Sherlock Holmes Baskerville’lerin Tazısı Bütün Maceraları 6

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

1. BÖLÜM
Bay Sherlock Holmes

Çok da az olduğunu söyleyemeyeceğim uykusuz gecelerinin dışında Bay Sherlock Holmes, genellikle sabahları çok geç kalkardı. O sabah kahvaltı masasında oturuyordu. Ben şöminenin önündeki kilimin üzerinde duruyordum. Önceki gece gelen ziyaretçimizin unutmuş olduğu bastonu inceliyordum. Kalın, kaliteli bir ahşaptan yapılmış, yuvarlak başlıklı bir bastondu. O “Penang avukatı”1 dedikleri cinstendi. Başlığın hemen altında yaklaşık bir inç2 genişliğinde gümüş bir şerit vardı. Üzerinde de “James Mortimer’a, M. R. C. S., C. C. H.’den arkadaşları” diye kabartmalı bir yazı vardı. Hemen yanına da “1884” tarihi işlenmişti. Eskiden aile doktorlarının yanlarında taşıdıkları bastonlara benziyordu -değerli, masif ve güven vericiydi.

“Eh Watson, bundan ne çıkardın?”

Holmes’un sırtı bana dönüktü ve neyle meşgul olduğumu görmesi mümkün değildi.

“Ne yaptığımı nereden bildin? Kesin kafanın arkasında da gözlerin var senin.”

“En azından önümde iyi parlatılmış gümüş kaplı bir çaydanlık bulunuyor.” dedi. “Neyse, onu boş ver de Watson, ziyaretçimizin bastonu hakkında ne düşünüyorsun? Onu kaçırdık ve buraya neden geldiğini de ne yazık ki bilemiyoruz. Ama yine de onun unuttuğu bu baston oldukça önemli. Hadi onu inceleyerek nasıl biri olduğunu bana anlat.”

“Bence…” diye başladım arkadaşımın yöntemlerinin izinden giderek, “Dr. Mortimer başarılı, yaşlı bir tıp adamı. Kendisi çok hürmet görüyor. Onu bu kadar yüceltmeseler böyle bir şey armağan etmezlerdi.”

“Çok güzel gidiyorsun.” dedi Holmes. “Mükemmel!”

“Ayrıca onun bir kasaba doktoru olduğunu ve hastalarına sık sık yürüyerek gittiğini düşünüyorum.”

“Neden?”

“Çünkü bir zamanlar oldukça güzel olan bu bastonu o kadar çok sağa sola çarpmış ki bir şehir doktorunun onu kullanacağını düşünemiyorum. Kalın demir başlığı iyice yıpranmış. Belli ki bu bastonu kullanarak fazla yürümüş.”

“Mükemmel mantık!” dedi Holmes.

“Bir de ‘C. C. H.’den arkadaşları’ yazısı var. Bunun yerel bir avcılık kulübünün simgesi olduğunu düşünüyorum. Belki doktor yerel bir avcılık kulübünün üyelerine tıbbi bir yardımda bulundu ve onlar da bunun karşılığında kendisine ufak bir hediye verdiler.”

“Gerçekten Watson bazen kendini aşıyorsun.” dedi Holmes sandalyesini geriye doğru itip bir sigara yakarak. “Benim ufak tefek başarılarımı anlatmak için harcadığın onca çabanın yanında kendi yeteneklerine yeterince değer vermediğini görüyorum. Belki ışığını çok fazla saçamıyorsun ama onu iyi yansıttığını söyleyebilirim. Bazı insanlar dâhi olmasalar bile dehayı uyarabilirler. İtiraf etmeliyim ki sevgili arkadaşım, aslında sana çok şey borçluyum.”

Bugüne kadar benimle hiç böyle konuşmamıştı ve itiraf etmeliyim ki sözlerinden büyük haz almıştım. Ona olan hayranlığım ve yöntemlerini halka tanıtmaya çalışma girişimlerim karşısında tepkisiz kalması, beni hep üzmüştü doğrusu. Onun sistemini, takdirini kazanabilecek kadar iyi bellemek ve uygulamak, beni gerçekten duygulandırmıştı. Derken bastonu elimden aldı ve çıplak gözle birkaç dakika inceledi. Sonra büyük bir ilgiyle sigarasını bıraktı ve bastonu pencereye götürerek merceği ile tekrar incelemeye başladı.

“İlginç ama çok basit.” dedi kanepenin her zaman oturduğu yerine kurulurken. “Bastonun üstünde bir iki ipucu var. Birkaç sonuç elde etmemiz için temel oluşturuyorlar.”

“Gözümden kaçan bir şey var mı?” diye sordum kendimi biraz yükseklerde görerek, “Atladığım bir şey olmadığına eminim.”

“Korkarım ki sevgili Watson, ulaştığın sonuçların çoğu hatalı. Doğrusunu istersen beni teşvik ettiğini söylediğimde senin yanlış mantıksal sonuçlarını dikkate alarak zaman zaman doğruya ulaşabildiğimi belirtmek istemiştim. Tabii bu örnekte tamamen hatalısın diyemem. Bu adamın bir kasaba doktoru olduğundan hiç şüphem yok. Ayrıca çok fazla yürüdüğünü de söyleyebilirim.”

“O zaman haklıydım.”

“Buraya kadar evet.”

“O kadar mı?”

“Evet, evet, sevgili Watson. Sadece bu kadarını bilebildin. Sana şunu da söyleyeyim, örneğin bir doktora gelebilecek hediyenin avcı kulübünden değil de hastaneden gelme ihtimali daha yüksektir. ‘C. C.’ harflerinin de hastanenin bulunduğu ‘Charing Cross’ olması akla daha yatkın geliyor.”

“Haklı olabilirsin.”

“Söylediğim ihtimaller seninkilerden daha kuvvetli. Ve bunları işe yarar birer hipotez olarak ele alırsak bu tanımadığımız ziyaretçimiz hakkında yeni bilgiler edinebiliriz.”

“O zaman ‘C. C. H.’ harflerinin ‘Charing Cross Hastanesi’ anlamına geldiğini varsayarsak daha başka ne gibi sonuçlar elde edebiliriz?”

“Senin aklına gelen bir şey yok mu? Bütün yöntemlerimi biliyorsun. Haydi uygula!”

“Sadece bir tane kesin sonuç çıkartabiliyorum, o da bu adamın kasabaya gitmeden önce şehirde hekimlik yaptığıdır.”

“Bence bundan biraz daha ileri gitmeye cesaret edebiliriz. Olaya bir de bu açıdan bak. Böyle bir hediye hangi koşullarda verilebilir? İyi niyetlerini göstermek için hangi ortamda arkadaşları bir araya gelip kadeh kaldırırlar? Elbette Dr. Mortimer hastaneden ayrılıp kendisine yeni bir iş kurmaya karar verdiği zaman. Ona bir hediyenin verildiğini biliyoruz. Bir şehir hastanesinden ayrılıp bir kasaba hastanesinde çalışmaya başladığını da tahmin ediyoruz. O hâlde yer değiştirmeye karar verdiğinde bu hediyenin ona verildiğini söylesek gerçeklerden fazla uzaklaşmış sayılır mıyız?”

“Gerçekten mantıklı görünüyor.”

“Şimdi Londra’daki hastanelerin kadrosundan biri olamayacağı belli; çünkü Londra’daki hastanelerde ancak çok tecrübeli doktorlar çalışabilir ve böyleleri kasabalara giderek sürünmez. Bu durumda ne iş yapıyor olabilir? Hastanede görevli ama kadroda değil, o hâlde bir aile hekimi olabilir, hatta stajyer doktor bile olabilir. Gerçi bastonun üzerindeki tarihe bakacak olursak işten beş yıl önce ayrılmış. Böylece senin ağırbaşlı, orta yaşlı aile doktorun uçup gidiyor, sevgili Watson ve onun yerine; otuz yaşından genç, sıcakkanlı, hırsları olmayan, unutkan ve kabaca tarif edebileceğim şekliyle teriyerden büyük ama çoban köpeğinden küçük, çok sevdiği bir köpeği olan biri çıkıyor karşımıza.”

Sherlock Holmes kanepede geriye doğru yaslanıp sigarasının titrek duman halkalarını tavana doğru üflerken ben de söylediklerine şüpheyle gülmeye başlamıştım.

“Anlattıklarının ikinci kısmının gerçekliğini sınamama imkân yok.” dedim. “Ama en azından adamın yaşı ve mesleki kariyeri hakkındaki tespitlerinin dikkate değer olduğunu sanıyorum.”

Tıp kitaplarıyla dolu olan ufak rafımdan “Tıp Rehberi”ni indirerek o ismin bulunduğu sayfayı açtım. Birkaç tane Mortimer adı vardı ama sadece biri ziyaretçimiz olabilirdi. Onun kayıtlarını bulup yüksek sesle okumaya başladım.

“Mortimer, James, M. R. C. S., 1882, Grimpen, Dartmoor, Devon, 1882’den 1884 yılına kadar Charing Cross Hastanesinde aile hekimi olarak çalışmıştır. ‘Hastalıkların Başlangıç Fenotipine Dönüş Mutasyonu ile İlişkisi’ adlı teziyle Karşılaştırmalı Patoloji alanında ‘Jackson Ödülü’nü almıştır. İsveç Patoloji Derneğinin yazışmalarını yürüten üyesi. ‘Soya Çekimin Tuhaflıkları’ (‘Lancet’ 1882) ve ‘İlerleme Gösterebiliyor muyuz?’ (Psikoloji Günlüğü, Mart 1883) adlı kitapların yazarıdır. Grimpen, Thorsley ve High Barrow mahallelerinde doktorluk yapmaktadır.”

“Yerel avcılık kulübünden hiç söz etmiyor Watson.” dedi Holmes muzip gülümsemesiyle. “Ama senin zekice gözlemlediğin gibi gerçekten bir kasaba doktoruymuş. Sanıyorum çıkardığım sonuçlarda haklı çıktım. Kullandığım sıfatlara gelince; yanılmıyorsam ona sıcakkanlı, hırsı olmayan ve unutkan demiştim. Edindiğim deneyimlere bakarak şunu söyleyebilirim ki bu dünyada ancak sıcakkanlı biri başarısından dolayı bir hediye alır; hırsı olmayan biri Londra’daki kariyerini bırakıp kasabaya yerleşir ve son olarak da ancak unutkan birisi, bir saat beklediği bir odada kartviziti yerine bastonunu bırakıp gider.”

“Peki ya köpek?”

“Hayvanın bu bastonu sahibinin arkasından taşıma alışkanlığı olduğu belli. Çok ağır bir baston olduğu için köpek tam ortasından sıkı sıkı kavramış. Diş izlerini gayet açık görebiliyoruz. Bu iki diş izinin arasındaki mesafeden anlaşılacağı gibi köpeğin çene yapısı, bana göre, bir teriyer için fazla geniş ama bir çoban köpeği için de biraz dar kalıyor. Büyük bir ihtimalle -ah, evet, mutlaka kıvırcık tüylü bir spanyel olmalı.”

Konuşurken ayağa kalkmış, odada dolaşıyordu. Sonra da pencerenin yanında durup dışarı bakmaya başladı. Ses tonundaki kesin inancı sezinlediğimde ister istemez şaşkınlık içinde ona baktım.

“Sevgili arkadaşım nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?”

“Çok kolay; çünkü köpeğin kendisi bizim merdivenlerimizin başında duruyor. Bak sahibi zilimize bastı. Yalvarıyorum sana Watson, sakın gitme! O senin meslektaşın ve burada bulunman benim işime yarayabilir. İşte şimdi kaderin en dramatik anını yaşıyoruz Watson. Şu merdivenlerde duyduğun ayak sesleri hayatına girmek üzere ve iyi mi yoksa kötü mü bir sonuç doğuracağını bilemiyorsun. Bilim adamı Dr. James Mortimer, suç uzmanı Sherlock Holmes’tan ne isteyebilir acaba? Buyurun, içeri girin!”

Tipik bir kasaba doktoru beklediğimden ziyaretçimizin dış görünüşü beni şaşırtmıştı. Uzun boylu, zayıf bir adamdı. Gagaya benzer uzun burnu, birbirine çok yakın iki keskin gri gözün arasından çıkmıştı. Altın çerçeveli gözlüğünün arkasından bize pırıl pırıl parlayan gözlerle bakıyordu. Önlüğü üzerindeydi ama görünümü oldukça hırpaniydi; çünkü paltosu kirliydi ve pantolonu yıpranmıştı. Genç yaşına rağmen şimdiden kamburu çıkmıştı. Başı öne eğik yürüyordu; genel olarak yardımsever birine benziyordu. İçeri girdiğinde gözleri hemen Holmes’un elindeki bastona takıldı ve bir sevinç çığlığıyla ona doğru atıldı.

 

“Bunu gördüğüme o kadar çok sevindim ki!” dedi. “Bunu burada mı yoksa nakliye şirketinde mi bıraktığımı hatırlayamamıştım. Bu bastonu asla kaybetmek istemezdim.”

“Sanıyorum bir hediye.” dedi Holmes.

“Evet efendim.”

“Charing Cross Hastanesinden mi?”

“Evet, oradan bir iki arkadaşım evlendiğimde hediye etmişti.”

“Aman Tanrı’m bu çok kötü, çok kötü!” dedi Holmes kafasını sallayarak.

Dr. Mortimer biraz şaşırarak gözlüklerinin arkasından gözlerini kırpıştırdı. “Neden kötü olsun ki?”

“Çünkü bizim küçük tümdengelimlerimizi mahvettiniz. Evlendim mi demiştiniz?”

“Evet efendim. Evlendim ve bu nedenle hastaneden ayrılarak bütün kariyer hayallerime elveda demiş oldum. Kendime ait bir ev kurmak zorundaydım.”

“Evet, bu durumda çok fazla yanılgıya düşmediğimizi görüyorum.” dedi Holmes. “Evet, şimdi Dr. James Mortimer…”

“Sadece bayım diyebilirsiniz -ben sadece mütevazı bir M. R. C. S.’yim.”

“Ve belli ki keskin bir zekâya sahipsiniz.”

“Ben bilimde sadece bir amatör sayılırım Bay Holmes. Büyük, bilinmeyen okyanusların kıyılarındaki kabukları topluyorum yalnızca. Sanıyorum şu an Bay Sherlock Holmes ile müşerref oluyorum, değil mi?”

“Hayır bu benim arkadaşım Dr. Watson.”

“Sizinle tanıştığıma memnun oldum efendim. Arkadaşınızdan söz ettiklerinde sizin de adınız geçmişti. Çok ilgimi çektiniz Bay Holmes. Bu kadar dolikosefal3 bir kafatası ya da böylesine güzel bir supra-orbital4 gelişimi beklemiyordum. Parietal fisürünüz5 boyunca parmaklarımı gezdirmemde bir sakınca var mı? Kafatasınız, orijinal bir tane bulunana kadar herhangi bir antropoloji müzesini süsleyebilecek nitelikte. Mide bulandırıcı olmak niyetinde değilim ama itiraf etmeliyim ki kafatasınıza çok imrendim.”

Sherlock Holmes eliyle işaret ederek ziyaretçimizin bir sandalyeye oturmasını istedi.

“Kendi çalışma alanınızda oldukça coşkulu görünüyorsunuz efendim, tıpkı benim de kendi alanımda olduğum gibi.” dedi. “Gözlemlediğim kadarıyla sigaralarınızı kendiniz sarıyorsunuz. Bir tane yakmaktan lütfen çekinmeyin.”

Adam kâğıt ve tütününü çıkararak çok şaşırtıcı bir el çabukluğu ile sigarasını anında sarmıştı. Bir böceğin duyargalarına benzeyen çevik ve atik, uzun, kıvrak parmakları vardı.

Holmes sessizleşmişti ama kısa ve ani bakışlarından bizim tuhaf ziyaretçimizin onun ilgisini çektiğini anlamıştım.

“Sanıyorum, efendim…” dedi en sonunda, “Dün gece ve bugün buraya gelmenizdeki amaç, sadece kafatasımı inceleme şerefinde bulunmak değildi herhâlde, öyle değil mi?”

“Hayır, efendim, hayır. Ama aynı zamanda bu fırsatı da ele geçirdiğim için çok mutluyum. Size geldim Bay Holmes; çünkü ben bu konularda biraz acemi olduğumu düşünüyorum ve şu an oldukça ciddi ve olağanüstü bir problemle karşı karşıyayım. Sizin Avrupa’da en iyi ikinci uzman olduğunuzu biliyorum ve…”

“Gerçekten mi efendim? Birinci olma şerefine nail olan kişinin adını öğrenebilir miyim?” diye sordu Holmes biraz kaba bir ses tonuyla.

“Bilimsel bir kafa yapısına eksiksiz sahip olan Mösyö Bertillon mutlaka çok daha ağır basar.”

“Bu durumda neden ona danışmadınız?”

“Dediğim gibi efendim. O bilimsel bir kafa yapısına sahip. Ama pratikte kimse sizin elinize su dökemez. Eminim efendim, sizi kasıtlı olarak…”

“Biraz öyle oldu.” dedi Holmes. “Sanıyorum Dr. Mortimer, başka hadise çıkarmadan benim yardımlarımı istediğiniz problemin içeriğini bir zahmet basitçe anlatırsanız çok daha akıllıca davranmış olacaksınız.”

2. BÖLÜM
Baskerville’lerin Laneti

“Cebimde bir el yazması var.” dedi Dr. James Mortimer.

“Odaya girdiğinizde onu fark etmiştim.” diye karşılık verdi Holmes.

“Eski bir el yazması.”

“Eğer sahte değilse on sekizinci yüzyılın ilk yarısına ait.”

“Nasıl emin olabiliyorsunuz?”

“Konuştuğunuz süre boyunca az bir kısmını incelememe farkında olmadan izin verdiniz. İyi bir uzman on yıl kadar bir farkla belgenin tarihini bilebilir. Bu konu hakkında yazmış olduğum ufak bir monografimi okumuş olabilirsiniz. Bunun yazıldığı tarihe 1730 diyebilirim.”

“Tarih tam olarak 1742’dir.” Dr. Mortimer belgeyi göğüs cebinden çıkardı. “Bu aile belgesi bana Sör Charles Baskerville tarafından teslim edildi. Yaklaşık üç ay önceki ani ve trajik ölümü Devonshire’da büyük yankı uyandırmıştı. Ben onun hem yakın dostu hem de doktoruydum. İradesi kuvvetli bir adamdı efendim; uyanıktı, pratikti ve en az benim kadar hayal gücünden yoksundu. Ancak bu el yazmasını çok ciddiye almıştı. Başına geleceklere önceden kendisini hazırlamıştı. Ve ne yazık ki beklediği kötü kaderi tecrübe etti.”

Holmes el yazmasını almak için elini uzattı ve sonra da onu dizinin üzerinde düzeltti. “Büyük ve küçük ‘s’ harflerini nasıl kullandığını görüyor musun Watson? Bu, hangi tarihte yazıldığını kestirebilmem için gerekli olan birkaç işaretten sadece bir tanesi.”

Holmes’un omzunun üzerinden eğilerek sarı kâğıda ve silik metne baktım. En üstünde “Baskerville Malikânesi” yazıyordu ve en altta da büyük harflerle karalanmış “1742” tarihi vardı.

“Bir çeşit beyanata benziyor.”

“Evet, Baskerville Ailesi’ni anlatan bir efsane hakkında.”

“Ancak bana danışmak istediğiniz konunun daha güncel olduğunu düşünüyorum, doğru mu?”

“Evet, doğru, güncel bir mesele. Yirmi dört saat içinde karar verilmesi gereken çok acil bir problem; ancak el yazması çok kısa ve konuyla bağlantılıdır. Eğer izin verirseniz okumak istiyorum.”

Holmes sandalyesinde geriye doğru yaslandı, parmak uçlarını birleştirdi ve gözlerini kapattı, âdeta dünyadan soyutlanmış bir hâl takınmıştı. Dr. Mortimer el yazmasını ışığa doğru tuttu ve aşağıdaki ilginç, eski dönemlere ait hikâyeyi yüksek, çatlak sesiyle okumaya başladı:

“Baskerville’lerin Tazısı hakkında bir sürü rivayet vardır; ancak ben Hugo Baskerville’in akrabası olduğum için bu hikâyeyi babamdan dinledim, o da kendi babasından dinlemiş ve biraz sonra anlatacağım olayların tamamen gerçek olduğuna inanıyorum. Bununla birlikte oğullarım, günahı cezalandıran Hakk’ın aynı zamanda bağışlayıcı olduğuna inanmanızı istiyorum. Dua ve tövbe ederek başınıza gelebilecek bütün lanetlerden kurtulabilirsiniz. Bu hikâyeden, geçmişte yaşadıklarınız nedeniyle korkmak yerine, gelecekte temkinli davranmanız gerektiğini öğrenebilirsiniz. Kokuşmuş hırslar yüzünden ailemiz çok acı çekerek ağır bir bedel ödedi ve bu felaketimize neden oldu.

Bilmenizi istiyorum ki Büyük İsyan’ın patlak verdiği zamanlarda (Ayaklanma hikâyesini bizzat Lord Clarendon’dan dinlemiştim; buraya özellikle dikkatinizi çekerim.) Baskerville Malikânesi’nde Hugo adında bir adam yaşıyormuş; vahşi, adi ve Tanrı inancı olmayan biriymiş. Bu özellikleri belki komşuları tarafından görmezden gelinebilirdi. Ne de olsa o bölgede azizlere pek rastlanmazmış fakat o iffetsiz ve acımasız bir mizaca sahip olduğu için adı bütün Batı’da dile düşmüş. Derken bir gün Hugo âşık olmuş (Tabii böylesine güzel bir duygu hâli, bu kötü kalpli adamdan ne ölçüde beklenebilirse…). Bu bir çiftçinin kızıymış ve Baskerville Malikânesi’nin yakınında oturuyorlarmış. Ketum ve saygın bir kişiliğe sahip olan kız mütemadiyen ondan kaçarmış. Onun uğursuz ismini duyunca bile çok korkarmış. Bir Aziz Micheal Yortusu’nda Hugo, aylak ve kötü beş altı arkadaşıyla, babası ve ağabeyleri de evdeyken kızın evini kundaklamış ve onu kaçırmış. Kızı malikâneye getirdiklerinde onu üst katta bir odaya yerleştirmişler. Bu arada Hugo ve arkadaşları her akşam âdetleri olan içki âlemine oturmuşlar. Zavallı kızcağız alt kattan gelen şarkılar, bağrışmalar ve kötü küfürleri duyunca çok korkmuş. Neredeyse aklını kaçıracakmış. Dediklerine göre Hugo Baskerville sarhoş olduğu zaman öyle öfkeli sözler söylüyormuş ki bazen kendisine bile küfrediyormuş. En sonunda kızcağız korkudan çok gerilmiş ve en cesur ya da en atik bir erkeğin bile göze alamayacağı bir şey yapmış. Şimdi bile var olan güney duvarını kaplayan oldukça büyük sarmaşığın yardımıyla saçakların altına inmiş. Oradan da bozkıra geçip evine doğru koşmuş. Malikâne ile babasının çiftliği arasında da üç mil gibi bir mesafe varmış.

Tesadüfen kısa bir süre sonra Hugo, misafirlerini bırakarak kıza yiyecek ve içecek götürme bahanesiyle -muhtemelen daha kötü şeyler yapmak için- yukarıya, esirinin yanına çıkmış ama bir de bakmış ki kafesin kapağı açılmış ve kuş uçmuş. Bunun üzerine içindeki şeytan ortaya çıkmış ve merdivenlerden aşağıya koşarak doğruca yemek odasına dalmış ve donatılmış masanın üzerine fırlayarak kulplu sürahileri, tahta tabakları, kısacası eline geçirdiği her şeyi kırıp dökmüş. Bütün misafirlerin önünde çılgınca bağırmaya başlamış ve eğer o kızı yakalayamazsa vücudunu ve ruhunu kötülüklerin ruhuna teslim edeceğine dair yemin etmiş. Oradaki bütün eğlence düşkünü adamların Hugo’nun öfkesi karşısında ödleri patlamış. Ama bir tanesi, belki ondan daha zalim ya da daha sarhoşu, ortaya atılıp kızın peşine köpekleri salmayı önermiş. Hugo bunu duyar duymaz evden fırlamış ve seyislere atını eyerlemelerini ve bütün köpekleri kulübelerinden çıkarmalarını emretmiş. Köpeklere kızın mendilini koklatıp onları sıraya dizdikten sonra serbest bırakmış ve hepsi çığlık çığlığa ay ışığında bozkırlara doğru koşmuş.

Bu eğlence düşkünü adamlar kısa bir süre ağızları açık öylece kalakalmışlar, etraflarında olup biteni anlamaya çalışmışlar. Sersemlemiş kafaları, çok geçmeden eylemin mahiyetini algılayabilmiş. Etraf karmaşa içindeymiş, kimisi tabancasının, kimisi atının getirilmesi için bağırıyormuş, hatta bazıları bir şişe şarap istiyormuş. Aradan bir süre geçtikten sonra çıldırmış adamlar bazı şeyleri idrak etmeye başlamışlar ve hepsi, yani on üçü de birer at alıp kızın peşinden gitmişler. Yan yana, dörtnala kızın evine giden yoldan ilerliyorlarmış. Ay da gökyüzünde pırıl pırıl parlıyormuş.

Bir iki mil ilerlemişlerken o kıraç arazilerde bir gece çobanıyla karşılaşmışlar ve peşine düştükleri avı görüp görmediğini sormuşlar ona. Adam o kadar korkmuş ki uzun bir süre konuşamamış ama en sonunda talihsiz kızı ve peşindeki köpekleri gördüğünü söyleyebilmiş. ‘Ama ben daha fazlasını gördüm.’ demiş. ‘Bir siyah atın üzerinde Hugo Baskerville’in yanımdan geçtiğini gördüm. Fakat peşinde cehennem gibi bir köpek vardı ki Tanrı beni öyle bir köpekten korusun!’

Sarhoş adamlar çobana küfrü bastıktan sonra yollarına devam etmişler. Ancak aradan bir süre geçtikten sonra bozkırlarda dörtnala giden bir atın sesini duymuşlar; her tarafı beyaz köpüklerle kaplı siyah at, arkasından dizginlerini sürükleyerek ve boş bir eyer ile yanlarından geçtiğinde hepsinin kanı donmuş. Bu eğlence düşkünü adamlar atlarını birbirlerine iyice yaklaştırmışlar, çok korkmalarına rağmen yine de bozkırda ilerlemeye devam etmişler. Oysa tek başlarına olsalarmış her biri, atının başını geldikleri yöne çevirmekten büyük mutluluk duyarmış. Yavaş yavaş ilerlerken en sonunda köpeklerin bulunduğu yere ulaşmışlar. Cesaretleri ve cinsleriyle ünlü olan bu köpekler, büyük bir çukurun ya da bizim deyimimizle bir hendeğin başında toplanmış uluyorlarmış. Aralarından bazıları gizlice kaçmaya çalışırken diğerleri de kabarmış tüyleriyle önlerinde bulunan dar vadiye doğru öylece gözlerini dikip bakıyorlarmış.

Adamlar artık durmuşlar ve sizin de tahmin edeceğiniz gibi biraz daha ayılmışlar. Çoğunun ilerlemeye niyeti yokmuş ama aralarından üç tanesi, belki en cesurları, belki de en sarhoşları, atlarını hendeğe doğru sürmüş. Burası çok geniş bir vadiye açılıyor ve her iki tarafında da bugün bile görebileceğimiz iki tane çok büyük kaya parçası duruyor. Ay oradaki alanı pırıl pırıl aydınlatıyormuş ve tam ortaya baktıklarında korkudan ve yorgunluktan ölmüş olan zavallı genç kızı görmüşler; fakat kızın cesedi ya da onun biraz uzağında yatan Hugo Baskerville’in vücudu, o üç gözü pek adamın tüylerini diken diken eden şey değilmiş. Onları asıl korkutan; Hugo’nun boğazını dişleyen, devasa, tazı cinsinde ama bugüne dek hiçbir gözün görmediği irilikte bir hayvanmış. Onlar bakarken o yaratık, Hugo Baskerville’in gırtlağını dişlemeye devam etmiş. İşi bittiğinde alev saçan gözlerini ve kan damlayan çenesini onlara doğru çevirmiş. Bunun üzerine üçü de korkudan çığlık çığlığa son sürat kaçmaya başlamış. Dediklerine göre bir tanesi gördüklerine dayanamayıp o gece ölüvermiş. Diğer ikisine gelince; onlar da hayatlarının sonuna kadar yarım akıllı kalmışlar.

 

Ortaya çıkıp ailemize fena bir lanet getiren bu köpeğin hikâyesi de böylece bitmiş oldu. Sevgili oğullarım, bunları neden yazdım? Çünkü bilinen bir şeyin ima edilene veya tahmin edilene göre daha az korkunç olduğu gerçeği yüzünden. Ayrıca ailemizdeki acı ölümlerin çoğunun ani, kanlı ve gizemli olduğunu da inkâr edemem. Tanrı’nın sonsuz iyiliğine sığınalım. Kutsal kitapta da yazdığı gibi o, üçüncü ya da dördüncü kuşaktan sonra masum kişileri sonsuza kadar cezalandırmayacaktır. Sizi Tanrı’ya emanet ediyorum oğullarım. Şeytanın güçlerinin çok engin olduğu o karanlık saatlerde o bozkırlardan geçmemeye dikkat etmenizi tavsiye ediyorum.

(Hugo Baskerville’den, oğulları Rodger ve John’a, kız kardeşleri Elizabeth’e bundan söz etmemeleri emriyle…)”

Dr. Mortimer bu ilginç hikâyeyi bitirdiğinde gözlüklerini alnına kaldırıp gözlerini Bay Sherlock Holmes’a dikti. Holmes ise esneyerek bitmiş sigarasını şöminenin içine fırlattı.

“Eee?..” dedi.

“İlginç bulmadınız mı?”

“Bir peri masalı koleksiyoncusu için evet.”

Bu sefer Dr. Mortimer cebinden katlanmış bir gazete çıkardı.

“Şimdi Bay Holmes, size daha güncel bir şeyler anlatayım. Elimdeki, ‘Devon İlçe Gazetesi’dir ve bu senenin 14 Haziran’ına aittir. Bu tarihten birkaç gün önce ölen Sör Charles Baskerville’in vefatıyla ortaya çıkan bazı gerçeklerden bahsediyor.”

Arkadaşım biraz daha öne eğilerek onu dikkatle dinlemeye başladı. Ziyaretçimiz tekrar gözlüklerini takarak okumaya başladı:

“Sör Charles Baskerville’in ani ölümü bütün ilçeyi hüzne boğmuştur. Gelecek seçimlerde Orta-Devon için liberallerin adayları arasında yer almaktaydı. Sör Charles, Baskerville Malikânesi’nde kısa bir süredir oturmasına rağmen cana yakınlığı ve yardımseverliği ile onu tanıyan herkesin sevgisini ve saygısını kazanmıştır. Sonradan görmeliğe pek sık rastladığımız bugünlerde, köklü bir ailenin evladı olan Sör Charles, çok kötü günler yaşamak zorunda kalmış. Şu anda sahip olduğu servetini kendisinin kazanmış olması ve ailesini eski günlerdeki soyluluğuna kavuşturması oldukça ferahlatıcı olaylardır. Herkesin bildiği gibi, Sör Charles, Güney Afrika borsalarında büyük paralar kazanmıştı. Çarkın kendi aleyhine dönmesini beklemeden borsada ileri gelenlerden daha akıllıca davranıp kazandıklarını çekmiş ve büyük servetiyle İngiltere’ye dönmüştü. Sadece iki yıldır Baskerville Malikânesi’nde ikamet etmekteydi; onun ani ölümüyle kesintiye uğrayan tadilat ve restorasyon çalışmalarından herkes söz etmektedir. Kendisi çocuk sahibi olmadığı için yaşadığı sürece, bütün ilçenin kendi servetinden faydalanmasını arzuladığını söylemekteydi. Bu nedenle onun zamansız ölümü birçok kişiyi yasa boğmuştur. Yerel hayır kurumlarına yapmış olduğu bonkörce bağışları, bu sütunlarda sık sık yer almaktaydı.

Yapılan soruşturmalarda Sör Charles’ın ölüm nedeni henüz netlik kazanmamıştır; ama en azından ölümüyle ilgisi olmayan boş inançlar hakkındaki dedikoduları ortadan kaldırma çabaları boşa gitmemiştir. Bir cinayete kurban gittiğinden şüphelenilmiyor; doğal nedenlerden öldüğü söyleniyor. Sör Charles duldu ve sıra dışı alışkanlıklara sahip olduğu söylenen bir kişiydi. Çok zengin olmasına rağmen oldukça sade bir hayat sürerdi. Baskerville Malikânesi’nin hizmetkârları, evli bir çift olan Barrymore’lardan ibaretti. Hizmetçilik yapan hanımın kocası da kâhya olarak çalışıyordu. Sör Charles’ın birkaç dostu tarafından da doğrulanan Barrymore’ların ifadesine göre beyefendi, bir süredir sağlık sorunlarıyla boğuşuyordu. Renginin solması, nefes nefese kalması ve sinirsel depresyondan doğan şiddetli ataklar, onda bir kalp hastalığı olduğunu açıkça gösteriyordu. Merhumun arkadaşı ve doktoru olan Dr. James Mortimer, bu ifadeleri doğrulamıştır.

Olaylar şu şekilde gelişmiştir: Sör Charles Baskerville, her gece yatmadan önce, Baskerville Malikânesi’nin ünlü porsuk ağaçlı patikasında dolaşmayı âdet edinmişti. Kendisinin bu alışkanlığını Barrymore’lar da doğrulamıştır. Haziranın dördünde Sör Charles, Barrymore’a ertesi gün Londra’ya gitme niyetinde olduğunu ve bavulunu hazırlamasını söylemiş. Her zamanki gibi o akşam da yürüyüşüne çıkmış. Bu gezintisi sırasında bir tane puro içme alışkanlığı varmış; ancak bu son gezisi olmuş, bir daha geri dönmemiş. Saat on iki gibi Barrymore, malikânenin kapısının hâlâ açık olduğunu görünce paniğe kapılmış ve efendisini aramaya çıkmış. Bütün gün yağmur yağdığı için Sör Charles’ın ayak izlerini o sokakta kolayca bulabilmiş. Bu patikanın sonunda bozkırlara açılan bir kapı varmış. Sör Charles’ın bir süre oralarda oyalandığına dair birtakım ipuçlarına rastlanmış. Barrymore patikada ilerlemeye devam etmiş; ancak yolun sonuna geldiğinde talihsiz efendisinin cesediyle karşılaşmış. Barrymore’un yapmış olduğu açıklamada bir husus henüz açıklığa kavuşmamıştır. Efendisinin bozkıra açılan kapıdan geçmesinden sonra ayak izleri, buradan itibaren sanki ayak uçları üzerinde yürüyormuş gibi bir hâl alıyormuş. O sırada bozkırda olan Murphy adında Çingene bir at tüccarı, birtakım sesler duyduğunu ancak çok fazla içkili olduğundan seslerin hangi yönden geldiğini idrak edemediğini itiraf etmiş.

Sör Charles’ın cesedinde darp izlerine rastlanmamıştır. Doktor yapmış olduğu incelemede, yüzünde bir çarpıklığın meydana geldiğini, hatta o derece ki önünde yatanın onun hastası ve arkadaşı olduğunu ilk başlarda anlayamadığını belirtmiş. Bunların nefes darlığı ve ender de olsa kalp yetmezliğinden ileri gelebileceğini de eklemiş. Bu açıklama otopsi incelemelerinden sonra doğrulanmış ve uzun süredir bedensel bir rahatsızlık yaşadığı ortaya çıkmış. Adli tıp kurulu, tıbbi delillerle uyumlu bir mahkeme kararı çıkarmıştır. Böyle olması herkesin içini rahatlatmıştır. Artık geriye bir tek Sör Charles’ın vârisinin malikâneye yerleşmesi ve üzüntü verici bir şekilde aniden kesintiye uğrayan hayırseverlik işlerine devam etmesi kalıyor. Jürinin varmış olduğu karar, olayla ilgili etrafa yayılan olağanüstü hikâyelere son vermiştir. Eğer böyle olmasaydı, Baskerville Malikânesi’ne bir kiracı bulmak herhâlde çok zor olacaktı. Eğer hâlâ hayattaysa vârisin, en yakın akrabası Sör Charles Baskerville’in küçük kardeşinin oğlu, Bay Henry Baskerville olduğu öğrenilmiştir. Genç adamın Amerika’da olduğuna dair haberler vardır. Vârisi olduğu serveti bildirmek amacıyla bazı girişimler başlatılmıştır.”

Dr. Mortimer kâğıdı tekrar katlayarak cebine yerleştirdi. “Bunlar Sir Charles Baskerville’in ölümüyle ilgili sadece açıklanan gerçeklerdir Bay Holmes.”

“Oldukça ilginç özellikleri olan bu davaya dikkatimi çektiğiniz için size teşekkür ediyorum.” dedi Sherlock Holmes, “O sıralarda bazı gazete yorumlarını okumuştum; ama şu küçük Vatikan akiki ile ilgili davayla fazlasıyla meşguldüm ve Papa’yı memnun etme çabamdan dolayı bazı İngiliz davalarından uzak durmak zorunda kaldım. Demek ki herkes tarafından bilinen gerçekler bu gazete haberinde yazılı.”

“Evet.”

“O zaman bana bilinmeyenleri anlatın.” Geriye doğru yaslandı, parmak uçlarını birleştirip, en umursamaz ve duygusuz yüz ifadesini takındı.

“Bunu yaparken…” dedi Dr. Mortimer gözle görülür bir şekilde heyecanlanmaya başlayarak, “Kimseye bahsedemediğim konuları size anlatacağım. Jüriye açıklamamamdaki asıl amacım, bir batıl inancı desteklemeye hazır olan halkımız karşısında, bir bilim adamı olarak kendimi zor duruma sokmak istemeyişimden kaynaklanıyor. Ayrıca gazetenin de yazdığı gibi, bir gerekçem daha var; bu da adı çıkmış Baskerville Malikânesi’nin kötü ününü arttıracak herhangi bir şey söylediğimde, orayı kimsenin kiralamayacak olmasıdır. Bu iki sebepten, bildiğimden daha azını açıklamakta haklı olduğumu düşünüyorum. Zaten somut sonuçlar da elde edilemezdi. Fakat size her şeyi açıklamamam için hiçbir sebep yok.

Bizim oralarda çok az insan vardır ve birbirlerine yakın oturanlar genelde sık sık görüşürler. Bu nedenle Sör Charles Baskerville ile samimi oldum. Lafter Malikânesi’nden Bay Frankland ve Doğa Bilimcisi Bay Stapleton dışında o çevrede doğru dürüst eğitimli başka adam bulamazsınız. Sör Charles emekli bir adamdı ve onun hastalığı nedeniyle sık sık bir araya geliyorduk. Derken bilim alanında ortak ilgilerimizin olduğunu fark ettik. Güney Afrika’dan hatırı sayılır miktarda bilimsel bilgi ile dönmüştü; Bushman ile Hottentot’ların6 göreli anatomisini tartışarak pek çok büyüleyici akşam geçirmişizdir.

Son birkaç aydır Sör Charles’ın sinir sisteminin kırılma noktasına geldiğini açıkça görebiliyordum. Size okuduğum bu efsaneyi kafaya iyice takmıştı; öyle ki kendi arazilerinde dolaşmaya çıkmasına rağmen hiçbir kuvvet onun geceleri bozkırlara doğru gitmesini sağlayamazdı. Size her ne kadar akılalmaz gibi gelse de Bay Holmes, ailesini korkunç bir lanetin tehdit ettiğine inancı tamdı. Zaten atalarıyla ilgili anlattıkları da pek iç açıcı sayılmazdı. Dehşet saçan bir varlığın mevcut olduğu fikri kesinlikle onun yakasını bırakmıyordu ve birçok defa görevim gereği akşamları dışarıya çıktığımda tuhaf bir yaratık görüp görmediğimi ya da bir tazının ulumasını duyup duymadığımı sorardı. Özellikle ikinci soruyu çok sık sorardı ve bunu yaparken sesi heyecandan titrerdi.

1Penang avukatı: Doğu Asya’da bulunan bir palmiye türünden yapılan bastona verilen ad (e.n.).
21 inç=2.54 cm (ç.n.).
3Kafanın dar ve uzun olması hâli. Kafatasının ön art ekseni, yan eksenine göre uzun olan (ç.n.).
4Göz çukuru (ç.n.).
5Yan kafa kemiğindeki çatlak (ç.n.).
6Güney Afrika’da yaşayan iki yerli kabile (e.n.).