Büyük Evin Küçük Hanımefendisi

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Büyük evin küçük hanımefendisi
Büyük evin küçük hanımefendisi
E-book
8,23 
Szczegóły
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

6. BÖLÜM

Dick Forrest kendisinin bir deha olmadığını üniversitede kanıtlamıştı, ilk yılında diğer öğrencilerden çok daha fazla dersleri asmıştı. Bunun nedeni o derslere ihtiyaç duymamasıydı, bunu da biliyordu. Onu giriş sınavlarına hazırlayan özel öğretmenleri üniversitenin ilk yılını kapsayacak şekilde neredeyse her şeyi öğretmişlerdi. Şans eseri birinci sınıfın takımına girmişti. Ufak bir takımdı ve karşılarında oynayan her lise ve akademiye yenilmişlerdi.

Ama Dick kimsenin başaramadığı işleri başardı. Çok geniş yelpazeli ve derin metinler okuyordu ve büyük denizleri aşmak için kendisinin inşa ettiği benzinli yatıyla o yaz ilk kez tura çıktığında ise ona eşlik eden neşeli gençlerin oluşturduğu bir grup yoktu. Bunun yerine misafirleri aileleriyle gelen edebiyat, tarih, hukuk bilimi ve felsefe profesörleriydi. Uzun süre bu tur, “entelektüel deniz gezisi” olarak anıldı üniversitede. Dönüşlerinde profesörler çok eğlenceli zaman geçirdiklerini söylediler. Belirli profesörlerin uzmanlık alanlarını büyük oranda kavrayarak döndü Dick. Oysa okulda onların derslerini dinleseydi bu bilgilere ulaşması yıllarını alırdı. Ve zaman geçtikçe edindiği bu bilgiler onun daha fazla dersleri kırmasına ve laboratuvarlara daha fazla odaklanmasına olanak sağladı.

Bu arada üniversitede iyi zaman geçirmeyi de ihmal etmedi. Üniversitenin dul kadınları onunla yatıyorlar, genç kızları ise ona bayılıyorlardı, yorulmak bilmez hâlde dans ediyorlardı. Sigara içenlere, bira âlemcilerine, kızlara kur yaparken hiç kırıcı davranmadı. Pasifik sahilindeki Banjo ve Mandolin kulüplerinde turladı.

Yine de bir deha değildi. Hiçbir şeyde mükemmel sayılmazdı. Arkadaşlarının yarım düzinesi ondan daha iyi banjo ve mandolin çalabiliyorlardı. Bir düzine arkadaşı ise ondan daha iyi dans ediyordu. Futbolda ikinci yılında en iyi takıma kabul edilmiş, sağlam ve güvenilir bir oyuncu olarak bakılıyordu. Ne var ki bu kadarıyla sınırlıydı. Blue&Gold ev sahipliği yaptığında tribünler inlerken topu kapıp saha boyunca gitme şansı hiç olmadı. Yağmurlu, çamurlu, yürekler acısı sert bir mücadelenin sonunda skor berabereyken oyunun ikinci yarısının bitmesine az süre kala Stanford beş yardlık çizgisinde, top Berkeley’de, iki oyuncusu yerde ve üç yardlık avantajdaydı. İşte o zaman Blue&Gold uyandı ve Forrest’ın sertçe merkeze vurması için tezahürat yaptılar.

Hiçbir şeyde üstün başarı elde edemedi. Büyük Charley Everson bira âlemlerinde ondan daha fazla yudumluyordu. Çekiç atmada Harrison Jackson her zaman Dick’in sınırını altı metreyle aşıyordu. Carruthers boksta daha çok sayı yapıyordu. Dick’in çok çabalamasına rağmen her üç karşılaşmanın ikisinde Anson Burge, her zaman onun omuzlarını mindere değdirebiliyordu. İngilizce kompozisyon dersinde sınıfın beşte biri ondan üstündü. Rus Yahudi’si Edlin, “mülkiyet soygunculuktur” tezini tartışırlarken daha iyi iddialar atmıştı ortaya. Schultz ve Debret daha yüksek matematik notları alarak onu ve sınıfı geride bırakmışlardı. Ve Japon Otsuki kimyada sorgusuz sualsiz ondan üstündü.

Belki Dick Forrest hiçbir şeyde sivrilememişti ama hiçbir şeyde de çuvallamadı, fazla çaba harcamadı belki ama zayıflık ve eksikliklere ihanet de etmedi. Boyun eğmeyen, iyi davranışları sayesinde ona mükemmel bir kariyer hayali kuran korumalarıyla bir sohbet sırasında Dick’e ne olmak istediğini sordular.

“Hiçbir şey. Sadece çok yönlü olmak istiyorum. Bakın, ben bir uzman olmak zorunda değilim. Babam bana parasını bırakırken bunu çoktan ayarlamıştı bile. Ayrıca istesem bile uzman olamam. Elimde değil.”

Böylelikle uyum içinde olmasının yanında amacını da açıkça ifade etmişti. Hiçbir şeye hevesi yoktu. Normal, ortalama, dengeli, ender bireylerden biriydi sadece.

Yerleştiğinden bu yana Dick’in hiçbir çılgınlık yapmamasından memnuniyet duyduğunu ifade eden Bay Davidson arkadaşları korumaların huzurunda konuştu. Dick de cevap verdi:

“Ah, istediğim zaman kendimi engelleyebilirim.”

“Anlıyorum.” dedi Bay Slocum usulca. “Vahşi maceralarını erken yaşta yaşayıp kontrol altına alabilmen herhâlde dünyadaki en iyi şey.”

Dick Ona garip biçimde baktı.

“Onlar çocukça maceralar sayılmaz.” dedi. “Onlar çılgınlık değildi. Ben daha çılgınlaşmadım bile. Ama başladığım zaman siz görün beni. Kipling’in ‘Diego Valdez’in Şarkısı’nı biliyor musunuz? Sizin için birazcık ondan alıntı yapacağım. Bakın Diego Valdez benim gibi bahtı açık biriydi. İspanya’da o kadar yüksek hızla amiral oldu ki zar zor tattığı zevk için zaman bulamadı. Dinçti, güçlüydü ama zamanı yoktu. Yüksek mertebelere ulaşmakla meşguldü. Sonsuza kadar dinç ve güçlü kalacağına ve yüksek amiral olduktan sonra zevke zaman ayırabileceğine inandırdı kendisini. Böyle düşünmekle aslında kendisini kandırıyordu. Bu satırları hiç unutmadı:

 
Yoldaşlar
Yeni denizlerdeki eski okul arkadaşlarım,
Zırnıklarımızı takas ettiğimizde,
Barbarlar arasında,
 
 
Güneye beş bin kilometre yol gideriz.
Ve bertaraf olmuş otuz yıl,
Onurlu Valdez’i tanımıyorlar.
Tanıdıkları ve sevdikleri bendim.
 
 
Sonra onlar has içki buldular.
Yalnız içmediler,
Adilce talan ettiler,
Hepimize söylediler.
Cennet odalarımızın ardında,
Ya da balık sürülerimizin arasında,
Uzun seferlerimizden sersemlemiş,
Kargaşa yaratmak için toplanmışız.
 
 
Demir çubukların ışıkları yanarken,
Sönük kalmışlar sahil boyunca.
Orada eskimiş çadırımız yükseliyor,
Bir küreğin üzerinde bir yelken,
Özlem dolu çapalar parlarken,
Tutku dolu, tatlı denizlerimizde,
Dikkatsiz kaptanlarımız süratli,
Her biri arzularına kürek çekerken.
 
 
Gevşemiş zırhlarımızı nereye serdik?
Çıplak ayaklarımızı nereye çevirdik?
Palmiye ağaçlarının arasındaki han kimin?
Sıcakta ateşimizi kim söndürecek?
Ey çöldeki çeşme!
Ey telef olmuş sarnıç!
Ey gizlice yediğimiz ekmek!
Ey telaş içinde döktüğümüz fincan!
 
 
Gençlik yeni yeni öğrenmiş hasreti,
Zapt edilmiş solgun dul.
Hayırlı zevce mevsiminde mağrur,
Erkeklerin farındadır bakire,
Dindirilmemiş, tüketilmiş canlar,
Rötarlarda dolandırılmış.
Af olmaktan başka bir şey istemiyorum,
Ceza olarak kaybettiğim o günleri.
 

“Ah anlayın onu anlayın, siz üç ihtiyar. Benim anladığım gibi! Sonra ne dediğini anlayın…”

 
Zevklerimi beklediğimi hayal ettim,
Değişmez baharımı sabırla bekledim:
Nedense hep zevkimi bekledim,
Baharı bir kenara koydum.
 
 
İlk önce bahtımın karşısında,
Ve son olarak fazlasıyla hor görerek,
Ben Diego Valdez’i,
İspanya’nın Yüksek Amirali yaptım!
 

“Beni dinleyin korumalarım!” Dick’in yüzü bağırırken hırstan alev alev olmuştu. “Benim dindirilemeyeceğimi, tüketilemeyeceğimi bir an için bile unutmayın. Öyleyim. Yanıyorum ben. Sadece kendimi tutuyorum. Üniversitede iyi, saygıdeğer bir çocuk olduğum için ölü olduğumu sakın düşünmeyin. Gencim. Yaşıyorum. Dinç ve güçlüyüm. Hata yapmıyorum. Kendimi tutuyorum. Şimdilik böyle bir yola koyulmuyorum çünkü hata yapmak istemiyorum. Daha yeni başlıyorum. Benim de zamanım gelecek. İyice düşünüp taşınmadan harekete geçmeyeceğim. Ve en sonunda Diego Valdez gibi ağlayıp sızlamayacağım!”

 
Cennetin altında rüzgâr esmiyor,
Dalgalar da eski hâline dönüşmüyor.
O eski kargaşa dolu isyan,
Ve şamatalı kalabalık kıyılar,
Ey çöldeki çeşme!
Ey telef olmuş sarnıç!
Ey gizlice yediğimiz ekmek!
Ey telaş içinde döktüğümüz fincan!
 

“Beni dinleyin korumalarım! Bir adama yumruk atmanın nasıl bir şey olduğunu bilir misiniz, hem de çok sinirliyken -tam çenesinin üzerine- sonra da onu soğukkanlılıkla bırakıp gitmeyi? İşte benim istediğim bu. Ve sevmek istiyorum, öpüşmek istiyorum ve risk almak istiyorum. O dinç ve güçlü budala olmak istiyorum. Şansımı denemek istiyorum. Kargaşa dolu isyanlar yaşamak istiyorum ve bunları gençken yapmak istiyorum. Çok toyken değil ama. Ve bunların hepsini yapacağım. Bu süre içinde üniversitede kurallara göre oynarken kendimi tutacağım, kendimi eğiteceğim. Bağları kopardığımda en iyisinin en iyisi benim olacak. Ah, inanın bana, bazen akşamları iyi uyuyamıyorum.”

“Ne demek istiyorsunuz?” diye sordu Bay Crockett.

“Evet. Tam da onu demek istiyorum. Henüz çılgınca şeyler yapmadım ama başladığım zaman görün beni.”

“Mezun olduktan sonra mı başlayacaksınız?”

Şaşırtıcı genç kafasını salladı.

“Mezun olduktan sonra Ziraat Fakültesinde en az bir yıllık yüksek lisans dersleri alacağım. Görüyorsunuz işte hobimi geliştiriyorum; çiftçilik. Bir şey yapmak istiyorum: Yaratıcı bir şey. Babam başarılı bir adam olacak kadar başarılı değildi. Aynı şey sizin için de geçerli beyler. Tesadüfen ilk günlerde bir toprak parçası geçti elinize. Sonra da bu bakir yerlerdeki kum birikintileri arasından o kadar çok altın külçeleri buldunuz ki paraya para demediniz.”

“Oğlum, Kaliforniya çiftçiliği hakkında benim de biraz deneyimlerim var.” Bay Crockett alınmış bir hâlde araya girdi.

“Kesinlikle öyledir ama yaratıcı değildiniz. Aslında siz -doğruya doğru- yıkıcıydınız. Bolluk, bereket içinde bir çiftçiydiniz. Peki, bu durumda ne yaptınız? Sacramento Vadisi’nin en iyi kırk bin akre toprağını alıp yıllarca saman ektiniz. Bir tarlada her dönem birbirinden farklı ürünler yetiştirmeyi düşünemediniz bile. Toprağın on santim altını sabanla sürdünüz sonra da beton bir kaldırım gibi altına sabanla tabanlık yaptınız. O, on santimlik bölümü helak ettiniz ve şimdi de ektiğiniz tohumu geri alamıyorsunuz.”

“Yıkıcı oldunuz. Benim babam gibi. Herkes öyle yaptı. Her neyse ben babamın parasıyla yaratıcı olacağım. Ben işe yaramayan buğday ekili alanları çok ucuza satın alacağım, sabanla yapılan tabanları söküp alacağım ve işim bittiğinde çok daha fazla ürün yetiştirmiş olacağım. Hem de siz beylerin ilk toprağı işlediğinden de fazla.”

 

Okulun üçüncü yılının sonuna gelindiğinde Bay Crockett, Dick’in çılgınlık dönemi ile ilgili verdiği gözdağlarından söz etti.

“Hayvancılık eğitimini bitirir bitirmez.” diye cevap vermişti Dick. “Sonra satın alacağım, stoklayacağım ve adam gibi bir çiftlik inşa edeceğim. Ondan sonra da bir isyankâr gibi davranacağım.”

“Ne büyüklükte bir çiftlik düşünüyorsunuz?” diye sordu Bay Davidson.

“Belki elli bin akre, belki de beş yüz bin akre. Bazı şeylere bağlı. Kendi emeği ile kazanılmamış kıymet artışının sınırını zorlayacağım. İnsanlar henüz Kaliforniya’ya gelmeye başlamadı. Gözümü kırpmadan, elimi kaldırmadan akresi on dolara alabileceğim toprakların değeri on beş yıl sonra elli dolar olacak. On beşe alabileceğim toprakların değeri de beş yüz olacak.”

“Akresi on dolardan yarım milyon akreye verilecek para beş milyon dolar eder.” Bay Crockett ciddiyetle uyardı genç adamı.

“Elli de yirmi beş milyon eder.” Dick güldü.

Çılgınca davranacağı konusunda verdiği gözdağlarına gelince korumaları ona hiç inanmamışlardı. Modern çiftçiliğe parasını ziyan edebilirdi belki ama hep kendine hâkim olarak geçirdiği onca yıldan sonra abartısız şekilde çılgınca davranışlarda bulunması düşünülecek şey değildi.

Dick belgesini üstün başarı ile almamıştı. Sınıfında yirmi sekizinciydi ve üniversite hayatıyla pek ilgisi yoktu. Onun dikkate değer en büyük başarısı birçok iyi huylu kızlara ve o birçok iyi huylu kızların annelerine gösterdiği direnç ve şaşkınlık oldu. Bundan sonraki dikkat çeken başarısına gelince, son sınıftayken beş yıldır Stanford takımına hep yenilen Varsity takımına ilk zaferini tattırmasıydı. Yüksek maaşlı futbol koçlarının olduğu günlerden önce bireysel randımana önem veriliyordu ama Dick takım ruhunu ve bireylerin takımları için fedakârlıklarda bulunmalarını aşıladı. Hatta Şükran Günü’nde onlardan çok daha parlak başarılar elde eden on bir kişilik bir diğer takıma karşı zaferlerini kutlamak için Blue&Gold San Francisco’daki Market Caddesi’nde kavisli yollardan neşe ile bağırarak ilerlediler.

Ziraat Fakültesinde yüksek lisans yapan Dick, kendisini laboratuvar çalışmalarına adamıştı ve diğer derslere girmiyordu. Aslında kendine öğretim üyelerini tutuyor ve Kaliforniya’ya seyahat masraflarını karşılamak için büyük paralar harcıyordu. Tarımsal kimya alanında dünyanın en iyi uzmanlarından biri olarak saygınlık kazanan Jacques Ribot, Fransa’da yıllık iki bin kazanırken Kaliforniya Üniversitesi tarafından altı bin verilerek ayartılmıştı. O da yetmedi, Hawaii’deki şeker kamışı üreticileri de ona on bin vererek ayarttılar. En sonunda onu tekrar ayartan Dick Forrest oldu. Ona on beş bin verdi ve daha hoş, ılıman iklimi olan Kaliforniya’da beş yılık sözleşme imzaladı.

Crockett, Slocum ve Davidson dehşet içinde ellerini havaya kaldırdılar. Dick Forrest’ın önceden tasarladığı çılgın kariyer buydu demek.

Ne var ki Dick Forrest’ın benzer aşırılıklarından sadece biriydi bu. Federal Hükûmet’ten, savurganlık denebilecek bir maaşla hayvancılık konusunda en üstün uzmanı transfer etti. Aynı şekilde görevini kötüye kullanarak Nebraska Üniversitesinden süt inekleri konusunda en iyi profesörlerinden birine göz koydu. Kaliforniya Üniversitesinin Ziraat Fakültesinin dekanı da kalbini kırdı ve çiftlik yönetiminde çok yetenekli olan Profesör Nirdenhammer’ı sahiplendi.

“Fiyatları çok ucuz, fiyatları çok ucuz.” diye açıklamada bulundu Dick korumalarına. “Yarış atları ve aktrisler satın alacağıma, paramı profesörler satın alarak harcadığımı görmeye tercih etmez misiniz? Ayrıca sizin sorununuz beyler, zekâ satın almadaki oyunu hiç bilmiyorsunuz. Ben biliyorum, oysa. Bu uzmanlık alanım. Onların üstünden para kazanacağım ve onlardan daha iyisini yapacağım. Tükettiğiniz topraklarda yarım çim tanesinin yetişmesi için bile yer bırakmadığınız topraklarda en az bir düzine çimin büyümesini sağlayacağım.

Böylelikle, çılgın bir kariyer, öpüşmek, risk almak, erkeklerin çenelerine yumruk atmak gibi kendine verdiği sözleri kolay kolay yerine getiremeyeceğine inandı korumaları. “Bir sene sonra.” diyerek tehlikeyi önceden haber vermiş oldu. O sırada tarımsal kimyayı, toprak analizi, çiftlik yönetimi konularındaki araştırmalarına devam ediyor, yüksek ücretli uzmanlar topluluğu ile Kaliforniya’da geziyordu. Dick ergenliğe ulaştığında, servetinin sorumluluğunu üstlendiğinde ve tarım konusundaki çılgınlıklarına gerçekten girişimde bulunduğunda Forrest’ın milyonları hızla ve çok miktarda tüketilecekti ve korumalarının tek yapabildikleri ise korkuyla beklemekti.

Yirmi bir yaşına bastığında satın aldığı araziler mükemmeldi. Sacramento Nehri’nden batıya doğru, dağların tepelerine kadar uzanıyordu.

“Olağanüstü bir fiyat.” dedi Bay Crockett.

“Olağanüstü ucuz.” dedi Dick. “Toprak analizi raporlarını görmelisiniz ve de su analizlerini. Ve benim şarkı söylememi duymalısınız. Dinleyin korumalarım. Bu şarkı gerçek bir hikâye. Beni anlatıyor ve şarkıcı da benim.”

Bunun üzerine tuhaf, titrek, tiz bir sesle Kuzey Amerikalı Kızılderililerin, Eskimoların ve Moğolların hislerine hitap edecek bir sesle başladı Dick.

 
Hu’-tim yo’-kim koi-o-di’!
Wi’-hi yan’-ning koi-o-di’!
Lo’-whi yan’-ning koi-o-di’!
Yo-ho’ Nai-ni’, hal-u’-dom yo nai, yo-ho’ nai-nim’!
 

“Bu şarkı benim.” diye özür dilercesine mırıldandı. “Bu şekilde kulağı okşadığını düşünüyorum. Bakın, bu şarkıyı hiç kimse duymadı, şimdiye kadar. Nishinamlılar Maidululardan onlar da bu şarkıyı bize kazandıran Konkaululardan aldı. Ne var ki Nishinamlılar, Maidulular ve Konkaulular artık yoklar. Bu çobanların bulunduğu en son köy yok oldu. Toprağı pullukla sürüp havalandırırken siz onları yok ettiniz Bay Crockett, kazanç kaynağınız olan çok bıçaklı pulluklarınız ve toprağı çift sürdüğünüz çiftçiliğinizle. Ve ben bu şarkıyı bir etnolojik rapordan aldım, Amerikan Pasifik Sahil Coğrafyası ve Yer Bilimi Araştırması’nın üçüncü cildinden. Gökyüzünde şekillenmiş ‘Kırmızı Bulut’ bu şarkıyı yıldızlara ve dünyada sabahları açan dağ çiçeklerine ilk olarak söylemiş. Ve ben de size şimdi İngilizcesini söyleyeceğim.”

Kızılderililerin çıkardıkları o tiz sesle, zafer kazanmanın mutluluğu ile havalara uçarak, baldırlarına vurup ayaklarıyla tempo tutarak Dick tekrar söylemeye başladı.

“Meşe palamutları cennetten geliyor!

Kısa palamutları vadiye ekiyorum!

Uzun palamutları vadiye ekiyorum!

Filizleniyorum, ben kara meşe palamudu, filizleniyorum, ben filizleniyorum!”

Ürkütücü bir sıklıkla Dick Forrest adı gazetelerde yer almaya başlamıştı. Kaliforniya’da bir boğaya on bin dolar veren ilk adam olarak şöhret olmuştu. Federal Hükûmet’ten transfer ettiği hayvancılık uzmanı İngiltere’de Rothschilds ilçesi çiftliğinden daha fazla fiyat vererek Hillcrest Başkanlığını aldı. Forrest’ın çılgınlığı olarak hemen anılmaya başlandı çünkü orada bulunan bir tane azametli hayvana beş bin gineden daha az bir fiyat ödemediği söyleniyordu.

“Gülsünler.” dedi Dick eski korumalarına. “Kırk tane Shire tayı ithal edeceğim. İlk on iki ayda onlara ödediğim paranın yarısını silmiş olacağım. Birçok oğul ve torunun babası ve büyük babası olacak. Kaliforniyalılar benden satın almak için çok istekli olacaklar ve üç bin ila beş bin dolara alabilmek için birbirleriyle yarışacaklar.”

Reşitliğin ilk aylarında Dick Forrest buna benzer birçok çılgınlıklar yapmaya devam etti. Ama en akıl almaz olanı ise milyonlarını ilk çılgınlığında batırdıktan sonra bizzat uzmanlarına işlerini devretmesiydi. Dick’in şart koştuğu genel ana çizgileri geliştirmeleri için önlerine öyle çekler koydu ki feci boyutta hatalar yapmaları zaten olanaksızdı. Sonra da iki direkli yelkenli tekneye bir yolcu bileti alarak çılgınlıklar yapmak için Tahiti’ye gitti.

Zaman, zaman korumaları ondan haber alıyorlardı. Bir keresinde dört direkli çelik yelkenli bir geminin hem sahibi hem de efendisiydi ve İngiliz bayrağı asılı olan bu gemide Newcastle’dan kömür taşımacılığı yapmıştı. Bu kadarını öğrenebilmişlerdi çünkü alış fiyatı konusunda ziyaret edilmişlerdi, talihsiz Orion Gemisi’nin yolcuları Dick’in sahibi olduğu gemi tarafından kurtarıldıklarını gazetelerde okumuşlardı ve Fiji kasırgasında mürettebatıyla beraber Dick’in gemisi kaybolduğunda sigortasından parasını almışlardı. 1896’da Klonike’deydi; 1897’de Kamchatka’da ve iskorbüt hastalığı ile boğuşuyordu ve ondan sonra da Amerikan bayrağı ile Filipinler’de görülmüştü. Bir keresinde nasıl ve niçin olduğunu hiç öğrenememelerine rağmen Lloyd tarafından uzun zaman önce terk edilmiş tuhaf bir şilebin sahibi ve efendisi olarak Siyam’ın himayesinde denize açılmıştı.

Zaman zaman iç yazışmaları yapmak zorunda olduğu için çeşitli liman ve çeşitli şehirlerden Dick’ten haber alabiliyorlardı. Bir keresinde Rusya’da yaşadığı bir sıkıntıdan kurtarmak amacıyla Pasifik sahilinin bütün politik tanıdıklarını Washington ile ilişkiye geçmeleri için araya sokmak zorunda kalmışlardı. Üstelik günlük basın bu meseleyle ilgili tek bir satır dahi yazmamıştı. Ama bu olay Avrupa’nın yüksek mevkideki yargıçlarına gizliden gizliye bir keyif ve haz verdi.

Mafeking’de yaralandığını, Guayaquil’de sarıhumma hastalığına yakalandığını ama daha sonra atlattığını ve New York’un açık denizlerinde barbarlık suçundan hâkim karşısına çıktığını tesadüfen öğrendiler. Basından üç kez öldüğünü öğrendiler, bir kere Meksika’da bir dövüş sırasında, iki defa da Venezuela’da idam edildi. Böyle asılsız haberlerden sonra korumaları kendilerini daha fazla heyecanlandıracak haberlere inanmaya başladılar. Sarı Deniz’i nehir kayığı ile geçtiğini duyduklarında, Beriberi hastalığından öldüğü dedikodusu yayıldığında, Mukden’de Japonların Onu Rusların elinden alıp Japonya’da bir askerî hapishanede esir olarak tutulduğu gibi.

Onları çok heyecanlandıracak bir şey olmuştu aslında, sözüne sadık kalarak otuz yaşındayken çılgın davranışları dinmiş, Kaliforniyalı bir eş ile dönmüştü. Açıklamasına göre birkaç yıldır evliydiler ve işin ilginç yanı üç korumasının her birinin de Onu tanıdığı ortaya çıkmıştı. Amerika Birleşik Devletleri gümüşü tedavülden kaldırdığında ve Chihuahua’daki Los Cocos Madeni’nde yaşanan son facianın akıbetinde Bay Slocum sekiz yüz bin dolar kaybetmişti borsada, bunun yanı sıra da bu kızın babası da servetinin tamamını kaybetmişti. Bay Davidson ise Last Stake’den bir milyon çekip çıkarırken, kızın babası da batan ama sonradan diriltilmeye çalışılan Amador Country’den sekiz milyon kazanmayı başarmıştı.

O zamanlar daha genç olan Bay Crockett ise ellilerin sonlarına doğru âdeta kaşık ile altın aramıştı kızın babasıyla, Stockton’da kızın annesiyle evlendiğinde ise nikâh şahitleri olmuştu ve Grants Pass’te babasıyla ve o zamanlar teğmen olan U. S. Grant ile poker oynamıştı. Batı dünyası o teğmenin Kızılderililerle iyi dövüştüğünü ama çok kötü bir poker oyuncusu olduğunu biliyordu.

Ve Dick Forrest, Philip Desten’in kızıyla evlenmişti! Dick’e şans dilemek çok gereksizdi. Ne kadar şanslı olduğunu söylemek boşa konuşmaktı. Korumaları yaptığı çılgınlıkları için onu affettiler. Başarmıştı. En nihayetinde mantıklı davranmıştı. Hatta daha da ötesi dâhiyane bir fikirdi. Paula Desten! Philip Desten’in kızı! Desten kanı! Destenler ve Forrestler! Bu yeterliydi. Eski altın günlerinden Forrest ve Desten’in üç yaşlı arkadaşıydı bunlar, hatta ikisi de aynı zamanda poker arkadaşıydılar. Dick’e sert davrandılar. Aşırı derecede değerli bir hazineye sahip olduğunu, böyle bir izdivaçla kutsal bir görev yüklendiğini, Desten ve Forrest kanının geleneklerine ne kadar bağlı olduğunu ve bunun erdemlerini anlattılar. Ta ki Dick kahkahalarla araya girerek onların bir grup meraklı ve ırkçı saplantıları olan insanlar gibi konuştuklarını söyleyene kadar. Aslında tam da öyle konuşuyorlardı ama yine de böyle kabaca ikaz edilmekten bu üç kafadar hiç de alınmıyorlardı.

Her nasılsa Büyük Ev’in planlarını ve binanın ölçülerini gösterdiğinde onun bir Desten ile evlenmiş olması kafalarını kesin bir onaylamayı belirten sallamalarına neden oldu. Paula Desten sayesinde onun akıllıca ve iyi harcamalar yaptığı konusunda hem fikirlerdi. Dick’in çiftçilik becerilerine gelince Harvest Grup’un tereddütsüz üretim yaptığı su götürmezdi ve bu nedenle hobilerine zaman ayırmasına imkân sağlayabilirdi. Yine de Bay Slocum düşüncelerini şöyle ifade ediyordu: “Bir iş atı için sadece yirmi beş bin dolar vermek budalalık. İş atları sadece iş atlarıdır ama koşu hayvanlarına yatırım yapılsaydı…