünü gizleyip uzunca bir süre öyle kaldı ama biraz sonra Piyer’e yeniden bakınca tekrar gülmeye başladı. Belliydi ki delikanlıya gülmeden bakamıyor, bakmadan da edemiyordu. Günaha girmekten korktu sonunda; ağır ağır ilerleyip Piyer’i göremeyeceği bir sütunu siper aldı kendisine. Tam o sırada da din adamları töreni birdenbire yarıda kesip kendi aralarında fısıldaşmaya koyuldular. Kont’un elini tutan ihtiyar uşak, doğrulup kadınlara dönmüştü. Anna Mihailovna öne çıktı hemen, hastaya doğru eğildi; sonra da eliyle Doktor Lorrain’e gelmesini işaret etti.

Sırtını sütunlardan birine yaslamış, elindeki mumu yakmadan tutan ve başka bir mezhepten olduğu hâlde, yapılan törenin önemini aradaki inanç farkına rağmen kavradığını; dahası, bu törene değer de verdiğini belirten saygılı bir tavırla duran Fransız hekim, yaşı kemale ermiş kimselere özgü sessiz adımlarla ilerleyerek hastaya yaklaştı; Kont’un yeşil yorganın üzerindeki elini tuttu ince uzun parmaklarıyla ve yan dönerek düşünceli bir şekilde nabzını yoklamaya koyuldu. Voltaire koltuğun çevresinde kısa bir süre telaşlı bir hareketlenme oldu. Hastaya içecek bir şeyler verdiler bu arada. Sonra herkes yine kendi yerine geçti ve tören devam etti.

Bu arada Piyer; Prens Vasili’nin kolunu yasladığı sandalyeden uzaklaşıp hep o ne yaptığını bilen ve aynı zamanda başkalarına da âdeta devamlı “Bu duyguları anlamıyorsanız yazıklar olsun size!” diyen tavrıyla hastaya değil de hastanın yanından geçerek Büyük Prenses’e yaklaştığını, sonra da onunla birlikte yatak odasının dip tarafına, ipek perdelerin arkasındaki yüksek karyolaya doğru yürüdüğünü gördü. Prens’le Prenses, karyolanın orada bir süre oyalandıktan sonra arka kapıdan çıkıp gittiler ve tam tören biterken de peş peşe salona döndüler.

Bütün o akşam boyunca olup bitenlerin ancak o türlü olup biteceğine artık kesinlikle inanmış bulunan Piyer, artık önceden şahit olduklarında olduğu gibi bu olaya da fazla önem vermeyecekti.

İlahiler kesilmişti şimdi. Birinci papazın, kutsal ekmeği aldığı için hastayı kutsayan sesi yükseldi. Hep aynı bitkinlik içinde, hareketsiz yatıyordu hasta. Ve çevresinde bulunan herkes hareket hâlindeydi. Ayak sesleri fısıltılara karışmaktaydı. Bunların arasında Anna Mihailovna’nın fısıltısı, daha belirgin olarak işitiliyordu.

Kadının, “Mutlaka karyolaya kaldırmalı, burada kalması hiç doğru değil.” dediğini işitti Piyer.

Hekimler, prensler ve kadınlı erkekli uşaklarla hizmetçiler Kont’un çevresini öylesine sarmışlardı ki delikanlı, o aslan yelesini andıran ak saçlarını ve kızıla çalan solgun benzini göremiyordu artık; oysa tören boyunca durmaksızın birtakım yüzlere de baktığı hâlde, ilgisini bir an bile ondan başkasına vermemişti…

Koltuğun çevresinde biriken insanların dikkatli hareketlerinden, can çekişen hastayı yerinden kaldırıp yatağına taşıdıklarını anladı Piyer. Uşaklardan birinin, ürkek bir sesle “Elimi tut, düşüreceksin!” diye fısıldadığını işitti.

Bir başkası, “Daha aşağıdan!” dedi sabırsız ve emredici bir tonda.

Bunların yanı sıra derin derin solumalar ve ayak değiştirmeler de işitilmekteydi. Sonra adımlar sıklaştı birden. Taşıdıkları yük, onlara taşıyamayacakları kadar ağır geliyordu sanki.

Anna Mihailovna’nın da aralarında yer aldığı taşıyıcılar, delikanlının yanına ulaştıklarında Piyer; bir an için onların sırtları ve enseleri arasından, koltuk altlarından tutarak yukarı doğru kaldırdıkları Kont’un geniş omuzlarını, açık ve dolgun dik göğsünü, ak saçlı başını gördü. Ölümün yakınlığı, bu geniş alınlı, elmacık kemikleri çıkık, güzel ağızlı, soğuk ve mağrur bakışlı başı katiyen çirkinleştirememişti. Tıpkı Piyer’in, üç ay önce Kont onu Petersburg’a gönderirken gördüğü gibiydi bu baş; sadece, bedenini taşıyanların uyumsuz adımları yüzünden bir oraya bir buraya sallanıp duruyordu ister istemez. O soğuk, mağrur gözler de ilgilenip bakmaya değer bir şey bulamamış gibiydiler.

Yüksek karyolanın çevresinde bir zaman daha uğraştı taşıyıcılar, sonra sessizce dağılıp yerlerini aldılar. O vakit Anna Mihailovna, Piyer’in elini tutarak “Venez.”221 dedi genç adama.

Kadının yanı sıra, hastanın biraz önce yapılan törene uygun bir şekilde yatırılmış olduğu karyolaya yürüdü Piyer. Hasta, başını kalın yastıklara koymuş yatıyordu. Elleri, yeşil ipek yorganın üzerinde yan yanaydı ve avuçları aşağıya doğru bakıyordu… Piyer yanına yaklaşınca gözlerini ona dikti Kont. Ama bu bakışın anlamı da amacı da belli değildi. Ya hiçbir anlam taşımıyordu bu bakış ve gözleri olan herhangi bir varlığın herhangi bir şeye baktığı gibi bakıyordu sadece ya da gerçekten pek çok şey anlatıyordu.

Ne yapacağını, ne yapması gerektiğini kestiremeden durmuştu Piyer ve soran bakışlarını, o ana kadar kendisine ne yapacağını göstermiş olan Anna Mihailovna’ya çevirmişti.

Anna Mihailovna aceleyle Kont’un eline yöneltti bakışlarını, sonra da eliyle, hastanın elini öpüyormuş gibi bir işaret yaptı. Piyer, yorgana değmemek için boynunu var gücüyle gererek Prenses’in istediğini yaptı: O kalın kemikli, dolgun elin üzerinde gezdirdi dudaklarını…

Kont’un ne elinde ne de yüz kaslarında en ufak bir titreme bile görülmemişti. Piyer, bundan sonra ne yapması gerektiğini sormak ister gibi Anna Mihailovna’ya baktı yine. Kadın, gözleriyle ona karyolanın yanındaki koltuğu işaret etti. Uslu bir çocuk gibi oturmak için ilerledi Piyer; bir yandan da gözleriyle “Yanlış bir şey yapmıyorum ya?” diye soruyordu Anna Mihailovna’ya. Anna Mihailovna ise onun bu davranışını başını hafifçe sallayarak onayladı.

Eski Mısır heykellerini andırıyordu Piyer oturduğunda. Ellerini dizlerine koymuştu, bedeni tam bir simetri içindeydi, yüzünde çocuksu denebilecek kadar saf bir ifade vardı. Sanki o biçimsiz şişman vücuduyla bu kadar çok yer kapladığından ötürü salondakilerden özür dilemek istiyor ve elinden geldiğince küçülmeye çabalıyordu. Gözlerini Kont’a çevirmişti. Kont’sa Piyer biraz önce ayakta dururken yüzünün bulunduğu noktaya bakıyordu hâlâ…

Anna Mihailovna’nın yüzünde, baba ile oğul arasındaki bu son görüşmenin önemini kavramış bulunduğunu ve bundan dolayı da pek duygulandığını belirten bir ifade vardı. Ancak birkaç dakika süren bu durum, bir saat gibi gelmişti delikanlıya. İşte tam o sırada, Kont’un yüzündeki derin çizgiler ve kaslar şiddetle titremeye başladı birden. Gittikçe biraz daha güçlenen bu titreme sonunda Kont’un biçimli ağzı yana doğru kaydı (Babasının ölüme ne denli yakın olduğunu işte o vakit anladı Piyer.) ve çarpık dudaklarından belli belirsiz bir hırıltı yükseldi.

Bir telaştır başladı salonda. Anna Mihailovna; hastanın ne istediğini anlayabilmek için büyük bir dikkatle gözlerinin içine bakıyor, bir Piyer’i bir suyu işaret ediyor, Prens Vasili’nin adını fısıldıyor ya da yorganı gösteriyordu.

Hastanın bakışlarında da yüz çizgilerinde de bir sabırsızlık belirmişti bu arada ve başucundan hiç ayrılmayan uşağına bakabilmek için çabalamıştı.

Uşak, “Öbür yanına çevirmemi emrediyorlar.” diye fısıldadı.

Sonra da Kont’un hantallaşmış vücudunu duvardan yana çevirmek için kalktı yerinden.

Uşağa yardım etmek için Piyer de doğrulmuştu.

Öbür tarafına çevirdikleri sırada Kont’un bir kolu cansız gibi arkaya kıvrılıverdi, düştü ve kolunu önüne almak için çırpınmaya başladı adam. Piyer’in, cansız koluna derin bir korkuyla baktığını mı fark etmişti; yoksa artık sönmek üzere olan zihninden başka bir düşünce mi geçmişti? Bunu kestirmek imkânsızdı. Yalnız, bir o söz geçiremediği koluna bir Piyer’in korku dolu yüzüne baktı. Sonra yeniden hareketsiz koluna çevirdi gözlerini. Dudaklarında, yüz çizgilerine hiç mi hiç uymayan hafif bir gülümseyiş belirdi. İçin için alay ediyordu sanki kendi güçsüzlüğüyle!

Piyer, bu gülümseyişi görünce göğsünde bir sıkışma duydu: Genzi yanmış, gözleri dolmuştu.

Hastayı duvara doğru çevirdiler. İçini çekti Kont. Anna Mihailovna, Kont’un başında nöbet tutmak için gelmiş olan Prenses’i görünce hafif bir sesle delikanlıya seslendi:

“H est assoupi, allons!”222

Piyer salonu terk etti.


205“Hadi.”
206“Aklımızı konuşturalım!”
207“Koruduğunuz hanımın.”
208“Vakit kaybetmeyelim.”
209“Gördün mü bak!”
210“Ah, yavrucuğum!”
211“İnanınız ki ben de sizin kadar acı çekiyorum ama metin olunuz!”
212“Ah, yavrucuğum, size karşı birtakım haksızlıklar yapılmış olabilir, bunları unutunuz, düşününüz ki o sizin babanızdır… Belki de can çekişmekte.”
213“Sizi daha ilk görüşte kendi oğlum gibi sevdim. Bana güvenin Piyer. Çıkarlarınızı unutmam.”
214“Metin olunuz, yavrucuğum, ben çıkarlarınızı gözeteceğim…”
215“Bu genç, Kont’un oğludur, Sayın Hekim…”
216“Umut var mı?”
217“Kendinizi Tanrı’nın koruyuculuğuna emanet ediniz…”
218“Metin olunuz dostum, metin olunuz. Sizi görmek istemişti. Ne iyi…”
219“Yarım saat önce bir kriz daha geçirdi. Metin olunuz, dostum…”
220“Tanrı’nın iyiliği tükenmez. Kutsal, yağ sürme töreni başlıyor şimdi. Gelin benimle.”
221“Geliniz.”
222“Uyudu, çıkalım artık.”