Sherlock Holmes Baskerville’lerin Tazısı Bütün Maceraları 6

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

O korkunç ölümünden yaklaşık üç hafta önce evine gittiğimi çok iyi hatırlıyorum. Tesadüfen malikânenin kapısında duruyordu. Arabadan inip ona yaklaştım; gözlerinin omzumun üzerinden bir yere sabitlendiğini fark ettim. Çok korkmuş bir yüz ifadesi vardı. Hemen dönüp baktığımda çok büyük, siyah, danaya benzer bir şeyi, yolun başından geçerken sadece bir anlığına görebilmiştim. O kadar heyecanlanmış ve dehşete kapılmıştı ki hayvanı gördüğümüz noktaya gidip onu aramak zorunda kalmıştım. Ancak hayvan ortalıkta görünmüyordu. Onun, bu olaydan çok derinden etkilendiğini görebiliyordum. Bütün geceyi onunla geçirdim. O akşam bana neden dehşete kapıldığını anlattı. Size biraz önce okuduğum hikâyeyi bana vererek saklamamı istedi. Bu olayı size anlatıyorum çünkü daha sonra başına gelen trajedide önem kazandığına inanıyorum. Tabii o sıralarda, her şeyi fazlasıyla abarttığına ve heyecanlanması için hiçbir haklı nedeninin olmadığına inanıyordum.

Tavsiyem üzerine Sör Charles Londra’ya gitmeye karar verdi. Kalbinin bu durumdan etkilendiğini biliyordum. Nedeni asılsız da olsa sürekli endişe içindeydi ve tabii bunun da onun sağlığını çok derinden etkileyeceği kesindi. Birkaç aylığına da olsa bizim buralardan uzaklaşarak dikkatini dağıtmasının onu bambaşka bir insan yapacağını düşünmüştüm. Onun sağlık durumundan çok endişelenen ortak arkadaşımız Bay Stapleton da aynı görüşü paylaşıyordu. Fakat maalesef son anda bu felaketin haberini aldık.

Sör Charles’ın öldüğü gece, onu bulan Kâhya Barrymore, beni getirmesi için Seyis Perkins’i göndermişti. Geç saatlere kadar oturduğum için Baskerville Malikânesi’ne bir saat içinde ulaşabilmiştim. Soruşturmada öne sürülen bütün gerçekleri kontrol ettim ve onayladım. Patikadaki ayak izlerini takip ettim ve bozkırın girişinde biraz durduğunu fark ettim. Yumuşak zeminin üzerinde Barrymore’unkilerden farklı ayak izlerinin olmadığını gördüm. Sonra ben gelene kadar kimsenin dokunmadığı cesedi incelemeye başladım. Sör Charles yüzüstü yatıyordu, kolları iki yana açılmış, parmakları da toprağa gömülmüştü. Yüzü o kadar çarpılmıştı ki neredeyse tanınmayacak hâldeydi. Kesinlikle fiziksel bir darp almamıştı. Ancak Barrymore, soruşturmada yanlış bir bilgi vermişti. Cesedin etrafında hiç iz olmadığını söylemişti. O görmemişti belki ama ben gördüm. Biraz uzaktaydı, yeni oluşmuştu ve gayet netti.”

“Ayak izleri miydi?”

“Ayak izleriydi.”

“Bir erkeğin mi yoksa kadının mı?”

Dr. Mortimer bir an için her ikimize de tuhaf tuhaf baktı ve cevap verirken sesi neredeyse bir fısıltıya dönüştü:

“Bay Holmes, onlar dev bir tazının ayak izleriydi!”

3. BÖLÜM
Problem

Bu sözleri duyduğumda irkildiğimi itiraf etmeliyim. Doktorun da derinden etkilendiği, ses tonundan anlaşılıyordu. Holmes heyecan içinde öne doğru eğildi; bir şeyle çok ilgilendiğinde gözlerinde oluşan o pırıltıyı çok iyi görebiliyordum.

“Bunları gözlerinizle gördünüz mü?”

“Sizi nasıl görüyorsam öyle.”

“Kimseye bir şey söylemediniz mi?”

“Ne işe yarayacaktı ki?”

“Nasıl oldu da başkası görmedi?”

“İzler yirmi yarda kadar cesedin uzağındaydı ve hiç kimse onlarla ilgilenmedi. Bu efsaneyi bilmeseydim herhâlde benim de pek ilgimi çekmezdi.”

“Arazide çok fazla çoban köpeği bulunur mu?”

“Şüphesiz. Ama bu bir çoban köpeği değildi.”

“Büyük olduğunu söylemiştiniz.”

“Dev gibiydi.”

“Ama cesede yaklaşmamıştı, değil mi?”

“Evet.”

“Nasıl bir geceydi?”

“Nemli ve soğuk.”

“Yağmur yağıyor muydu?”

“Hayır.”

“Patika nasıl bir yer?”

“İki yanında sıra sıra porsuk ağaçları var; on iki fit yükseklikte. Ağaçlar çok sık olduğu için aralarından geçmek imkânsızdır. Ortadaki yol sekiz fit genişliğindedir.”

“Ağaçlardan ve yoldan başka bir şey var mı?”

“Evet, her iki tarafta yaklaşık altı fit genişliğinde çim alan var.”

“Anladığım kadarıyla patikaya sadece bir kapıdan giriliyor.”

“Evet, bozkıra açılan kanatlı bir kapıdan.”

“Başka açıklık var mı?”

“Hayır.”

“Demek ki bu yola girmek için ya evden gelinecek ya da kapıdan geçilecek, doğru mu?”

“Yolun uzak ucundaki bir yazlık evden de geçiş var.”

“Sör Charles buraya kadar gelebilmiş mi?”

“Hayır, evin yaklaşık elli yarda gerisinde yatıyordu.”

“Şimdi söyleyin bana Dr. Mortimer ve burası çok önemli; gördüğünüz izler çimlerin mi yoksa yolun mu üzerindeydi?”

“Çimlerin üzerinde iz yoktu, zaten çimde görülemezdi.”

“Yolun kapıyla aynı tarafında mı kalıyor çimenler?”

“Evet, kapı gibi, onlar da yolun kenarında.”

“Bu çok ilginç. Dikkat edilmesi gereken bir nokta daha, kapı kapalı mıydı?”

“Kapalıydı ve asma kilitle sürgülüydü.”

“Yüksekliği ne kadar?”

“Yaklaşık dört fit.”

“Bu durumda isteyen herkes bunun üzerinden atlayabilir.”

“Evet.”

“Kapının yanında nasıl izler gördünüz?”

“Belli bir şey yoktu.”

“Aman Tanrı’m! Orayı kimse incelemedi mi?”

“Evet, bizzat ben inceledim.”

“Hiçbir şey bulamadınız mı?”

“Her şey çok karmaşıktı. Belli ki Sör Charles orada beş, bilemediniz on dakika kadar durmuş.”

“Bunu nereden çıkardınız.”

“Çünkü iki parça puro külü vardı yerde.”

“Mükemmel! İşte bu da bizim izimizden gelen iyi bir meslektaş Watson. Ya izler?”

“Yerde sadece kendi ayak izleri vardı. Farklı izler göremedim.”

Sherlock Holmes artık iyice sabırsızlanmıştı. Eliyle dizine vurdu.

“Ah! Keşke orada olabilseydim!” diye bağırdı, “Belli ki çok olağanüstü bir davaya benziyor ve bir uzman için birçok fırsat ortaya koyuyor. O kumlu yolun üzerinde okuyabileceğim birçok iz vardı. Yağmur hepsini silmiştir ve yol, meraklı köylülerin takunyalarının izleriyle dolmuştur. Ah Dr. Mortimer, Dr. Mortimer, beni daha önce çağırmayışınıza o kadar hayıflanıyorum ki! Bu yüzden birçok soruma cevap vermek zorunda kalacaksınız.”

“Meseleyi bütün dünyaya duyurmadan sizi çağıramazdım Bay Holmes ve böyle davranmamın nedenlerini size zaten söylemiş bulunuyorum. Ayrıca, ayrıca…”

“Neden susuyorsunuz?”

“En deneyimli dedektiflerin bile çaresiz kaldığı durumlar vardır.”

“Olağanüstü güçlerden mi söz ediyorsunuz?”

“Tam olarak öyle bir şey demedim.”

“Ama belli ki böyle düşünüyorsunuz.”

“Bu trajedi yaşandığından beri Bay Holmes, doğanın kurulu düzeniyle bağdaştırılamayacak bazı şeyler kulağıma çalındı.”

“Ne gibi?”

“Bu korkunç olaylar olmadan önce birkaç kişi, bu Baskerville şeytanına benzer bir yaratığı bozkırlarda görmüş. Gördüğümüz, bildiğimiz hiçbir hayvana benzemiyormuş. Büyük bir yaratık olduğu ve parlak, ürkütücü, hayalet gibi bir şeye benzediği konusunda hepsi hemfikir. Bu adamların hepsini sorguya çektim. Bir tanesi dikbaşlı bir köylü, biri nalbant, diğeri ise bozkırda çiftçilikle uğraşıyor. Hepsi bu korkunç hayaletle ilgili aynı şeyleri söylüyor ve tanımlamaları, efsanede geçen o zebaniye çok benziyor. Sizi temin ederim ki korku, o bölgede herkese musallat olmuş durumda ve gecenin karanlığında bozkırlardan geçecek adam bayağı cesur olmalı.”

“Peki, siz eğitim görmüş bir bilim adamı olarak bu olayın doğaüstü güçlerle bir ilgisi olduğuna inanıyor musunuz?”

“Neye inanacağımı bilemiyorum…”

Holmes omuzlarını silkti. “Şimdiye dek bütün araştırmalarım dünyevi olaylarla uğraşmaktan ibaretti. Pek çok kez kötülükle savaştım ama şeytanın kendisiyle dövüşmek, belki de boyumu aşan bir vazifedir. Bununla birlikte ayak izlerinin somut olduğunu kabul etmelisiniz.”

“Söz konusu tazı, bir adamın boğazını deşecek kadar somut zaten. Fakat aynı zamanda şeytan da…”

“Görüyorum da doğaüstü güçlere bayağı inanıyorsunuz. Her neyse Dr. Mortimer, şimdi bana şunu açıklayın: Eğer bu görüşe sahipseniz neden bana danışmaya geldiniz? Sör Charles’ın ölümü üzerine yapılan soruşturmada hiçbir faydası olmayacağını iddia ettiğiniz bilgilerin aynısını bana veriyorsunuz ve yine de araştırmayı tekrarlamamı istiyorsunuz.”

“Tekrarlamanızı istediğimi söylemedim.”

“O hâlde size nasıl yardımcı olabilirim?”

“Waterloo İstasyonu’na gelecek olan Sör Henry Baskerville ile ne yapmalıyım?” Dr. Mortimer saatine baktı. “Bir saat on beş dakika sonra burada olacak.”

“Vâris o muydu?”

“Evet. Sör Charles’ın ölümü üzerine bu genç beyefendi hakkında araştırma yaptık ve Kanada’da çiftçilik yaptığını öğrendik. Anladığımız kadarıyla her bakımdan çok iyi bir insanmış. Şu an bir tıp adamı olarak konuşuyorum ama aynı zamanda Sör Charles’ın vasiyeti üzerine, onun mutemediyim ve vasiyetini yerine getirmekle sorumlu olan kişiyim.”

“Sanıyorum hak iddia eden başka kimse yok.”

“Hayır yok. Onun dışında hakkında bilgi edinebildiğimiz tek akrabası, Rodger Baskerville’di. O da üç kardeşin en küçüğüydü ve Sör Charles en büyük kardeşti. Çok genç yaşta ölen diğer kardeşleri, bahsettiğimiz genç Henry’nin babasıydı. Rodger aslında ailenin yüz karasıydı. Eski Baskerville soyundan geliyormuş ve anlattıklarına göre bizim yaşlı Hugo’nun tıpatıp aynısıymış. İngiltere’de yaşayamayacak duruma gelince Orta Amerika’ya kaçmış ve orada 1876 yılında sarı hummadan ölmüş. Henry, Baskerville soyunun son üyesidir. Bir saat on beş dakika sonra onu Waterloo İstasyonu’nda karşılayacağım. Bu sabah Southampton’a ulaştığına dair bir telgraf aldım. Şimdi Bay Holmes, onunla ne yapmamı tavsiye ediyorsunuz?”

“Niye atalarının evine gitmesin ki?”

“Böyle olması en doğal hakkı gibi görünüyor, öyle değil mi? Ama oraya giden her Baskerville’in kötü bir kaderle karşılaştığını bir düşünsenize… Eğer Sör Charles ölmeden önce benimle konuşabilseydi soyunun en son ferdini, o büyük servetin vârisini, o korkunç yere götürmemem için kesinlikle beni uyarırdı. Ancak buna rağmen bu fakir ve umutsuz çevrenin geleceğinin, bu gencin gelmesine bağlı olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Eğer malikânede oturacak bir vâris bulunamazsa o zaman Sör Charles’ın yaptığı hiçbir hayır işinin bir anlamı kalmayacak. Korkarım ki bu meseleye duyduğum yoğun ilginin beni yönlendirmesinden endişeleniyorum. Bu yüzden olayı size anlatıp tavsiyelerinizi öğrenmek istiyorum.”

 

Holmes bir süre düşündü.

“Size kısaca şunu söyleyeyim.” dedi, “Size göre şeytani bir yaratık var ve Dartmoor’u bir Baskerville’in yaşaması için tehlikeli kılıyor; böyle düşünüyorsunuz, değil mi?”

“Hiç değilse bunun böyle olduğunu gösteren birkaç delil var elimizde diyebilirim.”

“Aynen öyle ama sizin bu doğaüstü güçlerle ilgili teorinizi doğru varsayarsak Devonshire’da kurbanını bekleyen bu yaratığın, Londra’da da bu genç adamın peşini bırakmayacağını söyleyebiliriz. Güçleri sadece kasaba hudutlarıyla sınırlı bir şeytanın olması, aklın alacağı bir şey değildir.”

“Bu meseleyi ciddiye almıyorsunuz Bay Holmes. Eğer siz bu yaratıkla şahsen karşılaşmış olsaydınız eminim böyle davranmazdınız. Tavsiyelerinizden anladığım kadarıyla genç beyefendi, Londra’da ne kadar güvendeyse Devonshire’da da bir o kadar güvende olacak. Elli dakika sonra burada olur. Ne yapmamı öneriyorsunuz?”

“Bir araba çağırmanızı, ön kapımı sürekli tırmalayan köpeğinizi durdurmanızı ve son olarak da Sör Henry Baskerville’i karşılamak için Waterloo İstasyonu’na gitmenizi tavsiye ediyorum.”

“Ya sonra?”

“Bu mesele hakkında birtakım kararlara ulaşana kadar ona bir şey anlatmamanızı isteyeceğim.”

“Kararınızı vermeniz ne kadar sürer?”

“Yirmi dört saat. Yarın saat onda buraya gelirseniz size minnettar kalacağım Dr. Mortimer ve ayrıca Sör Henry Baskerville’i de yanınızda getirirseniz daha sonrası için bazı planlar yapmakta bana yardımcı olacağına emin olabilirsiniz.”

“Dediğiniz gibi olsun Bay Holmes.” Randevu saatini kol manşetine karaladıktan sonra tuhaf ve dalgın tavrıyla odadan hızla çıktı. Holmes arkasından seslenerek merdivenlerin başında onu durdurdu.

“Bir soru daha sormak istiyorum Dr. Mortimer. Sör Charles Baskerville ölmeden önce birkaç kişinin bu hayvanı bozkırlarda gördüğünü söylemiştiniz, öyle değil mi?”

“Üç kişiydiler.”

“Daha sonra onu gördüler mi?”

“Böyle bir şey duymadım.”

“Teşekkür ederim. İyi sabahlar.”

Holmes koltuğuna döndü. Dişine göre bir şeyle karşılaştığındaki o sessiz, içsel tatmini gözlerinden okuyabiliyordum.

“Dışarı mı çıkıyorsun Watson?”

“Yardımım dokunacaksa kalabilirim.”

“Hayır, gerek yok sevgili dostum. Biliyorsun harekete geçtiğimiz zaman istiyorum senin yardımını. Ancak bu müthiş bir olay, hatta bazı yönlerden de eşsiz sayılır. Bradley’s’in yanından geçerken en kuvvetli tütünlerinden yarım kilo kadar göndermelerini söyler misin? Teşekkür ederim. Sen de akşam olmadan eve dönmezsen çok memnun olacağım. Sonra da bize bu sabah anlatılan o ilginç problem hakkındaki görüşlerimizi karşılaştırırız.”

Zihinsel yoğunlaşmaya ihtiyacı olduğu zamanlarda inzivaya çekilmeyi tercih ettiğini çok iyi biliyordum. Böyle anlarda ipuçlarının her ayrıntısını kafasında tartar, alternatif teoriler üretir, bunları dengeler ve hangi noktaların önemli, hangilerinin önemsiz olduğuna karar verir. Bu nedenle günümü kulüpte geçirmeye karar verdim ve akşama kadar Baker Caddesi’ne dönmedim. Kendimi bir kez daha oturma odasında bulduğumda saat dokuza yaklaşıyordu.

Kapıyı açtığımda ilk izlenimim, bir yangının çıktığı idi; çünkü oda o kadar duman içindeydi ki masanın üzerindeki lambanın ışığı bile zar zor görünüyordu. Ancak içeriye girdikten sonra korkularım boşa çıktı. Meğer boğazımı yakan ve öksürmeme neden olan yoğun duman, Holmes’un keskin tütününden geliyormuş. Dumanların içinde dudaklarının arasına yerleştirdiği siyah, kilden piposu ile ropdöşambırını giymiş Holmes’u, bir koltukta iki büklüm oturmuş bir hâlde belli belirsiz görebilmiştim. Etrafında rulo hâlinde birkaç kâğıt duruyordu.

“Üşüttün mü Watson?” diye sordu.

“Hayır, şu zehirli hava beni öksürttü.”

“Gerçekten biraz fazla duman olmuş. Sen söylemesen fark etmeyecektim.”

“Fazla mı? Burası dayanılmaz!”

“O zaman pencereyi aç! Anladığım kadarıyla gününü kulüpte geçirmişsin.”

“Sevgili Holmes!”

“Haksız mıyım?”

“Haklısın ama nasıl anladın?”

Yüzümdeki sersem ifadeye güldü. “Watson, sende şaşırtıcı, küçük güçlerimi üzerinde denerken keyif aldığım hoş bir tazelik var. Bir beyefendi yağmurlu ve çamurlu bir günde dışarı çıkıyor. Sonra akşam eve döndüğünde şapkası ve çizmeleri kusursuz bir şekilde ve lekesiz geliyor. Demek ki bütün gün bir yere takılıp kalmış, çok fazla arkadaşı olan bir adam da değil. O hâlde nereye gitmiş olabilir? Aşikâr değil mi?”

“Evet, aşikâr.”

“Dünya böyle aşikâr şeylerle dopdolu ama kimse bunları fark etmiyor. Sence bugün neredeydim?”

“Sen de burada takılıp kaldın.”

“Aksine. Devonshire’a gittim.”

“Ruhen mi?”

“Evet. Vücudum bu koltukta kaldı ve yokluğumda iki büyük bardak kahve ve çok miktarda tütün tüketti; bunları yaptığıma da çok pişmanım. Sen gittikten sonra bozkırların o bölgesine ait bir haritayı bulmak üzere Stamford’a gittim ve ruhum, bütün gün haritada dolaşıp durdu. Geri dönüş yolunu bulabildiğim için gururum okşandı doğrusu.”

“Galiba büyük ölçekli bir harita.”

“Evet, öyle.” Haritanın bir kısmını açarak dizlerinin üzerine yaydı. “Bizi ilgilendiren bölge şu tarafta kalıyor. Şu ortadaki yer de Baskerville Malikânesi.”

“Ormanla çevrili kısım mı?”

“Aynen öyle. Porsuk ağaçlı patika görünmese bile sanıyorum şu hat üzerinde uzanıyor ve bozkır da gördüğün gibi hemen sağında kalıyor. Buradaki evler topluluğu ise arkadaşımız Dr. Mortimer’ın da yaşadığı Grimpen mezrası olacak. Beş millik çapta, etrafa dağılmış mesken görebiliyoruz. Hikâyede adı geçen Lafter Malikânesi de şurada. Burada gösterilen ev eğer adını yanlış hatırlamıyorsam şu Doğa Bilimcisi Stapleton’ın evi olacak. Arazi üzerinde iki çiftlik evi daha var: High Tor ve Foulmire. On dört mil uzağında da Princetown Hapishanesi var. Bu dağınık yapıların aralarında ve etraflarında ıssız, hayat belirtisi olmayan bozkırları görebiliyoruz. Sanıyorum şu nokta, trajedinin sahnelendiği yer olacak ve biz de orada ikinci perdenin oynanmaması için elimizden geleni yapacağız.”

“Tekinsiz bir yere benziyor.”

“Evet, tarif edilen olay yeri buraya uyuyor. Eğer şeytan insanların işlerine karışmak istiyorsa…”

“Sen de bu doğaüstü açıklamaya inanma eğilimindesin demek…”

“Şeytanın temsilcileri etten kemikten olamaz mı? Başlangıçta bizim cevaplamamız gereken iki soru var. İlki, gerçekten herhangi bir suç işlendi mi? Diğeri ise işlenen suç nedir ve nasıl işlendi? Tabii, eğer Dr. Mortimer’ın şüpheleri yerinde çıkarsa doğaüstü güçlerle baş etmeye çalışıyoruz demektir ve bu da soruşturmamızın sonu anlamına gelir. Ama bu varsayıma dönmeden önce diğer varsayımların hepsini elememiz gerekiyor. Eğer sorun olmazsa şu pencereyi kapatmak istiyorum. Sana biraz tuhaf gelecek ama kapalı ortamlarda düşüncelerimi daha iyi toparlayabiliyorum sanki. Tabii düşünmek için ufacık bir kutuya girecek kadar ileri gitmeyeceğim; ama yine de mantıklı bir düşünce sayılır! Sen bu davayla ilgili neler düşünüyorsun?”

“Evet, konu üzerinde bugün bayağı düşündüm.”

“Ne diyorsun?”

“Çok şaşırtıcı.”

“Kendine has bir özelliği var. Bazı noktalara dikkat etmemiz gerekiyor. Örneğin ayak izlerindeki değişiklik. Buna ne diyorsun?”

“Mortimer, adamın, sokağın o kısmında ayak uçlarında yürüdüğünü söylemişti.”

“O sadece bir budalanın soruşturmada söylediğini tekrarladı. Bir adam neden sokakta parmak ucunda yürüsün ki?”

“Sence?”

“Çünkü koşuyordu Watson, hayatını kurtarmak için umutsuzca koşuyordu. En sonunda tabii kalbi buna dayanamadı ve adamcağız yüzüstü düşüp öldü.”

“Neyden kaçıyordu?”

“İşte bütün mesele de burada yatıyor. Bence koşmaya başlamadan önce korkudan çıldırmıştı.”

“Bunu da nereden çıkardın?”

“Korkularının sebebinin bozkırda olduğunu düşünüyorum. Eğer durum böyle ise ancak aklını kaçırmış bir insanın eve değil de evden uzağa doğru koşacağını tahmin ediyorum. Bu da mantıklı bir açıklama. Eğer Çingene’nin söylediklerini doğru kabul edersek yardım gelme ihtimalinin en az olabileceği yöne doğru yardım çığlıkları atarak son sürat koşmuş. Ayrıca bir nokta daha var, o gece kimi bekliyordu ve onu neden kendi evi yerine patikada bekliyordu?”

“Birisini mi beklediğini düşünüyorsun?”

“Adam yaşlı ve kuvvetten düşmüştü. Onun akşam yürüyüşlerine çıkmasını normal karşılayabiliriz ama o gece yerler ıslaktı ve hava soğuktu. Dr. Mortimer’ın daha sağduyulu bir insan olduğu sonucuna varmıştım fakat onun dediği gibi, sigara küllerinden çıkardığı sonuca göre, sence bu adamın beş on dakika oralarda durması normal bir şey mi?”

“Fakat her gece dışarı çıkıyormuş.”

“Her gece bozkırın kapısında durup beklediğini sanmıyorum ama… Aksine, elimizdeki bulgulara göre oraya gitmekten hep kaçınmış. O gece orada bekledi. Londra’ya gitmeden bir önceki geceydi. Her şey yavaş yavaş şekillenmeye ve anlam kazanmaya başladı Watson. Sana zahmet bana kemanımı uzatabilir misin? Ve yarın Dr. Mortimer ile Sör Henry Baskerville ile karşılaşana kadar bu konudaki bütün akıl yürütmelerimizi ertelemeyi öneriyorum.”

4. BÖLÜM
Sör Henry Baskerville

Kahvaltı masamız erken kaldırılmıştı ve Holmes, ropdöşambırı üzerinde, kararlaştırılan randevu saatini beklemeye başladı. Müşterilerimiz çok dakikti. Dr. Mortimer içeri girdiğinde saat tam onu gösteriyordu. Hemen arkasından ufak tefek, uyanık görünen, siyah gözlü bir bey olan genç baronet içeri girmişti. Otuz yaşlarında olmalıydı. Gürbüz bir yapısı, kalın, siyah kaşları ve güçlü, hırçın bir yüzü vardı. Kırmızı tüvit bir takım elbise giymişti. Hayatının çoğunu açık havada geçirmiş ve her türlü hava koşuluna maruz kalmış birine benziyordu. Ancak yine de sakin bakışları ve sessiz tavırlarından, başka bir şeyler sezinlemiştim sanki.

“Sizi Sör Henry Baskerville ile tanıştırayım.” dedi Dr. Mortimer.

“Ah, evet…” dedi Henry Baskerville, “İşin ilginç yanı, eğer bu sabah bizim gelmemizi istemeseydiniz Bay Sherlock Holmes, herhâlde ben çıkıp gelecektim. Ufak tefek gizemleri çözmeyi sevdiğinizi duydum. Bu sabah başıma öyle bir şey geldi ki sanıyorum benim anlayabileceğimden çok daha fazlası var işin içinde.”

“Lütfen oturun Sör Henry. Londra’ya geldikten sonra başınıza ilginç bir olayın geldiğini mi söylemek istiyorsunuz?”

“Belki çok önemli bir şey değildir Bay Holmes. Belki sadece bir şakaydı. Bu sabah bana bir mektup geldi, tabii eğer mektup denilebilirse…”

Masanın üzerine bir zarf koydu. Hepimiz üzerine eğildik. Pek kaliteli olmayan gri renkli bir zarftı. Üstünde kabaca “Sör Henry Baskerville, Northumberland Oteli” yazıyordu. “Charing Cross”un posta damgası vurulmuştu ve mektubun bir önceki gün postaya verildiği anlaşılıyordu.

“Northumberland Oteline gideceğinizi kim biliyordu?” diye sordu Holmes ziyaretçimize dikkatle bakarak.

“Hiç kimse… Buna Dr. Mortimer ile buluştuktan sonra karar verdik.”

“Ama Dr. Mortimer herhâlde o otelde kalıyordu değil mi?”

“Hayır, ben bir arkadaşımda kalıyordum.” dedi doktor.

“Daha önceden bu otele gideceğimizi kararlaştırmamıştık.”

“Hım! Birisi sizin yaptıklarınızla çok ilgileniyor.” Zarfın içinden büyük boy bir kâğıdın yarısı çıktı. Bu da dörde katlanmıştı. Bunu açıp masanın üzerine yaydı. Tam ortasında tek bir cümle vardı ve basılı bir metinden kesilen harfler üzerine yapıştırılmıştı. Şöyle yazıyordu: “Hayatına veya aklına değer veriyorsan bozkırdan uzak dur.” Sadece “bozkır” kelimesi mürekkep ile yazılmıştı.

“Şimdi…” dedi Sör Henry Baskerville, “Belki bunun ne anlama geldiğini ve kimin benim işlerimle bu kadar yakından ilgilendiğini bana anlatabilirsiniz Bay Holmes.”

“Siz bu konuda ne diyorsunuz Dr. Mortimer? En azından bunu da doğaüstü güçlerin yaptığını söylemezsiniz sanırım.”

“Tabii ki hayır. Ama bu notun, olayların doğaüstü olduğuna inanan birinden gelmiş olabileceğini düşünebiliriz.”

“Hangi olaylar?” diye araya girdi Sör Henry, “Öyle görünüyor ki sizler, işlerimi benden daha iyi biliyorsunuz.”

“Bu odadan ayrılmadan önce her şeyi öğrenmiş olacaksınız Sör Henry. Buna söz veriyorum.” dedi Sherlock Holmes. “Eğer izin verirseniz şu an bize getirmiş olduğunuz bu ilginç kâğıt ile bir süre ilgilenmek istiyorum. Dün gece hazırlanıp postaya verilmiş olabilir. Dünkü ‘Times’ buralarda mı Watson?”

“Şu köşede duruyor.”

“Sana zahmet onu getirir misin? İlk sayfadaki başmakaleyi açar mısın lütfen?” Hızla bütün sütunlara teker teker göz attı. “Başmakale serbest ticaretle ilgili. İzin verirseniz size bir kısmını okumak istiyorum: Kendi özel ticaretiniz veya sanayinizin sizi koruyacak bir yasayla destekleneceğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Fakat böyle bir vergi yasası, uzun vadede ülkeden çok şey götürecek, ithalatın değerini düşürecek ve bu adadaki hayat standardını genel anlamda etkileyecek. Bu yüzden ülkemiz böyle bir tasarıdan uzak durmalıdır.”

 

“Buna ne diyorsun Watson?” diye bağırdı Holmes sevinçle. Büyük bir memnuniyetle ellerini ovuşturmaya başlamıştı. “Bunun övgüye değer bir görüş olduğunu düşünmüyor musun?”

Dr. Mortimer mesleği gereği Holmes’a ilgiyle baktı. Sör Henry Baskerville ise koyu renk gözlerini şaşkınlık içinde bana çevirmişti.

“Benim böyle vergi yasalarına aklım ermez.” dedi, “Ama konumuzdan biraz uzaklaştık gibi geliyor bana. Bana gönderilen mektuba geri dönelim.”

“Aksine, biz doğru izin üzerindeyiz Sör Henry. Watson benim izlediğim yöntemleri sizden daha iyi biliyor. Gerçi o bile bu cümlenin önemini henüz kavrayamadı.”

“Aralarında bir bağ göremediğimi itiraf etmeliyim.”

“Ama yine de sevgili Watson, aralarında çok yakın bir bağ var, hatta bir tanesi diğeri hakkında bilgi edinmemizi sağlıyor. Biraz önce okuduklarımı ve nottaki cümleyi karşılaştırın. Bu kelimelerin nereden alınmış olduklarını anlamadınız mı?”

“Aman Tanrı’m, haklısınız! Ne kadar akıllıca hazırlanmış!” diye bağırdı Sör Henry.

“Eğer aklınızda bir şüphe kaldıysa o da bazı kelimelerin birlikte kesilmiş olmasından kaynaklanıyordur.”

“Ah, gerçekten öyle!”

“Doğrusunu isterseniz Bay Holmes, kırk yıl düşünsem böyle bir şey aklıma gelmezdi.” dedi Dr. Mortimer şaşkın bakışlarını arkadaşıma dikerek, “Kelimelerin bir gazeteden kesildiğini söyleseler bu kadar hayrete düşmezdim belki ama siz, hem gazetenin adını hem de başmakaleden kesildiğini söyleyebiliyorsunuz. İşte bu duyduğum en ilginç şeylerden biri diyebilirim. Nasıl anladınız?”

“Sanıyorum doktor, siz bir siyah ile bir Eskimo’nun kafataslarını ayırt edebilirsiniz, öyle değil mi?”

“Mutlaka.”

“Ama nasıl?”

“Çünkü bu benim özel ilgi alanım. Aralarındaki fark çok açık. Göz çukurları, yüzün açısı, üst çene kemikleri, ayrıca…”

“Bu da benim ilgi alanım ve aralarındaki fark çok açık. Siz nasıl bir siyah ile bir Eskimo’nun kafatasını ayırt edebiliyorsanız, ben de bir burjuva gazetesi olan ‘Times’ın makaleleriyle kötü bir baskıya sahip olan yarım penilik bir akşam gazetesini ayırt edebiliyorum. Bu tür tespitler, özel eğitim görmüş bir suç uzmanı için en basit unsurlardandır. Ama itiraf etmeliyim ki ben çok küçük yaştayken ‘Leeds Mercury’ ile ‘Western Morning News’i birbirleriyle karıştırmıştım; ancak ‘Times’ın yazılarını diğerlerinden çok kolay ayırt edebiliriz. Bu kelimeler de başka bir gazeteden alınamazdı zaten. Bu mektup da dün yazıldığına göre bu kelimelerin dünkü baskıdan alındığını kolaylıkla söyleyebiliriz.”

“Söylediklerinizden anladığım kadarıyla Bay Holmes…” dedi Sör Henry Baskerville, “Birisi bu mesajı, kelimeleri makasla keserek hazırlamış…”

“Tırnak makasıyla.” diye düzeltti Holmes, “Kısa uçlu bir makasla kesildiğini görebilirsiniz. Bakın, yan yana olan kelimeleri iki kerede kesmek zorunda kalmış.”

“Peki. O hâlde biri bu mesajı tırnak makasıyla kesmiş. Sonra da tutkalla yapıştırmış…”

“Hayır, zamk ile yapıştırmış.” dedi Holmes.

“Zamk ile kâğıda yapıştırmış! Buraya kadar tamam da neden ‘bozkır’ kelimesini elle yazmış olabilir?”

“Çünkü onu gazetede bulamamış. Diğer kelimeleri istediği her baskıda kolayca bulabilirdi; ama ‘bozkır’ kelimesini her yerde bulamazdı.”

“Tabii ya, açıklaması basitmiş… Bu yazıdan başka bir anlam çıkartabiliyor musunuz Bay Holmes?”

“Bir iki ipucu var ama bütün izleri ortadan kaldırmak için elinden gelen her şeyi yapmış. Dikkat ederseniz adresi gelişigüzel yazmaya çalışmış ancak ‘Times’ gazetesini iyi eğitim almış kişiler dışında kimse pek okumaz. Onun için bunu, eğitimli birinin düzenlediğini ama bu kişinin cahil görünmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Sizin tarafınızdan anlaşılacağından ya da tanınabileceğinden korktuğu için yazısını gizlemeye çalışmış. Bakın, kelimelerin tek bir çizgi üzerinde yapıştırılmadığını, bazılarının diğerlerinden daha yukarıda olduğunu gözlemleyebilirsiniz. Örneğin ‘hayat’ kelimesi çok dikkat çekiyor. Bu ya dikkatsizlikten ya da panikten dolayı aceleyle yapılmış. Bence ikincisinin olma ihtimali daha fazla; çünkü bu mesele oldukça önemli ve böyle bir mektubu düzenleyen kişinin dikkatsiz olabileceğini hiç sanmıyorum. Eğer aceleyle yaptıysa insanın aklına şu ilginç soru geliyor: Neden bunu panik içinde yaptı? Ne de olsa, sabah erken saatlerde postalanmış bir mektup, Sör Henry otelden ayrılmadan önce mutlaka ona ulaşırdı. Bunu hazırlayan kişi, ona engel olunacağını mı düşündü? Ama kim tarafından?”

“Bundan sonra tahminler yürüteceğiz.” dedi Dr. Mortimer.

“Aslında ihtimalleri tartıp en uygun olanını seçmek derseniz daha iyi olur. Hayal gücümüzü kullanarak bilim alanına uygulayacağız; ama teorilerimizi kurmak için elimizde her zaman bir dayanak noktası bulunur. Şüphesiz tahmin yürüttüğümü söyleyeceksiniz ancak bu adresin bir otel odasında yazıldığına neredeyse yüzde yüz eminim.”

“Bunu nereden çıkardınız?”

“Eğer dikkatle incelerseniz hem kalemin hem de mürekkebin yazan kişiye zorluk çıkardığını görebilirsiniz. O kısa adresi yazarken tek bir kelimede kalemin mürekkebi etrafa sıçrattığını ve ayrıca mürekkebin üç kere kuruduğunu görebilirsiniz. Bu da hokkada çok az mürekkebin olduğunu gösteriyor. Şahsa ait bir kalem ya da mürekkep olsaydı böyle bir duruma düşülmezdi. Ama otel mürekkeplerini ve otel kalemlerini bilirsiniz. Evet, kesilmiş ‘Times’ gazetesinden artakalanları bulana kadar Charing Cross civarındaki otellerin çöp tenekelerini araştırabilirsek bu ilginç mesajı gönderen kişiyi yakalamamızın çok kolay olacağını söylemekte tereddüt etmiyor değilim tabii. Ah! Bu da ne?”

Üzerine kelimelerin yapıştırıldığı büyük boy kâğıdı yüzüne bir iki inç kadar yaklaştırarak dikkatle inceliyordu.

“Ne oldu?”

“Hiçbir şey…” dedi tekrar masaya fırlatarak. “Yarım sayfalık boş bir kâğıt parçası işte, üzerinde su lekesi dahi yok. Sanıyorum bu ilginç mektuptan öğrenebileceğimiz her şeyi öğrendik. Şimdi Sör Henry, söyleyin bakalım, Londra’ya geldiğinizden beri başınıza başka ilginç bir olay geldi mi?”

“Hayır Bay Holmes, sanmıyorum.”

“Sizi takip eden ya da gözleyen birini fark etmediniz mi?”

“Şu ucuz romanlardan birini yaşıyorum âdeta.” dedi ziyaretçimiz.

“Bir insan beni neden takip etsin ya da gözlesin ki?”

“O konuya birazdan geleceğiz ama bu meseleyi ele almadan önce bize anlatmak istediğiniz bir şey yok mu gerçekten?”

“Kayda değer ne anlatabileceğimi bilmiyorum ki!..”

“Her gün olanlardan farklı bir şey mesela?”

Sör Henry gülümsedi. “Henüz İngilizlerin yaşam tarzını öğrenemedim. Ne de olsa bütün hayatım Amerika ve Kanada’da geçti. Ancak çizmenin tekinin kaybolmasının İngiliz âdetlerinden olmadığını umuyorum.”

“Çizmenizin tekini mi kaybettiniz?”

“Sevgili arkadaşım!” diye bağırdı Dr. Mortimer, “Onu sadece yanlış bir yere koymuş olmalısınız. Otele döndüğünüzde eminim bulacaksınızdır. Böyle ufak tefek, önemsiz şeylerle Bay Holmes’un kafasını neden karıştırıyorsunuz?”

“Çünkü her günkü rutinden daha farklı bir şeyin olup olmadığını sormuştu.”

“Evet, aynen öyle…” dedi Holmes. “Her ne kadar saçma bir olay gibi görünse de demek çizmelerinizden birini kaybettiniz.”

“Evet, ya da yanlış bir yere koymuş olmalıyım. Her ikisini de kapımın önüne koymuştum ve sabah uyandığımda sadece tekini görebildim. Onları temizleyen delikanlının neden böyle bir şey yaptığına anlam veremedim. En kötüsü de onları dün gece Strand’den almıştım ve hiç giyme fırsatı bulamadım.”

“Eğer hiç giymediyseniz neden kapınızın önüne temizletmek için bıraktınız?”

“Açık renk çizmelerdi ve hiç cilalanmamışlardı. Bu nedenle onları oraya bıraktım.”

“Bu durumda dün Londra’ya gelir gelmez hemen dışarı çıkıp bir çift çizme aldınız. Öyle mi?”

“Dün bayağı alışveriş yaptım. Dr. Mortimer da benimle geldi. Yani ben o bölgelerde toprak sahibi olacaksam buna uygun bir şekilde giyinmeliyim; ne de olsa Amerika’da her şey çok daha farklı. Diğerlerinin yanı sıra bir de bu açık kahverengi çizmeleri almıştım -onlara altı dolar ödedim- ve tekini giyemeden kaybettim.”

“Tekinin çalınması çok anlamsız. Hiçbir işe yaramaz ki!” dedi Sherlock Holmes. “Ben de Dr. Mortimer’ın düşüncesine katılıyorum ve eminim çok geçmeden ortaya çıkacaktır.”

“Şimdi beyler…” dedi baronet kararlılıkla, “Her ne kadar az da olsa size bildiklerimin tamamını aktardım. Artık siz de sözünüzde durun ve bana bilmem gerekenleri anlatın.”

“Ricanızı anlayışla karşılıyorum.” dedi Holmes. “Dr. Mortimer, sanıyorum bize anlattığınız hikâyeyi, Sör Henry’ye de tekrar etseniz iyi olacak.”

To koniec darmowego fragmentu. Czy chcesz czytać dalej?