Entelektüelin kutsal kitabı – modern kültür

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

Babe Didrikson

Pek çokları “Babe” lakaplı Mildred Didrikson’u (1911–1956) 20. yüzyılın en iyi kadın atleti olarak görmektedir. Küstah ve ukala bir Teksaslı olarak, atletizm ve golf alanındaki başarıları ile tanınmaktadır. 1949 tarihinde kurulan Kadınlar Profesyonel Golf Birliği’nin (LPGA) kurucularından biri olan Didrikson’un yarattığı etki halen hissedilmektedir.



Norveç göçmeni bir ailenin çocuğu olan Didrikson ilk olarak beyzbol ve softball alanındaki yetenekleri ile kendini gösterdi. Lisedeyken basketbol oynamıştı.



1932 Amator Atletizm Birliği Şampiyonası’nda (AAU) beş müsabaka kazanarak ve bir yarışta da birinciliği başka bir atletle paylaşarak dünya atletizm yıldızlarından biri olmuştur. Bu süre içerisinde üç dünya rekoru kırmıştı. AAU takım yarışmasını, işvereni olan “Employers Casualty Insurance Company of Dallas” adına tek başına kazandı. İkinci sırada İlinois Üniversitesi’nden yirmi iki üyeli bir takım vardı.



Los Angeles Olimpiyatları’nda beş müsabakada yarışabilecek durumda olmasına rağmen, kadınların sadece üç müsabakada yer almasına izin veriliyordu. Olimpiyatlarda ilk kez düzenlenen kadınlar cirit atma yarışında altın madalya kazandı. 80 metre engellide de kendi rekorunu kırarak madalya aldı. Yüksek atlamada gümüş madalya kazandı (Aslında altın madalya almaya hak kazanmış olmasına rağmen karmaşık teknik kurallar nedeniyle gümüş madalya aldı).



Didrikson daha sonra golf sporuyla ilgilenmeye başladı. Kazandığı “dünyanın en iyi golf oyuncusu” unvanını sonraki yirmi yıl boyunca koruyacaktı. Golf kariyeri boyunca Associated Press tarafından beş kez ülkenin en iyi atleti olarak gösterildi (1945, 1946, 1947, 1950 ve 1954; atletizm dalında ilk ödülünü 1931 yılında almıştı).



On büyük turnuva başarısından sonuncusu, kolon kanseri teşhisi konulduktan ve bu hastalık nedeniyle bir ameliyat geçirdikten bir yıl sonra, 1954 yılındaki US Open turnuvasında geldi. İki yıl sonra kırk beş yaşındayken nükseden kanser nedeniyle hayatını kaybetti.



Ek Bilgiler

1- Didrikson “Babe” lakabının kendisine beyzbol oynarken topu oyun alanının dışına gönderme biçimi Babe Ruth’u (1895–1948) çağrıştırdığı için verildiğini söylemişti.



2- Associated Press, ESPN ve Sports Illustrated tarafından 20. yüzyılın en iyi kadın atleti olarak adlandırılmıştı.



3- Patty Berg (1918–2006) ve Fred Corcoran (1905–1977) ile birlikte LPGA’yı kurdu.



4- Profesyonel güreşçi George Zaharias (1908–1984) ile 1938 yılında evlendi. Evlendikten sonra Babe Didrikson Zaharias adını alsa da genellikle Babe Didrikson olarak hatırlandı.



Mickey Mouse

Mickey Mouse karakteri, 18 Kasım 1928 tarihinde kısa çizgi film

Steamboat Willie

New York City Koloni Tiyatrosu’nda gösterildiği anda “dünyaya gelmiş” oldu. Animasyon dünyasının ünlü faresi daha önce

Plane Crazy

ve

Gallopin’ Gaucho

isimli iki çizgi filmde boy göstermiş olmasına rağmen asıl popülerliğine Walt Disney’in ilk sesli senkronize filmi

Steamboat Willie

ile kavuştu. Çok tutulan film, Mickey’i popüler kültürün yıldızlarından biri haline getirdi.



Walt Disney’in (1901–1966) Mickey Mouse’u bir tren yolculuğu sırasında keşfettiği söylenmektedir. O sıralar Disney, daha önce yarattığı “Tavşan Oswald” karakterinin telif haklarını kaybetmenin getirdiği sıkıntı ile boğuşmaktadır. Mortimer Mouse adında yeni bir karakterin hayalini kurar. Eşi Lillian (1900–1997), Mortimer adını sevmez ve kulağa daha hoş gelen “Mickey” ismini önerir.



Her zaman hareketli ve neşeli olan Mickey Mouse’un orijinal tiplemesi günümüzün aile dostu kemirgenine göre biraz daha haşarıdır. Daha sonra stüdyo

Steamboat Willie

’nin otuz saniyelik bir bölümünü Mickey’in şiddet içeren davranışları nedeniyle çıkarmak zorunda kalacaktır. Mickey

Steamboat Willie

’den sonra da 1940 tarihli

Fantasia

gibi çeşitli yapımlarda star olarak boy göstermiştir.



Walt Disney Corporation’un logosu haline gelince Mickey’in sinema kariyeri geri plana itilir. Mickey Mouse, Club TV programının başlaması ve Disneyland eğlence merkezinin açılışı ile 1955 yılında yeniden ön plana çıkacaktır. Mickey zamanla saatlerde, beslenme çantalarında, tişörtlerde ve Disney’in eğlence merkezi ile ilgili her yerde boy göstermeye başlar.



Amerikan tipi aile eğlence kültürü ile özdeşleşen Mickey, kimi eleştirmenlere göre Amerika’nın kültürel ve ticari emperyalizmini simgelemektedir. Bu eleştiriler bir yana, Mickey Mouse dünya genelinde en çok bilinen figürlerden biri haline gelmiştir.



Ek Bilgiler

1- On beşinci doğum gününde Mickey, Hollywood Onur Yolu’nda yıldızı bulunan ilk animasyon karakter olmuştur.



2- Walt Disney, Mickey Mouse’un orijinal seslendirmesini yapan kişidir. Stüdyonun işleri çok fazla artana dek Disney, Mickey Mouse’u seslendirmeye devam etmiştir.



3- 2007 yılında Hamas tarafından işletilen bir TV kanalı, Mickey Mouse’a çok benzeyen Farfour adında bir karaktere yer verir. Farfour’un tartışmalı anti-Amerikan ve anti-İsrail vaazının yarattığı tartışmaların ardından Filistinli terörist grup onun yerine bir yaban arısı kullanmaya başlamıştır.



Winston Churchill

Winston Churchill (1874–1965) kararlı liderliği ile II. Dünya Savaşı’nın en karanlık günlerinde ülkesi Büyük Britanya’yı koruyabilmiş ve 20. yüzyılın en önemli kişiliklerinden biri haline gelmiştir. Churchill uslanmaz bir romantik ve kararlı bir milliyetçiydi. Tüm bunlardan öte demokrasinin ahlaki üstünlüğünün yılmaz bir savunucusuydu.



Zengin bir ailede doğmuş olmasına rağmen, Churchill’in askeri ve politik bir lider olarak başarısı her zaman garanti görülmüyordu. Parlamentoya 1900’lerde yirmi altı yaşındayken girdi. 1911 yılında Deniz Bakanı oldu. Ne var ki I. Dünya Savaşı’nda, 1915’te Gelibolu’da yaşanan feci İngiliz yenilgisinin ardından Churchill eleştirildi ve istifa etmeye zorlandı.



Kısa sürede kariyerine geri döndü ve hazine şansölyesi olarak çalışmaya başladı (1924-1929). Bu, maliye bakanlığına benzeyen bir görevdi. Ne var ki İngiltere’yi altın standardına döndürme kararı tam bir felakete neden oldu. 1930’larda politik açıdan ciddi hiçbir etkisi yoktu. Kendisini yazmaya verdi. Alman silahlanmasının, Adolf Hitler (1889–1945) ve Nazi rejiminin yükselişinin sıkı bir muhalifi oldu.



Başbakan Neville Chamberlain’in (1869–1940) uzlaşmacı politikalarına muhalefet ediyordu. Chamberlain 1940 yılında çekilince Churchill onun halefi oldu. Fransa’nın 1940 yılı Haziran’ında işgal edilmesinin ardından sıra İngiltere’ye gelmiş gibi gözüküyordu. 1066’dan beri ilk kez İngiltere böyle bir tehlikeyle karşı karşıyaydı. Churchill ilk sınavını verecekti.



Almanya İngiltere’yi işgal etmedi. Churchill halkını faşizmin barbarlığı ve tiranlığına karşı mücadele etmeye ikna etti. İngiltere, Almanya ve İtalya karşısında bir dizi askeri başarı kazandı. Sovyetler Birliği ve ABD’nin müttefiklerin safında savaşa katılmasından önce İngiltere bu şekilde Mihver Devletleri’nin yayılmasını engellemiş oluyordu.



Müttefik zaferinin ardından Churchill modern zamanların en büyük liderlerinden biri olarak görüldü. Batı tarihinde efsanevi bir figür olarak yerini almıştı. Bir dönem daha (1951–1955) başbakanlık yaptıktan sonra bozulan sağlığıyla uğraşmak zorunda kaldı. Doksan yaşında öldü.



Ek Bilgiler

1- Genellikle II. Dünya Savaşı sırasında büyük üçlünün -Churchill, Franklin D. Roosevelt (1882–1945) ve Joseph Stalin (1879–1953)– bir arada kalması noktasında Churchill’in rolüne dikkat çekilir. Tahran, Yalta ve Potsdam’daki toplantıları düzenleme fikri ondan çıkmıştır.



2- Churchill 1946 yılında Doğu ve Batı Avrupa arasındaki sembolik sınırı tanımlamak için “Demir Perde” deyimini kullanmıştır. Bu sınır daha genel olarak demokrasi ve komünist blok arasındadır.



3- Devlet adamlığının yanı sıra Churchill önemli bir yazardı. “II. DÜnya Savaşı” adlı altı ciltlik eser onun elinden çıkmıştır. 1953 yılında bu eseri ile Nobel Edebiyat Ödülü kazanmıştır.



4- 2002 yılında yapılan BBC anketinde Churchill tüm zamanların en büyük İngiliz’i seçilmiştir. ABD’de de saygı görmektedir. John F. Kennedy (1917–1963), annesi Amerikalı olan Churchill’e 1963 yılında onur vatandaşlığı vermiştir.



Modernizm

Edebiyatta modernizm hareketi hem ABD hem de Avrupa’da, 1900’lerden 1940’lara kadar yaygınlaşmıştır. Önde gelen ve aralarında James Joyce (1882–1941), Virginia Woolf (1882–1941), Gertrude Stein (1874–1946), William Faulkner (1897–1962) ve T. S. Eliot (1888–1965) gibi isimlerin olduğu modernistler, gerçekliği betimlemek ve gerçekliğe beklenmedik yollarla ulaşmak için radikal teknikler kullandılar.



Modernizm pek çok Batılı yazarın 19. yüzyılın ikinci yarısında benimsediği bir yaklaşım olan realizme karşı bir tepkiydi. Realistler toplumu ve insanları mümkün olduğunca ayrıntılı ve gerçeğe uygun bir biçimde betimlemeye çalıştılar. 20. yüzyılın başlarında yeni teoriler ve bilimsel keşifler realistlerin meseleye yaklaşımının geçerliliğinin sorgulanmasına neden oldu. Albert Einstein (1879–1955) ve Sigmund Freud (1856–1939) gibi düşünürler zaman, uzay, dil ve hatta insan aklı gibi alışılmış kavramların aslında son derece anlaşılmaz ve karmaşık olduğunu ortaya koyuyordu.



Bu yeni düşüncelerin ışığında modernist yazarlar, gerçekliği ve nesnel doğrunun mutlak anlamda var olup olmadığını sorgulamaya başladılar. Realistlerin dünyayı birebir betimleme takıntılarını beyhude bir uğraş olarak değerlendiriyorlardı. Bunun yerine gerçeği ve doğruyu açıklamak için yeni yollar bulmaya gayret gösterdiler.

 



Sonuç olarak modernist akım deneysel çalışmalarla doluydu. Yapı, dil, anlatım biçimi, kronoloji gibi edebiyatın önceden dil uzatılmamış temel unsurlarıyla ilgili deneysel araştırmalara girişildi. Karakterin iç dünyasının daha bütünlüklü bir biçimde yansıtılabilmesi için Joyce, Woolf ve diğerleri bilinç akışı anlatımını geliştirdiler. Nesnel gerçeğe ulaşabilmek için her çalışmada birden fazla anlatıcıya yer verdiler. Böylece farklı öznel anlatımlar karşılaştırılabilir bir hale geliyordu. Birleşme ve ayrılık noktaları çok daha görünür oluyordu. Geçmişin, bugünün ve geleceğin birbirleriyle bağlantılı olduğunun altını çizmek için kronolojik söylemi bir kenara bırakarak, zamanda geriye ve ileriye giden dağınık bir anlatım biçimi geliştirdiler.



Ek Bilgiler

1- Edebiyatta modernizm, zirve noktasına 1920’lerde ulaşacaktı. Kimi zaman bu aşamaya yüksek modernist dönem adı verilmektedir.



2- Modernist şairler katı vezin kurallarını gevşettiler. 1800’lerde bunlar şiire hükmediyordu. Daha serbest ama yine de karmaşık olan serbest nazımı kullanmaya başladılar.



3- Modernizm edebiyata özgü değildi. Müzik ve görsel sanatlar alanında da etkileri oldu. Örneğin, Pablo Picasso (1881–1973) ve diğer kübistler modernist akımın bir parçasıydı.



Carter Ailesi

Appalachian kırsalından bir ailenin çeşitli üyelerindan oluşan, gospel ve bluegrass tarzında eserler veren “Carter Ailesi” adındaki müzik grubu, country müziğin popüler unsurlarından biriydi. Bu grup Country’nin bağımsız bir Amerikan müzik akımı olarak ortaya çıkmasına önemli katkılarda bulundu. Ülkenin country müzik yapan ilk ailesi olan Carter’lar “Poor Orphan Child” (1927), “Wildwood Flower” (1928) ve geleneksel “Will the Circle Be Unbroken” gibi klasiklere imza atmışlardı.



Virginia, Poor Valley’den gelen Carter’lar kilisede ilahiler ve evde köylü müzikleri söyleyerek yetiştiler. Müziklerinde ilahilerin karmaşık düzenlemeleri ve ses harmonileri ile geleneksel Appalachian müziğinin ritimlerine rastlanabiliyordu. Carter Ailesi’nin çekirdeğini oluşturan A. P. Carter (1891–1960); eşi, Sara (1898–1979) ve gelini Maybelle (1909–1978) kendi düşünce ve üzüntülerini yansıtan hikayelerle 1927’de radyoya çıktılar.



Büyük Buhran atmosferinde onların şarkıları büyük ilgi çekiyordu. Özellikle ekonomik şartlar nedeniyle kır müzikleri…



Boşanma, yeniden evlenme ve çocukların katılımı nedeniyle Carter Ailesi’nin mevcudu zamanla yenilendi. Orijinal grup Maybelle’nin kızları ile büyüdü: Anita (1933–1999), June (1929–2003) ve Helen (1927–1998). June Carter 1968 yılında kanun kaçağı country yıldızı Johnny Cash (1932–2003) ile evlendi. Bu evlilik pek çoklarınca country ile rock and roll arasında bir birleşme olarak değerlendirilmişti. June, kızı Carlene Carter’ı 1970’lerde sahneye çıkararak aile geleneğini devam ettirmiş oldu.



1960’larda geleneksel müziğin canlanışı ve yeni folk hareketi Carter Ailesi’nin attığı temel üzerinde inşa edilmişti. Çeşitli sanatçılar Carter Ailesi’nin klasiklerini yeniden seslendirdiler. Pek çok müzik eleştirmeni Carter Ailesi ile Woody Guthrie (1912–1967) ve Bob Dylan (1941–) arasında doğrudan bir bağ kurmaktadır.



Ek Bilgiler

1- Maybelle Carter, Carter scratch denilen bir penalı gitar çalma stili geliştirmişti. Bu tarz günümüzde bluegrass müzikte kullanılmaktadır.



2- “Wildwood Flower” Ulusal Halk Radyosu tarafından 20. yüzyılın en önemli 100 Amerikan müzik eserinden biri olarak değerlendirilmiştir.



3- Reese Witherspoon (1976–) 2005 yapımı “Walk The Line” filminde June Carter’ı canlandırmış ve en iyi kadın oyuncu dalında Oscar kazanmıştır.



Frank Capra

Sicilya’da doğan Frank Capra (1897–1991), ailesi ile birlikte 1903 yılında ABD’ye göç etti. Capra, kendi döneminde çevrilen yurtsever Amerikan filmlerinin önde gelen yönetmenlerinden biri oldu. Noel’de TV seyreden hemen hemen her Amerikalı, Capra’nın meşhur

It’s a Wonderful Life

(1946) filmi ile karşılaşırdı.



Ürettiği yaklaşık yirmi iki yapımın ardından Capra’nın kariyeri, hasılat rekorları kıran

It Happened One Night

(1934) filmi ile yükselişe geçti. Clark Gable (1901–1960) ve Claudette Colbert (1903–1996) tarafından başrolleri paylaşılan film, romantik bir komediydi. Columbia Pictures’a büyük bir stüdyo olma imkanı veren film muazzam bir ekonomik başarı elde etti. Övgü dolu yorumlar alarak adından söz ettirdi. Oscar Ödülleri’nde film beş ana dalda ödül aldı (en iyi aktör, aktris, yönetmen, senaryo ve görüntü). Böylesi bir başarıya

One Flew Over the Cuckoo’s Nest

’e (1975) kadar rastlanmayacaktı.



It Happened One Night

’tan sonra Capra, sinizm ve yozlaşmaya karşı mücadele eden küçük kasaba kahramanlarının öykülerini anlatmaya yoğunlaştı.

Mr. Deeds Goes to Town

(1936),

Lost Horizon

(1937) ve

You Can’t Take It With You

(1938; En iyi film dalında Oscar aldı) gibi filmleri büyük başarılar elde etti.

Mr. Smith Goes to Washington

(1939) bir Amerikan klasiği oldu. Jimmy Stewart tarafından canlandırılan, Washington’da yozlaşmaya karşı mücadele veren genç bir senatör olan Jefferson Smith karakteri, Capra’nın klasik halk kahramanıydı.



ABD hükümeti Capra’dan askerleri II. Dünya Savaşı’nın temel yapısı hakkında bilgilendirecek olan

Why We Fight

’ı yönetmekle görevlendirdi. Bu yedi bölümlük bir belgesel serisiydi. Propaganda başyapıtlarından olan film 1942 ve 1945 yılları arasında ABD’de ve denizaşırı ülkelerde gösterime sunuldu.



Capra’nın en çok sevilen filmi olacak olan

It’s a Wonderful Life,

1946 yılında gişede hayal kırıklığı yarattı. Neyse ki umut ve insandaki inanca ilişkin ilham verici mesajı nedeniyle bir Noel klasiği halini aldı.

It’s a Wonderful Life

Capra’nın büyük filmlerinden biriydi. Son filmi

Pocketful of Miracles

’ı 1961 yılında çekti. 1991 yılında doksan dört yaşındayken kalp krizinden öldü.



Ek Bilgiler

1- Capra altı kez en iyi yönetmen dalında Oscar’a aday gösterildi. Üç kez bu ödülü kazandı (“It Happened One Night”, “Mr. Deeds Goes to Town” ve “You Can’t Take It With You”).



2- Capra 1936 ve 1939 yıllarında Oscar Ödülleri’nde sunuculuk yaptı.



3- 1982 yılında Amerikan Film Enstitüsü’nün Yaşam Boyu Başarı Ödülü’nü aldı.



İçki Yasağı

ABD’nin eyalet yönetimleri 1919 yılında ABD Anayasası’nın 18. ek maddesindeki değişikliği onaylayarak alkollü içkilerin üretimini, satışını ve taşınmasını yasaklarken; yoksullukla mücadele etmeyi, aile içi şiddete son vermeyi ve alkole bağlı sosyal problemlerden kurtulmayı amaçlamışlardı. Ne var ki yasak, alkol tüketimini durduramadı. Haliyle alkole bağlı sosyal problemler de devam etti. Yasak, çözmeye çalıştığı sosyal problemlerin daha da büyümesine neden olmuştu. Giderek kamuoyu desteğini yitiren yasak, on dört yıl sonra geniş bir halk desteğiyle uygulamadan kaldırıldı.



İçki yasağının peşindeki reformcular, 19. yüzyıldan beri bu uygulamanın hayata geçmesi için baskı yapıyorlardı. Kölelik karşıtları ve Susan B. Anthony (1820–1906) gibi pek çok feminist, yasağın arkasında duruyordu. Onlara göre yasak, kadınları sarhoş kocaların şerrinden koruyacak ve gecekondu semtlerindeki koşulların düzelmesine yardımcı olacaktı.



Beklenenin aksine yasak, 1920 ve 1930’larda büyük bir suç dalgasının ortaya çıkmasına neden oldu. İçki kaçakçılığı patlama yapmıştı. Al Capone (1899–1947) gibi gangsterler Kanada gibi ülkelerden içki getirmek ve bunu yasadışı içki satılan barlara dağıtmak için güçlü bir şebeke kurdular. Neredeyse her Amerikan şehrinde “speakeasy” adıyla anılan bu tip barlar açılmıştı. Al Capone’un silahlı adamlarının yedi rakibini öldürdüğü 1929 Sevgililer Günü Katliamı gibi olaylar Amerikalıları şok etti.



Buna ek olarak pek çok Amerikalı illegal yollardan kendi içkilerini üretmenin peşindeydi. Bu içkilerin üretimi son derece riskliydi. Kimileri ise kokain, marihuana ve afyon gibi maddeleri kullanmaya başladılar.



Zamanla yasa büyük ölçüde görmezden gelinmeye başlandı. Öyle ki söylendiğine göre Başkan Warren G. Harding (1865–1923) bile Beyaz Saray’daki poker partilerinde içki servisi yaptırıyordu. 1920’lerde yasanın kaldırılması için dile getirilen taleplerde büyük bir artış oldu. Kongre 18. ek maddedeki değişikliği 1933 yılında kaldırdı. Öte yandan kimi eyaletlerin, yasağı sürdürmelerine göz yumuluyordu. Bu imkandan pek az eyalet yöneticisi yararlanmak isteyecekti.



Ek Bilgiler

1- Tahminlere göre yasak döneminde üretilen içkilerin sertliği, yasağın öncesi ve sonrasına göre %150 daha fazladır.



2- 18. ek maddedeki değişiklik, Amerikalıların haklarına kısıtlama getiren yegane anayasa değişikliğidir. Aynı zamanda 1933 yılında 21. ek maddeyle ortadan kaldırılmasıyla, kaldırılan yegane anayasal düzenleme olmuştur.



3- F. Scott Fitzgerald’ın “The Great Gatsby” romanındaki Jay Gatsby karakteri geçimini yasadışı alkol ticaretinden sağlamaktadır.



Jesse Owens

1936 yılındaki Berlin Olimpiyat Oyunları, Alman diktatör Adolf Hitler için aryan ırkın üstünlüğünü dünyaya ispat etmenin bir vesilesiydi. Tam da bu nedenle eski bir kölenin torunu ve bir maraba çocuğu olan Afro-Amerikalı Jesse Owens’ın (1913–1980) atletizm dalında dört altın madalya kazanarak müsabakaların yıldızı haline gelmesi onun fazlasıyla canını sıkmıştı. Hitler’i yerin dibine sokan Owens, II. Dünya Savaşı öncesindeki küresel gerilim döneminde uluslararası bir kahraman haline gelmişti.



Owens ilk kez Ohio Üniversitesi’nde ikinci sınıf öğrencisiyken dikkatleri üzerine çekti. 1935 yılında Big Ten Şampiyonası’nda yarışıyordu. 45 dakika içerisinde dört yarışa katılmış ve hepsini kazanmıştı. Üç dünya rekoru kırmış, dördüncüye ise ramak kalmıştı.



Bir yıl sonraki olimpiyatlarda Owens, ulusal bir yıldızdan uluslararası politik bir sembole dönüşecekti. 100 metre ve 200 metre koşularda, yüksek atlamada ve 4x100 metre bayrak yarışlarında büyük başarı elde etmişti.



Owens başlangıçta bayrak yarışı takımında değildi. O ve bir başka Afro-Amerikalı yarışçı olan Ralph Metcalfe (1910–1978), Marty Glickman (1917–2001) ve Sam Stoller (1915–1983) isimli iki Yahudi atletin yerine sahaya çıktılar. Söylendiğine göre Nazi memurlar, ABD’lilerden rejimi kızdırmamak için Yahudi atletleri takımdan çıkarmalarını istemişlerdi. Öte yandan Hitler kendi adına siyah atletlerle el sıkışmayı reddetmişti.



Olimpiyatlardan sonra Owens profesyonel bir atlet olmak için okulu bıraktı. Siyahi olimpiyat kahramanı için herhangi bir destekten yararlanma şansı olmadı. Öyle ki, ekmeğini taştan çıkarmak durumundaydı. Ailesine destek olmak adına, köpeklerden atlara kadar her türden rakibe karşı yarışarak hayatını kazanmak zorunda kaldı. 1950’lere gelindiğinde ise kendi halkla ilişkiler firmasını kurmuş ve başarılı bir eğitmen olmuştu. Altmış altı yaşında akciğer kanserinden öldü.



Ek Bilgiler

1- Asıl adı James Cleveland Owens’tı. Alabama’da doğmuş ve dokuz yaşındayken Cleveland’a göç etmişti. Okuldaki ilk gününde öğretmeni adını sorduğunda, “J.C” dedi. Öğretmen yanıtın “Jesse” olduğunu sanmış ve böylece adı Jesse olarak kalmıştı.



2- Owens tek olimpiyatta dört altın madalya birden kazanan ilk Amerikalıydı.



3- 1976 yılında Başkan Gerald Ford (1913–2006) Owens’a, Amerika’nın en büyük sivil onur madalyası olan Özgürlük Nişanı’nı taktı.



4- Owens, 1936 Olimpiyatları’ndaki ilk iki girişiminde yüksek atlama finaline kat