Kahramanların cep aynası

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

KAHRAMAN

Okuyucuya

Eşsiz olmanızı ne kadar da istiyorum! Ufacık bir kitapla bir dev yaratmak istiyorum. Sözün kısası ölümsüz eylemleri yazmak istiyorum. Sizi olası en harika insan, bir mükemmeliyet mucizesi, eylemlerinizle bir kral yapmak istiyorum, doğuştan bir kral olmasanız bile.



Seneca ihtiyatlı bir insan yarattı, Ezop ise kurnaz. Homeros bir savaşçı yarattı, Aristo ise filozof. Tacitus devlet adamı, Castiglione ise saray mensubu yarattı.



Bu muhteşem üstatlardan seçtiğim kısımları da kullanarak bir kahraman, evrensel bir dâhi tasarlamayı amaçladım. Bu yüzden diğerlerinin camından ve benim hassas doğamdan oluşan bu cepaynasını yaptım. Bu ayna size bazen keyif verecek; bazen de akıl verecek ve yol gösterecek. Bu aynada olduğunuz ya da olmanız gereken insanı tanıyacaksınız.



Bu kitap ne devlet işleri ne de iktisat üzerine yazıldı. Bu kitap bir kendini yönetme politikası, mükemmeliyete doğru yelken açan bir pusula, ve aklıselimin yalnızca birkaç kuralını kullanarak fark yaratma sanatı üzerine.



Ben öz yazıyorum ki siz çok şey anlayın. Kelimelerim kısa çünkü konu uzun. Sizi alıkoymayayım; böyle devam edin.



Derinliğinizi Saklayın

Öğüt verme sanatımızdaki ilk beceriniz bu olsun; bir durumu ölçüp tartmak için bu beceriyi kullanın. Bu stratejiyi kullanırsanız insanlar sizi anlar ama kavrayamaz, beklentileri karşılarsınız ama tamamen tatmin etmezsiniz. Daha fazlasını vaat edersiniz. En iyi eylemler daha da iyilerini arzulatır.



Saygı görmek istiyorsanız kimsenin derinliğinizi anlamasına izin vermeyin. Nehirler ancak geçitleri bulunana kadar nefes keser. İnsanlar da ancak yeteneklerinin sınırları keşfedilene kadar saygı görür. İhtiyatla saklanan derinlikler itibarınızı korur.



Keşif hâkimiyet sağlamak demektir; zaferin bir kişiden diğerine geçmesine neden olur. Kavrayan, hâkim olan ve kendini saklayan kişi asla başını eğmez.



Bazı oyunlarda gücünü ilk elde ortaya koymamak daha iyidir. Her bir denemede biraz daha ileri gidilir. Yavaş yavaş yükselerek rakip şaşırtılır.



Büyük kişilerin ortaya sonsuz görünecek bahisler koyması yerinde olur. Bu kural bize o kadar büyük olmasak bile en azından öyle görünmeyi öğretir.



Yunan Bilgesinin

1

1


  Midillili Pittacus (M.Ö. 650-570) Yedi Yunan Bilgesinden biridir.



 bu sert paradoksunu alkışlayalım: “Yarım bütünden büyüktür.” Gördüğümüz bir yarım ve saklanan bir yarım, tamamını gördüğümüz bir bütünden daha büyüktür.



Tüm stratejilerde olduğu gibi bunda da üstün bir beceri gösterenlerden biri, Yeni Dünya’nın ilk ve Aragon’un son kralı, kahraman hükümdarların en muhteşemi II. Fernando’dur.

2

2


  Aragonlu Fernando ve Kastilyalı İsabella’nın hükümdarlığındaki İspanya, Yeni Dünya’yı fethetmiştir.



 II. Fernando dönemin krallarını ele geçirdiği yeni krallıklardan çok, her gün biraz daha parlayan entelektüel yetenekleriyle merakta bırakmıştır.



Peki bu parlak ihtiyat merkezi en çok kimi etkilemiştir? Zevcesini ve ondan sonra da saraydaki kahinleri. Kahinler onun zihninden geçenleri güç anlar, düşüncelerini okumak uğruna uykusuz kalır, değerini anlamak için can atarlardı.



Kral nasıl da akıllıca onlara teslim olup kontrolü ele geçirdi. Nasıl da tedbiri elden bırakmadan onların tahmin etmelerine izin verdi.



Ey şöhret ve yücelik adayları, mükemmellik için bu ilk stratejiyi benimseyin. Siz, hiçbiriniz derinliğinizi hissettirmeyin. Bu strateji sayesinde ortalama olan daha çok, daha çok olan sonsuz, sonsuz olan ise daha da çok görünecek.



Niyetinizi Belli Etmeyin

Sanatımız, size yalnızca yeteneklerinizin sınırlarını gizlemeyi öğretseydi eksik kalırdı. Aynı zamanda duygularınızın şiddetini saklamayı da öğretmesi gerekiyor…



Saklı tutulan kaynaklar başarı getiriyorsa niyetinizi belli etmemek, amaçlarınızı mühürlenmiş gibi gizlemek size kati bir egemenlik sağlayacaktır. Başkalarına irade gücünüzdeki açıkları gösterirseniz, itibarınız alenen ve hunharca bir ölümü tadacaktır.



İlk önce bu açıkları kapatmaya, sonra da saklamaya çabalamalısınız. İlk çabanız daha çok cesaret, ikincisiyse daha çok kurnazlık gerektirir.



İradenizdeki açıklara teslim olursanız, bir insan değil mahluk olursunuz; bunları dizginlerseniz en azından görünüşte itibarınızı ayakta tutarsınız.



Başkalarının iradesine nüfuz etmek üstün bir yeteneğin göstergesidir. İnsanın kendi iradesini nasıl saklayacağını bilmesi de onu üstün kılar.



Birinin duygularını keşfetmek o kişinin yetenek kalesinde bir gedik açmaya benzer. Siyasi komplocular bu açıklıktan içeri sızarak çoğunlukla zafer kazanırlar. Birinin arzularını keşfettiğinizde o kişinin iradesine giriş ve çıkış yollarını öğrenmiş olursunuz. Sonra günün her saati istediğiniz gibi girer çıkarsınız buraya.



Eski çağlarda Paganlar, Büyük İskender’in yaptığı kahramanlıklarının yarısını, hatta çok daha azını yapanları tanrı ilan ediyordu. İskender’e şan şöhret verdiler ama tanrı ilan etmediler. Dünyada o kadar toprak fetheden İskender cennetten bir parça fethedemedi. Bu kadar bolluğun içinde neden bu kadar az şey elde edebildi?



İskender şanlı zaferlerini öfkesiyle, kabalığıyla gölgede bıraktı; sıklıkla duygularına yenik düşerek zaferleriyle çelişti. Bir prens mirasını, yani itibarını kaybettikten sonra dünyayı fethetse ne çıkar?



Mükemmellik, rotasını Scylla’nın

3

3


  Yunan mitolojisinde, Sicilya ve İtalya arasındaki Messina Boğazı’nın durgun tarafında yaşayan korkunç bir canavar.



 öfkesiyle Charybdis’in

4

4


  Yunan mitolojisinde bir deniz canavarıdır. Zeus bir gün Charybdis’i büyük bir girdaba dönüştürmüştür.



 arzu girdabı arasında çizer. Bu yüzden mükemmel insanlar arzularına hükmetmeye uğraşırlar ya da en azından bu arzuların üstünü öyle bir ustalıkla örterler ki hiçbir karşıt strateji onların itibarının şifrelerini çözemez.



Bu strateji, yani niyetini belli etmemek, insanlara anlamayı ve anlaşılmamayı öğretir. Kişinin açıklarını saklayarak dikkatsizlik yapılması için pusuda bekleyenleri yanıltır. Zayıf noktaları bulmak için başkalarının karanlığına ihtiyaç duyan vaşakları şaşırtır.



Mısır kraliçelerinin kıskanılacak hiçbir yanı olmadığını gören Katolik Amazon Kastilyalı İsabella bu işin inceliğini çok iyi biliyordu. Doğum yapacağı zaman sarayın en karanlık odasına gitti. Yaradılıştan ona bahşedilen yüceliğiyle sancılı iç çekişlerini gizledi, asilce sineye çekti. Yüzüne gölgeden bir duvak örterek tüm acı ifadelerini gizledi. İtibarının mevzubahis olduğu konularda kim bilir ne kadar daha endişe etmişti!



Kardinal Madruzzo

5

5


  Cristoforo Madruzzo (1512-1578) İspanyol Kralı II. Felipe döneminde Milano yöneticisiydi.



 bir zamanlar, “Aptal, aptalca işlere girişip bitiremeyen değil, bu işleri bastıramayandır,” demiş.



Sessizliğini koruyabilen herkes bu stratejiyi benimseyebilir. Doğal bir eğilimle başlayan bu strateji sanatımızla gelişir ve en azından görünüşte tanrısal bir niteliğe dönüşür.



Bir Kahramanın En Büyük Hüneri

Harika bir bütün için harika parçalar gerekir. Bir kahramanı tasarlarken de harika niteliklere ihtiyaç vardır.



Tutkulu insanlar önceliği her zaman anlayışa, tüm harikalığın başlangıç noktasına verir. Bu insanlar anlayışın artısı olmadan herhangi harika birini idrak edemedikleri gibi, harika olmayan ama anlayışı mükemmel kimseleri de tanıyamazlar.



Dünyanın görebildiğimiz kısmının en iyi unsuru insan, insanlığın içindeki en iyi unsur ise anlayış. Dolayısıyla onunla kazanılan zaferler en tepelerde yer alıyor.



Bu mühim hüner iki diğer unsurla uyum içindedir: Muhakemenin derinliği ve zekânın yüceliği. Bu unsurlar bir araya geldiğinde bir deha doğar…



Muhakeme ihtiyatın tahtıdır, zekâysa nüktenin gök kubbesi. Hangisinin hangi oranda tercih edileceği en iyi kişisel zevkin yargıç olduğu bir mahkemede tartışılabilir. Ben, “Oğlum, Tanrı iyi olanı anlamanı sağlasın,” diye dua eden kadına katılıyorum.



Cesaret, zindelik, hazırcevaplık ve nükte, güneşe ya da şimşeğe benzer; kutsal bir parıltıdır. Her kahramanda zekâ fazlalığı vardır.



İskender’in sözleri yaptığı işlerin şaşaasını anlatıyordu. Sezar ise hem düşünürken hem hareket ederken hızlıydı…



Nüktenin ani çıkışları ne kadar yararlıysa iradeninkiler bir o kadar fecidir. Nükte sizi harikalık mertebesine taşıyacak kanattır. Çoğu insan bunları kullanarak toz dumanın içinden tırmanıp muhteşem gün ışığına erişmiştir.

 



Bir Osmanlı padişahı bir keresinde balkonundan bir şehir meydanına (haşmetlinin hapishanesi, adabın prangası) değil de kalabalık bir bahçeye seslenme lütfunda bulunmuş. Bir kâğıdı okumaya başlamış. Rüzgâr, ya eğlenmek için ya da kendi büyüklüğünü padişaha hatırlatmak için kâğıdı uçurup bir ağaca bırakmış. Padişahın yaverleri rüzgârı da kendilerini de aşarak dalkavukluk kanatlarını takıp bir merdivene tırmanmışlar. Yaverlerden biri, icatların sakisi, havada kestirme yoldan gitmiş. Diğerleri hâlâ aşağı inerken o, zıplamış, uçmuş, yükselmiş, alçalmış. Hiç umulmadık yüksekliklere çıkmış, bundan etkilenen ve gururu okşanan padişah da bu dalkavuğa divanda önemli bir yer vermiş. Ruhun hazırcevaplığıyla insan, kendine ait bir krallığı olmasa da başka birininkinin hükmünü sürebilir. Açıkgözlülük de hünerleriniz içindeki jokerdir. Herhangi bir hünerle birleştiğinde şöhretin çanları çalar. Temellerinizi derinlere sağlam attığınızda sizi en tepelere taşır.



Bir kralın en sıradan sözlerinde bile nükte baş tacıdır. Hükümdarların en büyük hazineleri çoğunlukla yok olur gider ama sözleri şanın mücevher kutularında saklı tutulur.



Söz bazen kılıçtan keskindir. Birçok şampiyona koca bir koğuşunki kadar zırh verileceğine, tek bir nükteli söz verilse daha iyidir.



Bilgelerin kralı ve kralların en bilgesi, onu en çok sınayan olayı, iki fahişenin çocuklarıyla ilgili davayı

6

6


  İncil 3:16-28, Süleyman, meşhur çözümü olan bebeği ikiye kesmeyi önerir.



 atlattıktan sonra ününü çok uzaklara duyurdu. Adalet de kıvrak zekâyla yerine getirilir.



Nükte, barbarların davalarında bile güneş gibi parlıyor, ve Süleyman’ın zekâsının hızı Osmanlılarınkiyle yarışıyor. Bir zamanlar bir Yahudi, borcunun faizi olarak 30 gram Hıristiyan eti teklif etmiş. Bu iddiasını Osmanlıların önünde ne şiddetle sunduysa, Tanrıya da bir o kadar şiddetle inanmazmış. Yüce yargıç bir terazi getirilmesini emretmiş. Süleyman bir gram az ya da fazla keserse adamı ölümle cezalandıracağını söylemiş. Tereyağından kıl çekercesine tartışmanın önünü kesmiş, dünyaya hazırcevaplık ve kıvrak zekânın bir mucizesini göstermiş.



Hazırcevaplık en büyük şüphelerin alametidir, muammaların gizemidir, labirentlerde bir dizi altın gibidir, ve kendini en iyi şekilde göstermek için bir aslan gibi zor duruma düşmeyi bekler.



Fakat nasıl bazı insanlar servetlerini aptalca harcıyorsa, bazıları da nükteleri böyle harcar. Büyük avlardan çekinirler, babasız şahinler gibi. Ama önemsiz kurbanları görünce kartal kesilirler. Sert sözler söyler, insanları yererler. Zalim zekâların kanla yoğrulduğunu düşünürsek, bu insanların hammaddesi zehirdir. Bunların içinde doğa kanunları bozulmuştur. Yumuşak nükteler bunları devirir, yerin dibine sokar, ortak öfkenin derinliklerine teslim eder.



Şimdiye kadar doğanın lütufları vardı, bundan sonra sanatımızın mükemmelliği olacak. Doğa kıvrak zekâyı doğurur, sanat ise onu büyütür. Bazen başkalarının tuzuyla olur bu, bazen de çalışma ve gözlem gerekir.



Nükteli sözler, başkalarının eylemleri, yetenekli olan herkesin kalbine keskin zekâ tohumları eker. Anlayış, bu tohumları filizlendirir, çoğaltarak hazırcevap bolluğu yaratır ve nükte hasat edilir.



İyi muhakeme için ise savunma gerekmez. O, gün gibi ortadadır.



Krallarınki Gibi Bir Kalp

Filozoflar kafalarını, hatipler dillerini çok iyi kullanır. Atletlerin son çizgiye ulaşırken göğüsleri, askerlerin kolları, ulakların ayakları, hamalların kolları çok güçlüdür. Kralların en güçlü yanı ise kalpleridir, der, kutsal yazınları bazı takım elbiseli adamlar tarafından akla karşı kullanılan Platon.



Kalp geride kalacaksa anlayışın hemen öne atılmasının ne anlamı var ki? Beğenilen süslü şeyler insanı tatlı tatlı kandırır ve bazen kalp bu süslü kavramlara ışık tutmakta zorlanır.



İncelikli akıl yürütme genellikle neticesiz kalır, çok hassas uygulandığında da zayıf düşer.



Büyük bir amaç arkasında büyük etkiler, kocaman kalpler de arkasında olağanüstü işler bırakır. Dev kalpli birinin evlatları da devasadır. Bu kalp kendi boyutunda işlerle uğraşır, birinci derecede önemli konuları ele alır.



İskender’in adı gibi kalbi de büyüktü. Kalbinin yalnızca bir köşesi tüm dünyayı içine alırdı da içine altı dünya daha sığardı.



Kralların en büyüğü ise ya her şey ya hiçbir şey diye düşünen Sezar’dı.



Kalp bahtın midesi gibidir; tüm aşırılıkları aynı rahatlık ve cesaretle sindirip alır. Büyük bir midede büyük lokmalara yer vardır. Yapmacıklar bu mideyi bozmaz, nankörlükler bu mideyi ekşitmez. Cüceyi doyurup şişiren yemek bir devi aç bırakır.



Bir yiğitlik mucizesi Döfen VII. Charles, Fransız kralı olan babasıyla İngiliz kralının, Paris Parlamentosu’ndan zorla bir karar geçirdiğini öğrenir. Karara göre Charles’ın tahta geçmesine izin verilmeyecektir. Gözü pek Charles, karara itiraz edip bir üst mevkiye taşıyacağını açıklar. “Hangi üst mevki?” diye sorarlar. “O üst mevki kalbimin yüceliği ve kılıcımın sivri ucudur,” der. Dediğini de yapar.



Neredeyse ölümsüz olan elmas, insanı günden güne tüketen şirpençelerle uğraşan birinde, risk ve tehlike dolu yüce bir kalpteki kadar gururla parlamaz.



Zamanımızın Akhilleus’u sayılan Savoy Dükü Charles Emmanuel, yalnızca dört askeriyle dört yüz kişilik düşman askerinin üstesinden gelmiş ve “büyük tehlike anlarında yanınızdaki hiç kimse büyük bir kalbin yerini tutamaz,” diyerek tüm dünyanın hayranlığını kazanmıştır.



Gönlün yüceliği, eksik olan diğer her şeyin yerine geçer. Zorluklarla ilk karşılaşan da ilk zaferi kazanan da hep yüce gönüller olur.



Bir keresinde Arap Kralı’na, bir savaşçıyı memnun edecek derecede nadide bir eğri Şam kılıcı takdim edilmiş. Kralın yaverleri, kılıcı yalnızca kibar olmak adına değil, aklı başında nedenlerle övmüşler. Hem nezaketi hem de sanatı elden bırakmayan yaverler, kılıcın biraz daha uzun olsaydı “çelikten bir şimşek” olabileceğini söyleyecek kadar ileri gitmişler. Kral, görüşünü almak için prensi çağırtmış. Çağırdığı prens Jacob Almanzor

7

7


  Gracián muhtemelen burada Erek Savaşı’nda Kastilya Kralı VIII. Alfonso’yu yenen Ebû Yûsuf Yakub el-Mansûr’u (ö.1199) kastetmektedir.



 olduğundan, kralın aldığı görüş de ona göre olmuş. Kılıca bakıp bir şehre eşdeğer bir kılıç olduğunu söylemiş; bir prense yakışır bir övgü. Kral kılıcın bir yerinde bir noksanlık olup olmadığını sormuş, prens de “her şeyin fazlası var” diye cevap vermiş. “Ama Prens’im, buradaki herkes kılıcı çok kısa buldu.” Eliyle kendi kılıcına uzanan prens “Yürekli bir erkek hiçbir kılıcı kısa bulmaz. Bir adım ileri gittiğinde kılıç yeterince uzun hâle gelir. Çeliğin noksanlığını cesaret kapatır.”



Hakaretten önce gösterilen yüce gönüllülük, bu hediyeyi zaferin göstergesi defne yapraklarıyla taçlandırır. Yüce gönüllerin asaletinin doruk noktasıdır bu. Hadrianus

8

8


  Roma imparatoru, İtalica’da doğdu (bugünün Sevilla yakınlarında), M.S 117-138 yıllarında hükümdarlık yaptı.



 düşmanları alt etmenin nadir görülen ve muhteşem bir şeklini göstermiş. En kötü düşmanlarından birinin başına dikilip “Elimden kaçmışsın anlaşılan…” demiş.



Sıradışı Zevk

Gerçek yetenekleri memnun etmek asla kolay değildir. Zevk de en az zekâ kadar geliştirilmeli ve olgunlaştırılmalıdır. Bunların ikisi de göze çarpacak duruma geldiğinde, aynı rahimde büyümüş yetenek ikizleri mükemmelliğin ortak vârisleri gibi görünürler.



Görkemli bir zekânın sahibi asla düşük zevkler beslemez.



Bazı yetkinlikler güneş, bazıları ışık gibidir. Kartal güneşle oynaşırken kanatlı küçük bir solucan mum ışığında kaybolabilir. Birinin yeteneğinin derinliğini ölçmek için ne kadar yüksek zevk sahibi olduğuna bakın.



İyi zevk sahibi olmak iyiyse, değerini yükseltmek daha da iyidir. Zevk, bir insandan diğer bir insana iletişimle aktarılır. Zevkiyle göze çarpan insanlarla karşılaşırsak şanslıyız demektir.



Çoğu insan mutluluğu (ödünç alınmış bir tür saadet), arzulanan şeye sahip olmak ve onun tadını çıkarmak olarak görür. Bu insanlar diğer herkesi mutsuz görür. Ama onların gördükleri de onlar hakkında aynı şeyi düşünür. Yani dünyanın yarısı sürekli birbiriyle alay eder ve aptallık hüküm sürer.



Eleştirel, memnun etmesi zor bir zevkin olması iyi bir özelliktir. En cesur kişiler bunun korkusuyla yaşarlar ve en sağlam yetkinlikler bunun karşısında tir tir titrer.



İtibar değerlidir, yalnızca ihtiyatlı olanlar itibarlı bir şekilde pazarlık etmeyi bilir. Alkışlarınızı idareli kullanırsanız cömert ve zengin görünürsünüz. Ama itibarınızı saçıp savurursanız karşılığında aşağılanmayı hak edersiniz.



Cehalet bazen hayranlıkla karıştırılır. İkincisi, nesnelerin kusursuzluğundan çok bizim muhakememizin kusurundan doğar. Birinci derecede önemli sayılacak kusursuzluklar eşsiz olanlardır. O yüzden alkışınızı sonraya saklayın!



Krallara yaraşır derecede zevk sahibi bir kral da İspanyol Felipe’lerin en bilgesi II. Felipe’ydi. Felipe mucizevi nesnelere o kadar alışkındı ki, yalnızca bu türde en harika olandan zevk alırdı.



Portekizli bir tüccar ona yeryüzünden bir yıldız (yani doğudan gelen bir elmas) vermiş. Bir zenginlik örneği, şaşırtıcı bir ihtişam. Ve herkes Felipe’nin hayranlık, en azından bir ilgi belirtisi göstermesini beklerken, yalnızca küçümsemeyle karşılaşmışlar. Bunun nedeni, büyük hükümdarın gereğinden fazla ciddi ya da kaba olması değil, onun gibi sanat ve doğa mucizelerine alışkın, zevk sahibi birinin böyle amiyane bir şekilde şaşırtılamayacak olmasıymış. O harika tüccar için ne kadar zor bir an olsa gerek.



“Majesteleri”, demiş tüccar. “Güneşin bu değerli torununa yetmiş bin duka altın verdim. Bunun için kimseyi kırmak gerekmez.”



“Neyi düşünerek o kadar para verdin?” diye sormuş Felipe.



“Efendim, şunu düşündüm,” demiş tüccar. “Dünyada da bunun gibi bir tek II. Felipe var.”



Kral, taşın değerinden çok bu sözlerden hoşlanmış. Elmasın parasının ödenmesini ve adamın cevabı için ödüllendirilmesini emretmiş. Zevkinin üstünlüğünü hem bedel hem de ödül olarak göstermiş.



Bazıları bolca övgünün insanı küçük düşürdüğünü düşünür. Bence aşırı övgü iyi muhakeme eksikliğinin göstergesidir. Bir şeyi çok fazla öven insan ya kendisiyle ya da karşısındakilerle dalga geçiyordur. Neden bir cüceye dev ayakkabısı verelim ki? Önce ölçmek gerek!



Dünya, Alba Dükü Fernando Álvarez de Toledo’nun yaptığı güzel eylemlerle dolu. Tüm dünyayı ele geçirmiş olsa da zevkini tamamen tatmin edememiş. Neden diye soranlara, kırk yıllık zafer süresince tüm Avrupa savaş alanıyken, zamanının en iyi savaş zırhlarını ganimetine katmışken bunların hiçbirinin bir anlamının olmadığını söylemiş. Çünkü zaferin şansa ya da sayılara değil gerçekten yeteneğe bağlı olduğu, hizaya getireceği gücün onun deneyimini ve cesaretini, itibarın yeni boyutlarına taşıyacağı durumlarda bile Türk ordusunu asla yenememiş. Bir kahramanın zevklerini ancak bu tatmin edebilirdi.



Bu strateji, yani övgüyü idareli kullanmak, sizi asla düzeyli bir insandan alaycı ve dalgacı, kendini tanrı gibi gören bir kişiye dönüştürmemeli. Çekilmez bir bozukluk olur bu. Bu strateji sizi, en değerli şeyi doğru gösteren bir sensör haline getirmeli. Bazıları muhakemesini iradesine köle yapar, günle gecenin düzenini yerle bir eder. Her şeye asıl değerini verin, zevki de rüşvetle elde etmeyin.



Yalnızca büyük deneyimlerle desteklenmiş büyük bilgi birikimleri mükemmelliği takdir edebilir. Sağduyulu insanlar kolaylıkla karar veremedikleri yerlerde hemen öne atılmasınlar. Geride dursunlar ki başkalarının zenginliğini övenler kendi fakirliklerini ortaya döksün.



En İyi Olduğunuz Alanda Saygınlık

Yalnızca Yaradan her türlü yetkinlikle kuşatılmıştır. Çünkü O yetkinliğini başkalarından almaz, yetkinliğinin sınırı yoktur.



Bazı iyi özellikler bize göklerden bahşedilmiştir, bazılarıysa çabayla elde edilir. Üstünlük kazanmak için bu ikisine de ihtiyacınız var. Göklerden gelen lütuflar son bulduğunda, çabanızla elde ettiğiniz yeteneklerle bunların yerini doldurun. Bahsettiğim ilk yetenekler lütuftur, ve bunlar takdire şayan çabanın ürünüdür. Asaletleri de bir o kadar fazladır.

 



Bireyler için çok az şey gerekirken evrensel insanlar için fazlası gerekir. Bu insanlar o kadar nadidedir ki onları kavrayabiliriz ama genellikle gerçeklikleri inkar edilir.



Tekil bazen çoğul, bir insan bazen çok insan olabilir. Bir sınıfın tamamını bir şeyde ya da bir insanda özetlemek eşsizliğin en yoğun hâlidir.



Her sanat ya da uğraş itibarı hak etmez. Her şeyi bilmek eleştirilmenize zemin hazırlamaz ama her şeyi

deneyimlerseniz

isminiz kötülenir.



İspanya Kralı II. Felipe, Makedonya Kralı II. Filip’ten ne kadar da farklıydı. İlki, her alanda ilk yalnızca isminde ikinci olan Felipe, dairesinde şarkı söylediği için oğlunu azarlamış. Diğer kral ise oğlu İskender’den Olimpiyat Oyunlarına katılmasını istemiş. Biri ihtiyatla endişe duyarken, diğeri büyüklüğü yüzünden hataya düşmüş. İskender Olimpiyat koşusu için ne kadar tereddüt duyuyorsa babasına cevap vermeye de bir o kadar hazırmış. Yarışacağı rakipleri de krallar olacaksa “belki, belki katılabilirim” demiş.



Genellikle en rahat ve eğlenceli şeyler hiç de kahramanca olmaz.



Gerçekten mükemmel bir insan, kendini herhangi bir yetkinlikle kısıtlamamalıdır. Aksine, sonsuz hırslarla takdire şayan bir evrenselliği arzulamalıdır. Kişinin uğraşı ne kadar önemliyse birikimi de o kadar yoğun olur.



Bir şeyleri yüzeysel olarak bilmek yetmez, basit bir iştir bu. Bu şekilde öğrettikleriniz için övülmek yerine gevezeliğiniz yüzünden eleştirilirsiniz.



Bazı şeyler imkânsızdır. Her konuda saygınlık kazanmak da bir o kadar imkânsızdır. Bunun nedeni hırsınızın tükenmesi değil, gayretin ve hatta hayatın sona ermesidir. Kişi icra ettiği işi yapa yapa öğrenir, yetkinleşir. Her güzel şeyi elde etmek zaman alır. Ama bir şeyle çok uzun süre meşgul olursak o konudaki zevkimizi yitiririz.



Birçok vasat nitelik bir araya gelse bile yüceliğe tek bir kırat ekleyemez, ama üstünlük sağlamak için saygınlık tek başına yeterli olur.



Herhangi bir işte saygınlık kazanmamış bir kahraman olmamıştır. Yüceliğin özünde vardır bu. Uğraşın ne kadar büyükse aldığın alkış o kadar büyük olur.



Biri sırf top koşturuyor diye övgü toplayabiliyorsa, insan kılıç, kalem, sopa, asa ve taçla neler yapar?



Hakkında “kaptanlar için Kastilya, krallar için Aragon gibi”

9

9


  Aragon’da (İspanya’nın kuzeydoğusu) doğup büyüyen Gracián’ın çok sevdiği bir İspanyol deyişi.



<a href="javascript:ShowPopupNote('idm1398846381

To koniec darmowego fragmentu. Czy chcesz czytać dalej?

Inne książki tego autora