Grimm Masalları

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

Örümcek ve Pire

Bir örümcek ile bir pire, evde birlikte oturuyorlarmış ve yumurta kabuğunda çaylarını demliyorlarmış. Bir gün örümcek çayı karıştırırken içine düşmüş ve haşlanmış. Bunun üzerine pire çığlık atmaya başlamış. Daha sonra kapı: “Neden çığlık atıyorsun, pire?” diye sormuş. “Küçük örümcek kendisini çay bardağında haşladı.” diye cevap vermiş pire.

Bunun üzerine kapı acılar içinde inler gibi gıcırdamaya başlamış. Köşede duran bir süpürge: “Neden gıcırdıyorsun, kapı?” diye sormuş.

“Nasıl gıcırdamayayım?” diye cevaplamış kapı. “Küçük örümcek kendisini haşlamış ve pire de ağlıyor!”

Derken süpürge canhıraş bir hâlde etrafı süpürmeye başlamış ki bir anda küçük bir el arabası gelip nedenini sormuş: “Nasıl süpürmeyeyim ki?” diye cevap vermiş süpürge.

 
Küçük örümcek kendisini haşlamış,
Pire ağlıyor,
Küçük kapı da acı ile gıcırdıyor.
 

Bunun üzerine küçük el arabası: “O zaman ben de koşacağım.” demiş ve tezek yığınını hızlıca geçerek koşmaya başlamış. Tezek yığını: “Neden koşuyorsun, küçük el arabası?” diye bağırmış. “Çünkü…” diye cevaplamış el arabası.

 
Küçük örümcek kendisini haşlamış,
Pire ağlıyor,
Küçük kapı acı içinde gıcırdıyor
Ve süpürge etrafı süpürüyor.
 

“O zaman…” demiş tezek yığını. “Ben de cayır cayır yanacağım.”

Derken tezeklerin yanında bir ağaç yetişmiş ve: “Küçük tezek yığını, neden yanıyorsun?” diye sormuş. “Çünkü…” diye cevaplamış tezek yığını.

 
Küçük örümcek kendisini haşlamış,
Pire ağlıyor,
Küçük kapı acı içinde gıcırdıyor,
Süpürge etrafı süpürüyor
Ve küçük el arabası koşturup duruyor.
 

Bunun üzerine ağaç: “O hâlde ben de sallanacağım!” diye bağırmış ve tüm yaprakları düşene kadar sallanmaya devam etmiş. Bir su sürahisiyle geçen küçük bir kız, ağacı sallanırken görmüş ve: “Neden sallanıyorsun, küçük ağaç?” diye sormuş. “Nasıl sallanmayayım ki?” demiş ağaç.

 
Küçük örümcek kendisini haşlamış,
Pire ağlıyor,
Küçük kapı acı içinde gıcırdıyor,
Süpürge etrafı süpürüyor,
Küçük el arabası koşturup duruyor
Ve tezek yığını yanıyor.
 

Sonra küçük kız: “Madem öyle, ben de sürahimi kıracağım.” demiş ve yere atıp onu kırmış.

Suyu çektiği derecik: “Neden sürahini kırıyorsun, küçük kız?” diye sormuş. “Neden kırmayayım ki?” diye cevaplamış küçük kız.

 
Küçük örümcek kendisini haşlamış,
Pire ağlıyor,
Küçük kapı acı içinde gıcırdıyor,
Süpürge etrafı süpürüyor,
Küçük el arabası koşturup duruyor,
Tezek yığını yanıyor
Ve küçük ağaç sallanarak yapraklarını döküyor. “Şimdi sıra
bende!”
 

“Ah, o zaman…” demiş derecik. “Ben de akmaya başlayayım.”

Akmış da akmış, aktıkça büyümüş de büyümüş ve sonunda küçük kızı, küçük ağacı, tezek yığınını, el arabasını, süpürgeyi, kapıyı, pireyi ve en sonunda da örümceği yutmuş.

Kurt ve Yedi Küçük Oğlak

Bir zamanlar yedi küçük yavrusu olan yaşlı bir keçi varmış ve bütün yavrularını büyük bir aşkla seviyormuş. Bir gün ormana gidip biraz yiyecek bulup getirmek istemiş. Dolayısıyla yedisini de çağırmış ve demiş ki: “Sevgili yavrularım, ormana gitmeliyim; kurda karşı tetikte olun eğer içeri girerse hepinizi -derinizi, saçınızı, her şeyi- bir çırpıda yer. Hain, genellikle kılık değiştirir fakat kart sesi ve siyah ayaklarından onu hemen tanırsınız.”

Çocuklar demiş ki: “Sevgili annemiz, kendimize iyi bakarız biz; endişelenmeden gidebilirsin.”

Daha sonra yaşlı keçi melemiş ve gönül rahatlığıyla yoluna gitmiş. Çok geçmeden biri evin kapısını vurmaya başlamış ve bağırmış: “Kapıyı açın, sevgili çocuklar, anneniz geldi ve her birinize bir şeyler getirdi.”

Fakat yavrular, kart sesinden bunun kurt olduğunu anlamışlar. “Kapıyı açmayacağız.” diye bağırmışlar. “Sen annemiz değilsin. Onun yumuşak ve hoş bir sesi var fakat senin sesin kart, sen kurtsun!”

Bunun üzerine kurt bir dükkâna gitmiş, büyük bir parça tebeşir almış, onu yemiş ve sesini onunla yumuşatmış. Sonra geri gelmiş, evin kapısını çalmış ve bağırmış: “Kapıyı açın, sevgili çocuklar, anneniz geldi ve her birinize bir şeyler getirdi.”

Fakat kurt, kara pençelerini pencereye uzatmış olduğundan çocuklar bunları görüp bağırmış: “Kapıyı açmayacağız, annemizin seninki gibi kara ayakları yok! Sen kurtsun!”

Sonra kurt bir fırına koşmuş ve demiş ki: “Ayaklarımı acıttım, üzerine biraz hamur sür.”

Fırın ustası ayaklarına hamur sürünce değirmenciye gitmiş ve demiş ki: “Ayaklarımın üzerine biraz beyaz un serp.”

Değirmenci: “Kurt, birini kandırmak istiyor.” diye düşünerek reddetmiş. Fakat kurt demiş ki: “Eğer bunu yapmazsan seni bir çırpıda yerim.”

Değirmenci korkmuş ve kurdun pençelerini beyazlatmış.

Alçak kurt üçüncü kez evin kapısına gitmiş ve kapıyı çalıp demiş ki: “Kapıyı açın, sevgili çocuklar, anneniz geldi ve ormandan her birinize bir şeyler getirdi.”

Küçük çocuklar: “Eğer sevgili küçük annemizsen bize ilk olarak pençelerini göster.” diye bağırmışlar. Pençelerini pencereye koymuş ve çocuklar beyaz olduklarını görünce söylediği her şeyin doğru olduğuna inanmış ve kapıyı açmışlar. Fakat gelen, kurttan başkası değilmiş!

Yavrular dehşete kapılarak saklanmak istemişler. Biri masanın altına fırlamış, ikincisi yatağın içine, üçüncüsü sobaya, dördüncüsü mutfağa, beşincisi dolaba, altıncısı bulaşık tasına ve yedincisi saatin içine. Fakat kurt hepsini bulmuş, hiç merhamet göstermeden birbiri ardına hepsini yutmuş. Tek bulamadığı yavru, saatin içindeki en küçük olanıymış. Kurt iştahını bastırınca inzivaya çekilmiş, yeşil çayırlardaki bir ağacın altına uzanıp uyumaya başlamış.

Kısa süre sonra anne keçi, ormandan eve dönmüş. Bir de ne görsün! Evin kapısı sonuna kadar açıkmış. Masa, sandalyeler ve koltuklar altüst olmuş, bulaşık tası parçalara ayrılmış, kilim ve yastıklar yataktan çekilmiş. Çocuklarını aramış fakat hiçbir yerde bulamamış. Tek tek isimlerini bağırmış fakat hiçbiri cevap vermemiş. Sonunda yumuşak bir ses bağırmış: “Sevgili anne, saat kutusunun içindeyim.”

Anne, evladını dışarı çıkartınca o da annesine kurdun geldiğini ve diğerlerinin hepsini yediğini anlatmış. Annenin zavallı çocukları için nasıl gözyaşı akıttığını tahmin edebilirsiniz. Nihayet büyük acı içinde dışarı çıkmış ve en küçük yavru da onunla koşmuş. Çayıra geldiklerinde kurdu, ağacın yanında uzanır hâlde bulmuşlar. O kadar yüksek sesle horluyormuş ki dallar sallanıyormuş. Her köşeden ona bakınca karnında bir şeylerin hareket ettiğini görünüyormuş. “Ah, Tanrı aşkına!” demiş. “Akşam yemeği niyetine midesine indirdiği zavallı çocuklarımın hâlâ hayatta olması mümkün mü?”


Sonra yavru eve koşup makas, iğne ve iplik getirmiş. Keçi, canavarın karnına güç bela bir kesik atabilmiş ki küçük bir yavru kafasını dışarı uzatmış. Daha da kestiğinde altısı birden, canlı canlı dışarı fırlamışlar. Canavar, büyük bir açgözlülükle onları bütün olarak yuttuğundan herhangi bir şekilde yaralanmamışlar da. Öyle mutlu bir anmış ki bu! Sonra yavrular sevgili annelerini kucaklamışlar.

Anneleri demiş ki: “Şimdi gidin ve birkaç büyük taş bulun, hain hayvan uyurken midesini taşlarla dolduracağız.”

Bunun üzerine yedi yavru, hızlıca çevredeki taşları toplayıp kurdun midesini alabildiğine taşla doldurmuşlar; anneleri, hiçbir şeyin farkına varmasın ve bir daha asla canlanmasın diye aceleyle onun midesini tekrar dikmiş. Kurt, sonunda uykusundan uyanınca ayaklarının üzerine basmış ama midesindeki taşlar onu o kadar susatmış ki bir kuyuya gidip su içmek istemiş. Fakat yürümeye ve hareket etmeye başlayınca midesindeki taşlar birbirine çarpmış ve şakırdamış. Sonra kurt:

 
Midem sanki taşla doldu,
Takır tukur çarpa çarpa,
Yediğim altı yavru,
Nasıl da dönüştü taşa! diye bağırmış.
 

Kuyuya varınca suya doğru eğilmiş ve tam su içmek üzereyken, ağır taşlar onun dengesini kaybederek suya düşmesine neden olmuş. Hiç yardım eden de olmayınca sefil bir şekilde boğulmuş. Yedi yavru bunu görünce koşarak oraya gelmişler ve yüksek sesle: “Kurt öldü! Kurt öldü!” diye bağırarak, anneleriyle dans ederek eğlenmişler.

Kurt ve Tilki

Bir zamanlar bir kurt ile bir tilki birlikte yaşıyorlarmış. Zayıf olan tilki tüm zor işleri yapmak zorundaymış. Bu durum da onu arkadaşından ayrılması için tetikliyormuş. Bir gün, çalılığın yanından geçerken kurt demiş ki: “Kızıl tilki, bana yiyecek bir şeyler getir yoksa seni yerim.”

Tilki: “Bir çift körpe kuzunun olduğu bir yer biliyorum, istersen gidip bir tanesini getiririz.” demiş. Bu, kurdun hoşuna gitmiş. Beraber yola koyumuşlar. Tilki, kuzulardan bir tanesini çalıp kurda getirmiş ve sonra arkadaşının yemesi için bırakıp gitmiş.

Bununla yetinmeyen kurt, diğer kuzuyu da gidip almak istemiş. Çok hantal olan yaşlı kuzu onu görmüş ve bağırmaya başlamış. Öyle acı melemiş ki çiftlik halkı koşarak ne olduğunu görmeye gelmiş. Orada kurdu bulunca onu acımasızca dövmüşler. Kurt, uluyarak ve topallayarak tilkiye dönmüş: “Aynı senin yaptığın gibi ben de diğer kuzuyu almaya gittim fakat çiftçiler beni buldu ve neredeyse öldürüyorlardı.” demiş.

“Neden bu kadar açgözlüsün ki?” demiş tilki.

Ertesi gün yine tarlaya gitmişler. “Kızıl tilki!” demiş kurt. “Çabuk bana yiyecek bir şey getir yoksa seni yerim!”

“Peki.” diye cevap vermiş tilki. “Kadınların bu akşam gözleme yapacağı bir çiftlik biliyorum, gidelim ve birazcık alalım.”

Birlikte çiftliğe gitmişler ve tilki evin etrafında fır dönmüş. O kadar uzun süre dikizleyip koklamış ki sonunda yemeğin nerede olduğunu bulmuş ve sessizce altı gözlemeyi kaparak kurda götürmüş.

 

“İşte sana yiyecek bir şeyler.” demiş ve sonra uzaklaşmış. Kurt, kısa zaman içinde altı gözlemeyi yutmuş ve demiş ki: “Birazcık daha olsa hayır demem.”

Kendisi gidip de tabağı raftan aşağı çektiğinde bin parçaya bölünen tabak, öyle bir gürültü çıkartmış ki çiftçinin karısı durumu fark etmiş. Kurdu gören kadının çığlığı üzerine herkes kaptığı sopa ve silahlarla oraya gelmiş. Sonunda kurt, güç bela hayatını kurtarmış ancak öyle berbat bir dayak yemiş ki tilkinin olduğu çalılığa topallaya topallaya, zorlukla gelebilmiş.

“Beni sürüklediğin kötülüğe de bak.” demiş kurt, tilkiyi görünce. “Çiftçiler beni yakaladı ve neredeyse derimi yüzüyorlardı.”

“İyi de neden bu kadar açgözlüsün ki?” diye karşılık vermiş tilki.

Bir süre sonra kurt, neredeyse güçlükle topalladığı hâlde: “Kızıl tilki, bana yiyecek bir şeyler getir yoksa seni yerim!” demiş.

“Peki.” demiş tilki. “Kasaplık yapan bir adam biliyorum. Tüm eti kilerinde, tuzlanmış bir şekilde bekletiyor. Gidip onu alalım.”

“Tamam.” demiş kurt. “Seninle geleceğim ama eğer bir şey olursa paçayı kurtarmama yardım etmelisin.”

Tilki önde kurt arkada yürümüş, sonunda bolca etin bulunduğu kilere gelmişler. Kurt, etlere hemen açgözlülükle saldırmış, kendi kendisine: “Burada acele etmenin gereği yok.” diye mırıldanırken. Tilki, o yemeğini yerken kurdun hâlâ içeri girdikleri delikten geçebilecek kadar zayıf olup olmadığını anlamak için sık sık gidiyor, deliğe bakıp geliyormuş.

“Arkadaşım tilki.” demiş kurt. “Neden bu kadar huzursuzsun ve neden böyle sebepsiz koşup duruyorsun, lütfen söyle bana.”

“Olur da biri gelirse diye, dışarıyı gözetliyorum.” cevabını vermiş kurnaz tilki. Ardından tilki, kurda: “Gel artık, yeterince yedin.” demiş. Kurt ise: “Hiçbir yere gitmiyorum. Burayı boşaltmadan gitmek aptallık olur!” diye cevap vermiş.

Bu arada tilkinin koşuşturduğunu duyan çiftçi, ne olup bittiğini görmek için kilere gelmiş. Tilki, adamı görür görmez bir hoplayışta delikten kaçarak ormana doğru gitmiş. Kurt, tilkinin peşinden gitmeye çalıştıysa da açgözlülüğünden o kadar şişmiş ki deliğe sıkışıp kalmış. Kasap da sopasıyla onu, oracıkta öldürmüş. Tilki güvenli bir şekilde ormana ilerlerken açgözlü, yaşlı kurttan kurtulmanın sevincini yaşıyormuş.

Kurt ve Adam

Tilkinin biri, bir gün kurtla insanlar hakkında konuşuyormuş. “Hiçbir hayvan…” demiş. “İnsana karşı koyamaz. Onlara karşı durmak için kurnaz olmak gerek.”

Kurt ise: “Ola ki bir insan görürsem hemen ona saldırırım.” demiş. Tilki de böyle bir durumda ona yardım edeceğini söylemiş. “Yarın erkenden bana gel, sana nasıl olduğunu göstereceğim!” diye ilave etmiş tilki.

Tilki, erken uyanan kurdu ormanda her gün bir avcının geçtiği yola götürmüş. İlk önce eski, yaşlı bir asker gelmiş. “Bu bir insan mı?” diye sormuş kurt. “Hayır.” diye cevaplamış tilki. “Bir insandı.”

Sonra okul yolunda küçük bir erkek çocuğu belirmiş. Kurt yine: “Bu bir insan mı?” diye sormuş. “Hayır, insan olacak.” diye cevap vermiş tilki.

Sonunda sırtında silahı ve yanında av bıçağı ile bir avcı görünmüş. Tilki, kurda: “Bak! Bir insan geliyor. Ona saldırabilirsin ancak ben deliğime kaçacağım!” demiş.

Kurt, kendisini görünce: “Hay aksi! Tüfeğimde mermi yok!” diyen adama hiç düşünmeden saldırmış. Avcı, silahını kurdun yüzüne ateşlemiş. Kurt yüzünü ekşitmiş fakat öyle kolay kolay korkmamış ve tekrar saldırmış. Sonra avcı ona ikinci kez ateş etmiş. Yara almayan kurt, avcıya yeniden saldırmış. Adam, parlak avcı bıçağını çıkarmış ve kurda koca bir kesik atmış. Kurt, kanlar içinde tilkiye koşmuş.

“Peki, kurt kardeş.” demiş tilki. “İnsanla anlaşabildiniz mi?”

“Ne yazık ki!” demiş kurt. “İnsanın böylesine güçlü olabileceğini hiç düşünmemiştim. İlk önce omuzundan bir sopa çıkardı ve üfledi, korkunç şekilde gıdıklayan bir şey yüzüme çarptı, sonra tekrar ona üflediğinde tıpkı bir dolu gibi gözlerime ve burnuma geldi. Sonra vücudundan parlak bir kaburga çıkardı ve beni ölüden beter hâle getirinceye kadar bana salladı.”

“İşte görüyorsun.” demiş tilki. “Ne çok böbürleniyordun. Bak, sonunda baltayı yanlış taşa vurdun!”

Kurt Gossip ve Tilki

Dişi kurt, bir yavru doğurmuş ve tilkiden vaftiz babası olmasını istemiş. “Ne de olsa yakın akrabalarımızdan biri.” demiş. “Algısı iyi ve pek de yetenekli, küçük oğluma ders verebilir ve büyüdüğünde ona yardım edebilir.”

Tilki de oldukça dürüst davranmış ve demiş ki: “Değerli Bayan Gossip, bana bahşettiğiniz bu onurdan dolayı teşekkür ederim; ben de öyle şeyler yapacağım ki karşılığını alacaksınız.”

Tilki, törenden sonra: “Sevgili Bayan Gossip, çocuğa bakmak bizim görevimiz; onu güçlü kılacak, iyi şeyler yemesini sağlamalıyız. Gidip lezzetli bir parça et alıp getirebileceğimiz bir ağıl biliyorum.” demiş. Kurt memnun olmuş ve tilkiyle çiftliğe doğru yola koyulmuş. Tilki uzaktan ağılı göstermiş ve: “Sen görünmeden oraya sürünerek girebilirsin, bu arada ben de bir tavuk kapıp kapamayacağımı görmek için diğer tarafa bakacağım.” demiş ancak söylediğini yapmak yerine, ormanın girişinde oturup dinlenmiş.

Dişi kurt ağıla doğru sürünmüş. Orada, yerde yatan köpek öyle bir gürültü koparmış ki çiftçiler koşarak gelmişler ve Kurt Gossip’i yakalayıp güçlü, yakıcı bir karışımı tepesinden dökmüşler. Sonunda kurt, zar zor kaçmış.

Tilki yakınıyormuş gibi davranarak orada uzanıyormuş ve demiş ki: “Ah Sevgili Bayan Gossip! Ne kadar da hastalandım, çiftçiler bana saldırdı ve tüm bacaklarım kırıldı; olduğum yerde kalıp, çürüyüp gitmemi istemiyorsan beni alıp götürmelisin.”

Kendisi güç bela yürüyen dişi kurt, tilki için endişelendiğinden onu sırtına alıp yavaş yavaş da olsa sağ salim eve taşımış. Sonra tilki, kurda: “Elveda Bayan Gossip, dilerim yanıkların acımıyordur.” diye alaycı bir şekilde gülerek koşa koşa uzaklaşmış.

Kırmızı Başlıklı Kız

Bir zamanlar herkes tarafından çok sevilen, tatlı mı tatlı, küçük bir kız varmış. Annesi, kızına kırmızı kadifeden bir başlık dikince kız, başka bir şey giymez olmuş; bu yüzden de insanlar ona Kırmızı Başlıklı Kız demişler.

Bir gün annesi ona: “Gel Kırmızı Başlıklı Kız, bu kekleri ve şurup şişesini büyükannene götür; zayıf düşmüş ve hasta. Bunlar ona iyi gelecek. Acele et ve iyice sıcak bastırmadan yola koyul, sakın koşma yoksa düşüp şurup şişesini kırarsın ve büyükannene içebileceği bir şurup kalmaz. Odasına girince ‘günaydın’ demeyi unutma.” demiş.

“Sen merak etme anneciğim.” demiş Kırmızı Başlıklı Kız ve yola koyulmuş. Büyükannesi ormanda, köyden yarım saatlik bir yürüme mesafesi uzaklıkta yaşıyormuş. Kırmızı Başlıklı Kız, ormana varınca kurtla karşılaşmış fakat kurdun ne kadar kötü bir hayvan olduğunu bilmediği için korkmamış.

Kurt: “İyi günler, Kırmızı Başlıklı Kız.” demiş.

“Çok teşekkürler, kurt.” diye cevaplamış Kırmızı Başlıklı Kız.

“Bu kadar erken saatte nereye gidiyorsun Kırmızı Başlıklı Kız?”

“Büyükanneme.”

“Önlüğünün altında ne taşıyorsun?”

“Kek ve şurup; büyükannem çok bitkin ve hasta. Bunlar ona iyi gelecek, onu güçlendirecek.”

“Büyükannen nerede yaşıyor Kırmızı Başlıklı Kız?”

“Buraya on beş dakikalık yürüme mesafesinde; evi, üç meşe ağacının altında. Fındık ağacı çalılıklarından, orayı biliyor olabilirsin.” demiş Kırmızı Başlıklı Kız.

Kurt kendi kendine düşünmüş: “Bu saf küçük kız, lezzetli bir lokma olabilir; mutlaka tadı da yaşlı olandan daha iyidir; bir şekilde ikisini de kandırıp yemenin bir yolunu bulmalıyım.”

Kurt, bir süre Kırmızı Başlıklı Kız’a eşlik ettikten sonra demiş ki: “Kırmızı Başlıklı Kız! Etrafındaki şu güzel çiçeklere bir bak, kuşların şarkısını dinlediğini hiç sanmıyorum, okula doğru yürüyormuş gibi yanlarından geçip gidiyorsun. Oysa bunlar, bu ormanın enfes sesleridir.”

Kırmızı Başlıklı Kız etrafına bir bakınca ağaçların üzerinden oraya buraya vuran güneş ışınlarını ve her yerde açan muhteşem çiçekleri görmüş, kendi kendine: “Küçük bir çiçek demetini büyükanneme götürsem çok memnun olur. Hem zaten şu an çok erken, nasıl olsa oraya hemen varırım.” diye düşünmüş ve çiçek toplayarak ormanda koşuşturmaya başlamış.



Bir tane kopardıktan sonra ötede çok daha güzelini görünce ormanın derinliklerine doğru, gitgide uzaklaşmış. Meğer kurt, doğruca büyükannenin evine gitmiş ve kapıyı çalmış. “Kim o?” diye bağırmış büyükanne.

“Kırmızı Başlıklı Kız!” diye cevap vermiş kurt. “Sana biraz kek ve şurup getirdim. Lütfen kapıyı aç.”

“Mandalı kaldır.” diye bağırmış büyükanne. “Kalkacak dermanım yok.”

Kurt, mandalı kaldırmış ve kapı sonuna kadar açılmış. İçeri girer girmez büyükanneye saldırmış ve tek bir kelime dahi etmeden onu yemiş. Sonra onun kıyafetlerini giyip, şapkasını takıp yatağa uzanmış ve yorganı üstüne çekmiş. Kırmızı Başlıklı Kız tüm bu süre zarfında çiçeklerin peşinden koşturuyormuş, artık taşıyamayacak kadar çok çiçek topladığında büyükannesini hatırlamış ve ona gitmek üzere yola koyulmuş. Kapıyı açık bulunca çok şaşırmış. İçeri girdiğinde tuhaf bir şey hissetmiş ve kendi kendisine: “Aman Allah’ım, ne kadar da huzursuzum. Oysa bu sabah büyükanneme geleceğim için çok mutluydum!” diye düşünmüş.

Kız: “Günaydın!” demiş ama cevap alamamış. Sonra yatağa doğru gitmiş ve yorganı çekmiş. Büyükannesi orada, şapkası gözlerinin üzerine düşmüş hâlde uzanıyormuş. Oldukça da tuhaf görünüyormuş.

“Ooo büyükanne, ne büyük kulakların var!” demiş, Kırmızı Başlıklı Kız.

“Seni daha iyi duyabilmek için.” diye cevap vermiş kurt.

“Ooo büyükanne, ne büyük gözlerin var!” dediğinde ise: “Seni daha iyi görebilmek için.” demiş.

Bu sefer Kırmızı Başlıklı Kız: “Ooo büyükanne, ne büyük ellerin var!” diye şaşırmış.

Kurt da: “Seni daha iyi tutabilmek için.” diye karşılık vermiş.

“Ama büyükanne, ne kadar da kocaman bir ağzın var!” der demez kurt: “Seni daha iyi yiyebilmek için!” diyerek yataktan atlamış ve zavallı Kırmızı Başlıklı Kız’ı bir çırpıda yutmuş. Sonra kurt; açlığını yatıştırmış bir şekilde yatağa geri uzanmış, uyumuş ve yüksek sesle horlamaya başlamış. Avcının biri evin yanından geçerken kurdu duymuş ve: “Yaşlı kadın ne biçim horluyor! Bir şey mi oldu acaba, gidip de bir bakayım.” demiş kendi kendisine.

Sonra avcı içeri girmiş, yatağa doğru yürümüş ve kurdun orada yattığını görmüş. “Nihayet buldum seni! Seni yaşlı rezil!” demiş. “Uzun zamandır seni arıyordum.”

Ardından kurdun, büyükanneyi bir bütün olarak yuttuğunu ve hâlen kurtarılabileceğini düşünerek ateş etmemiş, bir makas alıp kurdun vücudunu kesmeye başlamış. Birkaç kesik atınca Kırmızı Başlıklı Kız’ı görmüş ve birkaç kesik daha sonra kız dışarı fırlamış, bağırmış: “Aman Allah’ım, öyle çok korktum ki! Kurdun midesi çok karanlık!”

Sonra da büyükanne çıkmış. Kırmızı Başlıklı Kız gitmiş, birkaç büyük taş getirip kurdun midesini doldurmuş. Böylelikle kurt uyanıp da telaşla hareket edince midesindeki taşlar ağırlık yapıp, onun boğulup ölmesine sebep olacakmış.

Üçü de pek mutluymuş. Avcı, kurdun derisini yüzmüş ve eve getirmiş. Büyükanne kekleri yemiş, şurubu içmiş ve tekrar kendine gelmiş. Kırmızı Başlıklı Kız da kendi kendine, bir daha asla tek başına ormanda dolaşmayacağına ve annesinin sözünden çıkmayacağına söz vermiş.

Birkaç gün sonra Kırmızı Başlıklı Kız yine büyükannesine kek götürüyormuş, başka bir kurt onunla konuşmaya başlamış ve patikadan ayrılması için onu kandırmaya çalışmış fakat kız, yoluna devam etmiş ve büyükannesine kurtla nasıl karşılaştığını, ona iyi günler dilediğini, ana yolda yürüyor olmasa onu yiyebilecek kadar kötü gözlerle baktığını anlatmış.

“Gel.” demiş büyükanne. “Kapıyı kapatalım da içeri girmesin.”

Çok geçmeden kurt gelmiş, kapıyı çalmış ve: “Kapıyı aç büyükanne, sana kek getirdim, ben Kırmızı Başlıklı Kız!” diye bağırmış. Fakat büyükanne ve kız, kapıyı açmadan hareketsizce beklemişler.



Kurt da Kırmızı Başlıklı Kız evden çıkana kadar beklemek için çatıya çıkmış. Kız çıkınca üzerine yay gibi fırlamayı ve karanlıkta onu bir çırpıda yemeyi planlıyormuş. Fakat büyükanne kurdun planını anlamış. Evin önünde kocaman taş bir yalak varmış. Büyükanne, çocuğa: “Kırmızı Başlıklı Kız; git ve dün içinde sosis haşladığım kabı al, sosislerin kaynadığı suyu getir, yalağa dök.”

Kırmızı Başlıklı Kız büyük yalak dolana kadar büyükannesinin dediğini yapmış. Sosislerin kokusu kurdun burnuna varınca kurt, kokuyu içine çekmiş ve etrafına bakmak için boynunu öyle bir uzatmış ki dengesini kaybedip çatıdan kayarak doğruca büyük yalağın içine düşmüş ve boğulmuş. Kırmızı Başlıklı Kız da neşe içinde evine gitmiş.