Bedel Geçidindeki Lanet

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

III

Yöneticiler tarafından her daim sırtı sıvazlanan, onların kudretli avuçlarının sıcaklığını hisseden, istekleri yerine gelince her zaman mutlu dolaşan Kambar Boluş bu sefer Komiser’in evinden memnuniyetsiz çıktı. Yüzünden hissedilmese de, içinden “Keşke! Başka toprağı verseydim de Betegelüü Çongtaşı vermeseydim.” diye geçiyordu. Hangarın bel yüksekliğindeki tahta korkuluklarına tutunarak taş döşemeli merdiven basamaklarından dikkatle inerken bu halini yanındaki Komiser’e ve tercümanına belli etmiyordu. Deminden beri dışarıda beklerken, domuz besicisi Rus’un ahırından gelen kötü kokudan midesi kalkan, artık tahammülü kalmayan yiğitlerinin ve Kırgız halkının önünde dik durmaya çalışarak heybetinden ödün vermiyordu.

Ahırın köşesindeki büyük ağacın gölgesinde binek atlarını hazır tutmakta olan, Boluş’un çıkmasını dört gözle bekleyen Kırgızlar, Kambar Boluş’u bağlı atına kadar uğurlamaya gelen Komiser’i görünce “Kalkın!” diye bağırarak oturdukları yerden ayağa fırladılar. Börklerini çıkarıp ellerini önlerine bağlayarak başlarını öne eğdiler. “Anlaştık!” dedi Komiser. Kırgızlar börklerini giyerek hızlıca atlarına bindiler. Yaveri siyah atının eyerini sıkıca bağlayarak, atı Boluş’un önüne getirip onun ata binmesine yardım ederken, Komiser ile tercümanı “Görüşmek üzere Kambar Bey!” diye el salladılar. Kamçısının deri bağını eline geçirip sağ elini göğsüne koyan Kambar Bey de “Görüşmek üzere Komiser Bey. Misafirperverliğiniz için minnettarım. Çok teşekkür ederim.” diye başını öne eğdi. Atını sürüp yola çıktı. Orada beklemekte olan Kırgızlar, “Komiser yaş olarak Kambar Boluş’tan büyük olsa da mütevazı bir şekilde büyük bir saygı gösterdi” diye düşündüler. Boluş’un arkasından onu takip ettiler. “Bana saygı mı gösterdi yoksa üzerimde baskı mı oluşturdu?” diye içinden geçiren Kambar Boluş önde gidiyordu. Komiser’in evinde olup biteni tekrar gözünün önünde canlandırdı. Boluş’a vicdan azabı çektiren olay şöyle olmuştu:

Savaş sebebiyle halktan toplanan yüklü miktardaki vergi için, köy kadınları “Faydasını görmediğimiz emeklerimiz, kahrolsun!” diye Ruslara beddua ederlerdi. Nakışlı, şırdak dedikleri keçeleri, kocalarımız giysin diye diktikleri deri kürkleri, atın kuyruk ve yelesinden ördükleri urganları, deveye yükleyip vergi toplayan Ruslara kendi elleriyle verdikten sonra Kambar Boluş Komiser’in evine girdi.

–Tamam, buyur tamam! Dobrıy den. Rad Vas videt, Kambar mirza! “İyi günler, sizi gördüğüme memnun oldum Kambar Bey!” diyerek Komiser’in, kapıyı aralayıp eliyle yaptığı “buyrun” şeklindeki işaret, Boluş’a kendisine gösterilen saygı ifadesi olarak gelmişti.

Tercümanı genç bir Kırgızdı. Onun dediklerini çeviriyordu. Girer girmez Kırgızların yaptığı gibi yiyecek dolu sofranın kenarına oturup hal hatır sordular.

Bakırdan yapılan semaveri vardır Rusların, emziğinden çay koyulurken borusunda ateşi olur. Böyle bir semaverden çay sunuldu. Çayla beraber bal sunuldu. “Dağ balı, bu yakınlardaki bizim Taldı Bulak’ta yaşayan Rusların balı, tadına bakın!” diye tercüman kâseyi uzatınca Kambar Boluş demir kaşığın yarısıyla alıp tadına baktı. “Lezzetliymiş!” diyerek beğendiğini belirti. Balcılar bu topraklara gelmeden önce Taldı Bulak’ta Kırgızlar yaşıyordu. O zamanlarda Taldı Bulak’ın kımızının meşhur olduğunu ve buralara bereketli topraklar dendiğini hatırladı. Rusların “samagon” adını verdikleri el yapımı votkadan, Komiser şişe gibi yuvarlak bir cam kâseye koyarak sundu. Kambar Boluş samagonun tadına bakar bakmaz kusacak gibi oldu.

–Lezzetli diye düşünmüştüm, çok acıymış bu, diye kâseyi önünden uzağa koydu.

–Kambar Bey benim sizinle önemli bir meseleyi konuşmam gerekiyor, dedi Komiser çayı yudumlarken. Bunu tercüman çevirince, Kambar merakla ona baktı.

–Çok önemli bir mesele!

Rus’un yüzüne bakmasına rağmen onu anlamıyordu, tercümanın ağzından “Çok önemli bir mesele” sözübü duyunca Kambar Boluş ciddi bir surat ifadesiyle tercümanın ağzına baktı. Komiser konuşurken ona bakıyor, tercüman çevirmeye başlayınca bakışlarını ona çeviriyordu.

–Büyük Çar’ın emrine binaen, hazineye ait topraklarda çiftlikler oluşturmak gerekiyor.

Tercüman tercüme edince, Kambar tekrar sordu:

–Çiftlik mi diyor?

–Evet, evet çiftlik için toprak belirlenecek.

–Hangi toprakmış?

–Betegelüü Çongtaş’ın giriş tarafında da bir çiftlik kurulacak.

Kambar Boluş irkildi. Başka toprakları neyse ne de, Betegelüü Çongtaş’ı almak istemelerini rüyasında görse bile inanmazdı. Gözleri karardı. “Aman, Betegelüü Çongtaş’ı vermek, canımızı vermekle eş değer. Tüm Kudayan Boyu buna karşı çıkar” diye düşündü.

–Birkaç gün sonra topograflarla gelip toprakları belirleyeceğiz. Bunu halkınıza iletin, oraya yerleşenler varsa, başka yere taşıtın Kambar Bey, dedi Komiser.

“Otlağımız git gide azaldı, Ruslara inanarak topraklarımızı, yerlerimizi hektar hektar kaybettik” diye dert yanmamış mıydı halkı? Şikâyetler aklının bir köşesinde duran Boluş’un bu durum zoruna gitti.

–Komiser Bey! Bizim boyun topraklarına birkaç Rus köyü yerleşti. Şimdi yine bir köy yerleşirse, tamamen otlağımız daralacak, dere tepeye mi göçeceğiz. Diğer Kırgızların toprakları geniştir… deyiverdi Kambar.

–Hangi Kırgızların? diye sordu Komiser kızgın gözlerle.

–Komiser Bey komşumuz Sayak Boyu ile Bugu Boyu’nun toprakları geniştir.

Kambar Boluş Sayak ile Bugu’nun otlağını tepeden gösteriyormuşçasına işaret parmağıyla ön tarafını gösterip başıyla dışarıya doğru işaret etti.

–Kambar Bey diğer Kırgızların topraklarında da köy kurulacak. Şimdi burada söz konusu Kudayan Boyu’nun yaşadığı topraklar. Bu benim emrim değildir. Göç idaresinin amirine verilen, Çar’ın emiridir. Bizim sadece bu emri yerine getirmemiz gerekmektedir.

–Komiser Bey! Betegelüü Çongtaş köye uygun muymuş? Dağın eteği değil mi?…

–En uygunu!

Kambar Boluş “Belki şöyle dersem vazgeçer” düşüncesiyle:

–Komiser Bey! Ben Çar’a iyi niyetimle hizmet eden birisiyim. Ama söylemem gerekiyor ki, halk arasında karşı çıkanlar var.

–Kimlermiş onlar? Söyleyin bize, Rus yasalarına boyun eğmeyenler kimmiş? Haddini bilmeyenlere cezasını veriniz!

–Halkın bu durumdan memnun olmadığını hatırlatayım demiştim.

Boluş, samagondan yudumlayan Komiser’in, sinirlendiğini hissetti. “Sen” diye konuşmaya başladı.

–Rus devletinin kurallarına karşı gelen halkın yerinin cezaevi olacağını biliyorsun. Sen ahmakların avukatı mısın?

Tercüman, Komiser’in iki cümlesine iki cümle daha ekleyip “avukatın” kim olduğunu zar zor anlattı Boluş’a.

Kambar ne yapacağını bilemeden birkaç dakika susup başını öne eğerek oturdu. Ter bastı. “Avukatı” haydutları savunan birisi olarak anlamıştı. “Haydutlara mı katıldın?” demek istedi galiba. Kafası karışmıştı. Halkın şikâyetlerini şimdi kime söyleyecekti? Komiser ise tam tersine, toprak talebi ile halkına söyle diyor. O bu şikâyeti duymayacak ki? Beyaz Çar’ın adaletli olduğunu söylüyorlar, emir veren o Çar’ı kim görmüş ki? Halkının isteğiyle önceden dilekçe yazıp göndermiş, o dilekçe Almatı’daki Komiser’in ofisinde kalmıştı. Neredeyse bu sebepten boluşluktan atılıp ceza alacaktı.

Komiser karşı çıkanların, isimlerinin zamanında söylenmesi gerektiğini bir kere daha hatırlattı.

–Halkı karıştıranlar kimlermiş?

Kambar, halkın şikâyetine uyarak “Neden galeyana geldim?” diye çok pişman olmuştu. Şu tercüman da çok oluyordu. Komiser bir söylese, o iki defa tekrarlıyor, sanki o da sorguluyormuş gibi… Hangisine yetişecekti?

Komiser’in bu sorgulamasının bir nedeni vardı. Kırgızların boluşları, köy muhtarları, yönetimin köylerde dolaşan memurları, halkın durumunu gözetleyen ajanlar en ufak haraketi not edip, Kırgızların arasında huzursuzluk var mı diye gizlice bildirmeye başlamıştı. Bazı Kırgız boylarının bu göçlerden rahatsız olup, ayak dirediklerine dair haberler artmıştı.

–Açıktan açığa karşı çıkan yok ama otlağın azaldığından şikâyet edenler oldukça fazla diyerek kurtulabildi Kambar Boluş.

–Biliyoruz, hmm… Betegelüü Çongtaş’ta toprak belirlemek için Verniy’den Yuvaşkeeviç adlı amir ve onunla birlikte Tutintsev bölgesinden yüz asker gelecek. On beş gün orada kalacaklar, dedi Komiser.

“Yüz asker beraber gelecek” diye duyunca Kambar Boluş içinden “Aman!” deyiverdi. Önceden toprakları, asker getirmeden belirlerdi.

Geçmişte Akbeket’in karşısına yer ölçmeye giden memurları, Kırgızların toplanarak kovaladığı olaydan Kambar Boluş habersizdi. Bu sebepten Komiser’in Almatı’dan asker çağırmasına bir anlam veremedi.

Kambar Boluş, öyleyse ben bu emri halka ileteyim de hazırlayayım. Yüce konukları güzelce karşılayalım, diyerek harekete geçti. Kahkaha atan Komiser, Boluş’un sırtını sıvazlayıp, ondan memnuniyetini bildirerek uğurladı.

Kambar Boluş’u düşündüren olay buydu. Boluş ne kadar belli etmemeye çalışsa da, asık suratından durumunu fark eden yiğit:

–Amir nasıl karşıladı, diye konuşturmaya çalıştı.

–Köy kurmak için Betegelüü Çongtaş’ı istedi! dedi lafı dolaştırmadan Kambar Boluş. Onu içinde daha fazla saklayamadı.

–Ne! Betegelüü Çongtaşı mı? dedi. Peşinden gelenlerin gözleri fal taşı gibi açıldı. Suratları düştü. Aralarında mırıldanıp, memnuniyetsizliklerini gösterdiler.

–Kambar Boluş heybetini bozmadan sessizce atını sürüyordu. O “Amire gidip de Boluş’umuz Betegelüü Çongtaşı vermiş.” şeklindeki dedikodunun şimşek hızıyla halk arasına yayılacağını biliyordu. Ama ondan da korkmuyordu. “Bu kadar baskı varken, amirin yer ölçümü için gönderdiklerini nasıl durduracağım?” diye düşünüyordu.

–Rus durduracak bu işi! dedi Kambar aniden.

–Efendim! Nasıl? dedi Kırgızlar.

Kendi aralarında konuşmalarını kesip Boluş’a dikkat kesildiler.

–Zamanı gelince söyleyeceğim! dedi Boluş. Bu şekilde halkını yatıştırmayı düşündü.

Bu kadar karışık düşünceler arasında, çevirmeni hakkında düşünmeye nasıl başladığını anlayamadı. Mukay okuyup Rus eğitimi alırsa az önceki tercüman gibi olacak diye içinden geçirdi. Tercümanın, Çüylü köy ağalarından birinin oğlu olduğunu duymuştu, galiba ismi Abdukerim’di. Yoksa karıştırıyor muydu? Bir defasında “Hangi boydansın?” diye sorduğumda “Solto Boyu’ndanım.” diye cevap vermişti. Tercüman değil mi… Rusların ve Kırgızların düşüncesini okuyormuş sözlerini söylüyordu. Komiser’in dilinde konuşuyor, onun dediğini ikiletmeyen Kırgızlar, gözünün içine bakıyordu. Komiser’den de eksiği yoktu. Kambar gibi birçok boluşa, köy muhtarlarına üstten bakıyordu. Başkaları gibi seçimle gelip, hiç zahmet çekmiyordu. Kambar ona hayrandı, her defasında gördüğünde ona tekrar hayran kalıyordu. İmrenen sadece Kambar değildi, Komiser’in önüne gelen tüm köy muhtarları ve boluşların başlarını sallayıp, onun söylediklerini yaptıkları çok defa duyulmuştu. Boluş, “Mukay’ım o tercüman gibi olsa, oğlumun Komiser’in yanında gezen tercüman olduğunu görsem…” diye hayal ederek köyüne ulaştı.

 

Köye geldiğinde “Narboto’nun yönettiği yiğitlerin Tekes’in karşısındaki Kalmuk’un at sürüsünü sürüp getirmeye gittiklerini, bu yetmiyormuş gibi oğlu Mukay’ın da onlarla gittiğini” duydu. “Yüce Çar’ın emrini söyleyip, halkımı nasıl yumuşatacağım, Rusların bu yaptıklarını nasıl durduracağım” diye sıkıntı çekiyorken, halkından bozuk adam çıkması da neydi.

Bu olayı yöneticiler duyarsa, rahat bırakmaz! diye düşünen Kambar Boluş’un korkup, hemen sinirden vücudu titremeye başladı. Yöneticiler bu sene boluş ve köy muhtarlarını sık sık çağırıp “Ahali sakin mi?” diye tekrar tekrar sormuşlardı. “Şüphe duyduğunuz bir şey olursa bize hemen iletin!” emrini şehirden daha yeni duyarak gelse de, halkının yaptığı şu işe bak. Ruslar sadece suçluyu sürmekle kalmayacak ki. “Halkına sahip çıkamıyorsun.” diyerek Boluş’a da ceza vermeyecek mi?

“Lanet olsun!” diye söven Kambar Boluş evine gelince, boluşluk görevini unutarak sinirlendi. On iki sütuna sahip büyük on iki kanat boz üyün içerisinde sinirlenerek sağa sola yürüyordu. Kapının yanında dayanmış duran mızrağın ucuna bakarak “Bununla Narboto’yu gebertsem!” diye düşünüyordu. Yanına kimse yaklaşamıyordu. Üç gün boyunca kızgın gezdi. Atalarından miras kalan iktidar, en büyük atası Kudayan’dan beri köy ağalığı olarak süren, Rusların yönetimi başlayınca da boluş unvanıyla devam eden, “boluşluk” unvanı alan bu beyliği, kendi boyunun çocukları hiçe mi sayacaktı? Kendi akrabası olan Narboto bile sözünden çıkar oldu. “Yoksa unvanı almak istediğinden mi böyle yapmıştı? Beni kötü gösterip düşman olması bundan mı?” şeklinde düşünüp anlam veremiyordu. “Partiye üye olmasın sakın?” diye şüphelendi.

Üç gün sabırla bekledikten sonra, halk arasındaki konuşmalara kulak verdiğinde, onların kendi tarafında olduğunu hissetti. “Rusların düzeni geldiğinden beri akla gelmeyen, akla gelse de korkulduğu için kimsenin cesaret edemediği eski gelenek yaşar mı!” dediklerini ihtiyarlardan duydu.

Barımtaya gitmelerinden yedi gün sonra köyün bir ucundan acı feryatlar yükseldi. “Çocuklarımız Bugu Boyu’nun sınırlarından gelirken, Ruslara gözükmeyelim diye tepelerin arasından geçmişler” haberi Boluş’un köyüne, barımtaçılardan önce ulaştı. Bir arkadaşı ölmüş, bir başkası da sırtından mızrak ile yaralanmış, dönüş yolunu yarılamışlar haberi köyde yayıldı. “Ölen arkadaşının etini bırakıp, kemiklerini getiriyorlarmış.” “Gençler de gitmiş, aralarında Boluş’un oğlu da varmış.” şeklinde halkın arasında bir söylenti çıktı.

Ölen yiğidin cenazesine ağlayıp, yaralıyı evine bırakıp, barımtaçılar Boluş’un evinin olduğu yer denilen köye yaklaştıklarında, Boluş’un kâtibi haber verdi:

–Geliyorlar! Narbotolar geliyor! diye bağırdı. Kâtip “Geliyorlar!” diye bağırarak Boluş’a baktı.

–Buraya gelsinler! diye emretti, Kambar Boluş kâtibine.

Barımtaçılar atlarının başını çevirip, Boluş’un evine yaklaştılar.

–Ey, akılsız! Birçok insanın vebaline girdin, kuyruğunu kıs otur dememiş miydim? diye bağırarak yaklaştı Kam-bar Boluş. Yavaşça yürüyerek geriden gelen barımtaçılar Narboto’nun arkasına saklanmaya çalışarak. “Şimdi kendin cevap ver.” dermişçesine bakıyorlardı Narboto’ya. “Yılkı getireceğim.” diye gittim onu da beceremedim. Bu da yetmiyormuş gibi arkadaşlarımdan birini kaybettim diğeri de ağır yaralandı. Narboto, “Fazla üzerime gelirse, ben de karşılık veririm” diye kendisini teskin etti. Ancak yorulmuştu ve kavga edecek hali kalmamıştı.

–Kıtlık zorumuza gidiyordu, çoğunluk istediği için gittim Kambar Ağa, diye kaşlarını çatarak tısladı Narboto.

–Halkın sorununu ne zamandan beri sen çözüyorsun? dedi Kambar.

–Yiğitler istedi!

–Sen bozukların dediğine mi uydun! dedi Kambar Boluş.

–Savaş payı için diye birçok vergi aldıklarından; iyi atlarımızı alıp, iplerimizi bile bırakmadan topladıklarından çaremiz kalmadı ağa! dedi Narboto’nun arkadaşlarından biri. Kambar Boluş, “Sen, kötü Narboto’ya destekçi mi oluyorsun?” diyerek sert sert baktı.

–Bu günleri gören sadece bizim Kudayanlar değil, tüm halk! Rusların kendileri de zor durumdaymış! dedi Kambar Boluş. Bunları konuşurken Rusların halini iyi biliyormuş gibi, köy kurulacak tarafa doğru bükük kamçısını salladı. Vergiyi vermeye gittiğinde, Almanları yenmek için Çar’ın Kırgız gibi halkların yardımına ihtiyacımız var diye söylediğini, amirlerden duyduğunu hatırlayınca, bildiğimi anlatırım dercesine sesini yükseltti.

–Rus bizim kadar zorlanmıyordur ağa! Baksanıza sırf karnını doyurabilmek için çaresizce akrabalarımız gruplar halinde şehre taşınıp, mujik dediğimiz Rus erkeklerine köle oldular! Zorumuza gitti! diye bağırdı Narboto.

Önceleri yaylaya çıkmaya gücü yetmeyip, köyde kalanların bir ikisinin avuç kadar ekine bakmaktansa, mujiklerin kölesi olursak belki durumumuz düzelir umuduyla akrabalarını dinlemeyip şehre indikleri halk arasında hala konuşuluyordu. İhtiyarlar bu eski olaya üzülüp âhir zamanda olacakların alametlerini yüreklerinde seziyorlardı. Ellerini göğüslerine koyarak “Rahat bir şekilde bile ölemeyeceğiz, Kudayan’ın çocuklarının Ruslara köle olduğunu bile gösterdi bize bu zalim dünya!” diye iç çekerlerdi.

Kambar Boluş’un “Halkına artık bakamıyorsun.” imasını Narboto’nun ağzından duyması gururuna dokunmuştu. “Utanmaz, haramzade! Halkın dediklerini söylediğim için mi bencil oluyorum?” diye anlam çıkardı sözlerinden.

–Bir avuç halk düşmanı yüzünden birlik içindeki halkımız bölünse, yaşadığı topraklarından ayrılsa, vatanından sürülse, para cezasına maruz kalsa ne yaparız? dedi Kambar Boluş.

–Halkımızın içinde huzur mu kaldı? Yolda giderken atı elinden alınıyor, ovaya inerken Rusların sopası sırtından eksik olmuyor zavallıların.

–Vebali kime? diye sözünü kesti, Kambar Boluş.

Köy halkının hepsi dikkat kesilmişti. Dere tepede hayvanlara bakmakta olanlar, Boluş’un, aşağı taraftaki evinin kapısında Narboto’nun at üzerinde ağasıyla kavga etmesini seyrediyor, anlamaya çalışıyorlardı. Şaşırmışlardı. Bazıları sopasına dayanarak donakalmış, at üzerindekiler ayakları üzengide durmuş, diğerleri de yeşil otlağın arasında taşa yaslanmışlardı… “Boluş Narboto’yu azarlıyor.” dedi birisi. “Bakın Narboto da bağırıyor, attan inmeden çekişiyor.” dedi bir başkası. Aşağıdakilerin tartışması tepedekilerin duyacağı şekilde yankılanıyordu. Kulaklarını dikmiş, dikkatlice izliyorlardı. Narboto’nun cesareti ve direnişi hoşlarına gidiyordu.

Çok geçmeden köyün önde gelenleri de oraya geldiler. İkisinin tartışması kalabalık bir grup oluşturmuştu. Düğünlerde, törenlerde, Rus yöneticileri geldiğinde, taş atılıp boluş seçildiğinde halk böyle kalabalık toplanır. Taştan, dereden, tepeden izlerlerdi. Şimdi tam da öyle iki gruba ayrıldılar.

–Halk ile konuşup fikirlerini alınız, onlar kabul ederse beni yakalayıp Ruslara verin! dedi Narboto grubun önünde.

Narboto’nun bu konuşması Boluş’un sinirlerini tepesine çıkardı. “Yüzsüzün dediğine bak! Hiç bir çare bulamayınca teslim edin diyerek, seni de valiye şikâyet edip ceza almanı sağlayacağım demek istiyor. Boluş’un oğlu da bizimle gitmişti derse?” diye içinden geçirdi Kambar Boluş.

Topluluk içinden bazıları “Yılkı sürüp kaçırmaya çalıştığın ortaya çıkarsa, boluşluk makamındaki Kambar Ağa’na zararın dokunmaz mı?” diye Narboto’yu azarlıyorlardı. Barımtaçıları savunanların, “Açlıktan ölelim mi, bunu mu istiyorsun?” demesi halkın nasıl fikir ayrılığı yaşadığını ayan beyan ortaya koyuyordu.

Aslında, bugüne kadar halk arasında bölünme olmamıştı. Ruslarla ilişkiler kurulduğundan beri halk, Boluş ile Komiser’i çok yakın arkadaş, birbirleri için ant içen dost olarak biliyorlardı. Omzunda silah asılı askerlerle birlikte köyleri at arabalarıyla gezen, ayna gibi parlayan simsiyah çizmesi, omzunda sallanan deri çantası, elinden düşmeyen dürbünü ile iri yapılı vücuduyla, dik bıyıklı, uzun sarı sakallı Komiserle her Kırgız’ın konuşması mümkün değildi. Onun karşısına gidip konuşan bizim Kambar, Kırgızların en cesuru galiba diyorlardı. Bundan dolayı övünen Kambar, Ruslardan aldığı rozetini her zaman takıp, göğsünü gererek kendisini yükseklerde hissederdi. Avuç büyüklüğündeki demir rozet ona her zaman bir heybet veriyordu. Fakat bu halk şimdi o heybetten de korkmuyordu.

–Ben teslim etmeyeceğim seni! Vali kendisi gelip alsın! Halkı böyle yönlendirme! dedi Kambar Boluş.

–Halkına bakmayan sensin! Vali ile konuşamadığından topraklarımıza köy kurup kendimiz dere ve tepelerde yaşıyoruz. İşte, yarın topografların gelip yine toprak belirleyeceklerini duyduk! dedi Narboto.

–Generalin emridir! dedi Kambar Boluş.

–Generalin böyle yaparsa, neyimiz kalacak! Daha sonra canımızı alacaklar! dedi Narboto.

“Amirin yer istediğini Narboto da duymuş.” diye düşündü, Kambar Boluş. Hatta bu tartışmayı izlemekte olanlar, komşu Kırgızların köy ağaları çocuklarını, Rus okuluna artık göndermiyorlar demezler miydi? Bu konu orada tartışılmaya başlandı. “Rus okulunda okurlarsa askere alacaklarmış, askerlik şu zamanlarda kötü, hemen Almanlar ile savaşa gönderiyorlarmış” diyerek duyup bildiklerini ortaya döküyorlardı. Bunu duyan cahil kimseler, Rus hemen şu an gelip askere alacakmış gibi “Öyle miymiş!” diyerek başlarını ellerinin arasına alıp ah vah çekmeye başladılar. Kambar okul meselesini duyunca elinde kamçısı olduğu halde ellerini beline koyup duraksadı. Bilgiç bir tavırla, okul hakkında düşüncelerini söyleyenleri, gözlerini kısarak süzüp, dudaklarını ısırarak “Bunlar ne biliyor?” diyerek içinden geçiriyordu.

–Çüy’ün köy ağaları kendi çocuklarını okula göndermeyip yerine fakirlerin çocuklarını gönderiyorlarmış. Çüy’ün Merke tarafından Karkıra’ya kadar olan bölgede yaşayanların arasında dolaşıp, her yeri gezen birisi, Sarıkulak isminde bir fakirin çocuğunu, köy ağalarının para ayırarak okula göndermeleri de ondanmış dedi.

Oğlu Mukay’ı sonraki gidişinde Komiser’e emanet etmeyi planlayan Kambar Boluş:

–“Hey, bildiğiniz bu muydu?” diyerek tekrar sözlerini böldü.

–Valinin huzurunda nasıl cevap vereceğiz? dedi Kam-bar Boluş, Narboto’nun yanında yer alanlara büyüklenerek. Böylece Kırgızlar tekrar asıl konuya dönmüş oldu.

–Yılkı sürüsünü kaçırmaya gitmedik deyip inkar etsek olmaz mı? Kalmuk’un yılkı sürüsünü çalmaya başkaları gitmiştir… Bizi ilgilendirmez ki! dedi Narboto.

–İçimizden biri öldü, delil olarak önümüze koyarlar.

–Dağda kısrak kovalarken yardan düşüp öldü deriz. Yakınlarına da söyledik, kaza sonucu öldü diyecekler. Rus gelip mezarını kazıp bakacak mı sanki! dedi Narboto.

Dinleyenlerden bazıları “Yiğidin kıvrak zekasına bak.” diye hayran kaldılar. Kambar Boluş onun dediğini beğenmeyip “Bulduğun çare bu mu?” demek üzereyken halkın bir kısmı da ölen Kırgız hakkında konuşmaya başladı. “Çirkey adlı küçük boydan bize gelip katılan Kırgız’dı” dediler. Kambar Boluş’un “Yöneticiye ne diyeceğim?” diye düşünüp vicdan azabı çekmekte olduğunu kimse fark etmedi. Topraklarına Rusların köyü gelip otlakları daraldığından Çirkey Boyu’ndan bazı insanların çeşitli boylara katılması üzerine konuşmaya başladılar. “Kıtlık yüzünden bize katılmıştı, arkasında küçücük çocukları kaldı zavallının” diye ona acıdılar.

–Başka boydan da olsa zavallının cesedini alıp gelmen geleneklerimiz açısından iyi oldu! “Bu yaptığınla sen kahraman Şerboto’yu hatırlattın.” dedi sakalı göğsüne kadar uzanan Kalıbek adlı ihtiyar.

Toplananlar, gençliğinden beri halkın içinde dolaşan; hatta Kanay ile Camangara’yı, Ormon ile Cantay’ı bile gören ihtiyarın dediklerini hürmetle dinlediler. Kalıbek, gençken kendisinin katılmış olduğu bir olayı anlatarak halkın dikkatini üzerine topladı.

–Mukay’dan daha gençtim. Şerboto ve Törögeldi Kazak’a at sürüp getirmeye gittiklerinde ben de onlara katıldım. Büyük sürüyü bölüp sürerek Kaskeleng’in batı tarafına, Şamalgan’ın kuzey tarafına gitmiştik. Önümüze Kazakların büyük göçü çıktı. Göçte gitmekte olan iki yanağı elma gibi kırmızı güzel kızı görünce, Abayılda’nın oğlu kahraman Narboto gözlerini ondan ayıramamıştı. Yolumuza devam edelim dediğimizde kahraman o kızı alıp kaçmayı mı düşündü bilmiyoruz. Kısacası, o eyer üzerinden eğilerek yaklaşıp kızın kıpkırmızı kızın dudaklarından öperken kovalamakta olan Kazak bize yetişti. Saldırmışlardı. Arkamıza baktığımızda birçok Kazak, Narboto’ya kılıçla vurmuştu. Onun abisi Şerboto, kardeşi Törögeldi, Kazak’tan cesedi almak için tekrar onlarla savaştılar. Şerboto, kahraman Narboto’nun etini kemiğinden ayırıp cesedini alıp kaçmıştı. Sen tam o Şerboto gibi olmuşsun! dedi yavaş yavaş anlatan ihtiyar.

 

–Tövbe tövbe benzettiğin olaya bak. O savaşa gidenin ismi de mi Narboto’ydu? diyerek oradakiler şaşırıyordu. Kambar Boluş “İhtiyar bunamış gibi, “Ne anlattığını bilmeden anlatıyor?” diye beğenmiyordu.

–Ölenin adı Narboto’ymuş, cesedi alıp kaçan ise Şerboto’ymuş. Kendi başıyla gitsin, böyle bir olay tekrarlanmasın! diye grup içerisinden birisi söylendi.

–Hey Törögeldi, Şerboto’nun yiğitliğini gösteren Kırgızlar şu an nerede? “Zavallılar sonunda Rusların azabını çekiyor.” dedi sopasına dayanarak durup, yeninin ucuyla gözünden süzülen yaşı silen bir ihtiyar.

Bu Kırgızlara akıl ermez. Törögeldi’nin ismini duyunca Komiser’in önünde ne cevap vereceğiz meselesi yine unutulmuştu. Birisi onun Kenesarı’yla olan savaştaki kahramanlığını anlatmaya çalışken Kambar konuşmayı kesti. Bırakırsa konuşma taa Bugu Balbay’ın uzun efsanesine kadar uzayacaktı.

Üstelik yakın hissettiği ağabeyi Kalıbek, Narboto’yu taa eski kahramana benzetince, grup içerisinde bu durum onu fazla övmüş gibi hissedildi. “Bak hele kime benzetiyor!” İçten içe kıskanan Kambar sözü tekrar aldı:

–O zamanlarda Almatı’ya hapishaneye gönderirlerdi. Şimdi Sibirya’ya gönderip, oyulmuş dağa hapsediyorlar! dedi Kambar Boluş. Komiser önüne gelen Kırgız’ı “Sibirya!” diyerek korkuturdu. Kambar Boluş da, onun gibi halkını bu sürgünle çok korkuturdu. Sibirya deyince çoğu insanın zihninde gidilince gelinmeyecek bir yer canlanırdı. Buralar Rusların eline geçtiğinden beri, nice Kırgız oraya sürüldü. Onların arasında kabahati olan Kırgızlar da, günahsız Kırgızlar da vardı. Ancak dönenleri oldukça azdı.

İhtiyar Kalıbek “Aman oğlum, oranın yüzünü göstermesin.” der demez Narboto tepki gösterdi:

–Sibirya’daki Şiber hapishanesine sürecekseniz, o acıyı da çekmeye hazırız!

–Delinmiş dağdan çıkamazsın, günlerin cehennem olur! Son nefesine kadar, dönemezsin oradan! “Cezasını kim çekecek?” dedi Kambar Boluş. “Oğlum seninle beraber gittiği için Komiser’in önünde güçsüz olduğumu bilerek kendini kahraman mı hissediyorsun? Zamanı gelince bunun hesabını vereceksin!” dedi, içinden.

Narboto, Boluş Ağa’sının tekrar tekrar “Cezasını kim çekecek?” diyerek gözdağı vermesine sinirlendi.

–Kambar Ağa! Suç işlemek için değil, iyilik yapmak için gitmiştim. Şansımız olsaydı, bugün buraya sürü hediye edecektik, ne yapayım?

–Hediyenle beraber yerin dibine gir! Mukay’ı neden beraberinde götürdün? Ya yöneticiler haberdar olursa?

Kambar Boluş “Ne diyeceksin?” der gibi Narboto’ya baktı. Birbirlerine uzunca süre bakakaldılar. “Ne dememi istiyor?” düşüncesiyle Narboto, ağasına bakıyordu.

–Ne diyeceğiz? Kamçımızı boynumuza asıp, amirin önüne aman dileyip biz yaptık diye gitmemiz mi lazım? İnkâr edeceğiz! diye az önce dediğini yüksek sesle tekrarladı. Kam-bar buna da sert bir cevap verecekken kâtibi söze karıştı:

–Hepimiz Kudayan Boyu’ndanız. Ancak birimizin yaptığı yanlışlık diğerlerine zarar vermesin. Boluş’un oğlunun sizinle beraber gittiği ortaya çıkarsa ağamızı oğluyla beraber hapse atıp, Kudayan Boyu’nu dağıttırırlar! Benim diyeceğim şu ki, tabi bunu Rus şu an sorgulamıyor, ama ileride Rus öğrenecek olursa, barımtaya gidenler cezasını kabul edip, acısını çeksinler!

–Hey, hemen ele vermek istiyor bunlar, dedi Narboto. Kızarak olur, ben yakalanınca Kudayan Boyu huzur bulacaksa ben razıyım! dedi.

Bunu duyunca bazılarının aklı başından gitti.

Aklınızı başınıza toplayın! Halkımız karışır öyle yaparsanız! diyerek, Narboto’nun yan tarafında duran ihtiyar bağırıverdi. Halk “Böyle olur mu? Bulduğunuz çare bu mu?” diye bağırıp çağıran ihtiyar Kalıbek’e baktı. Çok defa kavgaya katılan, Kırgız ile dövüşüp Kazak ile tartışan ihtiyar Kalıbek onlara şöyle söyledi:

–Kambar oğlum! Narboto’nun, oğlunu beraberinde götürmesini kışkırtma olarak görme. Bu iyi niyetli akrabaların her zaman yaptığı bir iş değil mi? Oğlunu götürmesini yanlış anlama, iyi niyetli kabul et, kızma. Narboto’nun yaptığı işi şimdi amirin duyacağından şüpheleniyorsun. Yarın onun yanına git, ne diyeceğini bir görelim. Eğer akrabanı kendi elinle teslim edersen halkın huzuru bozulur. Eski atalarımız Kudayan ve Kılcır’ın ruhu çarpar! Kudayan Boyu, aziz bir boy. Eğer şüphelenmişse, çaresini beraber arayalım.

Oradakiler “Atalarımızdan terbiye görenlerden, iyi akıl çıkar!” diye desteklediler. Atadan kalan geleneği duyunca Kambar Boluş diyecek bir şey bulamadı. “Karşı çıkan var mı?” der gibi yan tarafındaki destekçilerine baktı. “Sakın Boluş ağana zararın dokunmasın.” diyenler dillerini yutmuş gibi sesleri çıkmıyordu. Gündelik olarak kullandıkları, börke benzeyen, tebetey dedikleri şapkalarını gözlerine kadar indirip başlarını öne eğerek Kambar’a bakmak istemiyorlarmış gibiydiler. Kambar Boluş “İhtiyarın sayesinde kurtuldun!” der gibi Narboto’ya baktı.

–Halkın kararına uyun! diye konuşmasını tamamladı ihtiyar Kalıbek.

–Yakında şehre ineceğim, Komiser ile görüşeceğim. Onun dediklerine bakayım. Sonra yine konuşacağız. O güne kadar Kalmukla ilgili kimse söz etmesin! dedi Kambar Boluş. Ancak “Narboto’yu nasıl cezasız bırakırım?” düşüncesi onu rahat bırakmıyordu.

Dönüp gitmek üzereyken, ihtiyar Kalıbek tekrar konuşmaya başladı:

–Halk dağılmadan kendi ağzından duymak istiyoruz. Bizim isteklerimiz hiçbir zaman dikkate alınmıyor. Vali dostunla, Komiser dostunla görüşürsen bunları da iletiver olur mu? Onlar topraklarımızı aldıkça biz hayvanlar gibi buzlu dağın eteğine sürülüyoruz. Betegelüü Çongtaş’a da köy kurulacağını duyduk. Eğer bu gerçekse kayalıklara, dağ eteğine mi taşınacağız?

–Çok doğru! diye toplananlar bir ağızdan bağırıştılar.

Ne yapacağını bilemeyen Kambar Boluş “Bunlar beni suçlamak istiyorlar.” düşüncesiyle yan tarafındakilere baktı. Ancak bu kadar toplanan halka da bir cevap vermeliydi.

–Betegelüü Çongtaş’ı vermekten başka çaremiz yok. Ancak Rusların Betegelüü Çongtaş’ı almalarını kurnazlıkla durdurmanın bir yolu var, dedi Kambar Boluş.

–Betegelüü Çongtaş’ı almalarına nasıl razı olabiliriz? diye sesleri yükseldi.

–Bağırmakla bir şey çözemezsiniz. Elinize sopa alarak karşı mı geleceksiniz? Ruslar hesabını sorar! dedi Kambar Boluş.

–Bu sefer amir askerlerle geliyor! Toprak belirlerken Almatı’dan gelen yüz asker olacak yanlarında, diye sözlerine ekledi.

“Yüz askeri” duyunca bağıranların gözleri fal taşı gibi açıldı. Narboto’nun da susması Boluş’un dikkatini çekti.

–Ancak Rusların Betegelüü Çongtaş’ı almasının kurnazlıkla önüne geçecek bir yol var dedin. Toplananlar bu nasıl bir yol? diye Kambar’ın ağzına baktılar.

–Kudayan Boyu belli bir toprakta yaşamadan göç ederse, devamlı yer değiştirirse, sahipsiz topraklar diye Ruslar gelip sahiplenir. Önce toprakları sahipsiz bırakmamanın çaresini bulalım. Fark ettiğim kadarıyla Ruslar geniş sınırı olan seti olmayan toprakları alıyorlar. Sınır belirtmemiz ve oraya set inşa etmemiz lazım! diye konuştu Kambar Boluş. Halk ilk başta anlamadı, “Hangi dağa set kuracağız, Bordu’nun içini korumak diye Boom’un kenarına mı set kuracağız? diyerek duyduklarına inanamadılar.

–Eğer Betegelüü Çongtaş’ın öbür tarafına cami inşa edersek, toprağa sınır belirlenmiş olur. Halk yaylaya göç edince imam camide kalacak. İmamın camide kalması toprakları koruması anlamına gelir. Kudayan Boyu’nun sınırı var, seti var diye Ruslar o zaman duracaktır. Rahmetli Şabdan kahraman da Kemin’e Rus gelmesin diye cami inşa ettirmişti, dedi Kambar Boluş.