Oliver Twist`in Maceraları

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

BÖLÜM 3
OLİVER AZ KALSIN MAAŞI BOL, İŞİ AZ BİR YERE GİRİVERECEKTİ

Oliver, “biraz daha” istemekle, kâfirce ve layıkça işlemiş olduğu suçtan, meclisin hâkimliği ve merhameti sayesinde, hapsedildiği yerde, bir hafta karanlıkta yalnız başına kaldı. Beyaz yelekli beyin falına hürmet göstererek, bu hakim şahsiyetin, peygamberce ileri görüşünü tamamıyla ispat etmek için, mendilinin bir ucunu duvardaki bir kancaya, ötekini de kendi boynuna bağlasaydı, fena olmazdı gibi. Ancak bu şölenin olabilmesi için, bir engel vardı; o da şu, mendillerin lüks eşyadan olduklarına karar verildiği için, meclis toplanarak kesin bir karar vermişti; bütün gelecekte bundan böyle mendil yoksulların burunlarından uzak tutulacaktır; bunu resmen ilan etmişler, parmaklarını basıp mühürlerini koymuşlardı. Oliver’ın küçük olması, çocuk olması, kendi için büyük bir engel daha idi. Bütün gün boyunca, acı acı ağlar; uzun, kasvetli gece indiğinde küçük ellerini gererek gözlerini kapar, köşeye büzülüp uyumaya çalışırdı; ikide bir korku içinde, ürpererek uyanırdı, kendini yavaş yavaş duvara doğru çekerdi, sanki duvarın sert ve soğuk yüzü, çevresini saran yalnızlık ve karanlığa karşı bir sığınaktı.

“Sistem”i doğru bulmayanlar tarafından, Oliver’ın bu bir başına hapiste yalnız kaldığı süre boyunca, idmandan, toplumsal eğlencelerden ve dinî teselliden mahrum bırakıldığı sanılmasın sakın. İdman, canım, soğuk havada oluyordu; her sabah, Mr. Bumble’ın huzurunda, taş avluda, tulumbanın altında yıkanmasına müsaade ediliyor, Mr. Bumble da soğuk almaması için değneğini birbiri ardından tatbik ederek, bütün vücudunu baştan aşağı titreten bir ısınma hissi veriyordu. Toplumsal eğlenceye gelince; Oliver günaşırı çocukların yediği salona götürülüyor, orada ötekilere bir ibret olsun diye, toplumun huzurunda kırbaçlanıyordu. Dinî tesellinin faydalarından hiç de mahrum edildiği yoktu, dua zamanı geldiğinde, her akşam, tekmeyle aynı yere sokuluyor, orada çocukların hep bir ağızdan yalvarmalarını dinliyor, böylece zihnini teselli etmesine müsaade ediliyordu; bu yalvarmalara, meclis yetkisini kullanarak bir madde eklemişti; iyi, faziletli, kanaatkâr, itaatkâr olmayı ve Oliver Twist’in günah ve kötülüklerinden korunmayı niyaz ediyorlardı; bu niyaz Oliver Twist’in şeytani kudretlerin elinde biri olduğunu, sadece o kudretlerin kölesi olduğunu ve şeytanın bizzat kendi imalatından çıkmış bir şey olduğunu belirtiyordu.

Oliver Twist, bu uğurlu yerde, rahatı yerindeyken, tesadüf eseri bir baca temizleyicisi olan Mr. Gamfield, ev sahibinin epey ısrarla istediği birikmiş bazı kiraları, nasıl ödesem diye derin derin düşünerek, kafasında türlü yollar arayarak caddeden geçiyordu. Mr. Gamfield’ın mali serveti çekip çekiştirsen beş liralık bir meblağa ulaşamazdı; bir çeşit aritmetiki çaresizlik içinde, bir beynini, bir eşeğini kırbaçlıyordu, tam yoksullarevinin önünden geçerken kapıdaki ilanla teşerrüf etti.

“Çüş!” dedi Mr. Gamfield eşeğe.

Eşek, derin tefekküre dalmıştı. Küçük arabasının dolu olduğu iki kurum çuvalından kurtulmuş, şimdi herhâlde “Acaba verecekleri lahana yaprağı bir mi olacak, iki mi?” diye düşünüyor olmalıydı; böylece komutun farkına varmayarak yoluna devam etti.

Mr. Gamfield, eşeğini baştan aşağı bir küfre tuttu ama küfrederken bilhassa gözler üstünde daha bir durdu; arkasından koşarak kafasına bir yumruk indirdi, öyle bir yumruk ki, eşek kafasından başka her türlü kafayı paramparça ederdi. Derken yularından tutarak, çenesini büküverdi, bu nazik davranışıyla, eşeğe, kendi kendisinin efendisi olmadığını hatırlatmış oldu; bu metodu kullanarak hayvanı gerisin geri çevirdi. Derken kafasına bir yumruk daha indirdi, dönüp gelinceye kadar sersemliği geçmesin diye. Bu işleri böylece ayarladıktan sonra, ilanı okumak üzere kapıya doğru yürüdü.

Beyaz yelekli bey, meclis salonunda bazı derin hislerini beyan ettikten sonra, ellerini arkasında kavuşturmuş, kapıda duruyordu. Mr. Gamfield ile eşek arasındaki küçük anlaşmazlığa şahit olmuştu, bu şahsiyetin ilanı okumak üzere kapıya doğru geldiğini görünce sevinç içinde gülümsedi; öyle ya, Mr. Gamfield’ın, Oliver Twist’in efendisi olacak bir adam olduğunu o saat sezivermişti. İlanı gözden geçiren Mr. Gamfield da gülümsedi; çünkü istediği meblağ da tam beş liraydı zaten; çocuk yüküne gelince, yoksullarevindeki perhiz usulünü bildiği için, pek o kadar umursamıyordu. Böylece ilanı baştan sonuna kadar bir daha okudu; derken bir tevazu ifadesi olarak, kürk başlığına şöyle bir dokunup beyaz yelekli beye yaklaştı.

“Şu çocuğu…” dedi. “Çıraklığa mı vermek istiyor müesseseniz?”

“Evet.” dedi beyaz yelekli bey, tenezzül buyurarak gülümsedi. “Ne diye sordun?”

“Eğer müesseseniz zevkli bir iş öğrenmesini istiyorsa baca temizlemek, iyi, saygıdeğer bir iştir, diyordum da.” dedi Mr. Gamfield. “Bir çırağa ihtiyacım var, onu almaya hazırım.”

“Buyur.” dedi beyaz yelekli bey. Mr. Gamfield, yokluğunu fırsat bilip kaçmasın diye, eşeğin kafasına bir yumruk daha indirmek ve çenesini bir kere daha bükmek için biraz oyalandıktan sonra, beyaz yelekli beyin ardından, Oliver’ın kendisini ilk defa göreceği odaya doğru gitti.

“Pek iyi bir iş değil.” dedi Mr. Limbkins, Gamfield arzusunu bir kere daha izhar ettikten sonra.

“Küçük çocukların bacaların içinde kalıp da boğulduğu vakidir.” dedi başka bir bey.

“Çocukları bacadan indirmek için yaktıkları samanı ıslatırlar da onun için.” dedi Gamfield. “Sadece duman çıkar, alev malev yoktur; hâlbuki bir çocuğu aşağıya indirmek için duman işe yaramaz, çünkü duman çocuğu uyutmaktan başka bir işe yaramaz, o da bayılır bu işe. Çocuklar pek inatçıdır, tembeldir beyler, onları çabuk aşağı indirecek harlı bir ateş yakmaktan başka çare yoktur. İnsaniyet de bunu icap ettirir beyler. Bacaya sıkışıp kalmış olsalar bile, ayaklarını kızartmak onları çabalamaya zorlar, böylece kurtarmış olurlar kendilerini.”

Beyaz yelekli beyin bu izahat pek hoşuna gitmiş gibiydi; ama sevinci, Mr. Limbskin’in bir bakışıyla hemencecik kontrol altına alındı. Derken meclis azaları, aralarında birkaç dakika müzakere ettiler, ama yavaş sesle konuşuyorlardı, “Masraf tasarrufu.”, “Hesaplar iyi tetkik edildi.”, “Yayımlanmış olan bir rapor var.” sözleri gibi, ancak tek tük kelime duyulabiliyordu. Bu sözlerin de duyulabilmesine sebep, bu kelimelerin sık sık üstünde durulmuş olmasından ileri geliyordu.

Derken, fısıldaşma sona erdi ve meclis azaları yerlerini aldıktan ve haşmetlerini takındıktan sonra, Mr. Limbkins şöyle buyurdu:

“Teklifinizi gözden geçirdik, tasvip etmiyoruz.”

“Elbette etmeyiz.” dedi beyaz yelekli bey.

“Şüphesiz ki etmiyoruz.” dedi öteki azalar.

Mr. Gamfield, üç dört çocuğu hafifçe zedeleyerek, ölümüne sebep olduğundan ve bu yüzden hüküm giydiği için, “Olur da…” dedi. “Meclisin kafasına eser, bir de bakarsın, bununla hiç ilgisi olmamasına rağmen yine de tesir edebilir. Böyle davranacak olsalardı, genel davranışlarına aykırı olurdu, ama neme lazım?” dedi, dedikoduyu yeniden canlandırmak niyetinde hiç de değildi; elindeki şapkasını büküp yavaş yavaş masadan uzaklaştı.

“Demek bana vermiyorsunuz beyler, öyle mi?” dedi Mr. Gamfield kapıya varmadan durup.

“Hayır.” dedi Mr. Limbkins. “Bu iş pek iyi bir iş olmadığından, bari vadedilen paranın daha azını isteseydin.”

Mr. Gamfield’ın yüzü parladı; kısa bir dönüşle masaya dönerek şöyle dedi:

“Peki ne vereceksiniz beyler? Haydi söyleyin. Yoksul, zavallı bir adamla uğraşmayın böyle. Ne vereceksiniz?”

“Üç buçuk lira yeter de artar bile bence.” dedi Mr. Limbkins.

“Buçuğu fazla.” dedi beyaz yelekli bey.

“Aman bari dört lira olsun!” dedi Gamfield. “Dört olsun bu seferlik. Dört deyiverin, kurtuldunuz gitti demektir. Tamam mı?”

“Üç buçuk lira.” diye tekrarladı Mr. Limbkins inat ederek.

“Bakın!” dedi Gamfield. “Farkı ikiye bölelim. Üç çeyrek olsun.”

“Bir para bile fazla olmaz.” dedi Mr. Limbkins kesin bir kararla.

“Pek insafsızca davranıyorsunuz bana beyler.” dedi Gamfield duraklayarak.

“Hadi canım, saçmalama!” dedi beyaz yelekli bey. “Üstüne bir şey bile almasan, yine de bedavaya gelir sana. Al götür, budala herif. Tam sana göre çocuk işte. Ara sıra sopa ister; iyi geliyor, yemesi içmesi de pek bir şey tutmaz, çünkü doğduğundan beri, gereğinden fazla beslenmiş değildir. Ha! Ha! Ha!”

Mr. Gamfield gözlerini fal taşı gibi açıp baktı masanın çevresindeki yüzlere; hepsinde de gülümseme müşahede ettiğinden kendi de yavaş yavaş gülümsemeye başladı. Pazarlık tamamdı. Mr. Bumble, Oliver Twist’le mukavelelerin hemen o gün öğleden sonra imza ve tasvip için hâkimin huzuruna çıkması için emir aldı.

Bu kararı müteakip küçük Oliver, bir yandan şaşıradursun, esaretten çıkmış ve temiz bir gömlek giymesi emredilmişti. Bu olağanüstü jimnastik hareketini başarmak üzereydi ki, Mr. Bumble, kendi elleriyle, bir tas çorba ve bayramlık tahsisat olan, yüz dirhem ekmek getirdi. Bu müthiş manzara karşısında, Oliver acı acı ağlamaya başladı: Meclisin faydalı bir maksat uğruna kendisini öldürmeye karar verdiğini, yoksa bu şekilde şişmanlatmaya hiçbir zaman başlamayacaklarını düşünüyordu, böyle düşünmenin de hiçbir acayip tarafı yoktu.

“Gözlerini kızartma Oliver, yemeğini ye de şükret.” dedi Mr. Bumble haşmetle. “Çırak yapacaklar seni, Oliver.”

“Çırak ha, efendim.” dedi çocuk titreyerek.

“Ya, Oliver.” dedi Mr. Bumble. “Hiç kimsen yokken, sana ana baba, daha bir sürü şey olan merhametli beyler sağ olsunlar, seni çırak yapacaklar. Seni hayatta, ayakta durduracaklar, seni adam edecekler. Bütün bunlar kilise bütçesine yüklenen üç buçuk lira gibi büyük bir meblağa karşılık! Üç buçuk lira Oliver, düşün bir! Bütün bu para kimsenin sevmediği anasız babasız bir çocuk için!”

Mr. Bumble, korkunç bir sesle irat ettiği bu nutuktan sonra, nefes almak için durduğunda zavallı çocuğun gözlerinden yaşlar dökülmeye başladı. Acı acı hıçkırıyordu.

“Bırak hadi, bırak şimdi.” dedi Mr. Bumble, haşmetli havasını biraz yumuşatarak; çünkü belagatinin tevlit ettiği tesiri müşahede etmek, hislerini okşamıştı. “Hadi, Oliver! Ceketinin kollarıyla gözlerini sil de yaşlar çorbana damlamasın; aptal aptal ağlama öyle.” Aptalca bir işti elbet, çorbada yeter derecede su vardı zaten.

 

Hâkime müteveccihen yola koyulduklarından Mr. Bumble, Oliver’a bütün yapacağı işin, mesut görünmek ve Hâkim Bey çırak olup olmak istemediğini sorduğunda can attığını söylemek olacağını belirtti; Oliver bu iki ihtara da boyun eğmeye söz verdi; yoksa Mr. Bumble’ın hafiften ima ettiği gibi, renk verdiği takdirde bitti gittiydi, başına gelebileceklerin haddi hesabı olmayacaktı. Büroya vardıklarında yalnız başına küçük bir odaya kapatıldı, Mr. Bumble kendisini almaya gelinceye dek, orada beklemesi tembih edildi.

Çocuk, orada yüreği pır pır ederek, yarım saat kadar kaldı. Bu müddetin hitamından sonra, üç köşeli şapkanın tezyin etmediği başını içeri sokan Mr. Bumble, “Haydi Oliver’cığım gel, beyefendiyi bekletmeyelim.” dedi. Bunu söylerken yüzü karardı, tehditkâr bir tavır aldı ve alçak sesle, “Söylediğimi unutma sakın, küçük yaramaz seni!” dedi.

Oliver, aval aval Mr. Bumble’ın yüzündeki, oldukça tezat teşkil eden hitabet üslubuna bakıyordu; ama beyefendi, Oliver’ı, bu hususta herhangi bir mülahazat takdim etmesine mahal bırakmadan hemencecik yandaki odaya götürdü. Odanın kapısı açıktı. Büyük bir odaydı bu, büyük de bir penceresi vardı. Bir kürsü ardında, başı perukalı iki yaşlı bey oturmuştu. Biri gazete okuyordu. Ötekiyse bir çift kaplumbağa kabuğuna benzeyen gözlüğüyle önünde duran küçük bir parşömen kâğıdını inceliyordu. Mr. Limbkins, kürsünün önünde bir tarafta duruyordu; Mr. Gamfield ise yarı yıkanmış yüzüyle, öteki taraftaydı; bir yandan da iki üç bön bakışlı adam, uzun çizmeleriyle aylak aylak dolaşıyorlardı.

Gözlüklü yaşlı bey, parşömen parçası üstünde yavaş yavaş uykuya daldı; Oliver, Mr. Bumble tarafından kürsünün önünde tevakkuf ettirildiğinde kısa bir sessizlik oldu.

“Çocuk bu, Hâkim Bey hazretleri.” dedi Mr. Bumble.

Gazete okuyan yaşlı bey, bir an için başını kaldırdı ve öteki beyi kolundan çekti; bunun üstüne son zikredilen yaşlı bey, uyandı.

“Çocuk bu demek, öyle mi?” dedi yaşlı bey.

“Bu efendim.” diye cevap verdi Mr. Bumble. “Hâkim Bey’e selam ver, çocuğum.”

Oliver, büyük bir gayretle bu emre elinden geldiği kadar itaat etti. Oliver, gözleri hâkimlerin perukalı başlarına takılı, “Acaba…” diyordu. “Bütün hâkimler bu beyaz nesneyle mi doğuyor da hâkim oluyorlar?”

“Pekâlâ.” dedi yaşlı bey. “Herhâlde baca temizlemek hoşuna gidiyordur?”

“Bayılıyor, Hâkim Bey hazretleri.” dedi Mr. Bumble; Oliver, bunun tersini söylemesin diye de bir çimdik attı.

“Demek baca temizleyicisi olacak, öyle mi?” diye sordu yaşlı bey.

“Başka bir mesleğe verecek olsak, o saat kaçar Hâkim Bey hazretleri.” diye cevap verdi Mr. Bumble.

“Ya siz, ustası olacak efendi, siz beyim, ona iyi muamele edecek, yedirip içirecek misiniz, filan falan?” dedi yaşlı bey.

“Bakacağız dedik ya!” dedi Mr. Gamfield inatçı bir tavırla.

“Pek kaba konuşuyorsun dostum ama namuslu, açık kalpli bir adama benziyorsun.” dedi yaşlı bey; gözlüğünü Oliver’ın mükâfatını alacak namzede doğru çevirdi: Taşıdığı şeytanımsı hava, adi, damgalı bir zalimlik makbuzu gibiydi. Ama hâkim, yarı yarıya kör sayılırdı, yarı yarıya da çocuk, bu bakımdan başka insanların yaptıklarını görebilecek kabiliyette değildi.

“Ben de öyleyim sanıyorum efendim.” dedi Mr. Gamfield, pis pis yan gözle bakarak.

“Şüphem yok dostum.” dedi yaşlı bey. Gözlüğünü burnu üstünde daha bir yerleştirdi ve mürekkep hokkasını aramaya başladı.

Oliver’ın mukadderatının düğüm noktasıydı şimdi. Mürekkep hokkası yaşlı beyin sandığı yerde olmuş olsaydı, kalemini batırıp mukaveleyi imzalayacak, Oliver’ı da karga tulumba götürüvereceklerdi. Ama hokka, bir tesadüf eseri, burnunun tam dibinde olduğundan, pek tabi olarak bütün kürsünün üstünü aradı da bulamadı; bu arama tarama ameliyesi esnasında, kazara önüne bakınca bakışları, Oliver Twist’in soluk ve dehşet içindeki yüzüyle karşılaştı. Oliver Twist ise Bumble’ın tehditkâr bakış ve çimdiklerine rağmen, yarı kör bir hâkimin bile yanılamayacağı kadar göze batıcı bir şekilde, dehşet ve korku karışık bir ifadeyle müstakbel efendisinin iğrenç manzarasına bakıyordu.

Yaşlı bey durdu, kalemini bıraktı. Bakışlarını Oliver’dan Mr. Limbkins’e çevirdi; Mr. Limbkins, keyifli keyifli, kendi havasında, enfiye çekmekle meşguldü.

“Yavrum!” dedi yaşlı bey, kürsünün üstüne dayanarak. Oliver bu sesi duyunca ürktü. Bu hareketi mazur görülebilirdi çünkü bu sözler merhametle söylenmişti, garip seslerse insanı korkutur, tir tir titremeye başladı, arkasından da hüngür hüngür ağlamaya.

“Yavrucuğum!” dedi yaşlı adam. “Benzin soluk ve korkmuş bir hâlin var. Nen var?”

“Öte dur hele, mübaşir efendi.” dedi öteki hâkim, parşömen kâğıdını bir yana iterek merakla öne eğildi. “Hadi yavrum, söyle nen var, korkma.”

Oliver diz çöktü, ellerini yalvarır gibi kavuşturdu, bu korkunç adamla göndereceklerine, karanlık hücresine dönmesini, aç bırakmalarını, dövmelerini, hatta hoşlarına gidecekse öldürmelerini bile tercih edeceğini söyledi.

“Ya!” dedi Mr. Bumble; tesir edici bir tavır takınmak için ellerini kaldırdı, gözlerini döndürdü. “Görmüş olduğum en hilekâr, en düzenbaz, en utanmaz, öksüz sensin, Oliver!”

“Dilini tut mübaşir efendi.” dedi ikinci yaşlı bey, Mr. Bumble sıfatları saymasını bitirdikten sonra.

“Bağışlayın, Hâkim Bey hazretleri.” dedi Mr. Bumble, kulaklarının iyi işitip işitmediğinden emin olmak istiyormuş gibi. “Hâkim Bey hazretleri, bana mı hitap buyurdular?”

“Evet, kapat çeneni!”

Mr. Bumble hayret içinde donakaldı. Bir mübaşire çenesini kapatması emrediliyordu! Ahlak alanında bir inkılaptı bu!

Kaplumbağa kabuğuna benzeyen gözlüklü bey, arkadaşına baktı, manalı manalı başını salladı.

“Bu mukaveleyi tasdik etmiyoruz.” dedi yaşlı bey, bu sözlerle birlikte parşömen kâğıdını bir yana fırlatıp attı.

“Ümit ederim ki…” diye kekeledi Mr. Limbkins. “Ümit ederim ki hâkim beyefendiler, sırf bir çocuğun isnatsız şehadetinden, yetkililerin uygunsuz bir harekette bulunduklarını çıkarmazlar.”

“Bu hususta fikir beyan edilmesi için hâkimlere müracaatta bulunulmamıştır.” diye kestirip attı ikinci yaşlı bey.

“Alın götürün çocuğu gerisin geri, ona iyi muamele edin, ihtiyacı var baksanıza.”

O akşam, beyaz yelekli bey, Oliver’ın sadece asılmakla kalmayıp aynı zamanda uzuvlarının da paramparça edileceğinden, son derece emin olduğunu beyan etti. Mr. Bumble, mağmum mağmum, esrarlı esrarlı, başını salladı, “Hayırlısı olur inşallah.” dedi. Bunun üzerine Mr. Gamfield, “Keşke bana gelseydi.” dedi. Bu, mübaşirle her ne kadar birçok hususlarda anlaşıyorduysa da tamamen aksi bir temenni gibi görünüyordu.

Ertesi sabah, Oliver Twist’in kiralık olduğu bir kere daha ilan edildi ve her kim isterse istesin, beş lira verileceği belirtildi.

BÖLÜM 4
OLİVER’A BAŞKA BİR MEVKİ TEKLİF EDİLİYOR. İLK HAYATA ATILIŞI

Büyük ailelerde yetişen çocuklar, iktisapla, miras yoluyla kendilerine bir mevki elde edilemediğinde ekseri denize gönderilirler. Meclis, böyle hakimane ve sıhhatli bir misalden örnek alarak Oliver’ı, hastalıklı bir limana giden küçük bir şilebe koyup göndermek çaresi üstünde istişareye başladı. Bundan daha iyi çare olamazdı; pek muhtemelen, kaptan bir gün akşam yemeğinden sonra eğlenmek için onu öldüresiye dövecek ya da bir demir çubukla beynini dağıtacaktı; bu her iki türlü eğlence, herkesçe bilindiği gibi, bu sınıf beyler arasında pek gözde ve yaygındır. Bu dava, meclis tarafından, bu cihetten ele alındığı vakit, bu hareketin faydaları daha iyi beliriyordu; böylece Oliver için tek çare olarak vakit kaybetmeden denize gönderilmesi düşünüldü.

Mr. Bumble, kimsesiz bir kamarot isteyen bir kaptan bulmak amacıyla, türlü araştırma ve soruşturma yapsın diye gönderildi; vazifesinin sonunda elde ettiği malumatı bildirmek üzere geri dönerken o sırada cenaze levazımatçısı Mr. Sowerberry’yi görmez mi?

Mr. Sowerberry, ince, uzun, iri kemikli bir adamdı, lime lime olmuş siyah bir urbası vardı, aynı renkte yamalı pamuk çorap ve çoraplarına uygun ayakkabılar giymişti.

Yüz çizgileri gülümsemeye müsait değildi ama meslek icabı oldukça latifeci bir tavır takınıyordu. Mr. Bumble’a doğru elastiki adımlarla ilerleyerek, elini hararetle sıkarken, yüzünde, dışarı vurmamış şakacı bir hava vardı.

“Dün gece ölen iki kadının ölçülerini almaktan geliyordum, Mr. Bumble.” dedi cenazeci.

“Er geç zengin olacaksın bu gidişle, Mr. Sowerberry.” dedi mübaşir, başparmağıyla şehadet parmağını cenazecinin uzattığı enfiye kutusuna daldırarak; enfiye kutusu sanatkârane yapılmış küçük bir tabut örneğiydi. “Er geç servet saman sahibi olacaksın, Mr. Sower-berry.” dedi Mr. Bumble bastonuyla dostça adamın omzuna vurarak.

“Ya! Demek öyle düşünüyorsunuz?” dedi; bu vakıanın ihtimalini yarı kabul etmiş, yarı etmemiş gibi.

“Meclisin takdir ettiği fiyatlar pek düşük, Mr. Bumble.”

“Tabutlar da küçük ama.” diye cevap verdi mübaşir, yüksek rütbeli bir memurun gülmesi gerektiği kadar ancak gülerek.

Mr. Sowerberry’nin içini gıcıkladı bu gülüş; bu neticeyi doğurması da gerekti zaten; uzun uzun güldü bir süre. “Ya işte böyle, Mr. Bumble!” dedi sonunda. “Yeni besi sistemi tatbik edildiğinden beri, tabutların eskisine nazaran daha dar ve daha ince olduğundan şüphe yok; ama yine de kâr etmemiz gerek, Mr. Bumble. İyi tavlanmış kereste pahalı nesne beyim; demir tabut sapları da kanal boyunca ta Birmingham’dan geliyor.”

“Eee, ne yaparsın…” dedi Mr. Bumble. “Her ticaretin zor bir tarafı vardır. Vasat bir kazanca müsaade edilir tabii.”

“Elbette, elbette.” dedi cenazeci. “Şunda kazanamazsam, bunda kazanıyorum eninde sonunda ayarlıyoruz işi, hi, hi, hi.”

“Öyle.” dedi Mr. Bumble.

“Bir şey var ki…” diye sözüne devam etti cenazeci, mübaşirin engellemiş olduğu düşünce seline yeniden hız vererek. “Pek büyük bir mahzur var belirtmem gereken, para sıkıntısı çekmeden ferah fahur hayat sürenler ve yıllarca vergilerini verenler, en çabuk büzülenler onlar oluyorlar dükkâna geldiklerinde; Mr. Bumble, şunu da söylemek isterim, insan hesap kitap yapıyor, bir de bakıyor ölçüler uymuyor, böylece beş on santim fark da büyük rol oynuyor, hele insanın geçindirecek bir ailesi varsa.”

Gadre uğramış bir adam tavrıyla bunları söyledikten sonra, Mr. Bumble, bu sözlerin meclise hakaret olabileceğini düşündüğünden, konuyu değiştirmeyi uygun buldu. Aklının en üst köşesinde Oliver Twist olduğu için onu ele aldı.

“Ha…” dedi Mr. Bumble. “Bir oğlana ihtiyacı olan kimse biliyor musun acaba? Bir çırak gibi bir şey, mütevelli cemiyeti vermek istiyor; -idare heyetinin başına bir yük, bir bela- hem müsait şartlarla veriliyor, pek müsait şartlarla.” Mr. Bumble, bu sözleri söylerken bastonuyla tepesindeki ilanı gösterip, “beş lira” yazısının üstüne üç kere vurdu. “Beş lira” dev büyüklüğünde Romen rakamlarıyla yazılmıştı.

“Hay Allah!” dedi cenazeci, Mr. Bumble’ın resmî esvabının kenarı yaldızlı yakasından tutarak. “Ben de size ondan bahsedecektim. Hay Allah! Ne güzel düğme bu böyle, Mr. Bumble! İlk defa görüyorum.”

“Evet, fena değil galiba.” dedi mübaşir, esvabını güzelleştiren koca koca sarı düğmelere gururla bakarak. “Üstündeki resim, idare heyetinin mühründeki resmin aynıdır; yaralıya, hastaya koşan iyi kalpli Samarite’nin resmi. Meclis, onu bana yılbaşı sabahı takdim etti, Mr. Sowerberry. Hatırlıyorum, ilkin, onu kapının önünde ölen müflis tüccarın tahkikatı yapıldığı gün giymiştim.”

“Hatırlıyorum.” dedi cenazeci. “Jüri azaları, soğuğa maruz kaldığı ve yaşamayı gerekli kılan şundan bundan mahrum olduğu için öldü demişlerdi. Değil mi?”

Mr. Bumble başını salladı.

“Ve zannedersem hüküm, muhakemenin hususi bir kararına bağlanmıştı! Demişlerdi ki, eğer yoksullar müfettişi vaktinde…”

“Aman ne saçma şeyler!” diye sözünü kesti mübaşir. “Meclis cahil jüri azalarının mülahazalarına kulak verecek olsaydı, az başı ağrımazdı hani.”

“Pek doğru.” dedi cenazeci. “Çok ağrırdı.”

“Jüri azaları!” dedi Mr. Bumble, kızdığı zamanki gibi bastonunu sıkı sıkı kavrayarak. “Jüri azaları, adi, alçak, serserilerdir.”

“Öyledirler.” dedi cenazeci.

“Ne felsefeden ne de iktisat ilminden anlarlar.” dedi mübaşir, istihzayla parmağını şaklatarak.

“Öyle.” dedi cenazeci.

“Onlardan nefret ediyorum!” dedi mübaşir, yüzü kıpkırmızı olmuştu.

“Ben de.” dedi cenazeci.

“Onun için tarafsız bir jürinin bizde kalmasını isterdim bir iki hafta.” dedi mübaşir. “İdare heyetinin ne büyük bir felsefe, ne doğru bir sistemle hareket ettiğini görürse başka türlü düşünür.” Öfkesi gittikçe kabaran mübaşiri yatıştırmak için, “Neyse bırakın onları siz canım.” dedi Sowerberry.

 

Mr. Bumble şapkasını çıkardı, astarının içinden bir mendil alarak, gazabının meydana getirdiği teri alnından sildi; şapkasını yeniden taktı ve cenazeciye dönerek daha sakin bir sesle konuştu:

“Neyse… Çocuk hakkında ne düşünüyorsunuz?”

“Ha!” dedi cenazeci. “Biliyorsunuz, epey yoksul vergisi ödüyorum.”

“Hımmm.” dedi Mr. Bumble. “Eeee?”

“Bu bakımdan…” dedi cenazeci. “Yoksullara bu kadar para verdiğime göre, onlardan da aynı miktarda menfaat temin etmeye hakkım var sanıyorum; çocuğu ben alacağım galiba.”

Mr. Bumble cenazecinin kolundan tutarak binaya soktu. Mr. Sowerberry meclisle beş dakika kadar halvet oldu. “Tecrübeye tabi tutmak üzere” Oliver Twist’in o akşam onunla birlikte gönderilmesine karar verildi. “Tecrübe devresi” şu demekti: Yoksullarevi birini çıraklığa verdiğinde kısa bir deneme devresinden sonra, ustası, içine fazla yiyecek tıkmadan yeter derecede çocuktan iş çıkartabildiği takdirde, birkaç yıl müddetle alır, istediğini yapar demekti.

Oliver’cık o akşam beylerin önüne getirildiğinde, o gece her işe koşmak üzere bir tabutçu çırağı olacağı ve durumundan şikâyet edip de bir daha yoksullarevine dönecek olursa boğulmak veya başına bir şey yiyerek kafası parçalanmak üzere, denize gönderileceği bildirildiğinde, Oliver o kadar az bir tepki gösterdi ki, makam oy birliğiyle kaşarlanmış bir küçük yaramaz olduğunu ilan edip Mr. Bumble’a, ortadan kaldırılması için emredildi.

Oysa Oliver, hiç de hissiz değildi, tersine fazla hassastı, gördüğü fena muamele de neredeyse ömrü boyunca aptal ve sarsak olmaya mahkûm etmek üzereydi onu.

Gideceği yönün haberini hiç ses çıkarmadan dinledi; eline bavulu verildi -taşınması pek kolaydı, hepsi on beş santim uzunluğunda on santim kalınlığında bir paketti bu- kasketini gözlerine indirdi; yeniden Mr. Bumble’ın eteğine yapışıp bu yüksek rütbeli memur tarafından işkence sahnesine götürüldü.

Bir süre, Mr. Bumble bir şey söylemeden Oliver’ı sürükleyip götürdü; kilise mübaşiri başını dimdik tutuyordu, tam bir mübaşire yakışır bir şekilde rüzgârlı bir gün olduğu için de küçük Oliver, Mr. Bumble’ın pelerininin savrulan etekleri içinde kayboluyordu; Mr. Bumble, önü açılan pelerininin yeleğini ve pantolonunu açığa çıkardığına memnundu. Varacakları yere yaklaştıklarında mamafih çocuk yeni efendisi tarafından tetkik edildiğinde kusursuz görünmesi için Mr. Bumble gözlerini aşağı çevirdi; bunu tam bir hami havasıyla yaptı.

“Oliver!” dedi, Mr. Bumble.

“Buyurun efendim?” dedi Oliver, alçak ve titrek bir sesle.

“Şu kasketini gözlerinden kaldır hele, kaldır da başını dik tut.”

Oliver istenileni yapmasına ve boş duran eliyle gözlerini silmiş olmasına rağmen, hamisine bakarken yine de yaş vardı gözlerinde. Mr. Bumble, çatık kaşla baktığında yaş damlası yanağından aşağı yuvarlandı, derken bir yaş daha, bir daha. Çocuk bir gayret göstermek istedi ama işe yaramadı. Öteki elini de Mr. Bumble’ın elinden çekerek iki elini yüzüne kapadı, yaşlar çenesinden ve kemikleşmiş parmaklarından dışarı fışkırıncaya kadar ağladı.

“Demek öyle ha!” diye bağırdı Mr. Bumble, durup küçük yüküne kötü kötü bakarak. “Ömrümde gördüğüm en nankör, en edepsiz çocuksun sen Oliver, en…”

“Ne olur yapmayın efendim!” diye hıçkırıyordu Oliver, meşhur bastonu tutan eline sarılarak. “Yapmayın, ne olur yapmayın! Susacağım, valla billa. Küçücük bir çocuğum ben, üstelik…”

“Üstelik?.. Ha, söyle!” dedi Mr. Bumble hayretle.

“Öyle yalnızım ki, yapayalnız.” Ağlıyordu yine. “Herkes benden nefret ediyor. Ne olur, ne olur kızmayın bana efendim.” Çocuk kalbinin üstüne vuruyor, yol arkadaşına bakan yaşlı gözlerinden acı fışkırıyordu.

Mr. Bumble, Oliver’ın bu acıklı ve biçare manzarasına hayret içinde baktı bir süre, boğuk boğuk birkaç kere “Hım…” dedi. “Kahrolasıca öksürük!” hakkında bir şeyler mırıldandıktan sonra, Oliver’a, gözlerini silip susmasını söyledi. Elini yeniden tuttu, sessizce yürümeye devam ettiler.

Kepenklerini henüz kapamış olan cenaze levazımatçısı, Mr.

Bumble içeri girdiğinde kör bir kandil ışığı altında yevmiye defterine bir şeyler geçiriyordu.

“Vay!” dedi cenazeci, gözlerini defterden kaldırıp, sözünün arkasını getirmeden biraz duraklayarak. “Siz misiniz Mr. Bumble?”

“Ta kendisi!” diye cevap verdi kilise mübaşiri. “Çocuk işte, getirdim size.” Oliver eğilerek selam verdi.

“Demek çocuk bu.” dedi cenazeci; Oliver’ı dahi iyi görebilmek için kandili başının üstüne doğru tutarak.

“Mrs. Sowerberry, bir dakikacık buraya gelebilir misin sevgilim?”

Mrs. Sowerberry, dükkânın arkasındaki küçük bir odadan çıkıp kısa boylu, ufak tefek, kara kuru, suyu çekilmiş, hırçın bir kadın manzarası arz etti.

“Sevgilim…” dedi Mr. Sowerberry, hürmetkârane. “Yoksullarevinden gelecek olan çocuk işte burada.” Oliver eğilerek yeniden selam verdi.

“Aman ya Rabb’im!” dedi cenazecinin karısı. “Ne de ufak şey böyle bu!”

“Yalan değil, biraz ufakça.” dedi Mr. Bumble, sanki büyük olmaması çocuğun kabahatiymiş gibi Oliver’ın yüzüne bakarak. “Küçük olmasına küçük ama büyür Mrs. Sowerberry, büyür.”

“Büyür, büyür.” diye cevap verdi hanımefendi huysuz bir edayla. “Bizim yiyeceğimizi, içeceğimizi sömürerek büyür tabii. Yoksullarevinden çocuk almanın iktisadi tarafını anlamıyorum bir türlü; çünkü onları tutmak için değerlerinden fazla sarf etmek gerekiyor. Yine de erkekler, hep kendilerinin doğru düşündüğünü sanırlar. Haydi aşağı, küçük kemik torbası seni.” Cenazecinin karısı, bu sözlerle birlikte, Oliver’ı, bir kapı açıp, dik bir merdivenden aşağı, karanlık, ıslak, taş bir mahzene doğru itti; buraya mutfak diyorlardı ama aslında kömürlüğün giriş yeriydi; içeride, topukları aşınmış ayakkabılı, yamanacak tarafı kalmamış olan mavi yün çoraplı, pasaklı bir kız oturuyordu.

“Hey Charlotte, baksana!” dedi, Oliver’ın arkasından aşağı inen Mrs. Sowerberry. “Şu çocuğa Trip için ayrılan soğuk et parçalarından birazını veriver. Trip sabahtan beri eve uğramadı, yemese de olur, inşallah çocuk onları yemeyecek kadar müşkülpesent değildir. Ne dersin çocuk?”

Et lafı üzerine gözleri parıldayan ve yutmak için içi tir tir titreyen iştah içindeki Oliver, müşkülpesent olmadığını söyledi; bunun üzerine bir tabak dolusu yemek artığı kondu önüne.

Yediği, içtiği, yağlı özlü şeylerin, vücudunda safra hâline geldiği, kanı donmuş, kalbi taşlaşmış bir filozof, keşke orada bulunsaydı da köpeğin bile yemeye tenezzül etmediği bu yemek artıklarına Oliver Twist’in sarılışını görseydi bir. Oliver’ın, et parçalarını açlığın verdiği o büyük vahşetle parçalarken, korkunç açgözlülüğünü görseydi bir. Bunlardan daha da çok istediğim bir şey var; feylesofun bu çeşit bir yemeği aynı iştahla yediğini görmek.

“Tamam.” dedi cenazeci, Oliver akşam yemeğini bitirdiğinde. Bütün bu zaman, sessiz sessiz, dehşet içinde müstakbel iştahını düşünerek Oliver’ın yemek yiyişini seyretmişti. “Bitti mi?”

Çevresinde herhangi yiyecek bir şey olmadığı için Oliver, müspet cevap verdi bu suale.

“Şimdi benimle gel.” dedi Mrs. Sowerberry. Kör bir kandil alarak merdivenlerden yukarı tırmanmaya başladı. “Yatağın, peykenin altında. Herhâlde tabutların arasında yatmaktan tedirgin olmazsınız öyle değil mi? Olsan da başka yatacak yerim yok ya. Hadi bakalım, bütün gece burada kalacak değilim seninle.” Oliver daha fazla oyalanmadı, kös kös yeni efendisinin ardından gitti.