Za darmo

Her Yol Mübah

Tekst
Autor:
Oznacz jako przeczytane
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

55. Bölüm

Saat 05:45

Birleşik Devletler Donanma Rasathanesi – Washington, DC

Adı William Theodore Ryan idi.

Toprak soylusu bir ailenin torununun, torununun, torunuydu. İnsanları, nesillerden beri, gururlu suç ortakları ve isyankarlardı. İşte şimdi, Amerika Birleşik Devletleri başkanıydı.

Daha önce hiç olmadığı kadar yorgundu. Geçen gece çok az uyumuştu. Gün ağarmadan önce Site R’den Washington’a dönmek konusunda ısrarcı olmuştu. Yeraltında kalmanın bir anlamı yoktu, değil mi? Tehlike bitmişti. Ayrıca bu Amerikan halkına ne kadar cesur olduğunu kanıtlayacaktı. Üç yüz milyondan fazla insan yabancı saldırılara karşı korunmasız bir şekilde hayatına devam ederken, yeraltında bir delikte saklanmayacaktı.

Bu düşünce onu gülümsetti.

Başkan yardımcısı resmi konutunun, üst kattaki çalışma odasının oturma alanında oturuyordu. Camdan dışarıda, cılız bir ışık bulutların arasında süzülüyordu. Evin kendisi çok güzeldi, büyük, beyaz, yan duvarları ve rasathanenin sevimli, inişli çıkışlı zeminindeki küçük kule ile bir Queen Anne’di. 1800lerde yapılmıştı ve nesillerdir başkan yardımcılarına ev sahipliği yapıyordu. Şimdi ise, onarılana kadar, Beyaz Saray’ın yerine geçecekti.

Karşısındaki kanepede Kansas senatörü Edward Graves oturuyordu. Bugün, ileriki saatlerde, Ed, 72 yaşında, modern Amerika tarihindeki en yaşlı başkan yardımcısı olacaktı. Ed Graves bir ordu uzmanıydı, kendini bildi bileli Kongre’nin Silahlı Kuvvetler Komitesi’nin başkanlığını yapıyordu. Ed, yaklaşık yirmi yıldır, Ryan’ın mentorluğunu yapıyordu.

Aralarında siyah bir hoparlörlü telefon duruyordu. Genel kurmay başkanlığından bir müsteşar Orta Doğu’daki gelişmelerden bahsetmeden önce, cızırdadı. Ortalık gergindi ama iyi gidiyordu.

“Efendim,” dedi ses “emrettiğiniz gibi, iki Amerikan F-118 savaş uçağı İran hava sahasına yerel saat ile 1:45’te yani yarım saat önce giriş yaptı.”

“Durum?” dedi Bill Ryan.

“İki dakika içerisinde üç İran jetiyle karşılaştılar ve yolları kesildi, uçakların eski Rus savaş uçaklarından olduğunu düşünüyoruz. Kısa bir hava muharebesinden sonra, F118’ler İran jetlerini imha ettiler. Radar en az bir düzine daha İran uçağının yaklaştığını haber verdi, bu sebeple F118’ler Türk hava sahasına geri çekildiler. İranlılar da sınırdan geri döndüler.”

“Peki.” dedi Ryan. “Başka?”

“Biri Japonya, diğeri Alaska’da iki dinleme istasyonunun raporuna göre, Doğu Sibirya’daki yarım düzine kadar Rus füze ambarı son yirmi dakika içinde savaş durumuna geçmişler. Füzelerin ana hedefleri, batı kıyısındaki, Seattle, Portland ve San Francisco gibi belli başlı metropolitanlar. Hedeflerini belirlemiş ve kilitlenmişler.”

“Tanrım. Bunu niye yapıyorlar?”

“Emin değiliz efendim. Zamanlamaya bakarsak İran hava sahasının ihlali ile ilgili diyebiliriz ama kulağımıza gelenlere göre Rus Merkezi Komutasında meydana gelen bazı karışıklıklardan dolayı da olabilir.”

Ryan, Ed’e baktı. Alakasız olduğu işlere burunlarını sokmak Rusların tipik özelliğiydi. Ne yapacaklardı, nükleer savaş mı başlatacaklardı? Ama itiraf etmeliydi ki bu gerilim tırmandırma politikasının neşelendirici tarafları da vardı. Sadece sekiz saattir başkandı.

Ryan, telefondaki sese, “ O Rus ambarlarını hedefleyen füzelerimiz var mı?”

“Evet efendim, var.”

“Öyleyse hepsini savaş durumuna geçirin ve Rusya’nın bundan haberdar olduğuna emin olun. Hadlerini bilmek zorundalar. Onlara silahlarımızı gösterirsek, belki durumun ciddiyetini kavrarlar.”

Hattın ucundaki ses tereddütlüydü; “Peki efendim.”

“Başka bir şey?”

“Şimdilik yok efendim.”

Ryan telefonu kapattı. Oda çok sessizdi. Ed Graves’e baktı.

“Düşüncelerin?”

Ed elini dizine koydu. Elleri, yaşlı ağaç gövdesi gibi, boğumlu ve benekliydi. Ed’in suratı kırışıktı. Burnu yumru gibiydi ve çatlak kan damarlarıyla doluydu. Ama güzleri lazer ışını gibiydi.

“Bu salakça,” dedi “sınıra iki uçak göndermek. Niye onları sınıyoruz? Onların ne yapabileceğini de, bizim ne yapabileceğimizi de biliyoruz. Önce onlar bize saldırdı değil mi? Başkanımızı öldürdüler.”

Ed, burada, abartılı bir şekilde göz kırpmıştı. Bill onun adına neredeyse utanmıştı.

“Eğer bu doğruysa, onları vurmalıyız, hem de sağlam vurmalıyız. Misilleme yapmalıyız. Basra Körfezi’nde beşinci filomuz var. Hürmüz boğazındaki İran silahlarını çıkaralım. Oraya mayın döşemelerine izin vermek istemeyiz. Sadece çıkaralım. Poof. Sonra bombacıları Tahran’a gönder. Oraya ulaşabilmeleri için gerekli tüm savaş mürettebatını sağla. Ben olsam, bunların hepsini bugün yapardım.”

Bill kafasını salladı. “Tahran’a ulaşmak için savaşmaları gerekecek.”

Ed omuzunu silkti. “Bizim çocuklar en iyileri. Ve zaten, onlara bu yüzden para ödemiyor muyuz? Savaş? Şehir merkezinde bir ya da iki hafta ağır bombalama ve bence İran problemi kökten çözülecek.”

“Peki ya Ruslar?”

Ed Graves bunun hakkında biraz düşünür gibi yaptı. En sonunda omuzunu silkti ve, “Siktir et Rusları.” dedi.

Ağır meşe kapı çalınıyordu.

“İçeri gel.”

Kapı açıldı. Genç bir yardımcı içeri girdi. Adı Ben’di, birkaç yıldır Ryan için çalışıyordu. Genel olarak enerjik bir çocuktu, ama bugün içi heyecan kaplıydı. Bütün ekip yükselmişti.

“Senin için ne yapabilirim Ben?”

“Efendim, dün gece patlayıp gel git havzasına düşen cipteki kadının kimliği saptandı. Bunla ilgili bir şey öğrendiğimde size iletmemi istemiştiniz.”

“Evet, istemiştim. Nedir?”

“Dental kayıtları Liza Redeemer isimli bir kadın olduğunu söylüyor.”

Bunlar Bill Ryan’ın duymak istediği şeyler değildi. “Redeemer?”

“Evet efendim. 33 yaşında bir evsizmiş. Uzun bir akıl hastalığı geçmişi var, şizofreni, bipolar bozukluk gibi. 18 yaşına girdiğinde Elizabeth Reid olan adını yasal olarak değiştirmiş. O arabanın içinde ne yaptığıyla ilgili hiçbir bilgi yok.”

Ryan kafasını salladı. “Peki. Teşekkürler.”

Yardımcı dışarı çıktığında, Ryan tekrar Ed Graves’e baktı.

“Don Morris ile konuşmamız lazım.”

56. Bölüm

Saat 07:15

Belediye Tutuk Evi – Washington, DC

“Nasıl uyudun?”

“Bebek gibi. Altı başka adamla birlikte cezaevindeydim. İyi adamlardı. Ne kadar masum adamın cezaevlerinde olduğuyla ilgili hiçbir fikrim yoktu.”

Luke, gözaltı merkezinden, günışığına çıktı. Dışarısı aydınlıktı. Elleri hala kelepçeliydi. Don Morris tarafından çıkarılmıştı. O, Don ve Luke’un tanımadığı iki ajan basamakları indi ve sokağa park etmiş yeni model, siyah bir sedan araca doğru ilerlediler.

“Buna dolap çevirmek denir. Arabada seninle olan kadının Susan Hopkins olmadığını anlamak için dental kayıtlarına bakmak zorunda kaldılar. Ve bu bir saat önce oldu. Hala kim olduğunu bilmiyorlar.”

“Ah?” dedi Luke. “Susan olduğuna yemin etmem gerekirdi.”

Don durdu. Luke’a baktı. “Saçmalamayı kes Stone. Pek neşeli bir günümde değilim, senin de olacağını sanmıyorum. Konuşacaksın ve Susan’ın nerede olduğunu bize söyleyeceksin. Bunun farkındasın değil mi? Ah, biliyorum. Luke Stone yenilmezdir. Ondan bu bilgiyi almak günler sürebilir. Şahsen ben böyle düşünmüyorum. Hemen konuşacağını düşünüyorum. Eğer unuttuysan diye söylüyorum, elimizde bir koz var.”

“Asla aileme zarar vermeyeceğini söylemiştin.”

Don gülümsedi. “Vermeyeceğim. Ailen yaşıyor ve gayet iyiler. Bunu bilmelisin. Ama Susan nerede bilmeliyiz.”

“Don, Susan Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanıdır.”

Kafasını salladı. “Buna sen karar veremezsin Stone.”

“Hayır. Anayasa karar veriyor.”

Don bir ses çıkardı. Öksürük gibi bir şeydi. Yanındaki iki ajana baktı. “Ajan Stone ve beni biraz yalnız bırakabilir misiniz?” dedi.

İki adam yaklaşık otuz metre uzaklaştılar. Park etmiş bir arabanın yanında durup, Luke ve Don’a baktılar. Başka bir şey yapıyormuş gibi davranmak yerine, izliyorlardı. Luke, elleri ve ayakları bağlıyken de Don’u öldürebileceğinin farkında olduklarını varsaydı.

Don, siyah sedana yaslandı. “Oğlum, ne yapıyorsun?”

Luke ona baktı. Luke’u uzun zamandır tanımasına rağmen, tanıyamamıştı. “Sen ne yapıyorsun Don? Ne yapıyorsun? Bir darbe olmasına yardım eden ben değildim.”

Don kafasını salladı. “Luke, adına ne dersen de, çoktan olan oldu. Her şey ileriye doğru işliyor, geriye değil. Sevsen de sevmesen de, Bill Ryan Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı. Ailen tehlikede, ama ölmediler ve incitilmediler. Onları geri alabilirsin. Sadece iş birliği yapman gerekiyor. Direnç göstermene inanamıyorum. Elinde hiçbir şey yok.”

“Bu işten senin çıkarın ne Don? Eminim bunu yalnızca Bill Ryan eski okul arkadaşın diye yapmıyorsun.”

Don kafasını salladı. “Peki. Haklı bir soru. Eğer doğru olanı yapmanı sağlayacaksa, cevaplayacağım. Amerika’nın güçsüz olmasından bıktım. Amerika’nın tereddütlü olmasından bıktım. Bir ordu adamı olarak, benim öğretimde böyle şeyler yok ve açıkçası DNA’mda da yok. Buna dayanamıyorum. Ve Özel Müdahale Timi’ni ayakta tutmak için gerekli kaynakların sağlanması için her yıl yalvarmaktan bıktım. İyi iş çıkarıyorduk, gördün, parçası oldun ve her şey boşa gitmek üzereydi.”

Luke anlamaya başlamıştı. “Yani Bill Ryan sana ÖMT için istediğin bütçeyi veriyor?”

Don kafasını salladı. “Hayır. Bill Ryan sadece paravan kişi, eminim sen de farkındasındır. Başka güçler var. Ve Amerika’yı iyileştirmek istiyorlar, aynı benim istediğim gibi, aynı senin isteyeceğin gibi. Bu öğleden sonra, Bill savunma bakanı adayının ben olduğumu açıklayacak.”

Luke ona baktı. Bir gece önce kendisinden elli metre ileride, David Delliger’ın Deniz Harp Akademisi stadyumunda kafasına sıkılan kurşunu hatırladı.

“Bu işi istediğine emin misin? Dün gece eski bakanla birlikteydim. Görev süresi biraz ani sonlandı.”

Don gülümsedi. “Don bu iş için pek uygun sayılmazdı. Ordu adamıydı ama savaşçı değildi. Şimdilerde bir savaşçıya ihtiyaç var. Eminim bunu herkesten iyi sen anlarsın.”

 

“Don, eğer İran’la savaşa girersek, Ruslar…”

Don elini kaldırdı. “Luke bana Ruslar hakkında ders vermeye kalkma. Senin altında bez bağlıyken ben Rusları öldürüyordum. Rusların ne yapacağını biliyorum. Hiçbir şey, o kadar. Duracak ve izleyecekler. Şimdi bana Susan nerede onu söyle lütfen.”

Luke hiçbir şey söylemedi.

“Rebecca ve Gunner bugün ölecek Luke. Olacak olan bu. Ve senin kendin dışında suçlayacak kimsen olmayacak.”

Luke kafasını çevirdi; “Sen bir vatan hainisin Don.”

Sokağın başında, Luke’un baktığı tarafta garip şeyler oluyordu. İki ajan bu tarafa doğru hızla yürüyordu. Arkalarında, takım elbiseli ve güneş gözlüklü bir takım adam onları takip ediyordu. Luke yedi kişi olduklarını saydı. Luke döndü ve diğer tarafa baktı. Belki de başka bir yere gidiyorlardı.

Hayır. Yarım düzinesi de diğer taraftan yaklaşıyorlardı. Luke, Don’un yanındaki ajanlara baktı. Aniden sıvıştılar. Bir tanesi sokağa fırladı. Daha sokağın ortasına gelmişti ki, bir araba çarptı. Araba tiz bir ses çıkarıp, durdu. Ajan yuvarlandı ve düştü. Adamlardan üçü ona doğru koştu, silahlarını çektiler.

Diğer ajan otoparka doğru bir patikaya koştu. Adamlardan beşi onu kovalıyordu.

Adamlardan üçü bir taraftan, ikisi diğer taraftan Luke ve Don’a yaklaşıyordu. Silahlarını çektiler. Adamlardan biri kimliğini çıkardı.

“Gizli Servis.” dedi.

Yüzü yere gelecek şekilde Don’u yere yatırdılar. Silahlarını aldılar ve kelepçelediler.

“Suçlamalar nedir?” dedi Don.

“Nereden başlayayım?” dedi adam. “Vatan hainliği. İç terör. Cinayet. Adam kaçırma. Suikast. Başlangıç için yeterli sanırım.”

Luke’un bileklerini serbest bıraktılar. Hissi geri kazanabilmek için masaj yaptı. “Bazıları idam cezasıyla sonuçlanacak suçlar gibi.”

Gizli Servis’teki adam başını salladı. “Öyleler.”

“Oğlum ve karım kaçırıldı. Bu adam nerede olduklarını biliyor.”

Luke Don’a baktı.

“Yerinde olsam,” dedi “Hemen konuşmaya başlardım.”

57. Bölüm

Saat 07:45

Birleşik Devletler Donanma Rasathanesi – Washington, DC

Başkan yardımcısı resmi konutunun önündeki özel yolda, siyah bir cip durdu.

Arka kapı açıldı ve Susan Hopkins dışarı çıktı. Iraklı doktor, gece kolunu ve bileğini sarmıştı. Suratındaki yaralar onun yetilerinin dışındaydı, yalnızca uyuyabilmesi için ağrı kesici krem sürmüştü.

Güvenlik açısından bir problem olmayacağından emin olduktan sonra, yani ancak on beş dakika önce Pierre ile konuşmuştu. Pierre ağlamıştı, kendisi de neredeyse ağlayacaktı. Kızlarla hala konuşmamıştı.

Büyük beyaz eve doğru yürüdü, tüm vücudu zırhla kaplıydı. Chuck Berg ve Walter Brenna da onunla birlikte yürüdü.

Ev çok güzeldi ve daha önce gözüne hiç bu sabahki kadar güzel görünmemişti. Bu evi seviyordu. Beş yıldır burası onun evi olmuştu.

İçeri girdiler.

Kimisi orduya ait mavi üniforma giymiş, kimisi takım elbiseli bir düzine kadar adam içeri girerlerken gözlerini onlara dikti. Birkaçını tanıyordu. Gizli Servis ajanıydılar. Hepsi Ryan’ın adamıydı.

Susan’a sanki hayalet görmüş gibi bakakaldılar. Bir tanesi Chuck Berg’in elini sıktı. Grubun içinde fısıldaşmalar başlamıştı.

“Yardım edebilir miyim?” dedi üniformalı adamlardan biri.

“William Ryan ile görüşmek için geldim.

“Kim geldi diyeyim?”

“Adım Susan Hopkins, Birleşik Devletler’in başkanıyım.

Girişe daha fazla insan toplanmıştı. Çoğu mavi üniformalı, uzun boylu, ceketlerinin altında silahları olan adamlardı. Üzerinde hizmetçi kıyafeti olan ufak tefek bir kadın içeri girmişti. Susan onu tanıyordu. Adı Esmeralda’ydı ama herkes ona Esa diyordu, yirmi yılı aşkındır bu evde çalışıyordu. Kafası karışmış gözüküyordu. Susan’a sanki, inanların bazen başına üşütüğü Hristiyan mucizelerinden biriymiş gibi bakıyordu. Taş bir duvarın üstündeki, ağlayan Meryem Ana heykeli olabilirdi.

“Bayan Hopkins?” dedi Esa, “Yaşıyorsunuz.”

Sanki rüyadaymış gibi Susan’a doğru yürüdü. İki kadın sarıldılar. Başta biraz tereddüt ettiler ama sonra Susan Esa’yı yanına çekti. Susan aniden ağlamaya başladı. Şu an, burada, bu kadınla olmak ona çok ama çok iyi hissettirmişti.

“Evet.” dedi. “Yaşıyorum.”

Gözlerini kapattı ve sarılmaya devam etti.

“Sen başkan değilsin.” dedi gür bir ses.

Susan, Esa’yı bıraktı. Büyük mermer merdivenlerden yaklaşan kişi William Ryan’dan başkası değildi. Zinde ve canlı, fit ve enerjik, olduğundan genç gözüküyordu. “Başkan benim. Dün gece görev yemini ettim. Birleşik Devletler Baş Yargıcı tarafından atandım.”

Merdivenlerin sonuna geldi ve direk Susan’a doğru ilerledi. Çok uzun boyluydu. Susan’a yukarıdan bakıyordu. Susan da ona baktı. Chuck Berg sağındaydı. Walter Brenna ise solundaydı.

“Susan,” dedi Ryan. “Seni görmek güzeldi. Ama buraya terk etmeni istemek zorundayım. Gergin ve baskı altında bir yirmi dört saat geçirdiğin çok açık. Eminim ki görev yemini edecek bir ruh durumunda değilsin.”

Bu sırada, oldukça fazla sayıda ordu mensubu ve Gizli Servis ajanı girişte toplanmış durumdaydı.

Ryan yanındaki birkaç askere işaret ederek, “Bayan Hopkins’e kapıya kadar eşlik eder misiniz lütfen? Yapacak işlerimiz var.”

Susan, Ryan’ı işaret ederek “Bu adamı tutuklayın. Vatan hainliği ve başkan Thomas Hayes ve üç yüzden fazla diğer insanın cinayetinden.”

Bir anlığına, bundan sonra ne olacağı ile ilgili hiçbir fikri yoktu. Herkes duruyor ve bakıyordu. Zaman akıyordu. Üç saniye, dört saniye.

Beş.

Chuck Berg ileri doğru bir adım attı. Kemerinden bir çift çelik kelepçe çıkardı.

Ryan’a doğru ilerledi. “Sessiz kalma hakkına sahipsiniz.”

Ordudan bir adam önüne geçti. Chuck adamı itti. Birdenbire herkes birbirini itmeye başladı. İri adamlar ileri geri gittikçe, Susan aralarında sıkışıyordu. Sonra aniden bir acı hissetti.

Biri ayağına basmıştı.

Gizli Servis ajanlarının sayısı, ordudakilerin sayısını üçe bir geçiyordu. Tüm Gizli Servis ajanları işlerinin gereğini yaptılar.

Sonunda, onlarla mücadele edecek bir tek Ryan kalmıştı. Kaçmak için eğildi, ama eğildiği yer, aşağısıydı. Saniyeler içinde, suratı cilalı parke zemine bakacak şekilde iki Gizli Servis ajanı tarafından bastırılıyordu.

Ajanlar, Ryan’ı ayağa kaldırdılar. Suratı sinirden kıpkırmızı olmuştu. Susan’a baktı ve ön kapıya doğru yönlendirildi.

“Birleşik Devletler’in başkanı benim!” diye bağırdı.

Susan kovarcasına elini salladı.

“Defol evimden,” dedi.

**

Pierre ve kızlar onu görmek için yanına uçuyorlardı. Bunun düşüncesi bile ona umut ve mutluluk veriyordu. Buna biraz ihtiyacı vardı.

Bu durumda başkan olmak normalden zorlu bir görev olacaktı. Thomas Hayes’e yapılan komplo çok derinlere yayılmıştı. Bu karmaşada kimin, hükümetin hangi kollarının bu işin içinde olduğunu tahmin etmek imkansızdı. Yakın gelecekte, kendine karşı içten gelecek tehdit seviyesi, en üsttü. Her dışarı çıktığında zırhını giyiyor olmalıydı.

Problem şuydu ki, Orta Doğu öyle bir gecede geri çekilmeyecekti, ama belki de bu konuda biraz yol almış sayılabilirdi. Bugün Rusya başkanı ile kısaca görüşmüştü. Bir çevirmen aracılığı ile ona, hala yaşıyor olduğu için çok memnun olduğunu iletmişti. İran ile olan problemleri çözmek için birlikte çalışabilecekleri konusunda garanti vermişti.

Ama ufukta daha karanlık problemler vardı. Öğleden sonra, ofisinde iki ziyaretçi ile birlikte oturuyordu.

“Özel Müdahale Timi’ne bütçe ayırmayı sürdürmeyi düşünüyorum.” dedi.  “Ama FBI’ın çatısı altından çıkarmayı düşünüyorum.”

Luke Stone, pencerenin yanında dikilmiş, dışarı, rasathanenin zeminine bakıyordu. “Neyin çatısı altına koymayı düşünüyorsun?”

Omuzunu silkti. “Gizli Servis’in bir kolu olabilir. Ya da kendisi tekil bir organizasyon olur ve raporlamalarını direk olarak başkana yapar.”

“Kulağa iyi geliyor.” Dedi Ed Newsam. Tekerlekli sandalyede oturuyordu, kötü durumda olan ayağını masanın üzerine kaldırmıştı. Ellinde henüz yakmadığı bir puro vardı. “Bu fikri sevdim.”

Stone onlara döndü. “Düne kadar, süresiz şekilde görevden uzaklaştırılmıştım. Özel Müdahale timinde hala çalışıp çalışmadığımı bile bilmiyordum.”

“Bu komik.” dedi Susan. “Seni müdür falan yapmalıydım. Senin hakkında yanıldım Stone. Bunu söylüyorum. Geçtiğimiz yirmi dört saatte, benim hayatımı tekrar tekrar kurtardın.”

Stone başını salladı. “Karımı ve oğlumu bulmalıyım. Sahne değişti ve artık onlara ihtiyaçları yok. Geçen her dakika…”

Susan kafasını salladı. “Biliyorum. Tüm kaynaklar onları bulmak için çalışıyor. Onları bulacağımıza söz veriyorum. Ama ÖMT’den öylece gitmene izin veremem. Şu an güvenebileceğim bir avuç insan var, ve siz ikiniz o listenin başındasınız.”

Ofisin kapısına yürüdü ve dışarı baktı. Chuck Berg ve bir başka ajan kapının dışında üç metre kadar ileridelerdi. Sessizce kapıyı kapattı.

Stone ve Newsam’a döndü.

“Aslında sizin için bir başka acil görevim var. Yarım saat önce haberim oldu. Maalesef düşmanlarımız bizi zayıflamış gördükleri için bunu avantajlarına kullanmak istiyorlar. Önümüzdeki kırk sekiz saat çok önemli.”

Stone ve Newsam birbirlerine bakıyorlardı.

“Hadi beyler. Size ihtiyacım var.”

“Neler olduğunu öğrenebilecek miyiz?”

Kafasını salladı. “Size söyleyeceğim ama önce evet dediğinizi duymak istiyorum.”

Bir süre geçmişti.

“Evet.”

***

Luke rasathanenin düzgün zemininde otoparka doğru yürüdü. Yanında, Ed Newsam, büyük ve güçlü kollarıyla iterek, tekerlekli sandalyesini sürüyordu.

“Şu şeyden inmeyi düşünüyor musun” dedi Luke. “Tembellik ediyormuşsun gibi geliyor, fizik tedaviye falan gidemez misin?”

“Stone, sadece dün geceden beri bunu kullanıyorum.”

Luke omuzunu silkti. “Tamam da bu konudaki hislerimi engelleyemem. Bir aydır falan onun üzerindeymişsin gibi geliyor.”

Luke’un telefonu çaldı. “Trudy. Herhangi bir haberin var mı? Don’un bilgisayarında bir şeyler bulundu mu?”

Trudy’nin sesi neşeli ve enerjik geliyordu. Muhtemelen yaklaşık kırk sekiz saattir uyumuyordu. Muhtemelen geçen süre içinde eve bile gitmemişti ve muhtemelen yirminci fincan sade kahvesini içiyordu. Ama kazanmak üzere oldukları bir şey vardı, kazanmak kötü bile olsa, insanın içindeki ritmi dışarı çıkarıyordu.

“Swann sonunda Don’un dosyalarındaki şifreyi kırmayı başardı. Luke, tüm olanları en başından beri biliyormuş. Başından beri oyunun içindeymiş. Hatta başlangıçtan önce de. Bill Ryan ile, daha Thomas Hayes bile başkan olmadan once yönetime el koymak hakkında e-posta ile konuşmuşlar.

“Tam birini tanıdığını düşünürsün ki,” dedi Luke.

“Onu herkesten iyi tanıdığımı düşünürdüm.” dedi Trudy.

Luke bu söylediğini duymamış gibi yaptı. Trudy ve Ryan’ın karışık bir geçmişi vardı. Bu konuya şimdi girmek istemiyordu.

“Başka?” dedi Luke.

“Luke, Don konuştu. CIA gizli evinin adresini verdi. Orayı işleten kişiler hayaletler. Herhangi bir resmi kayıtları yok. Don karın ve oğlunun orada olabileceğini düşünüyor.”

Luke yürümeyi bıraktı. Kalbi göğsünde atıyordu.

“Ne?”

İçgüdüsel olarak eli, ceketinin cebindeki silahına gitti. Ed Newsam’a baktı. Ed de ona bakıyordu. Luke’un vücut dilinden olanları anlamıştı. Ed’in de eli kendi silahlarına gitti.

“Gizli evin adresi bende var. Ajanları oraya gönderiyoruz. Uyarı olmadan içeri dalacaklar. Eğer ailen oradaysa, onları güvenle çıkarmak için ajanlar ellerinden geleni yapacaklar.”

“Trudy, bana adresi ver.”

“Oraya gidemezsin Luke. Objektif davranamazsın. Operasyonu zorlaştıracaksın. Ve herkesi tehlikeye atacaksın.”

“Trudy…”

“Luke…”

“Trudy, bana adresi söyle.”

Uzun bir sessizlik oldu. Becca ve Gunner’ı kaybetme olasılığının verdiği korkuyla tüm vücudu yanıp tutuşuyordu.

“Söyle” diye yalvardı.

Uzun bir sessizlik daha oldu.

Sonra söyledi.

Inne książki tego autora