Beş Yıldız

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

Bu insanlar vatanlarından binlerce kilometre uzağa gitmek için neden yaşamlarını tehlikeye attı? Bugün uçakla yapılan beş saatlik bir yolculuk küçük bir kanoyla denizde otuz gün gitmeyi gerektirir. Bu seyyahların çok güçlü bir sebepleri vardı muhakkak. Kıtlık mı? Savaş mı? Aşırı nüfus artışı mı? Tarihçiler, en güçlü nedenin macera ruhu olabileceğini düşünüyor. Hepimiz doğal kâşifleriz. Yeni bir şey keşfetme arzusu DNA’mızda var. Bu bizi asla bırakmayacak.

Bir anlamda hepimiz navigasyoncuyuz – insanlık tarihinin herhangi bir döneminden daha hızlı değişen yeni bir dünyada yolumuzu bulmaktayız. Teknolojik yenilikler yaşamlarımızın her yönünü daha iyiye taşıdığı gibi tüm alanlarda aksamaya da yol açıyor. Ama bir gözünüz yıldızlarda diğeri bulunduğunuz yerde olabilirse –bunlar sizi benzersiz biçimde insan kılan nitelikler– efsanevi bir maceraya atılmanız ve bizleri de yanınızda götürmeniz yüksek bir olasılık.

Beş Yıldız fikirlerinin önemli olduğuna inananlar için. Erkekler ve kadınlar, öğrenciler ve girişimciler, öğretmenler, yöneticiler ve bu fikirler çağında rekabet üstünlüğü kazanmak isteyen liderler için. Hiçbir bilgisayar sizin yerinizi almayacak ve hiçbir rakip sizden daha fazla satmayacak. Kadim ikna sanatında uzmanlaşmak sizi yeri doldurulamaz ve karşı konulamaz kılacak. Hayallerinizdeki işi yapma, bir kariyer inşa etme, bir şirket kurma, bir fikri yayma, bir ekibi harekete geçirme ve inatçı bir soruna yenilikçi bir çözüm getirme ihtimalinizi artıracak. İnsanların ruhlarını canlandıracaksınız. Gelişecek, büyüyecek ve başkalarına cesurca liderlik edip onları geleceğe taşıyacaksınız. Potansiyelinizi dört dörtlük kullanarak yükselecek ve yüceliğe ulaşacaksınız.

I. KISIM
Mükemmel İletişimcilerin Yeri Neden Doldurulamaz

1
Şiir, Güç ve Ay’a Fırlatılan Roket

Dünyayı yeniden kurmak bizim elimizde.

– THOMAS PAINE

Alexander büyük bir planı olan, ince yapılı bir adamdı.

Platforma çıktığında on dokuz yaşından daha küçük görünüyordu; onu biraz şüphe biraz da küçümsemeyle süzen çiftçi ve tüccar dinleyicilerine baktı. Birbirinden çok farklı insanların oluşturduğu bu kitle karşısında davasını savunmak için tutkusunu ve becerilerini bir arada kullanmaya ihtiyacı olacaktı. O gün onu dinleyenlerin üçte biri görüşlerine katıldı. Kalan üçte ikilik kesimse şiddetle karşı çıktı ya da tarafsız kaldı. Alexander başta titrek bir sesle konuşuyordu. Ama özgüveni arttıkça hitabeti de güçlendi. Şiiri çok seven bir kitap kurduydu. “Kelimelere yatkınlığı”yla bilinirdi, bu da onu mütevazı bir ailede doğmuş olmaktan uzaklaştırıp döneminin devleri arasına yerleştirdi. İkna kabiliyeti o gün kendisine büyük oranda düşmanca yaklaşan seyircisini kendi tarafına çekmesini sağladı.

Alexander Hamilton bu konuşmasını 6 Temmuz 1774’te yapmıştı. İngiliz ürünlerine karşı bir boykotu savunmak için üniversitedeki derslerine ara vermişti. “Konuşması bitince kalabalık donakalmış halde sessizce dikildi, çılgınca bir alkış koparmadan önce bu muhteşem genç hatibe öylece bakakaldı.”20 Lin-Manuel Miranda’nın 240 yıl sonra ruhunu yeniden dirilteceği Hamilton “kelimelerinin gücü ve hararetiyle insanların dikkatini komutasına aldı”. Tarihçi Ron Chernow’a göre: “Başka hiç kimse Amerika’nın geleceğine dair bu kadar net ve öngörülü bir vizyon dile getirmemişti.”21 Hamilton’ın yeteneği, insanların hayal gücünü harekete geçirmek için kelimelerle fikirleri bir araya getirmekti.

Hamilton da Thomas Jefferson, Thomas Paine, Samuel Adams ve Amerikan Devrimi’nin diğer yetenekli yazarları ve konuşmacıları gibi Aydınlanma’ya öncülük eden şairlerden ve filozoflardan etkilenmişti. Francis Bacon, Isaac Newton ve John Locke “üçlüsü” Amerika’nın kurucularına fikirlerini radikal başkaldırı retoriğine sarıp sarmalamalarını öğretti. Böylelikle medeniyetin gelmiş geçmiş en büyük kalkınma dönemini başlatmak için art arda gelen özgür düşünce dalgaları yarattılar.

Fransız sosyolog Alexis de Tocqueville 1835’te, “Her Amerikalı yükselmeye can atar,” gözleminde bulunmuştu. Bu Amerikalılardan biri de ahşap kulübede yaşayan yoksul bir aileye doğmuş genç bir adamdı. Abraham Lincoln kurucuların sözlerini çalıştı ve bunları daha sonra, ülkeyi baştan yaratan bir konuşma olan Gettysburg Konuşması’nda kullandı. Tarihçi Doris Kearns Goodwin’e göre Lincoln, özgür toplum fikrini bulaşıcı duygularla ifade eden yetenekli bir hikâye anlatıcısıydı. Lincoln’ın iletişim becerileri kendi ifadesiyle bir “taşra avukatı”nı ABD tarihinin en büyük başkanlarından birine dönüştürdü. Amerika’yı biçimlendiren fikirlerin kendi kendilerini savunacak hali yoktu.

Modern dünyayı fikirler inşa etti; yarının dünyasını da fikirlerin gücü oluşturacak. Ancak belagat olmazsa fikirler kulak ardı edilir.

Şairlerle yazarların, konuşmacılarla liderlerin özgürlük ateşini yakmasından 185 yıl sonra Boston’ın başka bir evladı macera ruhunu harekete geçirdi. Robert Frost, John F. Kennedy’nin seçilmesinin “şiirin ve iktidarın altın çağını” müjdelediğini yazdı. Frost haklıydı. Ülkenin Ay programını oluşturmasına ilham veren konuşmalarında Kennedy, fikirlerini insanlık tarihinin en büyük başarılarından birini teşvik eden bir dile çevirdi. Kısa süre önce akademisyenler onun en etkili retorik tekniklerinden bazılarını tespit etti.

YERLERI PASPASLAMIYORUM,
AY’A İNSAN GÖNDERIYORUM

Charlie Mars her sabah yataktan kalkıp işe gitmek için sabırsızlanıyordu. Vanderbilt Üniversitesi elektrik mühendisliği bölümünden mezundu. Beş yıl sonra proje mühendisi olarak NASA’da çalışmaya başladı. Her ne kadar Ay’a ayak basmamış, bir rokete binmemiş ya da bir konfeti yağmurunun keyfini çıkarmamış olsa da, yıllar sonra bu deneyimi her üçünü de yapmış birinin heyecanıyla anlattı. Mars, “Hepimizin ortaklaştığı şeylerden biri bir hedefti. Ay’a gidiyorduk. Ay’a insan gönderiyorduk! Hayal gücümüz, duygularımız bununla dopdoluydu,” diye anlatıyor.22

Wharton’dan işletme profesörü Andrew Carton, Ay’a insan göndermek için 1961’de başlayan Amerika’nın azimli girişimi Apollo programına ait belgelerden, transkriptlerden ve NASA’nın iç yazışmalarından oluşan 18 bin sayfayı incelerken Mars’ın hikâyesine denk geldi. Carton, Mars’ın ve bütün kademelerden farklı NASA çalışanlarının –muhasebeciler ve müdürler, sekreterler ve mühendisler– yazdıkları arasında ortak bir nokta olduğunu fark etti: Hepsi de bir adamın, John F. Kennedy’nin sözlerinden çok güçlü biçimde etkilenmişti.

Neil Armstrong 20 Haziran 1969’da insanlık için dev bir adım attığında, cesur fikre sahip bir liderin bunu gerçeğe dönüştüren 400 bin kişinin hayal gücünü harekete geçirmesiyle başlayan bir sürecin son adımıydı bu. Carton, Kennedy’nin başarılı iletişiminin ardında yatan retorik formülü belirledi ve onun konuşma becerilerinin devasa bir eylemi nasıl tetiklediğini açıkladı.

Öncelikle: “Kennedy NASA’nın amaçlarını bire indirdi.”23 NASA 1958’de kurulduğunda, ileri seviye uzay teknolojisi oluşturmak, uzayda üstünlüğü ele geçirmek ve bilimde ilerlemek gibi birden fazla hedefi vardı. Kennedy sadece insanları Ay’a gönderip güvenli şekilde Dünya’ya geri getirme hedefine odaklanmayı seçti. Bir ekibi tek bir ortak hedef etrafında toplamak odaklarını farklı yerlere yönlendirmekten daha kolaydır.

İkincisi: “Kennedy dikkatleri NASA’nın nihai amacından uzaklaştırıp somut bir hedefe kaydırdı.” Başka bir deyişle, Kennedy soyut olanı (Güneş Sistemi’ni keşfederek bilimi ilerletmek) alıp onu elle tutulur hale getirdi. 25 Mayıs 1961’de Kennedy, ABD Kongresi’nde şunları söylemişti: “Bu ulus kendini önümüzdeki on yıl bitmeden o hedefe ulaşmaya, bir insanı Ay’a gönderip güvenle Dünya’ya geri getirmeye adamalı.” Kennedy somut bir hedefi dile getirip bunun için belli bir tarih vermişti.

Üçüncüsü: “Kennedy çalışanların günlük işlerini somut hedeflerle bir araya getiren kilometre taşları belirledi.” Kennedy üç programın ve üç hedefin ana hatlarını çizdi: Mercury programı bir astronotu yörüngeye gönderecek, Gemini uzay yürüyüşleri ve iki uzay aracını birleştirme hakkında NASA’ya bilmediklerini öğretecek ve nihayetinde Apollo bir insanı Ay’a gönderecekti. Daha sonra göreceğiniz gibi “üç kuralı”, ünlü iknacıların dinleyicilerini harekete geçirmek için kullandığı güçlü bir iletişim tekniğidir.

 

Dördüncüsü de: “Kennedy hedefin devasa ölçeğini metaforlarla, analojilerle ve benzersiz mecazlarla vurguladı.” Kennedy dilbilimcilerin “somutlaşmış kavram” [embodied concept] dediği, nadiren kullanılan bir tekniği esas aldı. Bunda somut bir olay (Ay’a inmek) soyut bir hedefle (bilimi ilerletmek) bağlanır. Soyut ile somut tek ve aynı olur. Örneğin, 1962’de Rice Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada Kennedy şöyle demişti: “Uzay orada ve biz ona tırmanacağız; Ay ve gezegenler de orada, bilgi ve barış için yeni umutlar da orada.” Kennedy bilgi, barış ve keşif gibi soyut idealler için gerçek bir konum göstermişti.

Bu dört adım karşı konulamaz derecede ikna ediciydi. Kennedy’nin “sosyal” becerisi, insanlık tarihinin en büyük başarılarından birinin yolunu açtı. Onun sözleri, NASA çalışanlarının işleri ile nihai hedef arasında daha güçlü bir bağ kurmasını sağladı. İşlerini artık yerleri paspaslamak ya da elektrik devreleri kurmak gibi birbirinden ayrı görevler olarak görmediler. Bunun yerine işlerini Ay’a insan göndermenin, bilimi ileri taşımanın ve bildiğimiz dünyayı değiştirmenin önemli bir parçası saydılar. “Böylelikle Kennedy işin anlamını değiştirerek, çalışanları yaptıkları işlerde daha büyük anlamlar bulduğu bir noktaya taşıdı,” diyor Carton.

1960’ların başında şüpheciler, bir insanın on yıl geçmeden Ay’a ayak basacağına inanlara oranla sayıca üstündü. Kennedy insanları olgularla ikna etmekle kalmadı, onların bunu hissetmesini sağladı. Aristoteles’in Pathos ve Logos dediği şeyleri, yani duyguyu ve mantığı birleştirdi. Kennedy’nin sözleri duygusal aşkınlığa ulaştı, insanların imkânsızın mümkün olacağına inanmasını sağladı. Şüpheciler inançlı, inançlılar da ateşli savunucu oldu.

“Ay’a roket fırlatılmasını Ay’a roket fırlatılması kılan şeyi unutmamak önemli,” diyor Bill Gates.24 “Ay’a roket fırlatma görevi, ulusun hayal gücünü yakalayan ve nelerin mümkün olduğuna dair düşüncemizi temelden değiştiren net, ölçülebilir bir hedef gerektirir… Bunu yaptığımızda daha güvenli, daha sağlıklı ve daha güçlü bir geleceğin rotasını çizeriz.”

KENNEDY BIR TEKNOLOJI ÖNCÜSÜNE İLHAM VERIYOR

On altı yaşındaki İsrailli bir genç, Kennedy’nin 1962’de Rice Üniversitesi’nde yaptığı “ay konuşması” metnini okudu. Yedi yıl sonra artık yirmilerinin başındaki bu genç bir milyar televizyon izleyicisiyle birlikte Neil Armstrong’un Ay’a ayak basmasını izledi. Kennedy’nin cesur vizyonu Eli Harari adlı bu gençte kalıcı bir etki bırakarak fen bilimlerinde yaşam boyu süren bir tutkunun peşinden gitmesi için ona ilham verdi.

Kennedy’nin vizyonu gerçekleştikten bir ay sonra Harari uzay ve malzeme bilimleri alanında doktorasına başlamak üzere Princeton Üniversitesi’ne gitti. Bu onun teknoloji kariyerinin başlangıcı olacaktı; Harari daha sonra SanDisk’i kurdu, dijital fotoğraflarınızı depolayan teknolojinin öncüsü oldu. SanDisk taşınabilir bellek ürünleri iPad’inizde, dijital müzikçalarınızda, akıllı telefonunuzda, masaüstü bilgisayarınızda, dizüstü bilgisayarınızda ve dosyalarınızı gönderdiğiniz ya da geri aldığınız bulutunuzda.

Harari 1988’de SanDisk’i kurduğunda cep telefonları tuğla büyüklüğündeydi. Dijital kameralar hantal ve pahalıydı. Dizüstü bilgisayarlar emekleme dönemindeydi, Harari’nin deyişiyle, “Bir yaşında bir çocuğu taşımak gibiydi ve ancak onun kadar yardımcıydı.” Dijital müzikçalarlar, internet ağı, telefon uygulamaları ve bulut servisleri, tüm bunlar gelecekteydi. Dolayısıyla Harari SanDisk’i geliştirdiğinde, potansiyel yatırımcıları onun var olmayan bir soruna çözüm bulduğunu söyledi. Harari’nin kahramanı John F. Kennedy’ydi ve Kennedy gibi kendisinin de şüphecileri ikna etmesi gerektiğini fark etti. Kendi vizyonu ile onu dinleyenlerin mümkün olduğunu düşündüğü şey arasındaki uçuruma bir köprü kurması gerekiyordu.

Harari’yle ilk kez 2008’de tanıştım. Şirket varoluşsal bir bunalımla yüz yüzeydi. Küresel mali çöküş 1930’lardan beri görülen en beter resesyonu tetiklemişti. Taşınabilir belleklerle uyumlu tüketici ürünleri ciddi düşüşe geçmiş, endüstri çok büyük bir üretim fazlası sorunuyla karşı karşıya kalmıştı. Fiyatlar da bir yılda yüzde 90 değer kaybeden SanDisk’in stokları gibi çakılmıştı.

Rakip firma Samsung Ağustos 2008’de, şirketten böyle bir talep olmadığı halde SanDisk’i yüzle 50 kâr payı ya da 10 milyar dolar karşılığı satın almak için teklif sundu. Büyük bir hisse yüzdesine sahip yatırım fonu müdürleri anlaşma yapması için Harari’ye baskıda bulundu. Ancak Harari bu teklifin şirketin hissedarları, ortakları ve müşterilerinin menfaatine olmadığını düşünüyordu. Hisse başı 26 dolarlık teklifi geri çevirdiğinde, televizyonda iş dünyası programları yapan popüler biri, satışı reddettiği için Harari’nin fotoğrafını “utanç duvarı”na astı. Harari bana o zaman, “Hikâyemizi anlamıyorlar,” demişti.25 Harari’nin vizyonunu ve bağımsızlık için mücadelenin uzun vadedeki değerini tüm netliğiyle açıklayan bir anlatı oluşturduk birlikte. Harari’nin hikâyesi, geçmişte çok zorlu dönemleri başarıyla atlatmış ekibin deneyimine, zengin teknolojisine, SanDisk’in münhasır patentlerine ve bu iyi dönemlerde oluşturduğu 2,5 milyarlık nakit birikimine odaklandı.

SanDisk’in değeri hızlıca hisse başına 6 dolara düşse bile Harari’nin paniğe kapıldığını hiç görmedim. İyimserlik kriz zamanlarında güçlü bir silahtır, dedi. Ayrıca Harari yalın şekilde anlatılan bir hikâyenin gücünü de anlamıştı. Katıldığım önemli bir toplantıda bir grup yönetici ve mühendis, mali analistlere büyük bir sunum hazırlıyordu. Ele almaları gereken pek çok detay olsa da tıpkı John F. Kennedy’nin yaptığı gibi kapsayıcı ve belirli tek bir konuyu kısa ve öz şekilde anlatmalarını tavsiye ettim. Odadakilerin çoğu buna karşı çıktı. Hikâyelerinin tek bir cümleye indirgenemeyecek kadar karmaşık olduğunu iddia ettiler. Ama Harari söz alıp şöyle dedi: “Taşınabilir belleğin bir dönüm noktasına ulaştığını kimse anlamıyor. Taşınabilir bellek bizi eleştirenlerin muhtemelen hayal edebileceğinden bile önemli olacak.” Bu ifadenin sunum boyunca kullanılacak şiar olmasını önerdim. Analistler için düzenlenen bu konferanstan sonra yayımlanan ilk finansal makalenin başlığı şuydu: “Taşınabilir bellek düşündüğünüzden çok daha önemli olacak.”

Yedi yıl ileriye, Western Digital’ın SanDisk’i satın almak için teklif verdiği 21 Ekim 2015’e gidelim. Şirket bu kez teklifi kabul etti. Rakam ne miydi? Hisse başına 86,50 dolardan, yani Samsung’un ilk teklifinin üç katından fazlaydı. SanDisk 19 milyar dolara satıldı. Eli Harari bir teknoloji öncüsü, ezber bozan ya da isyankâr görülen fikirlerin peşine düşen bir lider. Asiler genelde çoğunluktan ayrı durur, bu yüzden de eğer çok büyük şeyler başarmak istiyorlarsa ikna edici olmaları gerekir.

Amerikan Devrimi dönemine dönelim. Amerika’nın hikâyesi bir ikna hikâyesidir. Ocak 1776’da Thomas Paine sömürgecileri Amerika’nın bağımsızlığı için savaşmaya ikna etmek amacıyla Sağduyu adında bir kitapçık yayımladı. Paine karmaşık siyasi argümanları zamanın ortalama okuru –çiftçiler, tüccarlar, zanaatkârlar– için anlaşılır kılabilme yeteneğine sahipti.

Sömürgecilerin pek çoğu okuma yazma bilmediğinden bu kitapçığın sokak köşelerinde ve salonlarda yüksek sesle okunmasını dinlediler. Hatta George Washington birliklerinin moralini yükseltmek için bu kitapçığı okuttu. Paine bunu fark etmiş, görüşlerini takibi kolay ve duyması heyecan verici kılarak kulağa hitap eden biçimde yazmıştı. Sağduyu coşkulu ritmini büyük iknacıların yaygın kullandığı tekniklerden alır. Bunlardan bazıları şöyle:

Antitez (iki çelişen fikrin yan yana getirilmesi): “Toplum her haliyle bir nimettir ama Hükümet, en iyi halinde bile, zorunlu olarak kötüdür.”

Ön yineleme (peş peşe gelen cümlelerde ya da yan cümlelerin içinde aynı kelime ya da kelimelerin tekrarlanması): “Bu bir şehrin, bir ülkenin, bir eyaletin ya da bir krallığın değil, bir kıtanın meselesidir. Bu bir günün, bir yılın, bir çağın … değildir.”

Aliterasyon (bir gruptaki iki ya da daha fazla kelimede benzer sese sahip harflerin tekrarlanması): “Konunun savlardan silahlara havale edilmesiyle yeni bir siyaset sahası açıldı; yeni bir düşünme yöntemi sahneye çıktı.”

Paralellik (bir konuşmaya denge ve ritim ekleyerek, fikirlerin eşit derecede önemli olduğunu göstermek için bir cümlenin çeşitli kısımlarının benzer biçimde ifade edilmesi): “Temel gerçeklerden, net savlardan ve sağduyudan başka bir şey teklif etmiyorum.”

Paine savı yüce bir amaçla çerçeveleyerek –“Amerika’nın davası büyük ölçekte bütün insanlığın davasıdır”– yazdıklarını basit bir metinden bir özgürlük şiarına yükseltti. Onun ikna edici ilkelerdeki ustalığı devrimin başlamasını sağlayacak ve yıllar boyunca dünyanın her yanındaki bağımsızlık hareketlerine ilham kaynağı olacaktı. Paine, “Güneş daha önce hiç bu kadar büyük bir dava üstüne doğmamıştı,” diye yazdığında insanların neyin mümkün olduğuna dair düşüncesini değiştirdi. Kral ya da hükümdar olmayan insanlar tarihte ilk kez kendi kendilerini yönetebileceklerini, daha güçlü, daha büyük, daha zengin ordular karşısında özgürlüklerini güvence altına alabileceklerini düşündüler. Çok benzer biçimde, Kennedy’nin retoriği de insanları gerçekleşmesini asla hayal etmedikleri şeyleri yapmaya ikna etti. Ve Kennedy’nin vizyonundan ilham alan Harari kendi uzaya harekâtını yaratıp bağımsızlığı tehdit altında olduğunda silahlarına sıkı sıkıya sarıldı.

Bugün içinde yaşadığımız dünya tuğla üstüne tuğlayla değil, fikir üstüne fikir konarak inşa edildi. Sonraki bölümde bu fikirlerin neden dünyanın görüp göreceği en bereketli dönemlerin oluşmasını sağladığını ve fikirleri ikna edici biçimde aktarma becerisinin neden şimdi her zamankinden daha kıymetli olduğunu öğreneceksiniz.

“Bir insan ölebilir, uluslar yükselip çökebilir ama bir fikir yaşamaya devam eder,” demişti John F. Kennedy bir zamanlar. Fikirleriniz yaşamlarını sürdürmeyi hak ediyor. Onların yaşamaya devam etmesini sağlayalım.

2
Fikirler Savaşını Kazanmak

Daha fazla insanın aynı anda tarihe geçtiği, tarihi kaydedebildiği, tarihi halka yayabildiği ve tarihin gücünü artırabildiği böyle bir dönemi daha önce hiç görmedik.

– DOV SIEDMAN

Libratus gözlerini kapamak için güneş gözlüğü takmaz. Bir blöfünü yakalamak için rakibin beden diline dikkat etmez. Ama çok esaslı poker oynayabilir.

Libratus 2017’nin başındaki yirmi günlük bir yarışmada dört profesyonel poker oyuncusunu yenen bir bilgisayar algoritması. Bununla ilgili haberler distopik manşet seli yaratmıştı. Bir gazete bu olayın “insanlık için ezici bir yenilgi, yapay zekâ için çok büyük bir dönüm noktası” olduğunu duyurmuştu. Bu manşet kısmen doğru olsa da aslında abartılıydı. YZ programı pokerde gerçekten galip gelmiş ve bir makinenin ilk kez böyle bir şey yaptığını göstermişti. Ama onun galibiyeti insanlık için ezici bir yenilgiye işaret etmiyordu. Anlayacağınız, bilgisayarın haksız bir üstünlüğü vardı – insan yardımı almıştı.

Daha karmaşık poker varyasyonlarından biri olan Heads-up No-Limit Texas Hold’em’da 120 bin el oyundan sonra Libratus’un poker oyuncularının beklediğinden çok daha zorlu bir rakip olduğu ortaya çıkmıştı. Libratus pekiştirmeli öğrenme denen, belli bir sonucun ihtimallerinden yola çıkarak stratejik kararlar vermek için uç seviyede deneme-yanılma yöntemini kullanan bir YZ biçiminden faydalanıyordu. İnsan poker oyuncularıyla boy ölçüşebilmek için Libratus’un aylarca alıştırma yapması, kendine karşı trilyonlarca el poker oynaması ve belli durumlarda hangisinin işe yarayıp hangisinin yaramadığını anlamak için farklı stratejilerle rastgele deneyler yapması gerekmişti. Ama bu da yeterli olmamıştı. Profesyonel oyuncular bilgisayarın oyunundaki örüntüleri tespit edip bunlardan faydalandılar. Her akşamın sonunda, bu programın arkasındaki bilgisayar bilimcilerinin söz konusu örüntüleri tespit edip ortadan kaldıran başka bir algoritma kurması gerekmişti. Avantaj: insan.

 

Libratus’un oluşumuna katkı sağlayan Carnegie Mellon araştırmacılarından Noam Brown da, Libratus’un diğer oyuncuların blöf yapıp yapmadığını anlamak için onların beden dilini “okuyamayacağına” dikkat çekti. Bir makinenin sezgisi, hissedişi ya da duygusu yoktur. Belli görevlerde –kartları taramak, belli bir sonuç için ihtimalleri tartmak– üstündür. Libratus AI, standart bir masaüstü bilgisayardan 30 bin kat hızlı çalışan, maliyeti yaklaşık 10 milyon dolarlık devasa bir süperbilgisayara bağlı. Evet, Libratus matematiksel ihtimalleri tartma konusunda son derece hızlı. Ancak empati olmayınca Libratus sınırlı kalıyor. “Bir bilgisayarın yakın zamanda ödüllü bir roman yazabileceğini sanmıyorum,” demişti Brown.26

Libratus zorlu bir rakip ama ciddi bir engeli var. Empatiye sahip olmadığından insanların nasıl hissettiğini anlayamaz. Şampiyon bir poker oyuncusunu yenebilir ama hiçbir zaman beş yıldızlı bir lider olamaz ya da beş yıldızlı bir marka kuramaz. Libratus fikirler savaşında asla kazanamaz, çünkü orijinal bir fikir sahibi olacak ya da onu savunacak yeterliliği yok. Ama ikna sanatında ustalaşmış bir poker oyuncusu insanın elinde son kozu, hiçbir algoritmanın kopyalayamayacağı bir becerisi vardır.

İskambil oyunu kariyerine on altı yaşında başlamış eski poker şampiyonu olan Teksaslı Haseeb Qureshi’yle tanışalım. İlk senesinde 50 doları 100 bin dolar yaptı. İki yıl sonra milyonerdi. Qureshi on dokuz yaşına geldiğinde dünyanın en iyi No-Limit Texas Hold’em oyuncularından biri olarak görülüyordu. Ama poker Qureshi için anlamını kaybetmişti. Kendini yalnız ve mutsuz hissediyordu. Böylece poker yaşamını geride bırakıp San Francisco’da yeni baştan başladı.

Qureshi 2015’te seçkin bir Silikon Vadisi kodlama eğitim kampına kaydoldu. İşi hemen kaptı ve üç aylık programda iki ay geçirdikten sonra derslerden birini kendisi vermeye başladı. Qureshi çalıştı, kodlama yaptı ve haftada seksen saat ders verdi. Yine de iş piyasasındaki değeri hâlâ belirsizdi. Bir iş tanımına kolayca uymayan sıradışı bir geçmişi vardı. Ayrıca yirmi yaşındaydı ve on yaşından beri kodlama yapan yirmi yaşındaki kişilerle yarışıyordu. Kâğıt üstünde kaybeden bir eli vardı: Bir İngiliz edebiyatı diploması, profesyonel poker oyuncusu olduğu kısa bir dönem ve bir yıldan az kodlama deneyimi. Libratus olsa ona düşük bir başarı ihtimali tanırdı.

Beklendiği üzere Qureshi’nin özgeçmişi aradan sıyrılamadı. İlk olarak yirmi özgeçmiş gönderip yirmi ret cevabı aldı. Kâğıt üstünde bariz olarak akranlarından daha az dikkat çekiyordu. Kendinden şüphe duymaya başladı. Ben satılabilir değil miyim? diye düşündü. Sonunda, tavsiye ağının da desteğiyle Qureshi işyerlerinde yüz yüze görüşmeler için davetler almaya başladı. İlk şirket pas geçti. Qureshi bu reddi bir başarısızlık saymak yerine iş görüşmesi becerilerini iyileştirmek için bir fırsat olarak kullandı. Kodlamayı bir yılda öğrenebildiyse o zaman iletişim becerilerini iyileştirmeyi de öğrenebilirdi. Çalışmaları sonuç verdi. Ona yılda 105 bin dolarlık iş teklif eden ilk şirket Yelp’ti. Domino taşları düşmeye başladı. Başka iki şirket de Qureshi’ye 115 bin dolar teklif etti. Ardından rüyalarındaki şirketten, iş görüşmesinde harika performans sergilediği Google’dan teklif geldi. Onların teklif ettiği paketin yıllık değeri 162 bin dolardı. Uber ile Stripe da benzer tekliflerde bulundu. Yeni bir işe alımla ilgili dedikodular varsa Silikon Vadisi’nde haber hızlı yayılır. Airbnb çok iyi iş görüşmeleri yapan bu mühendisle ilgili duyumlar aldı ve sonunda onu arayıp 220 bin dolar teklif etti. Google karşı teklifte bulundu. Qureshi, Airbnb’nin maaş, işe giriş ikramiyesi ve ilk halka arz öncesi hisseden oluşan 250 bin dolarlık son paket teklifini kabul etti.

Kâğıt üstünde dikkat çekici olmayan bu kişiyi Silikon Vadisi’ndeki bir çılgınlığın öznesi yapan neydi? Bu, iş görüşmesiydi.

Haseeb bana, “İş görüşmesi bir beceri, hem de pek öyle gizemli değil,” dedi.27 “İlk soru neredeyse daima, ‘Hikâyeniz nedir’in bir versiyonu olur. Yanıtınız onların size bakışını ciddi biçimde etkileyecektir.”

Qureshi, işin temellerini bilmiyorsanız yazılım mühendisi pozisyonu için yapılan bir iş görüşmesini sırf karşı tarafı etkileyerek geçemeyeceğinizi söylüyor. Ama ilgi çekici hikâyeler kurabilen iletişimciler çok teknik işler için görüşmeler yaptıklarında bile rakiplerinden farklarını ortaya koyabilir. “Kendinizi hikâyedeki bir karakter gibi düşünün ve hikâyeyi giriş, gelişme, sonuç şeklinde kurun. Dönüm noktaları, karakterler ve anlaşılması kolay sebepler olmalı. Sizi ilginç gösteren renkleri korurken hikâyeyi de mümkün mertebe kısa tutun. ‘Karşılaştığınız zorlu bir sorunu ve onu nasıl çözdüğünüzü anlatır mısınız bize’ diye sorduklarında bir hikâye anlatın.” Qureshi anlatacağı hikâyeleri tekrar tekrar prova etti. Hikâyeyi anlatırken kendini kaydediyordu, arkadaşlarından geribildirim istedi. Kendi deneyimini teknik bir sorunla karşılaşan ve bu zorluğu kendini geliştirmek için kullanan bir karakter (kendisi) etrafında anlatmak için Kahramanın Yolculuğu’nu28 kılavuz edindi. İş görüşmelerinde “onu göz ardı edemeyecekleri” kadar iyi hale gelmek için çok çaba gösterdi.

İkna, teknik sorunları çözmekten çok daha fazlasını yaptıklarından yazılım mühendisleri için anahtar bir beceri. Qureshi’ye göre başarılı mühendisler “sosyal orkestra şefleri” gibi hareket eder. Her yazılım mühendisi, uygulamanın biraz daha farklı bir parçası üstüne çalışsa da iş arkadaşlarına son derece bağlıdır. Bir şef herkesi ahenk içinde tutar ve bir bütün olarak çalışmalarını sağlar. Bir görevi başarıyla yerine getirebilen mühendis iyi bir kariyerin keyfini sürebilir ama diğerlerini doğru yolda tutabilen mühendis bir lider olarak öne çıkacaktır. “Bir iş görüşmesinde sadece teknik sorunları çözebildiğinizi ama hiçbir iletişim becerinizin olmadığını gösterirseniz, iyi iletişim becerilerine ve gayet iyi teknik becerilere sahip birinden çok daha kötü bir aday olursunuz. İletişimin anahtarı empatidir. Bir iş görüşmesinde karşı tarafla bağ kurabilirseniz istediğinizi elde etme ve işinizde fark yaratabilme ihtimaliniz çok daha yüksek olur,” diyor Qureishi. “Yazılım mühendisliği alanında bile güçlü iletişim ve sunum becerilerine sahip kişiler genellikle en iyi teknik becerileri olanlara üstün gelir.”

Qureshi daha vasıflı ve deneyimli kodlama uzmanlarına karşı mücadele verdiğini itiraf ediyor. Ama Qureshi’ye teklifte bulunan yerler –Silikon Vadisi’nin en başarılı ve en kârlı şirketlerinin çoğu– gelecekte liderlik pozisyona yükselebilecek çalışanlar arıyordu. Büyük liderler, büyük fikirler ile bu fikirleri etkin biçimde yayma kabiliyetini bir araya getirir.

Qureshi gibi çalışanlara yüksek maaşlar ödemek için sıraya giren şirketler, çok başarılı olmanın yanı sıra yapay zekâ, makine öğrenmesi, bulut bilişim ve büyük veri –milyonlarca işçiyi yerinden etme tehdidi taşıyan trendler bunlar– alanlarında önde gelen kuruluşlar. Buna rağmen hepsinin de çağırdığı kişi Qureshi oldu. Çağırdılar çünkü fikirler dünyayı ileri taşır ve onların da iyi fikirlere sahip insanlara ihtiyacı var. Ancak tek başına fikirler yetmez. Bu fikirleri ikna edici biçimde satma becerisi, bireylere rekabet üstünlüğü sağlayan en önemli beceridir.

İLETIŞIM BECERILERI NOKSANLARI

Sam, Silikon Vadisi’ne silikon adını koyan bir şirket için çalışan, kariyerinin ortalarındaki bir uzman. Dünyadaki bilgisayarların, sunucuların ve cihazların pek çoğunu güçlendirmesiyle tanınan efsanevi Intel’de çalışıyor. Sam’in yaptığı iş, 1965’te ortaya atılan ve bilgisayar işlem gücünün her on sekiz ayda iki katına çıkacağını öngören ünlü Moore Yasası’nı ileri seviyeye taşıyor. Sam’in fark etmemiş olabileceği şey, işlem gücünde sağladığı her ilerlemeyle işyerindeki kendi değerini aşağı çektiğidir.

Intel’in Kaliforniya, Santa Clara’daki global merkezine yaptığım ziyaretlerin birinde bir başkan yardımcısı koridorda durdu, pencereden dışarı baktı ve bir toplantıya katılan Sam’i gösterdi.

“Şu adamı görüyor musunuz? Odadaki en zeki insan o. Bölümünün başına geçmeliydi ama yıllardır aynı pozisyonda takılıp kaldı.”

“Neden?” diye sordum.

“Berbat bir iletişimci. Esas konuya gelmesi çok uzun sürüyor. Net ve ikna edici bir sunum yapamıyor. İlham kaynağı olamıyor.”

“Az önce zeki olduğunu söylediniz. Neden onun liderlik pozisyonuna gelmesini istemiyorsunuz?”

“Günümüzde, ilham verdiğin takipçilerin yoksa liderlik edemezsin.”

On yıl boyunca teknoloji devriminin ön sıralarında yer aldım; şirketin ilk medya eğitimi ve iletişim becerileri danışmanı olarak doğrudan Intel’in kıdemli liderleriyle çalıştım. Sam gibi kişiler iletişimdeki başarısızlıklarının aslında ilerlemelerini engellediğini her zaman bilmezdi. Ama bu söylendiğinde pek çoğu da umursamazdı – işleri bir şey üretmekti, onu satmaksa başkalarının işiydi; gösterişli iletişimcilerin içerikten çok biçimi yücelttiğini düşünüyorlardı. Bu büyük bir talihsizlikti, çünkü sıyrılma şansları vardı ama egoları onları engelliyordu.

Intel’de ve Silikon Vadisi’nin başka ünlü şirketlerinde yaptığım çalışmalar sırasında, uzmanların şirkete kattıklarını sandığı değer ile kıdemli liderlerin beklediği beceriler arasında bir noksanlık – aslında bir uçurum– olduğunu görmeye başladım. Eskiden referanslarının ve deneyimlerinin yeterli olduğunu düşünen CEO’lar, mühendisler, uzmanlar ve müdürler kendilerini aniden marka ve ürünleri hakkında konuşmalarını gerektiren bir konumda buldu. Çok sayıda rakip, tüketiciler ve şirketin en üst yetenekleri için yarışmaya başladı. Yöneticiler, müdürler ve mühendisler rollerinin değiştiğini gördü. Başkalarına açıklama yapmaları, onları heyecanlandırmaları ve onlara ilham vermeleri bekleniyordu. Sunum becerilerinin niteliği şirket ve sektör içindeki değerlerini etkilemeye başladı.

Şirket yöneticileri için bu beceriler özellikle önemli. Bir araştırma on yıl boyunca 4400 CEO’yu inceledi.29 İş dünyası programlarında düzenli boy gösterenler ya da gazete yazılarında kendilerinden çokça bahsedilenler maaşlarında çok yüksek artışlar gördü. Böyle göz önünde olmaları ücretlerinin 210 bin dolara varan miktarlarda artmasını sağladı. Daha küçük firma CEO’ları için bu korelasyon daha da yüksekti; onlar artan görünürlükten daha fazla faydalandı. Bir şirketin stratejisini net şekilde söze dökme kabiliyeti ve bunu kamusal alanda yapmak artık çok kıymet verilen –ve ücret bakımından karşılığı yüksek olan– bir beceri.

20Ron Chernow, Alexander Hamilton (New York: Penguin Group, 2004), s. 56.
21a.g.e., s. 4.
22Andrew M. Carton, “I’m Not Mopping the Floor—I’m Putting a Man on the Moon: How NASA Leaders Enhanced the Meaningfulness of Work by Changing the Meaning of Work”, The Wharton School, University of Pennsylvania, Administrative Science Quarterly’de yayımlanacak makale, Nisan 2017’de yazara verildi.
23a.g.e.
24Bill Gates, “Accelerating Innovation With Leadership”, Gatesnotes, 6 Ekim 2016, https://www.gatesnotes.com/About-Bill-Gates/Accelerating-Innovation?WT.mc_id=10_06_2016_06_AcceleratingInnovation_BG-LI_&WT.tsrc=BGLI (erişim: 4 Nisan 2017).
25Eli Harari, SanDisk kurucu ortağı, yazarın 2008’te SanDisk’te çalıştığı sırada onunla yaptığı görüşmeden.
26Cade Metz, “Inside Liberatus, the Poker AI That Out-Bluffed the Best Humans”, Wired.com, 1 Şubat 2017, https://www.wired.com/2017/02/libratus/ (erişim: 10 Temmuz 2017).
27Haseeb Qureshi, Airbnb’de yazılım mühendisi, yazarla yaptığı görüşmeden, 22 Eylül 2016.
28Hero’s Journey: Daha önce psikolog Otto Rank ve antropolog Lord Raglan benzer konseptler önermiş olsalar da sonunda yazar Joseph Campbell’ın yaygınlaştırdığı bir kahraman efsanesi kalıbıdır. Monomit ya da kahramanın yolculuğu kabaca kahramanın yolculuğa çıkması, yolculukta başından olaylar geçmesi, çile çekmesi, ders çıkarması ve geri dönmesi şeklinde gerçekleşir. Campbell bunun on yedi aşamasını tanımlamışsa da bütün monomitlerin on yedi aşama içermesi şart değildir. (ç.n.)
29Phys.org, “New Research Finds CEOs Who Appear on CNBC Can See Their Pay Rise Over $200,000 Per Year”, Home, Other Sciences, Economics and Business, 12 Haziran 2017, https://phys.org/news/2017-06-ceos-cnbc-year.html (erişim: 18 Temmuz 2017).