Büyük Evin Küçük Hanımefendisi

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Büyük evin küçük hanımefendisi
Büyük evin küçük hanımefendisi
E-book
8,23 
Szczegóły
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

5. BÖLÜM

Akşam saat dokuzda dakikası dakikasına bulabildiği en eski giysilerini giyerek Genç Dick, Ferry Binası’nda Tim Hagan ile buluştu.

“Kuzey’e gitmenin anlamı yok.” dedi Tim. “Orada kış çabuk gelir ve uyumamızı zorlaştırır. Doğu’ya gitmeye ne dersin? Nevada ve bütün çölleri görürüz.”

“Başka yer yok mu?” diye sordu Genç Dick şüpheyle. “Güney’e gitsek ne olur? Los Angeles, Arizona ve Meksika’ya gidebiliriz. Hatta Teksas’ı bile görebiliriz.”

“Kaç paran var?” diye ısrar etti Tim.

“Neden soruyorsun?” Genç Dick karşı atak yaptı.

“Buradan bir an önce gitmemiz gerekiyor ve başlangıçta paramızı kullanarak kaçarsak daha hızlı yol alırız. Bana bak, ben birinci sınıf giyinmişim ama sen öyle giyinmemişsin. Seni arayanlar bayağı gürültü patırtı çıkaracaklar. Sopa ile silkeleyebileceğinden daha fazla dedektifler peşine düşecekler. Onları atlatmamız gerek. Öyle yapmalıyız, evet.”

“O zaman biz de onları atlatırız.” dedi Genç Dick. Bir iki gün oraya buraya kısa geçişler yaparız, göze batmamaya çalışırız ve Tracy’e gidene kadar yol masraflarımızı öderiz. Sonra hiçbir şeye para vermeden Güney’e kaçarız.”

Düzenledikleri bu programı özenle yerine getirdiler. Yolculuğun parasını ödeyerek en sonunda Tracy’e ulaştılar. Bundan altı saat önce ise yerel şerif yardımcısı trenleri arama görevine son vermişti. Fazla tedbirli davranan Genç Dick Tracy’den de öteye Modesto’ya kadar tren ücretini ödedi. Ondan sonra Tim’in telkiniyle bir daha yolculuk için ödeme yapmadı. Onun yerine bagajların arasında saklanarak veya kapalı yük vagonları ve lokomotif mahmuzunun içine gizlenerek yollarına devam ettiler. Genç Dick gazete alıyor ve Forrest’ın milyonlarına sahip olan genç varisin kaçırılmasındaki dehşet verici hikâyeyi Tim’e okuyor ve onu korkutuyordu.

San Francisco’da ise Koruma Heyeti gözetim altındaki varisi için toplamda otuz bin dolar ödüller koyuyordu. Bir su tankının yanındaki çimlere uzanan Tim Hagan da aynı yazıyı okuyordu. Genç Dick’in kişiliğini düşündü. Arkadaşı için onurun maddiyatın ötesinde önemli olduğu ve yaşadığı yer ya da sahip olduğu servetin hiçbir değerinin olmadığını biliyordu. Yüksek bir arazide bir malikânede yaşıyor olabilirdin ya da düzlük bir yerde bir marketin üzerindeki bir konutta.

“Ah!” dedi Tim kırlara doğru göz gezdirirken. “O otuz bin dolar için seni ispiyonlasam herhâlde benim moruk sorun çıkarmazdı. Bunu düşünmek bile beni korkutuyor.”

Tim’in bu konuyu açık açık dile getirmesiyle Genç Dick de fikrini söyleyip bir polisin oğlunun ona asla ihanet etme ihtimalinin olmadığını açıkladı.

Altı hafta sonrasına kadar Genç Dick bu konuyu bir daha açmadı. Arizona’daydılar.

“Bak Tim!” dedi. “Benim bolca param var. Her dakika çoğalıyor ve ben bir sentini dahi harcayamıyorum, gördüğün gibi. Ama Bayan Summerstone benden yılda net bin sekiz yüz dolar alıyor, üstelik benim evimde kalıyor ve benim arabalarımı kullanıyor. Oysa seninle ben itfaiye erlerinin kamaralarındaki arta kalanları yemekten memnunuz. Her neyse benim param sürekli yükseliyor. Yirmi milyon doların yüzde onu ne kadardır?”

Tim Hagan çölün parlayan sıcaklık dalgasına gözlerini dikti ve bu matematik problemini çözmeye çalıştı.

“Yirmi milyonun onda biri kadardır?” Genç Dick sinirlenerek sordu.

“Hımm! İki milyon tabii.”

“O zaman yüzde beş yüzde onun yarısı eder. Yirmi milyon yüzde beş faizle ne kadar kazandırır?”

Tim duraksadı.

“Yarısı iki milyonun yarısı!” diye bağırdı Genç Dick. “Bu orana göre ben her yıl bir milyon daha zenginleşiyorum. Bunu unutma ve beni iyi dinle. Geri dönmek için hazır olduğumda -ama bu yıllar yıllar sonra- her şeye baştan başlarız: Sen ve ben. Sana söylediğimde babana mektup yazacaksın. Beklediğimiz yere bir koşu gelir, beni alır ve arabayla geri götürür. Sonra otuz bin dolarlık ödülü korumalarımdan alır, polis kuvvetlerinden ayrılır ve büyük ihtimalle meyhane açar.”

“Otuz bin dolar çok para.” Tim’in bu kendine özgü umursamaz tavrı aslında minnettarlığını belli ediyordu.

“Benim için değil.” Genç Dick cömertliğini küçümsemedi. “Otuz üç tane otuz bin bir milyonun içinde var ve bir milyon paramın bir yıllık cirosu eder.”

Ama Tim Hagan babasının bir meyhane açtığını hiç göremedi. İki gün sonra, çocuklar o işi yapmayacak kadar akıllı davranması gereken bir frenci tarafından boş bir yük vagonundan bir viyadükte kovuldular. Köprünün ayaklarında kuru, dar ve derin bir vadi vardı. Genç Dick yirmi metre aşağıdaki kayalıklara baktı ve tereddüt etti.

“Köprüde yer var.” dedi “Ama ya tren harekete geçerse?”

“Hayır, hareket etmeyecek, zamanınız varken kaçın!” dedi frenci. “Diğer taraftan motora su verilecek. Her zaman burada su doldurulur.”

Ne var ki motora su verilmedi. Resmî soruşturmanın kayıtlarında mühendis tankın içinde suya rastlamamıştı. Susuz devam etmişti yoluna. İki oğlan yük vagonunun yan kapısından güç bela dışarı çıkabilmişlerdi ve tren ile uçurum arasındaki dar geçitten birkaç adım atabilmişlerdi ki tren hareket etmeye başladı. Algı ve ayar konularında kendinden emin Genç Dick hemen elleri ve dizleri üzerine çömeldi, böylece daha geniş bir alanda daha rahat tutunabilmiş yük vagonlarının çıkıntılarının altına eğilebilmişti. Tim ise algılama ve ayarlama konusunda onun kadar hızlı değildi. Bir yandan da Kelt8 öfkesine kapılmıştı. Bu nedenle elleri ve dizleri üzerine çömeleceğine frenciye bağırmak için dimdik ayakta kaldı. Korkunç sözler, Kelt ataları gibi hiddetli sözler sarf edecekti frenciye.

“Aşağı eğil! Aşağı!” diye bağırdı Genç Dick.

Ama maalesef o fırsatı kaçırmıştı. Son sürat yokuş aşağı giden motor hızlanarak trene yetişti. Arkasında hava boşluğu ve altında uçurum, Tim hareket eden vagonları karşısına alarak elleri ve dizleri üzerine çömelmeye çabaladı. Vagonla ilk teması omuzlarında bükülmeye neden oldu ve bu yüzden neredeyse dengesini kaybedecekti. Şans eseri dengesini yeniden sağlayabildi. Dik durdu ama tren gitgide daha da hızlanıyordu çömelmesi artık imkânsızdı.

Genç Dick çömelmiş ve tutunarak onu izliyordu. Tren bayağı yol almaya başlamıştı. Vagonlar süratleniyorlardı. Tim serinkanlılıkla arkası uçuruma, yüzü geçen vagonlara dönük hâlde, kolları yanlarında, onu ayakta tutan sadece ufak bir alan ayaklarının altında, kâh dengesini sağlıyor kâh sallanıyordu. Tren daha da hızlı hareket ettikçe o da daha çok sallanıyordu, ta ki bütün gücünü harcayarak kendisini kontrol altına alana dek. Nihayet sallanması son buldu.

Ve her şey iyi ve hoş olacaktı eğer o tek vagon olmasaydı. Genç Dick onun hızla geldiğini gördü ve ne olacağını biliyordu. Diğer tren vagonlarından daha geniş on beş santimlik bir çıkıntı oluşturuyordu. Adı saray at arabasıydı. Tim’in o vagonu gördüğünü fark etti Dick. Tim’in kendisini olumsuz bir şeye hazırlamak üzere dengesini kurmaya çalıştığı dar alandan o, on beş santimlik beklenmedik çıkıntıyı karşılamak üzere olduğunu gördü. Tim’in yavaş yavaş ve ne yaptığını bilerek dışarı doğru uzandığını, uzanabileceği en uzak noktaya ulaşmaya çalıştığını gördü. Ama bu yeterli değildi. Sonuç fiziksel olarak kaçınılmazdı. İki buçuk santim, sadece iki buçuk santim daha gidebilseydi Tim kurtulacaktı. İki buçuk santim daha uzanabilseydi vagondan darbe almadan düşecekti. İşte o iki buçuk santimlik aralıkta onu yakaladı ölüm ve gerisin geriye fırlatarak yan döndürdü. Başını ve boynunu kayalıklara çarpmadan önce iki defa fırıl fırıl dönerek yana doğru fırlatıldı.

Çarpmadan sonra bir daha hiç hareket etmedi. Yirmi metre yükseklikten düşmesiyle boynu kırıldı, kafatası ezildi. İşte tam bu sırada Genç Dick ölümün ne olduğunu öğrendi. Uygarlığın getirdiği, doğru düzgün olmayan ölümler; doktorların hemşirelerin ve anestezi uzmanlarının acı çekeni karanlığa doğru uğurlarken rahatlatması ve merasim, görevler, çiçekler, cenaze işleri kurumunun hepsinin iş birliği ile mutlu bir veda ve öleni onun için ayrılmış alana göndermesi… İşte bu şekilde ölümün ne olduğunu öğrenmeliydi Dick. Ama ani ölümler, ilkel ölümler, çirkin ve sade ölümler -mezbahada bir dananın katledilmesi ya da şişman bir domuzun şah damarının kesilmesi gibi- olmamalıydı. Genç Dick, daha da fazlasını öğrendi: Yaşam ve kaderin aksi rastlantıları, insanoğluna düşman olan evreni, ayrımsamayı harekete geçmeyi, görmeyi ve öğrenmeyi, emin ve hızlı olmayı, canlıları ilgilendiren güçler dengesinin aniden değişebileceğini ve ona uyum göstermeyi. Ve tam oradayken, bir dakika önce arkadaşı olan o tuhaf büzülmüş ve küçülmüş kalıntının yanında duran Genç Dick yalanı hiçe saymayı ve gerçeğin asla yalan olmadığını öğrendi.

Meksika’da Rosewell’in kuzeyinde Pecos Vadisi’nde Genç Dick amaçsızca dolaşırken kendisini Jingle Bob Çiftliği’nde buldu. Henüz on dördünde bile değildi ve çiftliğin maskotu oluvermişti. Yasal evraklarda meşru imzalarıyla Wild Horse, Willie Buck, Boomer Deacon ve High Pockets gibi gerçek kovboylar tarafından “sahici” bir kovboya dönüştürülmüştü.

Yumuşak mizaçlı kolay kolay kırılmayan Genç Dick, bu çiftlikte kaldığı altı aylık dönem sırasında atlar, binicilik ve aynı zamanda kaba saba, terbiye görmemiş erkekler konularında epey bilgi sahibi oldu. İşte bu dönem ona hayat tecrübesi kazandırdı. Örneğin Bosque Grande de Jingle Bob’un sahibi John Chisum vardı ve uzakta Black River ve onun da ötesindeki diğer sığır çiftlikleri de vardı. Çiftliğin gelişeceğini öngören John Chisum sığır kralıydı. Dağlık alanlar yerine dikenli teller ile çevreledi çiftliğini ve bunu yapmaya yönelik olarak içinde su bulunan her biri yüz altmış bin metrekarelik alanlar satın aldı. Ayrıca milyonlarca akre bitişik alanları da avanta olarak aldı çünkü sulama sistemleri kendi kontrolünde olmazsa bu arazilerin değeri yoktu. Kamp ateşi ve yük arabalarının etrafında toplanıp yaptıkları sohbetler sırasında John Chisum’un öngördüğü ama ayda kırk dolara razı olan kovboyların öngöremediği şeyleri öğrendi. Binlerce yaşıtı John Chisum için düşük maaşla çalışırken onun neden ve nasıl sığır kralı olduğunu da öğrendi Genç Dick.

 

Ne var ki Genç Dick soğukkanlı değildi. Onun kanı kaynıyordu. Tutkuları vardı. İçindeki ateş yanıp tutuşuyordu ve erkeklik gururu vardı. Yirmi saat eyer üzerinde kalmaktan neredeyse ağlayacak hâle gelmişti. Vücudunun her köşesindeki ağrıları görmezden gelmeyi öğrendi, akşam olup da battaniyelerin altına girdiğinde sessizce acıya katlanabildiği ve dayanabildiği için kendisiyle övünüyordu ta ki aynı yolları tekrar aşındırmak zorunda kalıncaya kadar. Ona dayatılan atın üzerine bindi -gece sürüsüyle çıkmak konusunda ısrar etmişti- üzerinde uçuşan muşamba yağmurluğu ile panikle bir yere kaçışan sürüsünü doğru yola çevirirken Genç Dick de kararsız kalmanın en ufak bir izi dahi yoktu. Risk alabilirdi. Risk almaya bayılıyordu. Ne var ki böyle zamanlarda yerine getirmesi gereken sorumlulukları asla yapmamazlık etmedi. Erkeklerin narin olduklarını ve sert kayalıklarda kolayca bir yerlerini yaralayabileceklerinin ya da tepinen toynakların altında kalabileceklerinin farkındaydı. Bir gün bir at binmeyi reddetti ama hayvanın bacakları aniden ona bir şekilde dolandı ve Genç Dick tökezledi. Vücudunun herhangi bir yerinin çatlamasından korktuğundan değil, sadece bir yerine zarar gelecekse daha sonraları John Chisuma’nın da söylediği gibi “masrafların karşılanmasını” istediğini açıklamıştı.

Jingle Bob’da ikamet ederken Genç Dick korumalarına bir mektup yazdı. Şikagolu bir sığır yetiştirici tarafından postaya verilmişti. Çok dikkatli davranarak zarfın üzerine “Ah Singe” diye yazmıştı. Sahibi olduğu yirmi milyon dolar onun pek derdi olmadığı hâlde Genç Dick bu paraları hiç unutmadı ve arazilerinin İngiltere’ye yerleşme kararı alan uzak akrabaları tarafından paylaşılmasından korktuğu için korumalarına hâlâ hayatta olduğunu ve birkaç yıl içinde evine döneceğini haber verdi. Ayrıca Bayan Summerstone’a maaşını düzenli ödemeleri için talimat verdi.

Ama Genç Dick bulunduğu yerden uzaklaşmak istedi. Altı aydır Jingle Bob’daydı ve bu sürenin gereğinden fazla olduğuna karar verdi. Boş gezenin boş kalfası olarak Amerika’da oradan oraya sürüklendi. Güvenlik görevlilerini, polis hâkimlerini, göçebe kanunlarını ve hapishaneleri öğrendi. Ve birinci elden serseriler, gezgin işçiler ve adi suçlular ile tanıştı. Bütün bunların yanı sıra çiftlikler gördü, çiftçiler ile tanıştı. Hatta bir keresinde New York’tayken Amerika’da ilk defa kurulan siloları yaşama geçiren Hollandalı bir çiftçi için bir hafta boyunca böğürtlen topladı. Edindiği bilgilerin hiçbiri araştırma ruhuyla öğrenilmemişti. Onda sadece küçük bir oğlan çocuğunun merakı vardı ve kafasının içinde insan doğası ile sosyal yaşam hakkında çok fazla bilgi toplamıştı. Bu bilgiler gelecek yıllarda ona çok faydalı olacak ve kitapların yardımıyla bütün bu öğrendiklerini sindirecek ve sınıflandıracaktı.

Yaşadığı maceralar ona zarar vermiyordu. Orman kamplarında tanıştığı hapishane kıdemlileriyle bile zaman geçirdi ve onların görgü kuralları hakkındaki düşünceleriyle hayat felsefelerini dinlediğinde hiç etkilenmemişti. O, bir gezgindi ve onlar da yabancı bir tür. Yirmi milyonun güvencesiyle çalmak ya da birilerini soymak için ne ihtiyacı ne de özendirilmeye lüzum vardı. Değişik şeyler ya da değişik yerler onun ilgisini çekiyordu çekmesine de onu alıkoyacak ne bir yer ne de bir ekmek kapısı vardı. Görmek istiyordu, daha çok ve daha çok ve görmeye devam etmek istiyordu.

Üç yılın sonunda neredeyse on altısına girecekken elli dokuz kilo ağırlığında ve daha güçlü bir vücuda sahipken eve gitmenin zamanının geldiğini ve kitaplarını açıp çalışmayı tasarladı. Böylece ilk uzun yolculuğunu yapacaktı. Yelkenli ticaret gemisine bir oğlan çocuğu olarak adını yazdırdı. Delaware Dalgakıran’ından Horn’un etrafından dolaşıp San Francisco’ya ulaşacaktı. Yüz seksen gün süren zorlu bir yolculuktu fakat bittiğinde dört buçuk kilo daha ağırdı.

Kapıdan içeri girdiğinde Bayan Summerstone çığlık atmış ve onun kimliğinin saptanması için mutfaktan Ah Sing’in çağrılması gerekmişti. Bayan Summerstone ikinci kez çığlık attı. Bu sefer onunla tokalaştığında oldu. Genç Dick urgan tutmaktan nasırlaşmış elleriyle sertçe onun elini kavradığında kadının hassas cildi tahriş olmuştu.

Çekingendi, apar topar ayarlanan toplantıda korumalarını selamlarken mahcup görünüyordu. Fakat bu onu dobra dobra konuşmaktan alıkoymadı.

“Artık dediğim gibi olacak.” dedi Genç Dick. “Ben budala değilim. Ne istediğimi biliyorum ve istediğimi de alacağım. Bu dünyada yalnızım. Tabii sizin gibi arkadaşlarımın dışında kimsem yok. Kendime ait fikirlerim var ve ne yapmak istediğimi biliyorum. Herhangi birine karşı görev anlayışıyla geri dönmedim eve. Döndüm çünkü zamanı gelmişti ve kendime karşı görev anlayışım vardı. Üç yıl boyunca dolanıp durdum ve çok daha iyi durumdayım. Artık kendi düşünceme göre eğitimime devam etmeliyim, yani demek istediğim kitaplarla olan eğitimime.”

“Belmont Akademisi.” diye önerdi Bay Slocum. “Sizin için çok uygun bir üniversite olacağına…”

Dick kararlılıkla kafasını salladı.

“Orada eğitimimi tamamlamam üç yılımı alır. Bu lise için de geçerli. Bir yıl içinde Kaliforniya Üniversitesine gitmekte kararlıyım. Bu çalışmak demek, zihnim asit gibi… Canla başla ders çalışacağım. Bir özel öğretmen tutacağım, belki de yarım düzine, kim bilir ve onunla gideceğim. Ve bu öğretmenleri kendim tutacağım; gerektiğinde işe alacağım, gerektiğinde kovacağım. Bu da demek oluyor ki para meseleleriyle ilgilenmeliyim.”

“Ayda yüz dolar.” diye önerdi Bay Crockett.

Dick kafasını salladı.

“Üç yıldır param olmadan kendime bakabildim. Düşünüyorum. Yine de kendime bakabilirim ama burada San Francisco’da paramın bir miktarını istiyorum. Ticari işlerle meşgul olmak niyetinde değilim henüz ama bir banka hesabım olsun istiyorum. Hem de hatırı sayılır miktarda. Neye ve nasıl uygun görürsem öyle harcamak istiyorum.”

Korumalar dehşete düşmüş hâlde birbirlerine baktılar.

“Çok saçma. İmkânsız!” diye söze başladı Bay Crockett. “Buralardan ayrılmadan önceki gibi mantıksız davranıyorsunuz.”

“Bu da benim tarzım sanırım.” Dick iç çekti. “Param ile ilgili anlaşmazlıklar yaşamıştık. O zamanlar yüz dolar istemiştim.”

“Bizim durumumuzu bir düşünün Dick.” diye ısrarcı davrandı Bay Davidson. “Korumalar olarak on altı yaşındaki bir çocuğa para konusunda sınırsız hareket özgürlüğü verirsek, bu nasıl bir tepki alır başkalarından?”

“Şu anda Freda’nın değeri nedir?” Dick gelişigüzel sordu.

“Her zaman yirmi bine satılabilir.” diye cevap verdi Bay Crockett.

“O zaman satın onu. Benim için çok büyük ve her geçen yıl değeri sürekli düşüyor. Koylarda rahatça gezebilmek için dokuz metrelik tekne istiyorum. Bu da bin dolar dahi etmez. Freda’yı satın ve parasını hesabıma yatırın. Şimdi siz, üçünüz bu parayı kötü kullanacağımdan korkuyorsunuz; içki içeceğimi, at yarışlarında oynayacağımı ve koru kızlarıyla har vurup harman savuracağımı düşünüyorsunuz. Bu konuda içinizi ferahlatmak için bir öneride bulunacağım. Dördümüz için ortak vadesiz hesap olsun. Benim bu parayı kötüye kullandığıma karar verdiğiniz an bakiyeyi hemen çekersiniz. Bu arada ek bilgi vermek amacıyla size şunu da söyleyeyim. Bir iş uzmanını buraya getirteceğim ve işin mekanik tarafıyla yani benim ihtiyacım olan bütün bilgilerle beni eğitmesini sağlayacağım.”

Dick itiraz etmelerini beklemedi, konunun mutlak olarak değişmezliğini varsayarak devam etti.

“Menlo’daki atlar ne durumda? Neyse boş verin. Ben onlara göz atıp hangilerini tutacağıma karar veririm. Bayan Summerstone buradaki işine devam edecek. Evin yetkilerini ona veriyorum. Çünkü ayrıntılarıyla planladığım çok işim var. Size söz veriyorum, özel işlerim için bana sınırsız hareket özgürlüğü verdiğiniz için asla pişman olmayacaksınız. Evet, son üç yıldır neler yaptığımı öğrenmek istiyorsanız size hikâyemi anlatmaya hazırım.”

Dick Forrest, zihninin asit gibi olduğunu ve canla başla çalışacağını söylediğinde haksız sayılmazdı. Böylesi bir eğitimin var olduğunu söylemek zordu. Tavsiye almadan her şeyi kendisi yönlendirdi. Zeki insanların nasıl işe alınacağını babasından ve Jingle Bob’daki John Chisum’dan öğrenmişti. Kamp ateşi ile at arabası etrafında toplanıp uzun uzun sohbet eden çobanların yanında sessizce oturup düşünmeyi öğrenmişti. İsim ve görev yerlerini araştırarak profesörler, üniversite rektörleri ve finansal yönetim alanında eğitilmiş iş adamlarıyla görüşmeler gerçekleştirdi. Saatlerce onların konuşmalarını dinledi, nadiren konuştu, nadiren soru sordu, sadece onların sunduklarını dinledi. Birkaç saat içinde onlardan bir fikir ya da bir bilgi öğrenmenin memnuniyeti içindeydi ve ne tür ve nasıl bir eğitim alacağına karar vermesindeki yardımlarına minnettardı.

Sıra özel öğretmenlerini tutmaya gelmişti. Hiç böylesine işe alma ve işine son verme, kiralama ve kovma yaşanmamıştı. Bu konuda kesinlikle alçak gönüllü davranmıyordu. Bir aylığına ya da üç aylığına ücret karşılığında tek bir kişiyi işe alabiliyorken diğer taraftan da ilk günden ya da ilk haftadan bir düzine çalışanı da kovabiliyordu. Onun eğitimi için onlar belki bir saatlerini bile harcamamışken yine de işten kovulanlara bir aylık maaşlarını takdim etmekten geri kalmıyordu. Bunları adil ve asilce yapıyordu çünkü adil ve asil davranmak için parası yetiyordu.

İtfaiye erlerinin kamaralarından artıklarını yiyen ama aynı zamanda su deposunun orada yahni yemeğini küçümseyen o, paranın değerini adam akıllı öğrenmişti. Her şeyin en iyisini satın alıyordu çünkü en ucuzu olduğundan emindi. Bir yıl süreliğine lise kimyası ve lise fiziği alması üniversiteye girmesi için gerekliydi. Cebir ve geometri derslerine çalışırken Kaliforniya Üniversitesinin Fizik ve Kimya Bölümlerinin başkanlarını aradı. Profesör Carey ona kahkahalarla güldü… Ama ilk başta.

“Sevgili oğlum…” diye başladı söze Profesör Carey.

Dick sabırla onun konuşmasını bitirmesini bekledi. Sonra da Dick başladı ve sadede geldi.

“Ben bir ahmak değilim, Profesör Carey. Lise ve akademi öğrencileri hep çocuk. Dünyayı tanımıyorlar. Ne istediklerini bilmiyorlar. Her şey onlara kepçeyle sunulduğu için neyi istediklerini bile bilmiyorlar. Ben ise dünyayı tanıyorum. Ne istediğimi ve neden istediğimi biliyorum. Onlar iki dönem boyunca haftada iki defa birer saat fizik dersi alıyorlar. İki tatilleri var, bu da bir yılı kapsıyor. Pasifik sahilinde en iyi fizik öğretmenisiniz. Dönem yeni bitiyor. Eğer bana tatilinizin ilk haftasını ayırırsanız her dakikasını bana harcayarak, o zaman bir yıllık fizik dersini tamamlamış olurum. Bir haftalık ederiniz ne kadar?”

“Bin dolara bile satın alamazsınız.” Profesör Carey durumu hallettiğini düşünerek cevabını yapıştırdı.

“Maaşınızın ne kadar olduğunu biliyorum.” diye söze başladı Dick.

“Nedir peki?” Profesör Carey ters ters konuşuyordu.

“Haftada bin dolar değil.” Dick aynı terslikle cevap verdi. “Haftada beş yüz dolar değil, hatta iki yüz elli bile değil.” Sözünü kesmemesi için elini havaya kaldırdı. “Biraz önce zamanınızın bir haftasını bin dolara satın alamayacağımı söylediniz. Almayacağım zaten. Ama o haftayı iki bin dolara satın alacağım. Tanrı’m! Yaşamak için o kadar çok yılım var ki.”

“Ve yılları mı satın alacaksınız?” Profesör Carey kurnazca sorguladı.

“Tabii ki. O nedenle buradayım. Üç yılınızı bir defada istiyorum. Ayrıca konuştuğumuz o bir hafta da anlaşmanın bir parçası olsun istiyorum.”

“Ama kabul etmedim.” Profesör Carey güldü.

“Eğer miktar size yeterli değilse, neden size adil gelen fiyatı söylemiyorsunuz?” dedi Dick sertçe.

Ve Profesör Carey boynunu eğdi. Tıpkı Kimya Bölüm Başkanı Profesör Barsdale gibi.

Sacramento ve San Joaquin göletlerinde haftalarca ördek avındayken Dick, aynı anda matematikten özel ders almıştı. Sırasıyla fizik ve kimyadan özel ders aldıktan sonra edebiyat ve tarihten ikişer ders aldığında Güneybatı Oregon’un Curry ilçesinin av bölgesinde bulunuyordu. Çalışarak, oyun oynayarak, açık havada zaman geçirerek üç yıllık geleneksel bir ergenlik eğitimini bir yılda, hem de hiç zorlanmadan tamamladı. Bu hileyi babasından öğrenmişti. Balığa çıktı, ava çıktı, yüzdü, egzersiz yaptı ama aynı zamanda kendisini üniversiteye hazırladı. Hiç hata yapmadı. Neden hata yapmadığını iyi biliyordu. Çünkü babasının yirmi milyon doları derin bilgisine yatırımdı. Para bir araçtı. Paraya ne çok ne de az değer verdi. Sadece almak istediklerine kullandı.

“Hiç böyle tuhaf bir israfla karşı karşıya kalmamıştım.” dedi Bay Crockett Dick’in o yılki banka cüzdanını havaya kaldırarak. “Eğitime on altı bin harcandı. Hepsini madde madde sıralamış. Buna tren ücretleri, hamalların bahşişleri ve öğretmenleri için tabanca fişekleri de dâhil.”

 

“Yine de sınavlarını verdi.” dedi Bay Slocum.

“Hepsini de bir yılda başardı.” diye homurdandı Bay Davidson. “Kızımın oğlu aynı tarihte Belmont’a kabul edilmişti. Eğer şansı yaver giderse ancak iki yıl sonra üniversiteye kabul edilecek.”

“Benim söyleyecek tek bir sözüm var.” dedi Bay Crokett. “Bundan böyle bu çocuk para konusunda ne istiyorsa yapacak.”

“İşte ben buna parmak ısırırım.” dedi Dick korumalarına. “Ben yine de ders konusunda onlarla başa başım ve yıllardır evrenin bilgisi konusunda ilerdeyim. Öyle şeyler öğrendim ki, iyi veya kötü, önemli veya önemsiz, erkekler ve kadınlar hakkında, bazen gerçek olup olmadıkları konusunda ben bile şüpheye düşüyorum. Ama doğru olduklarını da biliyorum.

“Bundan böyle acele etmeme gerek yok. Herkese yetiştim, belli bir düzene girdim. Tek yapmam gereken sınıfın hızına ayak uydurmak ve böylece yirmi bir yaşına girdiğimde mezun olacağım. Bundan böyle eğitimim için daha az paraya ihtiyacım olacak. Artık özel dersler olmayacak, bilirsiniz işte ama iyi vakit geçirmek için daha çok para harcayacağım.

Bay Davidson şüpheyle bakındı.

“Daha iyi vakit geçirmekle ne demek istiyorsunuz?”

“Ah, okul derneklerine katılacağım, futbol için, formumu korumalıyım, bilirsiniz işte bir de benzinli motorlar ilgimi çekiyor. Dünyanın ilk denizde giden benzinli yatını inşa edeceğim.”

“Kendinizi havaya uçuracaksınız!” diye itiraz etti Bay Crockett. “Aptalca bir düşünce! Benzin için düşünmeden bir işe kalkışan takıntılı kimseler bunlar.”

“Ben kendi güvenliğimi sağlayabilirim.” diye cevap verdi Dick. “Ve bu deneyi yapmak demek para demek. Bu nedenle bana iyi bir banka hesabı sağlayın -tıpkı eskisi gibi- dördümüz de bu hesaptan çekebilelim.”

8Kelt: Cesur, savaşçı. (ç.n.)