Mansfield Park

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Nie masz czasu na czytanie?
Posłuchaj fragmentu
Mansfield Park
Mansfield Park
− 20%
Otrzymaj 20% rabat na e-booki i audiobooki
Kup zestaw za 48,44  38,75 
Mansfield Park
Audio
Mansfield Park
Audiobook
Czyta Benedict Cumberbatch, Cast Full, David Tennant
45,56 
Szczegóły
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

“Bilemiyorum…” diye cevapladı Miss Crawford tereddüt ederek, “Bu konuda size katılamayacağım. Bu, meselenin en önemsiz yanlarından biri… Sosyeteye takdim edilmemiş kızların kendilerine takdim edilmiş havası vermesi, onlar gibi serbest davranması çok daha beter. Böylelerine çok denk geldim. Bence en beteri bu… Mide bulandırıcı!”

“Evet, gerçekten de rahatsız edici bir durum.” dedi Mr. Bertram, “İnsanı yoldan çıkarıyor. Kişi ne yapacağını bilemiyor. Çok güzel bir şekilde tarif ettiğiniz bağcıklı bone ve ağırbaşlı hava, bu kadar güzel anlatılamazdı doğrusu, karşınızdakinden ne beklemeniz ve nasıl davranmanız gerektiği konusunda size bir fikir veriyor. Geçen yıl bu yüzden başım az kalsın belaya giriyordu. Geçen yıl eylül ayında, Batı Hint Adaları’ndan dönüşümün hemen ardından bir arkadaşımla birlikte Ramsgate’e gitmiştim. Arkadaşım Sneyd’in… Sana Sneyd’den söz etmiştim değil mi Edmund? Babası, annesi ve kız kardeşleri oradaydı. Hepsiyle ilk kez tanışacaktım. Albion Meydanı’na gittiğimizde dışarıda olduklarını öğrendik. Mrs. Sneyd’i, kızlarını ve birkaç tanıdıklarını rıhtımda bulduk. Reverans yaparak yanlarına gittim. Mrs. Sneyd’in çevresini erkekler sarmıştı. Ben de kızlarından birinin yanında yürümeye başladım. Eve kadar birlikte yürüdük. Elimden geldiğince kibar davranıyordum. Genç kız da oldukça rahattı. Konuşmaya ve dinlemeye hazır bir havası vardı. Korkunç bir hata yapmakta olduğum aklımın ucundan bile geçmemişti doğrusu. İki kız da birbirine benziyordu. İkisi de iyi giyimliydi. İkisinin de başında tüllü şapka, elinde şemsiye vardı. Ancak bir süre sonra, yanımdaki kızın henüz sosyeteye takdim edilmemiş olduğunu öğrendim. Ablası bu duruma epey sinirlenmişti. Meğer Miss Augusta’nın sosyeteye takdimine daha altı ay varmış. Bu nedenle de benimle konuşması hataymış. Miss Sneyd’in beni asla affetmeyeceğine eminim.”

“Doğrusu kötü olmuş! Zavallı Miss Sneyd! Kız kardeşim yok, ancak genç kızın neler hissettiğini tahmin edebiliyorum. O yaşlarda görmezden gelinmek epey can sıkıcı olmalı. Bence bu tamamen annenin suçu… Miss Augusta’nın mürebbiyesinin yanında olması gerekirdi. Böyle yarım yamalak işlerin sonunun kötü olacağı baştan bellidir. Biz konumuza dönelim. Anlatın bakalım, Miss Price balolara katılıyor mu? Ablamın evine yemeğe gelmişti. Başka yerlere de sizinle geliyor mu?”

“Hayır.” diye cevapladı Edmund, “Daha önce bir baloya katıldığını sanmıyorum. Annem pek dışarı çıkmaz. Mrs. Grant haricinde bir yere yemeğe de gitmez. Fanny de evde annemle birlikte kalır.”

“O hâlde mesele anlaşıldı. Miss Price henüz sosyeteye takdim edilmemiş.”

6

Mr. Bertram at yarışlarına gitmişti. Miss Crawford, onun yokluğunu hissedeceğini düşünüyordu. İki ailenin artık gündelik hâle gelen buluşmalarında gözü Mr. Bertram’ı arayacak, onu özlemeye başladığını hissedecekti. Mr. Bertram’ın gidişinden kısa süre sonra Mansfield Park’ta yenilen bir akşam yemeğinde, masanın ucunda kendisine ayrılan yere oturmuştu. Masanın başında, evin reisinin sandalyesinde başka birini gördüğü zaman içini bir hüzün kaplayacağından emindi. Çok sıkıcı bir yemek olacağı kesindi. Ağabeyinin aksine Edmund anlatacak bir şey bulamayacaktı. Çorba servisi ruhsuz bir şekilde yapılacak, şaraplar gülüşmeden, şakalaşmadan içilecek, geyik eti dilimlenirken kimsenin aklına eski avlar hakkında hoş fıkralar, “bir arkadaş” hakkında eğlenceli hikâyeler gelmeyecekti. Şu an için tek eğlencesi, masanın öteki ucunda oturan, Crawford kardeşlerin Mansfield’a gelişinin ardından konaktaki akşam yemeklerine ilk kez katılan Mr. Rushworth’ü gözlemlemekti. Mr. Rushworth, yakınlarda oturan bir arkadaşını ziyaretten dönmüştü. Arkadaşı bahçesini bir peyzaj mimarına düzenletmişti. Bu iş aklına yatmış, kendi bahçesini de aynı şekilde düzenlemeye karar vermişti. Bu konuya dair anlatacak başka da bir şeyi yoktu. Oysa aynı şeyleri oturma odasında zaten konuşmuşlardı. Yemek odasında tekrar ısıtılıp servis ediliyordu. Mr. Rushworth’ün tek amacı Miss Bertram’ın ilgisini çekebilmek ve bu konudaki düşüncesini öğrenebilmekti. Mr. Rushworth’ü küçümser tavırlarla oturan Miss Bertram’ın hâlinden, konuya pek ilgi duymadığı anlaşılıyordu. Bir yandan da Sotherton Court’tan söz edilmesi hoşuna gidiyor, bu yüzden de Mr. Rushworth’ün yüzüne gülüyordu.

Mr. Rushworth, “Keşke Compton’ı görebilseydiniz!” dedi, “O kadar nefis ki! Hayatım boyunca bir yerin bu kadar değiştiğine şahit olmamıştım. Smith’e de söyledim, bahçeyi neredeyse tanıyamayacaktım. Hele girişi!.. Ülkenin hiçbir yerinde bu kadar güzelini bulamazsınız. Ev bir anda karşınıza çıkıveriyor. Emin olun ki oradan dönüşte Sotherton gözüme hapishane gibi göründü. Kasvetli, eski bir hapishane…”

Mrs. Norris, “Hiç olur mu!” diye atıldı, “Daha neler! Sotherton Court dünyanın en muhteşem evlerinden biridir.”

“Ancak düzenleme istiyor hanımefendi. Hayatım boyunca böylesine düzenleme isteyen bir yer görmedim ve maalesef bu konuda ne yapabileceğimi bilmiyorum…”

Mrs. Grant, Mrs. Norris’e döndü ve gülümseyerek, “Mr. Rushworth’ün bu kadar düşünceli olmasına şaşmamalı.” dedi, “Ancak emin olun ki zamanı geldiğinde Sotherton’da canının çektiği her düzenlemeyi yapacaktır.”

“Bir şeyler yapmam gerekiyor.” dedi Mr. Rushworth, “Ancak ne yapacağımı bilemiyorum. Umarım bana yardım eden dostlar çıkar.”

“Böyle bir konuda en iyi dostunuz…” diye söze girdi Miss Bertram, “Sanırım Mr. Repton olacaktır.”

“Ben de öyle düşünmüştüm. Smith için ne kadar iyi bir iş çıkardığı düşünülürse, en iyisi onu bir an önce işe almak olacaktır. Ücreti günde beş Gine altını…”

“On Gine altını istese bile!..” diye haykırdı Mrs. Norris, “Hiç düşünmeden vermelisiniz. Masraftan kaçmayın. Sizin yerinizde olsaydım, kaç para tutacağını hiç düşünmez, her şeyin en güzelini yaptırırdım. Sotherton Court her şeyin en iyisine layık bir yer. Üzerinde çalışabileceğiniz geniş bir alanınız var. O bahçe de harcanan emeğin karşılığını verecektir. Şahsen, Sotherton’ın ellide biri kadar bir yerim olsaydı, sürekli bir şeyler eker, düzenlemeler yapardım. Bu işlere çok meraklıyımdır. Topu topu yarım dönüm büyüklüğündeki bahçemde bu işlere kalkışsam gülerler bana. Oysa daha geniş bahçem olsaydı, zevkle düzenler, bir yığın şey ekerdim. Papaz evinde az uğraşmadık bu işlerle. İlk taşındığınız döneme oranla hemen her şeyi değiştirdik. Siz gençler pek hatırlamazsınız belki ama sevgili Sör Thomas burada olsaydı neler yaptığımızı anlatırdı. Daha da yapılacak çok şey vardı ama Mr. Norris’in hastalığından fırsat kalmadı. Zavallıcığın dışarı çıkıp, yapılan düzenlemelerin tadını çıkaracak hâli olmayınca hevesim kaçtı. Sör Thomas’la konuştuğumuz şeylerin tamamını yapamadıysam bu yüzdendir. Örneğin bahçe duvarını uzatarak kilise avlusunu ağaçlarla çevreleyecektik. Bu iş Dr. Grant’e nasip oldu.” Mr. Grant’e dönerek devam etti: “Bir şey yapmadan durduğumuz olmazdı. Örneğin ahır duvarının karşısındaki kayısıyı, Mr. Norris’in ölümünden bir yıl önce dikmiştik. O fidan büyüdü, kocaman bir ağaç hâlini aldı beyefendi.”

“Ağaç gerçekten de iyice serpilip büyüdü hanımefendi.” diye cevapladı Dr. Grant, “Toprağı iyi zira… Tek üzüntüm, meyvesinin toplamaya değmeyecek kadar yavan olması.”

“Beyefendi, o ağaç Moor Park cinsidir. Bize tam yedi şiline mal olmuştu. Yani Sör Thomas’ın hediyesiydi ama faturayı görmüştüm. Faturanın üzerinde Moor Park olduğu yazılıydı.”

“Sizi kazıklamışlar hanımefendi.” diye cevapladı Dr. Grant, “Patatesler bile o ağacın verdiği Moor Park kayısısından daha tatlı. Yavan bir tadı var o kayısıların. İyi kayısı, yenilebilen kayısıdır. Öylesi de maalesef benim bahçemde yok.”

Mrs. Grant araya girerek Mrs. Norris’e, “Aslını isterseniz hanımefendi…” diye fısıldadı, “Dr. Grant bahçedeki kayısının tadını bilmez. Daha bir tane bile koparıp yememiştir. Kayısı değerli bir meyvedir. Bizimkiler de o kadar iri, o kadar güzel ki aşçımız hepsini toplayıp tart ve reçel yapıyor.”

Kıpkırmızı olan Mrs. Norris, bu sözler üzerine biraz yatıştı. Bir süre daha Sotherton’da yapılacak düzenlemeler konuşuldu. Dr. Grant ile Mrs. Norris eskiden beri pek geçinemezdi. Taban tabana zıt karakterlerdi. Mr. Rushworth yine aynı konuya dönerek, sözüne kaldığı yerden devam etti: “Smith’in bahçesine herkes hayran oldu. Oysa Repton işe el atmadan önce hiçbir şeye benzemiyordu. Sanırım bu işi Repton’a vereceğim.”

Leydi Bertram, “Mr. Rushworth!” dedi, “Sizin yerinizde olsam, güzel bir fidanlık da yaptırırdım. Güzel havalarda fidanlıkta gezmeye doyum olmaz.”

Mr. Rushworth, hanımefendiye, bunu mutlaka yapacağı konusunda teminat verdi. Leydi Bertram’ı bu isabetli tercihinden dolayı övmeye niyetlendi ancak ne diyeceğini bilemedi. Kendisi de zaten aynı niyetteydi. Oysa şimdi hanımefendi istedi diye yapmış gibi görünecekti. Kadınların isteklerini emir addeden bir centilmen olduğunu anlatmak istiyordu ancak bunu yaparken asıl söylemek istediği onun memnun etmeye çabaladığı tek bir kadın olduğuydu. Neyse ki tam o sırada Edmund şarap içmeyi önerdi de bu anlamsız geveleme sona erdi.

Genelde pek konuşkan biri olmayan Mr. Rushworth’ün söyleyecekleri henüz bitmemişti. Miss Bertram’a dönerek, “Smith’in arazisi en fazla yüz dönümdür. Böylesine küçük bir yerin bu kadar güzelleştiğini görmek gerçekten şaşırtıcı. Sotherton ise dere kenarındaki çayırları hesaba katmasanız bile nereden baksanız yedi yüz dönüm vardır. Compton’da bile bu kadar şey yapılabildiğine göre umutsuzluğa kapılmamıza hiç gerek yok. Compton’da evin önündeki büyük ağaçlardan iki üç tanesi kesilince manzara inanılmaz derecede açılmış. Düşündüm de Repton veya işi kim yapacaksa artık, Sotherton’daki ağaçlı yolu kaldırabilir. Hani şu batı yakasından tepeye uzanan yolu…” dedi.

“Ağaçlık yol mu? Yok, çıkartamadım. Sotherton’ı pek bilmiyorum.” Miss Bertram bu sözlere verilecek en uygun cevabın bu olduğunu düşünmüştü.

Edmund’ın yanında Miss Crawford’ın tam karşısında oturan ve konuşulanları dikkatle dinleyen Fanny, Edmund’a dönerek fısıltıyla, “Ağaçları kesmek mi? Çok yazık! Senin de aklına Cowper’ın, ‘Siz kesilmiş ağaçlar, kötü kaderinize yanıyorum.’ dizesi gelmedi mi?”

 

Edmund gülümseyerek, “Korkarım ağaçların pek şansı yok Fanny.” dedi.

“Ağaçlar kesilmeden Sotherton’ı görmek isterdim. Ancak görebileceğimi sanmıyorum.”

“Hiç gitmedin mi? Tabii, nasıl gideceksin ki? Atla gidilemeyecek kadar uzakta. Keşke bir yolunu bulsak…”

“Çok önemli değil. Olur da görürsem, sen bana nelerin değiştiğini anlatırsın.”

“Anladığım kadarıyla…” dedi Miss Crawford, “Sotherton oldukça eski ve görkemli bir yer. Binalar hangi tarzda yapılmış?”

“Ev, Elizabeth Dönemi’nde yapılmış. Büyük, düzgün inşa edilmiş bir tuğla bina… Kaba ama görkemli. Bir yığın odası var. Yalnız konumu çok kötü… Çukurda inşa edilmiş. O çukura yapabilecek bir şey yok. İçinden bir dere geçen hoş bir koruluğu var. Bana kalırsa orası çok güzel bir hâle getirilebilir. Mr. Rushworth çok haklı. Bence gayet modern bir görünüm kazandırılabilir.”

Sessizce dinleyen Miss Crawford kendi kendine, İyi terbiye görmüş bir adam, dedi, Ve bunu göstermeyi de biliyor.

Edmund, “Mr. Rushworth’ü etkilemek istemem.” diye devam etti, “Ancak ben olsam bu işi bir peyzaj mimarına bırakmazdım. Zevksiz de olsa kendi bildiğim gibi yapardım. En azından başkasının değil, kendi hatalarımın sonuçlarına katlanırdım.”

“Belli ki siz bu işlerden anlıyorsunuz, ancak bana göre olmadığı kesin. Bu işlerden hiç anlamam. Taşrada bir evim olsaydı, bu işi benim yerime yapacak, ödediğim paranın karşılığında bana güzellikler sunacak olan Mr. Repton gibi birine minnettar kalırdım. Her şey tamamen bitene dek de görmeye gitmezdim.”

“Ben tüm aşamaları takip emekten keyif alırdım.” dedi Fanny.

“Siz böyle yetiştirilmişsiniz. Benim bu konuda hiç tecrübem yok. Pek de sevmediğim bir insan yüzünden yaşadığım tek tecrübe, bana bu işlerin başa bela olduğunu öğretti. Üç yıl önce, saygıdeğer amiral amcam, Twickenham’da tatillerimizi geçirebileceğimiz bir yazlık almıştı. Yengem de ben de çok sevinmiştik. Eteklerimiz zil çalıyordu. Yazlık çok şirindi ancak elden geçirilmesi gerekiyordu. Sonraki üç ayı toz toprak içinde geçirdik. Oturabileceğimiz bir tabure bile yoktu. Taşrada bir evim olsa, fidanlıktan çiçek bahçelerine, rustik sandalyelere dek her şeyin dört dörtlük olmasını isterdim. Ancak bütün bunlar, ben başlarında yokken yapılmalı. Henry benim gibi değildir. O bizzat uğraşmayı ister.”

Edmund, hayranlık duyduğu Miss Crawford’ın, amcasından, herkesin ortasında böyle saygısız bir şekilde bahsetmesinden rahatsız olmuştu. Bu davranışı kabul edilemez bulan Edmund suskunlaştı. Ancak Miss Crawford’ın gülümsemesi, neşesi, Edmund’a meseleyi unutturmaya yetti.

Miss Crawford, “Mr. Bertram!” dedi, “Nihayet arpımdan haber alabildim. Sapasağlam hâlde Northampton’a ulaşmış. Bize bugüne dek tam aksini söyledikleri hâlde, meğer on gündür oradaymış!” Edmund bu habere çok sevindiğini söyledi.

“Aslında bizzat kendimiz araştırmıştık. Hizmetçiyi göndermiş, kendimiz de gitmiştik. Meğer bu yöntemler Londra dışında bir işe yaramıyormuş. Doğru yöntemi bu sabah öğrendik. Bir çiftçi görmüş ve değirmenciye söylemiş, değirmenci kasaba anlatmış, kasabın damadı da mağazaya haber vermiş.”

“Bir şekilde haber almış olmanıza sevindim. Umarım daha faza gecikme yaşanmaz.”

“Yarın elime ulaşacak. Ama bilin bakalım nasıl geliyor? Köyde tek bir at arabası bulamadık. Hamal ve el arabası ayarlamam gerekiyormuş.”

“Korkarım ki hasat zamanı at arabası bulmanız pek kolay olmaz.”

“Nasıl uğraştım bilemezsiniz! Taşrada bir at arabası bulamayacağım hayatta aklıma gelmezdi. Hizmetçimden gidip bir araba getirmesini istemiştim. Odamın penceresinden bir yığın çiftlik görünce ve fidanlıkta gezinirken bir sürü çiftliğe denk gelince, kime sorsam verir diye düşünmüş, hepsini birden kiralayamayacağım için üzülmüştüm. Meğer dünyanın en saçma, en imkânsız şeyini istiyormuşum. Çiftçileri, ırgatları, tarladaki ekinleri kızdırıyormuşum. Yaşadığım şaşkınlığı tahmin edebilirsiniz. Keşke Dr. Grant’in kâhyasını bu işe hiç bulaştırmasaydım. Genelde gayet kibar biri olan eniştem, ne işlere kalkıştığımı öğrenince küplere bindi.”

“Böyle olacağını bilemezdiniz elbette. Ancak düşününce hasat zamanının ne kadar önemli olduğunu anlamanız gerekirdi. Dilediğiniz an bir at arabası bulmak, sandığınız kadar kolay olmayabilir. Çiftçilerimizin zaten at arabalarını kiralamak gibi bir âdeti yoktur ancak hasat zamanında atlarını isteseler de veremezler.”

“Âdetlerinizi zamanla öğreneceğim. Ancak Londra’da ‘her şey paraya bakar’ anlayışına alışkın biri olarak taşra âdetlerinizi görünce kendimden utandım. Sonuçta arpım yarın elime geçecek. İyi yürekli Henry, kendi faytonuyla getirmeyi teklif etti. Tam arpıma layık bir taşıt, değil mi?”

Edmund, arpın en sevdiği çalgı olduğunu belirterek, en kısa zamanda dinlemeyi umduğunu söyledi. Bugüne dek hiç arp dinlememiş olan Fanny de bunun için can atıyordu.

“Her ikinize de çalmaktan mutluluk duyarım.” dedi Miss Crawford, “En azından dinlemeye katlandığınız sürece… Aslında katlanamasanız da çalmaya devam edebilirim, zira müziğe bayılıyorum. Hele ki beğeni sahibi bir dinleyici bulan müzisyen, her açıdan tatmin olacaktır. Neyse, Mr. Bertram, eğer ağabeyinize mektup yazacak olursanız, yalvarırım arpımın geleceğini de belirtin. Çektiğim sıkıntılarla kafasını az şişirmedim. Dilerseniz, döndüğünde en hüzünlü nağmelerimi onun için çalacağımı da ekleyin. Ne de olsa atı yarışı kaybedecek.”

“Olur da yazarsam, dilediğiniz her şeyi anlatırım elbette. Ancak şu an mektup yazmak için bir neden göremiyorum.”

“Hayır, korkarım ki bir yıllığına gitse dahi mecbur kalmadıkça ne siz ona yazarsınız ne de o size yazar. Mecbur bırakacak bir neden de göremezsiniz. Bu erkek kardeşler ne garip mahluklar böyle! Bilmem hangi atın hasta olduğu, bilmem hangi akrabanın öldüğünü bildirmek için elinize kalem aldığınızda, kısacık bir mektupla yetinirsiniz. Hepiniz aynısınız. Her anlamda ideal bir ağabey diyebileceğim, bana çok düşkün olan, her konuda bana danışan, bana sırlarını açan, benimle saatlerce konuşan Henry, henüz bana bir sayfadan uzun bir mektup yazmamıştır. Yazdıkları da ne ki ‘Sevgili Mary, az önce ulaştım. Kaplıca kalabalık, her şey bildiğin gibi… Sevgilerimle…’ Erkek tarzı işte! Ağabey mektuplarının tipik bir örneği…”

William’ı anımsayan Fanny, “Ailelerinden uzakta olduklarında…” dedi, “Uzun mektuplar da yazabilirler.”

Edmund, “Miss Price’ın ağabeyi denizde.” dedi, “Ağabeyinin mektup yazmadaki ustalığı, Fanny’nin bu konuda çok acımasız olduğunuzu düşünmesine yol açtı.”

“Denizde mi? Kraliyetin hizmetindedir elbette?”

Fanny, Edmund’ın kendi yerine anlatmasını tercih ederdi. Ancak Edmund’ın sustuğunu görünce ağabeyinin durumunu anlatmaya mecbur kaldı. Kardeşinin işinden, gittiği yabancı ülkelerdeki limanlardan söz ederken sesi canlanmıştı. Kaç yıldır uzakta olduğunu anlattığında ise gözlerinden yaşlar boşaldı. Miss Crawford nazik bir ifadeyle ağabeyinin bir an önce terfi etmesi temennisinde bulundu.

“Kuzenimin kaptanını tanıyor musunuz?” diye sordu Edmund, “Yüzbaşı Marshall… Donanmada birçok tanıdığınız olsa gerek.”

Miss Crawford kibirli bir edayla, “Amirallerin çoğunu tanırım.” dedi, “Ama düşük rütbeli subayları pek tanımayız. Yüzbaşılar da eminim iyi insanlardır ancak bizim dengimiz sayılmazlar. Amiralleri sorsaydınız haklarında her şeyi anlatabilirdim. Nasıl insanlar olduklarını, flamalarını, maaş farklarını, atışmalarını, kıskançlıklarını… Hepsi de kendisine haksızlık edildiğinden, layık oldukları yerde bulunmadıklarından yakınır. Amcamla yaşadığım dönemde birçok amiralle bizzat tanıştım. Tanıdığım tuğamiral ve tümamirallerin sayısını unuttum.”

Edmund yine daraldığını hissetti. “Çok asil bir meslek.” demekle yetindi.

“Evet, bir mesleğin iyi olarak nitelenmesinin iki koşulu vardır: İyi para kazandırmalı ve o işi yapan kişi de bu parayı sağduyulu bir şekilde kullanmalı. Özetle, bana göre bir iş değil. Bana hiçbir zaman cazip gelmemiştir.”

Edmund tekrar arp konusunu açtı. Onu dinlemekten büyük mutluluk duyacaktı.

Diğerleri ise hâlen yapılacak düzenlemeleri konuşuyordu. Mrs. Grant, Miss Julia Bertram’a odaklanmış olan erkek kardeşinin dikkatini başka yöne çekme mecburiyeti hissetti.

“Sevgili Henry, senin bu konuda söyleyecek bir şeyin yok mu? Sen de bu işi yapmıştın. Duyduğum kadarıyla Everingham, İngiltere’deki tüm evlerle boy ölçüşebilecek güzellikteymiş. Doğal güzellikleri de cabası. Hatırladığım kadarıyla eski hâli de çok güzeldi. O tepeler… Koruluklar… Oraları tekrar görebilmek için neler vermezdim!”

Henry, “Senden bunları duymak beni çok sevindirdi.” diye karşılık verdi, “Ancak hayal kırıklığına uğrayabilirsin. Umduğun gibi çıkmayabilir. Pek büyük bir yer sayılmaz. Ne kadar küçük olduğunu görsen şaşarsın. Dekorasyonu konusunda da bana pek iş düşmedi. Keşke elimden daha fazlası gelebilseydi…”

Julia, “Bu tür şeylere meraklı mısınız?” diye sordu.

“Hem de nasıl! Ancak o kadar güzel bir doğası var ki benim gibi bir acemi bile altından kalkabildi. Everingham’da neler yapacağıma aslında çok önceden karar vermiştim. İlk planı Westminister’da okurken hazırlamıştım. Cambridge’te birtakım değişiklikler yaptım ve yirmi bir yaşıma gelince de hayata geçirmeye başladım. Şu an önünde mutlu bir macera olan Mr. Rushworth’e imreniyorum. Çünkü ben kendiminkini çok çabuk tükettim.”

“Hızlı bir şekilde görebilenler, hızla harekete geçerek, hızla çözüme ulaşır.” dedi Julia, “İş mi istiyorsunuz? Mr. Rushworth’e imreneceğinize, değerli fikirlerinizle kendisine yardımcı olabilirsiniz.”

Konuşulanların sonuna yetişebilen Mrs. Grant de bu öneriye hararetli bir şekilde destek vererek, kardeşinin fikirlerinin eşi benzeri olmadığını söyledi. Miss Bertram da bu fikre katılarak, dostlara akıl danışmanın, işi bir profesyonelin ellerine teslim etmekten çok daha akıllıca olacağını savundu. Mr. Rushworth, Mr. Crawford’ın yardımını seve seve kabul etmeye hazırdı. Mütevazı bir edayla becerilerinin abartılmaması gerektiğini belirten Mr. Crawford, elinden geldiğince yardım etmeye çalışacağını söyledi. Bunun üzerine Mr. Rushworth, Mr. Crawford’ı Sotherton’a davet ederek, kendisini ağırlamaktan onur duyacağını söyledi. Yeğenlerinin âdeta aklından geçenleri okuyan, Mr. Crawford’ın bir yere gitmesinden hiç hoşlanmayacaklarını bilen Mrs. Norris, bir ara yol bulma ümidiyle lafa karıştı: “Mr. Crawford’ın bunu çok isteyeceğinden hiç şüphem yok. Neden hep beraber gitmiyoruz? Küçük bir gezi düzenleriz. Sevgili Mr. Rushworth, buradaki herkes Sotherton’da yapacağınız düzenlemeleri ve Mr. Crawford’ın fikirlerini merak ediyor. Belki bizlerden de işinize yarayacak fikirler çıkar. Kendi adıma epeydir, saygıdeğer annenizi tekrar ziyaret edebilmek için can atıyordum. Bir faytonum olsaydı, bu kadar ihmal etmez, çoktan gelmiş olurdum. Bu gezi sayesinde siz dolaşıp neler yapılması gerektiğini kararlaştırırken ben de Mrs. Rushworth’le birkaç saat geçirebilirim. Akşam yemeğini de dönüşte hep birlikte burada yeriz. Eğer anneniz de arzu ederse yemeğe kalır, evimize ay ışığı altında hoş bir yolculuk yaparak dönebiliriz. Sanırım Mr. Crawford yeğenlerimi ve beni kendi faytonuyla götürür. Edmund da atla gelir. Fanny de seninle evde kalır ablacığım.”

Leydi Bertram’ın bu plana itirazı yoktu. Herkes gitmeye can atıyordu. Bir tek Edmund ağzını açıp bir şey söylememişti.