Tom Amca’nın Kulübesi

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

Bu berbat tehdidin altında ne yattığını söylemek zordu fakat korkunç muğlaklık söz konusu genç günahkârlarda çok az etki yaratmışa benziyordu.

“Kesin şimdi!” dedi Tom Amca. “Eğlenmek hoşlarına gidiyor, doğru dürüst davranamıyorlar.”

Bu arada oğlanlar masanın altından çıktı, elleri ve yüzleri esmer şekere bulanmış hâlde bebeği durmadan öpmeye başladılar.

Anne yünü andıran kafalarını iterek, “Hadi gidin şuradan!” dedi. “Eğer böyle yaparsanız birbirinize yapışırsınız ve hiç ayrılamazsınız. Hadi dereye gidin de temizlenin!” dedi. Tembihlerini bir de korkunç bir sesle yankılanan bir tokatla noktaladı ama gençler buna sadece daha çok güldüler, kapıdan dışarı birbiri üstünde telaşla çıkarlarken, çıkınca da neşeyle çığlıklar koyuverdiler.

“Daha can sıkıcı gençler gördünüz mü?” dedi Chloe Teyze, kendinden memnun bir şekilde. Bir yandan da böyle acil durumlar için sakladığı eski havluyu, çatlak çaydanlıktan biraz su dökerek ıslatıp esmer şekerleri bebeğin yüzüyle ellerinden silmeye başladı ve parlayana kadar sildikten sonra da bebeği Tom’un kucağına oturtup akşam yemeği artıklarını temizlemeye koyuldu. Bebek fırsat bu fırsat Tom’un burnunu çekiyor, yüzünü tırmalıyor ve şişman ellerini yün gibi saçlarına gömüyordu, bu sonuncu yaptığından özellikle keyif alıyordu.

“Ne şirin şey değil mi?” dedi Tom, onu kendinden uzakta tutarak; sonra ayağa kalkıp onu geniş omuzlarına yerleştirdi ve hoplamaya, onunla dans etmeye başladı, bu arada Efendi George da mendiliyle bebeğe vuruyordu. Tekrar dönen Mose ve Pete onun ardından ayılar gibi homurdanıyorlardı, ta ki Chloe Teyze gürültücülerin “kafalarını kopartacağını” söyleyene kadar. Ama dediğine göre bu olay kulübede olağandı, açıklanışı coşkuyu azaltmadı, ta ki herkes sakinleşinceye kadar bağırdılar, yuvarlandılar ve dans ettiler.

“Eh, artık istediğiniz olmuştur.” dedi, açılır kapanır yatağın altından tekerlekli yatağı çekmeye uğraşan Chloe Teyze. “Ve şimdi de siz Mose ve Pete, şuraya girin zira biz bir toplantı yapacağız.”

“Ah, anne, bunu istemiyoruz. Biz de oturmak istiyoruz, toplantıyı merak ediyoruz. Bu hoşumuza gidiyor.”

“Chloe Teyze, it onu alta ve orada otursunlar.” dedi Efendi George kararlı bir şekilde ve kaba saba şeyi şöyle bir itiverdi.

Durumu kurtarmış olan Chloe Teyze onu alta itmekten son derece memnundu, bunu yaparken de şöyle dedi, “Eh, belki bu sefer işe yarar.”

Ev şimdi herkesin toplantının hazırlıklarını ve düzenlemelerini tartıştıkları bir komiteye dönüşmüştü.

“Bu yer konusunda ne yapacağız, ben ne yapacağımızı bilmiyorum.” dedi Chloe Teyze. Toplantı bir süredir Tom Amcalarda haftalık olarak yapıldığından, daha fazla yer yoktu ve yer sorununun çözümlenme umudu var gibi görünüyordu.

“Geçen hafta yaşlı Peter Amca ilahi söylerken o eski sandalyenin bacaklarını kırdı.” dedi Mose.

“Hadi oradan! Eminim onları sen oradan çıkarmışsındır; parlak fikirlerinden biridir.” dedi Chloe Teyze.

“Eh, duvara dayarsanız, yine de ayakta durur!” dedi Mose.

“O zaman Peter Amca oraya oturmamalı çünkü ilahi söylerken zıplıyor. Geçen gece, ta odanın öbür ucuna zıpladı.” dedi Pete.

“Aman Tanrı’m! O zaman onu içeri alalım.” dedi Mose. “Ve sonra şöyle der, ‘Gelin azizler ve günahkârlar, beni dinleyin.’ Ve sonra aşağı yuvarlanır. Mose yaşlı adamın genizden gelen sesini aynen tekrarladı, olabilecek felaketi göstermek için de yere yuvarlandı.

“Hadi bakalım, doğru durun, olmaz mı?” dedi Chloe Teyze. “Hiç utanmıyor musunuz?”

Ancak Efendi George gülerek suçlunun yanını tuttu ve Mose’u kararlı bir tavırla bir âlem ilan etti. Böylece annenin uyarısı havada kaldı.

“Eh, yaşlı adam.” dedi Chloe Teyze. “Artık şu fıçıları taşımak zorundasın.”

“Annemin fıçıları Efendi George’un iyi kitapta okuduğu gibi insanı asla yarı yolda bırakmaz.” dedi Mose, Peter’dan yana çıkarak.

“Eminim geçen hafta biri yıkıldı.” dedi Pete. “Ve ilahinin ortasında hepsi yere yığıldı; biz de düşüyorduk, öyle değil mi?”

Bu sırada Mose ile Pete iki boş fıçıyı kulübeye yuvarlamış ve iki tarafından taşla yuvarlanmasın diye emniyete alıyorlardı, üzerlerine tahtalar yerleştirildi, bazı varil ve kovaların çevrilmesiyle ve çürük sandalyelerin hazırlanmasıyla hazırlıklar sonunda tamamlanmıştı.

“Efendi George öylesine iyi bir okuyucu ki, şimdi kalıp bize de okuyacak.” dedi Chloe Teyze. “Hem böylesi çok daha ilginç olur.”

George buna dünden razıydı, zira bu oğlan onu önemli kılacak her şeye her zaman hazırdı.

Çok geçmeden oda her türden kalabalıkla doldu, sekseninde yaşlı, beyaz saçlı saygın dededen, genç kıza ve on beşinde delikanlıya kadar. Çeşitli konularda küçük, zararsız dedikodular birbirini takip etti, mesela Sally Teyze yeni kırmızı başörtüsünü nereden almıştı, “Lizzy’nin düğün töreni yapıldığında hanımı benekli muslin giysi verecekti.” Nasıl Efendi Shelby yeni bir kızıl doru tay almayı düşünüyordu ki bu yerin şanına şan katacaktı. Katılmaya izinleri olan, yakın çevredeki ailelerden ibadet edenler evlerinde ve çevrelerinde olup bitenlerle ilgili çeşitli haber kırıntıları getirmişlerdi. Bunlar daha üst çevrelerde aynı türden küçük laflar nasıl dolaşırsa onun gibi serbestçe dolaştı.

Bir süre sonra ilahiler başladı, herkesin çok zevk aldığı belliydi. Genizden gelen tonlamaların olumsuzluğu, bir zamanlar vahşi ve hevesli bir havası olan doğal güzellikteki seslerinin etkisini engelleyemiyordu. Sözler bazen kiliselerde bilinen ve söylenen ilahilerden dizeler ve bazen de kamp toplantılarında seçilen daha yabansı, daha tanımsız sözlerdi.

Büyük coşku ve hazla söylenen birinin sözleri şu şekildeydi:

 
Ölmek savaş alanında,
Ölmek savaş alanında,
Ruhumda şan ve şerefle.
 

Diğer bir sıkça yenilenen şu sözleri tekrarlıyordu:

 
Şerefimle gidiyorum, benimle gelmez misin?
Görmüyor musun melekler çağırıyor ve beni de çağırıyorlar.
Altın şehri ve ölümsüz günü görmüyor musun?
 

Diğerleri de vardı, durmadan adı geçen “Ürdün’ün kıyıları”, “Kenan tarlaları” ve “Yeni Kudüs”, coşkulu ve hayalperest zenci aklı her zaman kendini canlı ve resim gibi doğanın ilahilerine ve ifadelerine bağlıyordu; ilahi söylerken, bazıları gülüyordu, bazıları ağlıyordu, bazıları el çırpıyordu ya da birbirleriyle el sıkışıyordu, sanki nehrin diğer tarafını kazanmış gibi.

Çeşitli tavsiyeler veya deneyimler ilahiyle karışmış olarak bir sonraki sırada yer alıyordu. Çoktan çalışma yaşı geçmiş ama tarihin bir sayfası olarak saygı gösterilen, beyaz saçlı yaşlı bir kadın ayağa kalktı ve değneğine abanarak, dedi ki: “Eh, çocuklar! Sizi bir kere dinlediğim ve gördüğüm için çok memnun oldum çünkü cennete ne zaman giderim bilmiyorum ama hazırlandım çocuklarım; öteberimi bağladım ve bonemi de taktım, sadece beni alıp evime götürmelerini bekliyorum. Bazen geceleri tekerlek sesi duyar gibi oluyorum ve hep dışarı bakıyorum; şimdi siz de hazır olun, zira size söylüyorum çocuklar.” diyerek değneğini sertçe yere vurdu. “Şu cennet çok yüce bir şey! Çok yüce bir şey çocuklar, -onunla ilgili bir şey bilmiyorsunuz- o muhteşem.” Yaşlı kadın gözlerinden sicim gibi yaşlar akıtarak yerine oturdu, kendine gelmeye çalışırken, çepeçevre dizilmiş herkes söylemeye başladı.

 
Ah, Kenan, parlak Kenan
Kenan topraklarına gitmeye hazırız.
 

Efendi George istek üzerine Vahiy Kitabı’nın son bölümlerini okudu. “Yüzü suyu hürmetine!”, “Şunu duy!”, “Bunu bir düşün!”, “Bütün bu söylenenler yeterli değil mi?” gibi feryatlarla sık sık sözü kesiliyordu.

Parlak bir çocuk olan ve annesi tarafından dinî meselelerde iyi yetiştirilen George genel olarak hayranlık duyduğu bir şey keşfetmiş ve övgüye değer ciddiyet ve ağırbaşlılıkla kendi izahatlarına zaman zaman yer veriyordu, zira bunun için gençler tarafından beğenilmiş ve yaşlıların da rızasını kazanmıştı; herkesçe de kabul edilmişti ki “Bir rahip bile ondan iyisini beceremezdi; bu gerçekten harikaydı!”

Tom Amca çevrede dinî konularda hatırı sayılır biriydi. Doğal olarak manevi değerlerin güçlü olduğu bir düzen kurduğundan, bunun yanında da akranları arasından daha geniş bilgili ve yetişmiş olduğundan ona büyük bir saygıyla bakılırdı, aralarında bir tür rahipmiş gibi davranılırdı; basit, içten ve yürekten gelen tembihleri daha eğitimli insanlarınkinden dahi daha eğitici olurdu. Ancak asıl üstünlüğü dua konusundaydı. Kutsal Kitap diliyle zenginleştirdiği dualarının dokunaklı sadeliği, çocuksu içtenliğini hiçbir şey geçemezdi. Tüm bunlar onun benliğiyle öylesine iç içe geçmiş, bir parçası olmuştu ki dudaklarından bilinçsizce dökülüyordu; dindar yaşlı bir zencinin dilinde “dualar oluşuveriyordu”. Dinleyicilerin ibadetle ilgili duygularına öylesine hitap ediyordu ki sık sık çevresinde patlak veren karşılıkların çokluğunda hepten yitip gitme tehlikesi içinde görünüyordu.

Adamın kulübesinde bu sahne yaşanırken, efendinin salonunda çok daha değişik bir sahne vardı.

Tüccar ve Bay Shelby yemek odasında kâğıtlar ve yazı gereçleriyle kaplı bir masanın başında oturuyorlardı.

Bay Shelby bir tomar faturayı saymakla meşguldü, saydıkça tüccara doğru itiyor, o da onları onun gibi sayıyordu.

“Her şey uygun.” dedi tüccar. “Şimdi de şunları imzalayıverin.”

Bay Shelby satış faturalarını aceleyle kendine doğru çekti ve imzaladı, sanki rahatsız edici bir iş yapan bir adamın aceleci tavrıyla, sonra da parayla birlikte onları itti. Haley eskimiş bir valizden bir parşömen çıkardı, ona bir süre baktıktan sonra Bay Shelby’ye uzattı, o da bastırmaya çalıştığı bir sabırsızlıkla aldı.

“Eh, bu iş tamamdır!” dedi tüccar, ayağa kalkarken.

Tamamdır!” dedi Bay Shelby, düşünceli bir tavırla ve derin derin içini çekerek tekrarladı, “Tamamdır!

“Çok mutlu değilmişsiniz gibi geliyor bana.” dedi tüccar.

“Haley.” dedi Bay Shelby. “Umarım verdiğiniz sözü tutarsınız, Tom’u nasıl birileri olduğunu bilmediğiniz birine şerefiniz üzerine söz verdiğiniz gibi satmazsınız.”

 

“Neden, siz az önce bunu yaptınız efendim.” dedi tüccar.

“Koşullar, biliyorsunuz, beni buna zorladı.” dedi Shelby kibirli bir tavırla.

“Eh, o zaman beni de zorlayabilir.” dedi tüccar. “Yine de Tom’a iyi bir yatacak yer verme konusunda elimden gelenin en iyisini yapacağım; ona kötü davranmam konusunda, zerre kadar korkunuz olmasın. Eğer Tanrı’ya şükrettiğim bir şey varsa o da hiçbir şekilde zalim olmadığımdır.”

Tüccarın insancıl ilkelerini daha önce izah etmesinden sonra, Bay Shelby bu açıklamalarla özellikle rahatlamış hissetmedi ama koşulları ancak bu kadarına izin veriyordu. Tüccarın sessizce ayrılmasına izin vererek bir puro yaktı.

V
Sahipleri Değişen Canlı Malın Duygularını Göstermesi

Bay ve Bayan Shelby gece için dairelerine çekilmişlerdi. Adam büyük bir koltuğa oturmuş, öğleden sonra postayla gelen bazı mektuplara bakıyordu. Kadın da aynanın karşısında ayakta durarak Eliza’nın saçlarına yaptığı karmaşık örgü ve bukleleri fırçalıyordu. Zira solgun yanaklarını ve bitkin gözlerini fark edip o gece için ona izin vererek yatağına yollamıştı. Doğal olarak işle ilgili kızla sabah konuşacaklarını söylemişti ve dikkatsizce kocasına dönerek şöyle dedi:

“Sırası gelmişken Arthur, bugün akşam yemeği masamıza sürüklediğin o düşük düzeyli adam kimdi?”

“Adı Haley.” dedi Shelby, sandalyesinde tedirgin bir tavırla dönerek ve gözleri bir mektuba dikilmişti.

“Haley! O da kim ve burada ne işi var Tanrı aşkına?”

“Eh, geçen sefer Natchez’e gittiğimde onunla biraz iş yapmıştım.” dedi Bay Shelby.

“O da buna güvenerek kendini evinde gibi hissedip gelip sofraya oturdu, öyle mi?”

“Nedeni ben onu davet ettim; onunla bazı hesaplarımız vardı.” dedi Shelby.

“Köle taciri mi?” dedi Bayan Shelby, kocasının tavırlarında kendini belli eden bir utanma fark ederek.

“Canım, neden böyle bir şey aklına geldi?” dedi Shelby başını kaldırarak.

“Hiç, sadece Eliza akşam yemeğinden sonra buraya geldi, çok kaygılıydı ve ağlayıp sızlıyordu, bir tüccarla konuştuğunu söyledi ve adamın oğlu, şu komik küçük ördek, için bir teklif yaptığını duymuş!”

“Öyle mi yaptı?” dedi Bay Shelby, kâğıdına döndü, bir süre tüm dikkatini ona vermiş görünerek, onu baş aşağı tuttuğunu fark etmiyordu.

“Nasıl olsa er ya da geç satışa çıkacaktı.” diye fikrini söyledi.

“Eliza’ya dedim ki.” dedi Bayan Shelby, saçlarını fırçalamayı sürdürüyordu. “O acıları çekmekle aptallık ediyor ve bu tür insanlarla işiniz olmaz. Elbette, hiçbir adamımızı satmak istemediğinizi biliyordum, en azından öyle bir adama.”

“Eh, Emily.” dedi kocası. “Her zaman hissettiğim ve söylediğim gibi işin doğrusu yardım almadan işimi başaramam. Bazı yardımcılarımı satmak zorunda kalabilirim.”

“O yaratığa mı? İmkânsız! Bay Shelby ciddi olamazsınız.”

“Öyle olduğu için üzgünüm.” dedi Bay Shelby. “Tom’u satma konusunda anlaştık.”

“Ne! Bizim Tom’u? O iyi, vefalı yaratığı! Küçüklüğünden beri vefalı bir yardımcı oldu! Ah, Bay Shelby! Ve ona özgürlüğü için söz de vermiştiniz. Ben ve o, bunun hakkında yüzlerce kez konuştuk. Eh, artık her şeye inanırım, zavallı Eliza’nın tek çocuğu küçük Harry’i bile satacağınıza artık inanırım!” dedi Bayan Shelby, sesi kederle öfke arasındaydı.

“Eh, her şeyi bilmen gerektiğinden, öyle. Tom ve Harry’i birlikte satmaya karar verdim ve neden bilmiyorum herkesin her gün yaptığı bir şey için bir canavarmışım gibi davranıldığını bilmiyorum.”

“Ama tüm onların içinden neden bunlar?” dedi Bayan Shelby. “Satmanız gerekiyorsa neden diğerleri değil de bunlar.”

“Çünkü diğerlerinden daha iyi parayı bunlar getiriyor, o nedenle. Başka birini de seçebilirdim, dediğin gibi. Eğer sana uyacaksa adam Eliza için yüksek bir fiyat önerdi.” dedi Bay Shelby.

“Alçak adam!” dedi Bayan Shelby hiddetle.

“Bir an bile onu dinlemedim, duygularınıza saygımdan, bunu yapmazdım bu yüzden bana biraz hak verin.”

“Canım.” dedi Bayan Shelby kendini toparlayarak, “Beni bağışla. Aceleci davrandım. Çok şaşırdım ve buna tamamıyla hazırlıksızdım ama elbette bana bu zavallı yaratıklar için araya girmeme izin vereceksiniz. Tom zenci olsa da soylu yüreği olan sadık biridir. İnanıyorum ki, Bay Shelby, eğer ona sorsanız sizin için hayatını verecektir.”

“Biliyorum, söylemeye cesaret edeyim ama bütün bunların faydası ne? Elimde değil.”

“Parayı feda etsek olmaz mı? Payıma düşen zorluklara katlanmaya hazırım. Ah, Bay Shelby, bu zavallı, basit, yardıma muhtaç yaratıklara görevimi yapmayı denedim, bir Hristiyan hanımın yapması gerektiği gibi inançla denedim. Onlara özen gösterdim, eğitim verdim, gözledim, küçük ilgi alanlarını, sevinçlerini yıllarca hep bildim ve küçük bir kazanç uğruna, zavallı Tom kadar böylesine sadık, harika ve güvenilir bir yaratığı satarsak, onu sevmesi ve değer vermesi için öğrettiğimiz yerden koparıp alırsak başımı nasıl dik tutarım. Onlara ailenin görevlerini, anne babanın ve çocuğun, karı kocanın görevlerini öğrettim ve parayla kıyaslandığında ne kadar kutsal olsa da hiçbir bağa, göreve, ilişkiye değer vermediğimizi açıkça ortaya koymamıza nasıl dayanabilirim? Eliza’yla oğlu hakkında konuştum. Hristiyan bir anne olarak onu gözlemesi, ona dua etmesi ve Hristiyan âdetleriyle onu büyütmesi konusunda, görevleri hakkında; şimdi ona ne diyebilirim, eğer onu koparıp az bir para biriktirmek uğruna bedeni ve ruhuyla bayağı, ilkesiz bir adama satarsanız? Ona tek bir ruhun dünyadaki bütün paradan daha önemli olduğunu söyledim; dönüp de onun çocuğunu sattığımızı görürse bana nasıl inanacak? Hem de belki bedeni ve ruhu iflas etmiş bir adama satmak!”

“Böyle düşündüğüne üzüldüm, gerçekten üzüldüm.” dedi Bay Shelby. “Duygularınıza da saygı duyuyorum, tam olarak aynı düşünüyormuş gibi yapmak istemem ama şimdi size ciddi bir şekilde söylüyorum, bu konuda yapabileceğim bir şey yok, elimden bir şey gelmiyor. Bunu sana söylemek istemezdim Emily ama kısacası bu ikisini satmakla her şeyi satmak arasında başka seçimim yoktu. Ya onlar gidecek ya da her şey. Haley ipotekleri eline geçirdi ki onunla direkt olarak kapatmazsam önüne gelen her şeyi alacaktı. Arayıp taradım, giderleri azalttım, borç aldım ve hatta yalvardım. Açığı kapatmak için bu ikisinin satılması gerekti ve ben de onlardan vazgeçtim. Haley çocuğu beğendi; meseleyi başka şekilde değil, bu şekilde çözümlemeye razı oldu. Onun eline düşmüştüm ve bunu yapmak zorundaydım. Bunları satmak varken, hepsini satmak mı iyi olur?”

Bayan Shelby felakete uğramış biri gibi kalakalmıştı. Sonunda tuvalet masasına dönerek yüzünü elleri arasına aldı ve bir inilti çıkardı.

“Bu Tanrı’nın köleliği lanetlemesi! Çok acı, çok acı, en berbat şey! Hem efendiye bela, hem de köleye! Böylesine ölümcül bir kötülükten iyilik çıkartabileceğimi düşünürken aptalmışım. Bizim gibi yasalar altında bir köleyi tutmak bir günah, -hep böyle hissettim- küçük bir kızken bile hep böyle düşündüm. Kiliseye katıldıktan sonra düşüncem daha da güçlendi ama onu güzelleştirebileceğimi düşündüm. Nezaket, dikkat ve eğitimle benimkilerin durumunu özgürlükten daha iyi yapabileceğimi düşündüm, ne aptalmışım!”

“Karıcığım, bakıyorum bayağı köleliğin kaldırılmasından yana oluyorsun.”

“Köleliğin kaldırılmasından yana! Kölelik hakkında benim bildiğimi bilselerdi, o zaman konuşabilirlerdi! Bize söylemeleri gerekmez; biliyorsun köleliğin doğru olduğunu hiç düşünmedim, asla köle sahibi olmaya gönüllü olmadım.”

“Eh, o zaman pek çok akıllı ve dindar adamdan farklı düşünüyorsun.” dedi Bay Shelby. “Geçen pazar Bay B.’nin verdiği vaazı hatırlıyor musun?”

“Böyle vaazlar duymak istemiyorum; bir de Bay B.’yi kilisemizde duymak istemiyorum. Rahipler kötülüğe yardım edemez belki -bizden çok iyileştiremez- ama ona karşı koyarlar! Hep benim mantığıma karşı oldu. Ben senin de o vaaz hakkında pek düşünmediğini sanıyorum.”

“Eh.” dedi Shelby. “Diyebilirim ki bu vaizler bazen meseleleri biz zavallı günahkârların cesaret edeceğinden çok daha ileri götürürler. Biz erkekler bazı şeylere gözlerimizi kapamalı ve çok da doğru olmayan işlere alışık olmalıyız. Şu da bir gerçek ki kadınlar ve din adamlarının liberal ve eski kafalı düşüncelerle erdem veya ahlaki konularda bizi aşmalarını pek hoş karşılamayız. Ama şimdi sevgilim, bu olayın gerekliliğini ve koşulların gerektirdiği en iyi şeyi yaptığımı gördüğüne inanıyorum.”

“Ah, evet, evet!” dedi Bayan Shelby, çabucak ve dalgın bir şekilde altın saatine dokundu. “Çok fazla para edecek mücevherim yok.” diye ekledi düşünceli bir şekilde. “Ama bu saat bir işe yaramaz mı? Alındığında, epey pahalıydı. En azından Eliza’nın çocuğunu kurtarabileceksem, sahip olduğum her şeyi feda ederdim.”

“Çok üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm, Emily.” dedi Bay Shelby. “Bu işin seni bu kadar etkilemesine üzgünüm ama bir işe yaramayacak. Doğrusu şu ki Emily, her şey olup bitti. Satış anlaşmaları çoktan imzalandı ve Haley’nin ellerinde. Daha kötüsü olmadığı için minnettar olmalısın. O adamda hepimizi mahvedecek bir güç vardı ve şimdi neyse ki ondan kurtulduk. Adamı benim kadar bilseydin, kıl payı kurtulduğumuzu düşünürdün.”

“O zaman çok acımasız.”

“Tam olarak zalim değil de biraz sert biri, -sadece satış ve kâr için yaşayan biri- soğuk, duraksamayan ve merhametsiz, ölüm ve mezar gibi. İyi bir fiyata anasını bile satabilir, tabii ihtiyar kadına bir zarar gelsin istemez.”

“Bu adi adam bir de iyi, sadık Tom ve Eliza’nın çocuğunun sahibi!”

“Eh, sevgilim, bu da bana zor geliyor; düşünmekten nefret ettiğim bir şey. Haley işleri ayarlayıp yarın emanetleri alacak. Sabah erkenden atıma binip uzaklaşacağım. Şu bir gerçek ki Tom’u göremem ve sen de bir yerlere gitsen ve Eliza’yı alsan iyi olur. O burada ortalarda yokken işler olup bitsin.”

“Hayır, hayır.” dedi Bayan Shelby. “Bu zalim işe hiçbir şekilde suç ortağı ya da yardımcı olmayacağım. Gidip zavallı yaşlı Tom’u göreceğim, sıkıntıları için Tanrı ona yardım etsin! Ne olursa olsun, hanımlarının onların ne hissettiklerini anladıklarını ve onlarla olduğunu görsünler. Eliza’ya gelince düşünemiyorum bile. Tanrı bizi bağışlasın! Biz ne yaptık ki, bu zalim gereklilik bizi buldu?”

Bu konuşmanın Bay ve Bayan Shelby’nin hiç aklına gelmeyecek bir kulak misafiri vardı.

Dairelerinde dış koridora bir kapıyla açılan büyük bir dolap bulunuyordu. Bayan Shelby Eliza’ya o gece için izin verince, ateşli ve heyecanlı duyguları bu dolap fikrini aklına getirmişti ve kendini oraya saklamıştı. Kulağı kapının çatlağına yapışmış hâlde, konuşmanın bir kelimesini bile kaçırmamıştı.

Sesler kesilince ayağa kalkıp usulcacık uzaklaştı. Solgun, tir tir titreyen hâli, donmuş yüz çizgileri ve kasılmış dudaklarıyla, o zamana kadar olduğu yumuşak ve çekingen yaratıktan tamamen başkası gibi olmuştu. Holde dikkatlice ilerledi, hanımının kapısında bir anlığına durdu ve ellerini sessiz bir yakarışla göğe doğru kaldırdı, sonra da dönüp kendi odasına süzüldü. Odası hanımıyla aynı katta sessiz, düzenli bir daireydi. Dikiş dikerken sık sık oturduğu güneşli hoş bir penceresi vardı; küçük bir kitap dolabı ve birkaç güzel küçük süs eşyası, aralarına serpiştirilmiş Noel hediyeleri bulunuyordu. Dolabında ve çekmecelerinde basit giysileri vardı, burası kısacası onun eviydi, içinde mutlu olduğu yer. Ama orada, yatakta uyuklayan oğlu yatıyordu, uzun bukleleri kayıtsızca bilinçsiz yüzüne düşmüştü, gül gibi ağzı yarı açıktı, küçük şişman elleri çarşafın üzerindeydi ve bir gülümseme güneş ışığı gibi tüm yüzüne yayılmıştı.

“Zavallı çocuk! Zavallıcık!” dedi Eliza. “Seni sattılar! Ama annen seni kurtaracak!”

O yastığa hiçbir yaş damlamadı; bunun gibi üzüntülerde, yüreğin akıtacağı yaş yoktur, sadece kan damlatır, kendi kendine sessizce kanar. Bir parça kâğıt, kalem aldı ve aceleyle yazdı:

“Hanımım! Sevgili hanımım! Benim nankör olduğumu sanmayın, hakkımda hiçbir şekilde kötü düşünmeyin, bu gece sizin ve efendinin dediklerinin hepsini duydum. Oğlumu kurtarmaya çalışacağım, beni suçlamayın! Nezaketiniz için Tanrı sizi kutsasın ve ödüllendirsin!”

Aceleyle katlayıp üzerini yazdı, çekmeceye gidip oğlunun giysilerini küçük bir paket yaptı, bir mendille sıkıca beline bağladı; o dehşet dakikalarında bile şefkatli bir annenin hatırlayacağı gibi en sevdiği oyuncaklardan bir ikisini küçük pakete koymayı unutmadı, onu uyandırdığında eğlendirecek güzel boyanmış bir papağanı da ayırdı. Küçük uykucuyu uyandırmak biraz sorun olduysa da biraz uğraştıktan sonra yatakta oturup kuşuyla oynamaya başlamıştı, bu sırada annesi bonesini takıp şalını örtmüştü.

“Nereye gidiyorsun anne?” dedi çocuk, annesi yatağın kenarına küçük paltosu ve başlığıyla yaklaşırken.

Annesi yanına yaklaşıp gözlerine öylesine içten baktı ki o zaman çocuk olağandışı bir şeyler döndüğünü hemen anladı.

 

“Sus Harry.” dedi. “Yüksek sesle konuşmamalısın, yoksa bizi duyarlar. Kötü bir adam küçük Harry’i annesinden almaya gelecek ve karanlığın içine götürecek ama annesi buna izin vermeyecek. Küçük oğlanın şapkasını, paltosunu giydirecek ve çirkin adam onu yakalayamasın diye onunla kaçacak.”

Bunları söylerken, çocuğun basit kıyafetini bağlayıp düğmeledi ve onu kollarına alarak çok sakin durması gerektiğini fısıldadı; odasının dış verandaya açılan kapısını açarak sessizce dışarı süzüldü.

Işıl ışıl, dondurucu, yıldızların aydınlattığı bir geceydi ve annesi şalını çocuğuna sardı, belli belirsiz bir korkuyla tamamen sessiz çocuk boynuna sarıldı.

Verandanın diğer ucunda uyuyan büyük bir Newfoundland olan yaşlı Bruno, kadın yaklaştığı sırada hafif bir homurtuyla ayağa kalktı. Kadın hafifçe adını söyledi, kadının eski oyun arkadaşı olan hayvan hemen kuyruğunu sallayarak bu basit köpeğin kafasında belli ki pek anlam veremediği bu yersiz gece yarısı yürüyüşü ne anlama geliyorsa, onu takip etmeye hazırlandı. Kendi ölçülerine göre belli belirsiz, bazı akılsız veya yakışıksız fikirler onu oldukça utandırıyordu; zira ilerledikçe sık sık durdu, sonra özlemle önce ona, sonra eve baktı ve sanki düşüncelerinde güven tazeledikten sonra onun ardından peşi sıra gitti. Birkaç dakika sonra Tom Amca’nın kulübesine geldiler ve Eliza durarak yavaşça pervaza vurdu.

Tom Amcalarda süren dua toplantısı ilahi söylenmesi yüzünden geç saatlere kadar sürmüştü; sonrasında Tom Amca birkaç uzun soloya kendini kaptırmıştı, sonuç olarak da şu an saat on iki ile bir arasında olsa da o ve değerli yardımcıları daha uyumamışlardı.

“Aman Tanrı’m! Bu ne?” dedi Chloe Teyze, fırlayıp aceleyle perdeyi açtı. “Bu Lizy değilse ne olayım! Üstünü giy, yaşlı adam, çabuk! Yaşlı Bruno da burada, dolanıp duruyor; neler oluyor! Ben kapıyı açmaya gidiyorum.”

Sözlerine uyarak kapıyı ardına kadar açtı ve Tom’un aceleyle yaktığı mum ışığı kaçağın bitkin yüzüne ve koyu, yabani gözlerine düştü.

“Tanrı seni korusun! Sana bakmaya korkuyorum, Lizy! Hastalandın mı, ne oldu sana?”

“Kaçıyorum Tom Amca ve Chloe Teyze, çocuğumu kaçırıyorum. Efendi onu sattı!”

Eliza Tom Amca’ya satıldığını ve çocuğunu kurtarmak için kaçacağını söylemeye gelir


“Onu sattı mı?” ellerini umutsuzlukla havaya kaldırarak ikisi de tekrarladılar.

“Evet, onu sattı!” dedi Eliza kısaca. “Bu gece hanımımın kapısının oradaki dolapta saklandım ve efendinin hanımıma Harry’mi sattığını söylediğini duydum ve seni de Tom Amca, ikinizi, bir tüccara; bu sabah atına atlayıp gidecekmiş ve bugün adam sizi alacakmış.”

Konuşma boyunca sanki rüyada gibi Tom ellerini kaldırmış ve gözleri kocaman olmuş bir şekilde kalakalmıştı. Yavaşça ve ağır ağır olanlara mana verdikçe, oturmaktan ziyade kendini eski koltuğa bıraktı ve kafasını dizlerine gömdü.

“Tanrı bize acısın!” dedi Chloe Teyze. “Ah! Hiç gerçekmiş gibi gelmiyor! Ne yaptı ki, Efendi onu satıyor?”

“Bir şey yapmadı, bu yüzden değil. Efendi satmak istemiyor ve hanımım her zaman iyidir. Onun bizi savunduğunu ve yalvardığını duydum ama ona faydasının olmadığını söyledi; bu adama borçlu olduğunu ve ona gücü yettiğini ve borcunu temizlemezse evini ve adamlarını satıp taşınmasıyla son bulacağını söyledi. Evet, onun ikisini satmakla her şeyi satmak arasında kaldığını söylediğini duydum, adam çok bastırıyormuş. Efendi üzgün olduğunu söyledi ama ah, hanımım, konuşmasını duymalıydın! Hristiyan ve melek değilse nedir. Onu öyle bıraktığım için kötü bir kızım ama buna zorunluyum. Kendisi bir ruhun dünyaya bedel olduğunu söyledi ve bu çocuğun da ruhu var. Eğer onu bıraksam, ne olacağını kim bilir? Bu yaptığım doğru olmalı ama doğru değilse, Tanrı beni affetsin zira bunu yapmak zorundayım!”

“Eh, yaşlı adam!” dedi Chloe Teyze “Neden sen de gitmiyorsun? Zencileri ağır işten ve açlıktan öldürdükleri nehrin kıyısına götürmelerini mi bekleyeceksin? Oraya gitmektense ölmeyi yeğlerim! Hâlâ zamanın var, Lizy’le git, istediğin zaman gelir gidersin. Hadi, acele et, ben de senin eşyalarını toparlayayım.”

Tom yavaşça başını kaldırdı, üzgünce ama sessizce çevresine bakındı ve şöyle dedi:

“Hayır, hayır, ben gitmiyorum. Eliza gitsin, bu onun hakkı! Hayır diyen ben olamam, ondan kalması beklenemez ama ne söylediğini duydun! Eğer ben ya da buradaki herkes satılıp her şey mahvolacaksa o zaman ben satılayım. Ben de herkes kadar buna katlanabilirim sanırım.” diye ekledi. Bu sırada hıçkırık ya da iç geçirme gibi bir şey geniş, kaba göğsünü sarsıcı bir şekilde salladı. “Efendi hep beni yerimde buldu, hep de bulacak. Hiçbir zaman güvenini boşa çıkarmadım, söylediklerime ters düşmedim ve hiç de yapmam. Bu yerin mahvolup her şeyin satılmasındansa tek başına giderim daha iyi. Efendi suçlu değil, Chloe ve o, sana da yoksullara da bakar.”

Burada küçük yün gibi kafalarla dolu kaba tekerlekli yatağa döndü ve âdeta çöktü. Sandalyenin arkasına dayandı ve iri elleriyle yüzünü kapadı. Ağır, boğuk ve yüksek sesli hıçkırıklar sandalyeyi salladı, kocaman yaşlar parmaklarından yere aktı. Beyefendi siz böyle gözyaşlarını ilk doğan oğlunuzu tabuta koyduğunuzda; siz hanım, böyle gözyaşlarını ölen bebeğinizin ağlamalarını duyduğunuzda dökersiniz. Zira beyefendi o bir adamdı ve siz de başka bir adamsınız. Siz hanım, ipek ve mücevherlerle donanmış olsanız da bir kadınsınız ve hayatın büyük sıkıntıları ve zorlu acıları arasında bir tek üzüntü duyarsınız!

“Şimdi de.” dedi Eliza, kapıda dururken, “Kocamı yalnızca bu öğleden sonra gördüm ve o zaman ne olacağını bilmiyordum. Onu son derece zorladılar ve bugün bana kaçacağını söyledi. Eğer olabilirse ona olanları söylemeye çalışın. Ona nasıl ve neden gittiğimi söyleyin; ona Kanada’yı bulmaya çalışacağımı söyleyin. Ona onu sevdiğimi söyleyin ve deyin ki onu bir daha görmezsem…” arkasını döndü ve bir an onlara sırtı dönük boğuk bir sesle ekledi, “Olabildiği kadar iyi olsun ve cennetin krallığında beni bulsun.”

“Bruno’yu da oraya çağırın.” diye ekledi. “Ona kapıyı kapatın, zavallı hayvan! Benimle gelmesin!”

Birkaç son söz ve gözyaşı, birkaç basit veda ve hayır duası derken kollarındaki şaşkın ve korkmuş çocuğuna sarılarak, sessizce süzülerek gitti.