Czytaj książkę: «Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Bir Aydın Şeyh Safvet (Yetkin) Efendi»
ÖN SÖZ
Osmanlı’nın son dönemindeki dinî kurumlarla ilgili çalışmalar yaptığımızda, buralarda görev yapmış olan Safvet Efendi’nin ilmî ve siyasi kişiliği dikkatimizi çekmiş ve kendisi ile ilgili bir çalışma yapma fikri bizde hasıl olmuştu. Uzun yıllar, Şeyh Safvet ile ilgili bilgi ve belgeleri arşivlerde tespit ederek toplayıp, çalışmamızın kaynaklarını oluşturduk. Nitekim 2009 yılında yayımlamış olduğumuz, “Osmanlı Devleti’nin Son Döneminde Bir Üst Kurum Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye” isimli kitabımızın bir bölümünde Safvet Yetkin’in, hayatıyla ilgili kısa bir şekilde bilgi vermiştik. Zira Safvet Yetkin’i uzun bir şekilde anlatmak, o gün için kitabımızın asıl konusu olmadığından, diğer bir çalışmada bunu yapmayı planladık. Bu tarihlerde kendisiyle ilgili belge ve kayıtları tutarak Safvet Yetkin hakkında daha detaylı bir çalışmayı, ileriki tarihlerde yapmayı planlamıştık.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk döneminde yaşamış ve çeşitli görevlerde bulunmuş olan Safvet Yetkin’in hayatı, görev yaptığı kurumlardaki faaliyetleri ve kendisinin ilmî kişiliği hakkında bilgiler vermeyi amaçladığımız bu çalışmamızda; Osmanlı Mebusan Meclisi, Meclis-i Meşâyih, Tetkik-i Mesâhif-i Şerife ve Müellefat-ı Şer’iyye Meclisi, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye ve TBMM’de önemli faaliyetlerde bulunan bu şahsiyeti, bir tarihçi bakış açısıyla değerlendirip tanıtmaya çalıştık.
Bu çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, Safvet Yetkin’in hayatını bütün yönleriyle inceleyerek, yaşamındaki önemli olayları kronolojik olarak anlatmaya çalıştık. Doğumundan ölümüne kadarki süreçte, yaşamının dikkate değer noktalarını, çeşitli arşivlerden edindiğimiz bilgilerden yola çıkarak aktarmaya çalıştık.
İkinci bölümde ise, Safvet Yetkin’in görev yaptığı önemli kurumları kısaca tanıtarak, bu kurumlardaki çalışmalarını ayrıntılı bir şekilde ele almaya gayret ettik. Çalıştığı kurumlarda yapmış olduğu görevleri detaylı bir şekilde ele alarak okuyuculara aktarmaya çalıştık.
Üçüncü bölümde ise, Yetkin’in ilmî kişiliği hakkında bilgi vermeyi amaçladık. Kendisinin telif ve tercüme ettiği kitaplar hakkında bilgilerin yer aldığı bu bölümde, Yetkin’in yazdığı makaleler, başyazarlığını yaptığı Tasavvuf dergisi ve İzmirli İsmail Hakkı’yla giriştiği tartışmayı belgeler ışığında aktarmaya çalıştık.
Safvet Yetkin, Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş döneminin önemli isimlerinden biridir. Özellikle dinî hususlardaki görüşlerinde meydana gelen değişimler, kendi döneminde yaşanan değişimlerin âdeta bir yansıması niteliğindedir. Kanaatimizce, bu şahsiyeti anlamak, ülkenin o dönemdeki ahvalini kavrayabilmek için oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu yüzden, Safvet Yetkin hakkında sadece biyografik bir çalışma yapmanın, kendisinin önemini tam olarak anlatabilmeye yeterli olmayacağını düşündük. Literatürde de Yetkin ile ilgili detaylı arşiv çalışmaları yaparak, onu her yönüyle anlatan bir çalışmaya ihtiyaç olduğunu düşündüğümüz için, yaptığımız bu çalışmanın; dönemin siyasi, fikrî ve ilmî yapısının anlaşılması hususunda katkı sunacağı kanaatindeyiz.
Son olarak, bu çalışma nedeniyle yeterli zaman ayıramadığım çocuklarım ve her zaman desteğini gördüğüm değerli eşime müteşekkirim. Bütün çabalara rağmen çalışmamızda görülebilecek kusur ve hataların şahsımızdan kaynaklandığını itirafla beraber, affedilmesini temenni ederiz.
Ankara 2019
KISALTMALAR
BOA Başbakanlık Osmanlı Arşivleri
DUİT Dosya Usulü İradeler Tasnifi
İA İslam Ansiklopedisi
TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi
TCTA Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi
TDV Türkiye Diyanet Vakfı
a.g.e.
Adı Geçen Eser
a.g.m.
Adı Geçen Makale
a.g.md.
Adı Geçen Madde
a.g.tz.
Adı Geçen Tez
Bkz. Bakınız
c. Cilt
Der. Derleyen
Ed. Editör
h. Hicri
Haz. Hazırlayan
s. Sahife
S. Sayı
Trc. Tercüme
GİRİŞ
Kaynaklar ve Araştırmaların Değerlendirilmesi
Faydalanılan Kaynaklar
Çalışmamızda öncelikle Safvet Yetkin’le ilgili arşiv kaynaklarından faydalandık. Bu çerçevede; Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Meşihat Arşivi’nin sicil-i ahvâl dairesindeki Safvet Yetkin dosyası, T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Arşivi, T.C. Emekli Sandığı Arşivi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Arşivleri, çalışmamız için temel kaynaklar olmuşlardır.
Bu çalışmamızda ayrıca, Safvet Yetkin’in görev yaptığı, Osmanlı Mebusan Meclisi, Meclis-i Meşâyih, Tetkik-i Mesâhif-i Şerife ve Müellefat-ı Şer’iyye Meclisi, Dâru’l-Hikmeti’l-İslâmiye ve TBMM gibi kurumların arşiv kayıtları ve kendisinin buralarda yapmış olduğu faaliyetler, kitabımızın bir diğer önemli kaynağını teşkil etmiştir.
Çalışmamızda ayrıca kullandığımız diğer bir kısım temel veriler; Safvet Yetkin’in faaliyetlerini içeren Osmanlı Mebusan Meclisi ve TBMM Zabıt Cerideleri araştırılarak edinilmiştir. Konumuzla ilgili olan verileri edinebilmek için I., II. ve III. Dönem Osmanlı Mebusan Meclisi ve II. Dönem TBMM’de yer alan yüzlerce zabıt ceridesi incelenmiş ve Yetkin’in; konuşma, takrir verme, kanun teklifi verme, itiraz etme, kanun tekliflerine kabul veya ret oyu verme gibi faaliyetlerinin yer aldığı yüzlerce zabıt ceridesinden faydalanılmıştır.
Bunların yanı sıra, Safvet Yetkin ile ilgili günümüze kadar tespit edebildiğimiz çalışmalar da araştırılarak değerlendirilmiş ve ihtiyaç hissedilen yönleriyle kitabımızda, bunlardan kaynak olarak faydalanılmıştır.
Bu doğrultuda, kitabımızda Safvet Yetkin’in yaşamış olduğu dönemde ülkedeki genel siyasi ve sosyal duruma dair bilgi veren ve görev yaptığı kurumları tanıtan çalışmalardan da faydalandık. Kendisinin buralardaki faaliyetleri ile ilgili konularda ise yaptığımız araştırmaların sonucunda, güvenilir olduğunu düşündüğümüz kaynaklardan; Yetkin’in doğrudan kendisi ile ilgili olan ve hakkında yapılan çalışmalardan da ayrıca faydalandık.
Safvet Yetkin Hakkında Yapılan Çalışmaların Değerlendirilmesi
Safvet Yetkin, Osmanlı Devleti’nin son döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk döneminde önemli görevler üstlenmiş ve dikkat çeken çalışmalar yapmış bir şahsiyet olmasına rağmen, kendisi ile alakalı çok sayıda çalışma yapılmamıştır. Direkt olarak Safvet Yetkin’i konu alan tek eser; Ulaş Salih Özdemir’in Şeyh Safvet Efendi 1 isimli çalışmasıdır. Bu eser haricinde Yetkin’i doğrudan inceleyen başka bir çalışma tespit edemedik. Ancak, yapılmış olan birtakım çalışmaların bazı bölümlerinde Safvet Yetkin ile alakalı bilgilere rastlamak mümkündür. Bu çalışmaların tamamı kıymetli bilimsel çabalar olmasına rağmen, bunları Safvet Yetkin’in hayatını bütünüyle araştırarak, kendisinin her yönüyle ilgili detaylı bilgiler ihtiva eden kaynaklar olarak değerlendirmek mümkün değildir. Ancak yine de Yetkin ile alakalı olarak önceden yapılmış çalışmalar bizim için önem ifade etmektedir.
Konu ile alakalı olarak yapılmış bazı çalışmalar şunlardır:
Safvet Yetkin ile ilgili bilgilerin yer aldığı bazı tezler hazırlanmıştır. Konu ile doğrudan bağlantılı olan bir çalışma yine Ulaş Salih Özdemir’in yüksek lisans tezidir.2 Bu tezde Safvet Yetkin ile alakalı genel bilgiler verilmiş ve Yetkin’in meclis konuşmaları esas alınarak daha çok siyasi faaliyetleri üzerinde durulmuştur.
Safvet Yetkin ile alakalı bilgilerin yer aldığı diğer çalışmalar ise daha çok Tasavvuf dergisini konu edinen araştırmalar olmuştur. Bu çalışmalara örnek gösterilebilecek bir araştırma ise Hatice Kunt’un Tasavvuf dergisi (Yazarları, Konuları ve Metin Tahlili) isimli yüksek lisans tezidir.3 Söz konusu tezde Kunt, Safvet Yetkin’in başyazarlığını yaptığı Tasavvuf dergisini tanıtmış, derginin ilk beş sayısını tercüme etmiş ve Safvet Yetkin başta olmak üzere, derginin yazarları ile ilgili bilgiler vermiştir. Söz konusu tez, Yetkin’in ilmî yönüyle ilgili bilgiler içermesi sebebiyle önemli bir çalışmadır.
Tasavvuf dergisini konu alan bir diğer çalışma ise Zekiye Berrin Hacıismailoğlu’nun yüksek lisans tezidir.4 Bu çalışmada, Safvet Yetkin’in tasavvufi kavramlara bakış açısı ile ilgili bilgiler yer almaktadır. Otuz altı başlık altında, kırktan fazla tasavvufi terimin incelendiği çalışmada, Yetkin’in Tasavvuf dergisindeki yazılarından yola çıkılarak bu terimlere nasıl baktığı hususunda bilgiler verilmiştir.
Tasavvuf dergisi ile ilgili olarak hazırlanan tezlerin yanı sıra Müteferrika dergisinde yayımlanan Mustafa Birol Ülker ve Ömer Faruk Bahadır’ın Şeyh Mustafa Safvet (Yetkin) ve Tasavvuf dergisi5 isimli bir makale mevcuttur. Bu makalede Yetkin ile alakalı kısa bilgiler verilmiş ve Tasavvuf dergisinde yer alan makalelerin isimleri, yazarları ve hangi sayının hangi sayfasında yayımlandığı yer almaktadır.
Bunların yanı sıra, Safvet Yetkin’in memleketi olan Şanlıurfa ile ilgili yapılmış olan bazı yerel çalışmalarda konu ile alakalı birtakım açıklamalara ve bilgilere yer verilmiştir. Fakat bu çalışmalar, arşivlere inilerek yapılan detaylı incelemeler olmadığı için konumuza kaynaklık teşkil etmemiştir.
Safvet Yetkin’in Yaşadığı Dönemdeki Siyasi ve Sosyal Durum
Safvet Yetkin; yaşadığı dönem itibarıyla, Osmanlı Devleti’nin yıkılışına ve yeni bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna şahitlik etmiştir. Yetkin ayrıca hem Osmanlı Devleti’nin hem de Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumlarında ve meclislerinde üst düzey görevler yapmış ve yaptığı çalışmalarla adından söz ettirmeyi başarmıştır. Bu yüzden Safvet Yetkin’in yaşadığı dönemin genel koşullarının kısa bir özetini verirken, Osmanlı Devleti’ni yıkılış sürecine götüren olaylar, devletin yıkılmasını engellemek için yapılan çalışmalar, devletin yıkılışı ve yeni Türk devletinin kuruluş döneminde yaşananlar gibi majör gelişmelerden de bahsetmenin uygun olacağı kanaatindeyiz.
1866 doğumlu olan Safvet Yetkin’in çocukluğu ve gençliği Osmanlı Devleti’nin çok büyük siyasi ve ekonomik sıkıntılar çektiği bir döneme rastlamaktadır. Osmanlı-Rus Harbi’nde Ruslar Yeşilköy’e kadar ilerlemiş ve savaş ağır bir şekilde kaybedilmiştir. Savaşın ardından 3 Mart 1878 tarihinde imzalanan Ayestefanos Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin ilk zamanlarda fethettiği ve yüzlerce yıldır kendisine yurt edindiği topraklar elden çıkmıştır. II. Abdülhamit Dönemi’nde (1876-1909) Osmanlı Devleti; Balkanların yanı sıra Ege’de, Doğu Anadolu’da, Arapların yoğunlukla yaşadığı vilayetlerde ve Kuzey Afrika’da önemli toprak kayıpları yaşamıştır. Savaş ve işgaller karşısında pek fazla bir şey yapamayan II. Abdülhamit, halkı bir arada tutmak ve o dönemde yaygınlaşan milliyetçilik akımını engellemek için çaba göstermiştir. I. Meşrutiyet (1876) sonrası kurulmuş olan Osmanlı Mebusan Meclisi, Osmanlı-Rus Harbi gerekçe gösterilerek II. Abdülhamit tarafından kapatılmıştır. Padişahın bu dönemdeki ülke yönetim anlayışı bazı çevreler tarafından “İstibdat Dönemi” olarak adlandırılmıştır. II. Abdülhamit’in bu hareketinin ardından, meşruti yönetim taraftarları ise II. Abdülhamit’e muhalefet etmişlerdir.6 Padişahın sıkı politikalarına rağmen, savaş ve toprak kayıplarının sürmesi ise siyasi ve fikrî çevrelerin yeni arayışlar içerisine girmesini hızlandırmıştır.
Bu dönemde öne çıkan fikrî akımların en önemlisi “Genç Türk” hareketidir. Nitekim bu hareketin en önde gelen ekolü İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908’de II. Abdülhamit’i parlamentoyu açmaya zorlamış ve daha sonra da kendisinin tahttan çekilmesine neden olmuştur.7 II. Abdülhamit Dönemi’nde Osmanlı Devleti’nde öne çıkan diğer akımlar ise İslamcılık ve Türkçülüktür. Fakat bu dönemde, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çalışmaları daha etkili olmuş, cemiyetin anayasal ve meşruti rejime geçilmesi yönündeki mücadeleleri sonuç vermiştir. Padişah ise yapılan bu baskıların neticesinde 23 Mayıs 1908 tarihinde anayasal rejime geçmek ve meşrutiyeti yeniden ilan etmek zorunda kalmıştır.8 Osmanlı Mebusan Meclisi için yapılan milletvekilliği seçimlerini İttihat ve Terakki Partisi kazanmıştır.
Safvet Yetkin’in de üyesi olduğu ve güçlü bir şekilde desteklediği İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1908–1918 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin yönetimine etki eden en önemli siyasi hareket olmuştur. 1889 yılında, birkaç askerî öğrencinin zihninde şekillenen ve ilk başlarda gizlilik içerisinde faaliyetini sürdürmüş olan bu hareket, 19. yüzyılın ikinci yarısında, yoğunlaşan muhalefet teşkilatlarının en güçlüsü olmuştur. II. Meşrutiyet’in ilanında büyük etkisi olan bu teşkilat, daha sonra cemiyet ve fırka olarak ikili bir yapı içerisinde, ülkenin karar verici gücü olmuştur. Bu cemiyetin 1908’de başlayan iktidardaki gücü, 1918 yılında I. Dünya Savaşı’nın bitişine kadar sürmüştür. Cemiyetin ileri sürdüğü fikirler, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde de etkili olmuştur.9
Meşrutiyet’in ilanı ilk başta Müslüman ve gayrimüslim ahali arasında büyük memnuniyet ile karşılanmıştır. Fakat bu dönem uzun sürmemiş, ülkenin genel durumunda yaşanan olumsuzluklara bağlı olarak, huzursuzluklar artarak devam etmiştir. Bu devirde, İstanbul’da “Şeriat isteriz!” sloganıyla ortaya çıkan ve tarihe “31 Mart Vakası” olarak geçen ayaklanma ise Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Selanik’ten yola çıkan Hareket Ordusu tarafından bastırılmıştır.10
Daha sonra Mebusan ve Âyan Meclisi üyeleri, “Meclis-i Umumî-i Millî” adıyla toplanarak, 27 Nisan 1909’da II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesine karar vermişlerdir. Kararın kendisine bildirilmesinin ardından Sultan, Selanik’e sürgüne gönderilmiştir. Yaşanan gelişmelerin ardından Mehmet Reşat, yeni padişah olarak 27 Nisan 1909 tarihinde tahta çıkmıştır.11 Ancak, padişahın değişmesi ve II. Meşrutiyet’in ilanı, iç ve dış huzurun sağlanması için yeterli olamamış, Osmanlı Devleti toprak kaybetmeye ve giderek fakirleşmeye devam etmiştir.
Özellikle Balkanlarda huzursuzluklar sürmüş, Bulgaristan 5 Ekim 1908 tarihinde bağımsızlığını ilan etmiştir. 6 Ekim 1908 tarihinde Yunanistan, Girit’i ilhak etmiş, Avusturya-Macaristan ise Bosna-Hersek’i 5 Ekim 1908 tarihinde topraklarına katmıştır. 1910 yılında Arnavutluk’ta ayaklanmalar yaşanmış ve 1912’de I. Balkan Harbi başlamıştır. Bu savaş neticesinde Osmanlı Devleti, Balkanlardaki topraklarının büyük bir kısmını kaybetmiştir. Daha sonra yapılan II. Balkan Harbi neticesinde, bunların bir kısmı geri alınabilmiştir. Bu dönemde savaşlar sadece Balkanlar ile sınırlı kalmamış, İtalya, Kuzey Afrika’daki son Osmanlı toprakları olan Trablusgarp ve Bingazi’yi işgal etmiştir.12
Tüm bu dış gelişmelerin yanı sıra içeride de ekonomik ve siyasi durum oldukça kötüye gitmiştir. Ülkenin çeşitli bölgelerinde, ekonomik ve siyasi sebepli birçok ayaklanma baş göstermiş ve devleti oluşturan çeşitli ırklar arasındaki ilişkiler de gittikçe kötüleşmiştir. Ermeniler, Doğu Anadolu’da yeni bir terörizm dalgası başlatmıştır.13 Osmanlı Devleti, içerde ve dışarıda çok sayıda sorun ile mücadele ederken, I. Dünya Savaşı patlak vermiş ve dönemin yöneticileri, kaybedilen toprakları geri almak düşüncesiyle savaşı kazanacağını tahmin ettikleri Almanya’nın safında yer almışlardır.
29 Ekim 1914 tarihinde, daha önce Osmanlı Devleti’ne sığınmış olan, Yavuz ve Midilli ismi verilmiş iki Alman gemisi, Enver Paşa ve Cemal Paşa’nın emri ile Karadeniz’de Rusya’ya saldırmıştır. Çoğu kabine üyesinin haberdar olmadığı bu olay, devletin I. Dünya Harbi’ne katılmasına sebep olmuştur.14 Bu olay üzerine Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eden müttefiklere karşı, 14 Kasım 1914 tarihinde “Cihad-ı Ekber” ilan edilmiştir.15 I. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı orduları Rusya, Irak, Filistin, Suriye, Arabistan, Çanakkale ve Galiçya gibi cephelerde savaşmak zorunda kalmıştır. Osmanlı orduları bu savaşta, Çanakkale gibi bazı cephelerde kahramanca mücadele etmiştir. Savaş, Almanya’nın yenilgisiyle sonuçlanmış, Osmanlı Devleti de topraklarının büyük bir kısmını kaybetmiştir. 3 Temmuz 1918 tarihinde Sultan Reşat’ın ölümü üzerine son padişah olacak olan, VI. Mehmet Vahdettin (1918–1922) tahta çıkmıştır. Savaş sonucunda, Sadrazam Talat Paşa başkanlığındaki İttihat ve Terakki yönetimi istifa etmiş, yerine I. Dünya Savaşı’na girmeye taraftar olmayan, Ahmet İzzet Paşa, hükûmeti kurmuştur. Osmanlı Devleti, galip devletler ile 30 Ekim 1918 tarihinde çok ağır şartlar içeren Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalamıştır. Bu antlaşma âdeta Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hazırlamış, Anadolu’nun birçok bölgesi, Fransız, İngiliz, İtalyan ve Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir.16
Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde öne çıkmış olan bazı siyasi ve fikrî akımları şu şekilde sıralamak mümkündür:
Parlamentarizm: Bu fikri savunan müstakil bir hareket her ne kadar yok ise de bazı kesimler tarafından Tanzimat Dönemi’nden itibaren ülkenin korunması ve birlik beraberliğinin sağlanmasının, anayasal ve meşruti rejim ile mümkün olacağı savunulmuştur. Türk aydınının hürriyet, eşitlik, adalet ve ilerleme taleplerini karşılayacak içeriğe sahip olan bu fikir; Ziya Paşa, Namık Kemal ve Şinasi kuşağından başlayarak Jön Türkler ve İttihat ve Terakki ile devam etmiştir. Bu anlayışa göre, Osmanlı Devleti’nin mutlakiyetçi yönetim tarzı, ilerlemeye engel teşkil etmektedir. Çağdaş bir demokrasiyi öngörmeyen parlamentarizm düşüncesi, mevcut bunalımın aşılması için, Meşrutiyet’i bir çıkış yolu olarak görmekteydi. Nitekim bu düşünce Osmanlı idaresinde etkili olmuş, 1876’da I. Meşrutiyet’in ilanı ve Kanun-i Esasi’nin kabulü, daha sonra da II. Meşrutiyet’in ilanı ile etkisini göstermiştir.17
Osmanlıcılık: “Özellikle Fransız İhtilali’nden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun sorunlarının en önceliklisi hâline gelen çeşitli unsurların bağımsızlık hareketlerini ve imparatorluktan kopma çabalarını, her türlü etnik milliyetin üzerinde Osmanlılık kavramı yaratarak önlemeye çalışan siyasal düşünce hareketine Osmanlıcılık denilmiştir.”18 Bu fikir, devleti oluşturan bütün kavimler ve milletlerin, din, milliyet, ırk ve mezhep farkı gözetilmeden adalet, hürriyet ve eşitlik havası içerisinde bir arada tutulmalarını öngörmektedir. Bu düşünce, Tanzimat Dönemi’nden itibaren bütün fertleri, Osmanlı şemsiyesi altında toplayarak, siyasi manada yeni bir millet oluşturma çabasının adı olmuştur.
Bu fikir, temelde Osmanlı hanedanı, Osmanlı vatanı ve müşterek menfaat esaslarına dayanmakta idi. Osmanlı Devleti’nde, özellikle Türklerin yoğun olmadığı bölgelerde, Osmanlıcılık fikri üzerinde durulmuş ve böylece farklı milletlerin bir arada yaşamasına gayret gösterilmiştir. Fakat 1877–1878 Osmanlı-Rus Harbi, Osmanlıcılık fikrine büyük darbe vurmuştur. Savaş esnasında, Balkanlarda ve Doğu Anadolu’daki, gayrimüslim halkın Müslümanlara karşı isyanı, bu düşünceyi savunanları hayal kırıklığına uğratmıştır. Bu tecrübelere rağmen, Osmanlıcılık fikri tamamıyla etkisini kaybetmemiş, Balkan Savaşları’ndan sonra Türkçüler, İslamcılar ve gayrimüslimler bu kavrama farklı manalar yükleyerek savunmuşlardır. Osmanlıcılık kavramı, I. Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar, Osmanlı aydınlarının birleştikleri ortak bir ideal olmuştur. Bu düşünce, siyasi bir hareket veya program olarak başarıya ulaşamamış, Tanzimat Dönemi’nde cazip bir fikir hareketi iken, II. Abdülhamit Dönemi’nde yaşanan acı olaylar sonrasında yerini İslamcılık ve Türkçülük akımlarına bırakmıştır.19 1913’ten sonra zayıflayan Osmanlıcılık fikri, I. Dünya Savaşı döneminde tamamen sona ermiştir.20
İslamcılık: İslamcılık fikri, XIX. yüzyılın ortalarında Hindistan’da şekillenmiş ve daha sonra Osmanlı Devleti’nin dâhiline sirayet etmiştir.21 XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan İslamcılık fikri, dinî bir akım olmaktan ziyade, siyasi bir nitelik taşımakta idi. İslamcılık fikri, özellikle II. Abdülhamit Dönemi’nde, bir politika hâline getirilmiş, Müslümanların İslam’a sarılmalarını, birlik ve beraberlik içinde hareket etmelerini öne çıkardığı için, Pan-İslamizm olarak adlandırılmıştır. II. Abdülhamit Dönemi’nde, Osmanlıcılık ve Türkçülükten daha ziyade, birlik ve beraberliğin İslamcılık fikri ile sağlanacağına inanılmış ve hilafet kurumu ön plana çıkarılmıştır. Osmanlı aydınları arasında zaten var olan, işlerin düzelmesinin İslami değerlere daha sıkı sarılmak ile sağlanabileceği görüşü, II. Abdülhamit Dönemi’nde İslamcılık fikrine dönüşmüştür. Bu fikrin ön plana çıkmasında Cemaladdin Efganî ve Muhammed Abduh’un önemli etkileri olmuştur. 1870 yılında İstanbul’a gelerek II. Abdülhamit ile görüşen Efganî’nin, İslamcılık cereyanının ön plana çıkmasında büyük katkısı ve etkisi olduğu düşünülmektedir.
İslamcılık cereyanının yayın organı olarak kabul edilen Sırat-ı Müstakim ve Sebîlürreşâd mecmualarının etrafında toplanan aydınlar, bu fikrin ön plana çıkmasına katkıda bulunmuşlardır. Bu politika, sadece fikrî aşamada kalmamış, özellikle II. Abdülhamit Dönemi’nde, Arap unsurlarına ilgi gösterilmesine, bunların sarayda ve bürokraside görevlendirilmelerine, tarikat şeyhleri ile sıcak münasebetler kurulmasına neden olmuştur.22 İslamcılık, İttihâd-ı İslâm adı altında 1870’den itibaren Osmanlı Devleti’nin hâkim siyasi düşüncesi olmakla beraber, bir fikir hareketi olarak ortaya çıkışı yaklaşık 40 sene sonra II. Meşrutiyet sonrasında, Sırat-ı Müstakim’in 14 Ağustos 1908 tarihinde yayın dünyasına girişi ile başlatılmaktadır.23
II. Abdülhamit Dönemi’nde büyük etkisi görülen bu fikir doğrultusunda, İslam topluluklarıyla diplomatik temaslar kurulmuş, Hicaz Demir Yolu Projesi24 faaliyete geçirilmiştir.25 Bu dönemde, İslamcılık fikrini savunan bazı partiler kurulmuştur. Bunlar; İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti, Cemiyet-i İlmiye-i İslamiye ve bütünüyle İslamcı bir kimliğe sahip olmayan, Hürriyet ve İtilâf Fırkası’dır.26 II. Abdülhamit, hilafet kurumuna yeni bir görünüm vermek ve bütün Müslümanların lideri olarak sahip olduğu imajı güçlendirmek için, tarikat şeyhleri ile diyaloğa geçmiştir.27 İslami değerlerin korunmasını savunan Mehmet Akif, Süleyman Nazif ve Babanzade Naim gibi isimler, İslamcıların önde gelen yazarları olmuştur.28
Türkçülük: “Osmanlı İmparatorluğu’nda, özellikle II. Meşrutiyet sonrasında gelişen Türk milliyetçiliği konusundaki düşünce akımına Türkçülük denilmektedir.”29 Osmanlı Devleti içinde yaşayan etnik gruplar, dinî cemiyetleri esas alan bir yapı şeklinde değerlendirmeye tabi tutuluyordu. Bu yapıya göre, milletler ırka göre değil inançlarına göre değerlendiriliyordu. Buna göre, bir Yunan milleti değil de Ortodoks milleti vardı. Fakat 1789 Fransız İhtilali ile başlayan milliyetçilik akımı, Avrupa ve Balkanlardaki toplumları etkilemiş ve Hristiyan toplumda milliyetçilik hareketleri yaygınlaşmıştır. Bu hareket bir süre sonra, Osmanlı toplumunu oluşturan bütün ırklar arasında hızla gelişmiştir. Yaygınlaşan milliyetçilik akımı, ilk başlarda Türk toplumu arasında görülmemiştir. Fakat özellikle gayrimüslim halkın ayrılıkçı davranışları ve savaş dönemindeki ihanetleri, milliyetçiliği, Türkler arasında da kabul edilir bir hareket hâline getirmiştir.30
Türkçülük fikri, ilk önceleri Osmanlı toprakları dışında yaşayan Türkler arasında gelişmiştir. Özellikle Rusya, Azerbaycan, Kırım ve Orta Asya’da yaşayan Türkler arasında yaygınlaşan milliyetçilik, zamanla devletin dâhilindeki halka da yansımıştır. İlk başlarda Türk tarihine ve Türk diline eğilme isteği, daha sonra devlette Türk unsuruna ağırlık verme şekline dönüşmüştür.31 1908’de, II. Abdülhamit’i Meşrutiyet’in yeniden ilanına zorlayan, İttihat ve Terakki Cemiyeti mensubu çoğu subay, başlangıçta Osmanlıcılık siyaseti gütmüşler, Balkan Savaşları’nda gayrimüslimlerin ihanetini görünce, Türkçü olmuşlardır. “Türkleşmek, Muasırlaşmak ve İslamlaşmak” ilkeleri etrafında Türkçülüğü sistemleştiren Ziya Gökalp’in görüşleri, 1912 sonrası iktidar devresinde, devletin kültür siyasetine temel teşkil etmiştir.32 I. Dünya Savaşı yıllarında, Türkçülük akımı tamamen siyasi bir çehre kazanmış, Almanlar tarafından da Orta Doğu politikalarına uygun bulunarak desteklenmiştir. I. Dünya Savaşı’nın son yıllarında, ittihatçılar tarafından âdeta bir devlet politikası hâline getirilen Türkçülük fikri, Osmanlı Devleti’nin son döneminde ve hatta yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de büyük etkiler yaratan bir fikir olmuştur.33
Batıcılık: Batılılaşma fikri Tanzimat Dönemi’nden itibaren doğmaya başlamış, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, özellikle II. Meşrutiyet sonrasında ortaya çıkan yenileşme çabalarıyla ilgi uyandırmış olan bir harekettir. Osmanlı Devleti’nin, Avrupa devletleriyle temasa geçmesi, bu ülkelerde elçiliklerin açılması sonucunda,34 bazı seçkin kişiler Batı’daki ilerlemeleri, teknoloji alanındaki gelişmeleri görmüş ve bunların alınması isteğini ön plana çıkartmışlardır. Batı’nın üstünlüklerini tartışılmaz bulan bu kesim, yeniliklerin alınmaması hâlinde, çağın gerisinde kalınacağını ve geleneksel değerlerin ülkeyi kurtaramayacağını savunmuşlardır. Batı’nın her yönüyle örnek alınmasını savunan ve “Garpçılar” diye adlandırılan bu kesim, Osmanlı idarecilerinin savunduğu teknoloji ithalini yeterli bulmayıp, düşünce sistemi dâhil birçok konuda Avrupa’nın örnek alınmasını istemişlerdir. Osmanlı Devleti’nde de etkili olan bu değişim süreci, sadece teknoloji alanında olmayıp edebiyat, mimari, sosyal ve siyasi alanlarda Avrupa değerlerinin rağbet görmesine yol açmıştır. Batıcılık düşüncesinde olanlara göre, geleneksel değerler, geri kalmışlığın yegâne nedeni olarak görülmüş, çağı yakalamanın ve ilerlemenin bunlardan kurtulmak ile mümkün olacağı savunulmuştur. Modernleşme taraftarlarının bu görüşleri, toplumun hassas dengesini bozduğu gerekçesiyle, bazı kesimler tarafından tepki ile karşılanmıştır. İlk başlarda modernleşme taraftarlarının, eskinin yanında yeniyi kurma ve bu şekilde ilerleme düşünceleri, daha sonraları dinî ve geleneksel değerlerin terk edilip bunun yerine Avrupai değerlerin ikame edilmesi şekline dönüşmüştür. Bu durum, özellikle Meşihat Kurumu gibi dinî çevrelerin tepkisine yol açmıştır. İkinci Meşrutiyet döneminde yaygınlaşan Batıcılık akımının öncüleri, Dr. Abdullah Cevdet, Celal Nuri ve Kılıçzade Hakkı, basın yolu ile görüşlerine taraftar bulmaya çalışmışlardır. İlk başlarda çıkartılan Mehtap ve Şehtap dergileri ile çalışmalar yapan Garpçılar, daha sonra çıkarttıkları İctihâd dergisi ile yayın faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Batıcıların bu çalışmaları, idari makamlarca takibe uğramış, dergileri kapatılmış ve yayınlarına ara vermek zorunda kaldıkları dönemler olmuştur.35
Ancak tüm bu fikirler Osmanlı Devleti’nin yıkılışını engelleyememiş, ülke Sevr Antlaşması’nın ağır şartları ve İtilaf Devletleri’nin işgaliyle birlikte büsbütün bir çöküş sürecine girmiştir. Yaşanan çöküşün ardından, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde işgale karşı direniş hareketleri başlamış, daha sonra düzenli bir ordunun oluşturulmasıyla Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanarak, Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmıştır.
Yeni kurulan Türk devletinde ise, oldukça güçlü bir değişim rüzgârı görülmüştür. Ekonomide hızlı bir kalkınma ile teknoloji ve pozitif bilimlerin hızlı bir şekilde ithali sayesinde Batı’yı yakalamak en önemli hedeflerden biri olmuştur. Hızlı bir değişim ve dönüşüm anlayışı çerçevesinde, saltanatın ve hilafetin kaldırılması gibi siyasi inkılapların yanı sıra, ekonomik, kültürel ve sosyal alanlarda da bir dizi inkılaplar yapılmıştır. Atatürk Dönemi olarak tarihe geçen bu dönemde, köklü değişikliklerin, yönetimde yer alan devrimci kişiler tarafından yapıldığını ve henüz halkta tam bir karşılığının olmadığını söylemek yanlış olmaz. Devrimlerin halka anlatılmasının da önemli devlet politikalarından biri hâline geldiği bu dönemde, toplumun fikrî yapısının da dönemin gelişmelerine paralel olarak değiştiği söylenebilir.36 Safvet Yetkin ise Atatürk Dönemi’nde, II. TBMM’de milletvekilliği yaparak, başta Hilafetin Kaldırılması olmak üzere, birçok yeniliğin meydana getirilmesinde katkıda bulunmuştur.
II. TBMM’deki görevinin ardından ülke işleriyle ilgilenmeyi bırakıp, kendini daha çok ilmî eserler yazmaya veren Safvet Yetkin; çocukluk yıllarından beri devletin kötüye gidişine tanıklık etmiş, ülkenin en zor dönemlerinde dahi devletin çeşitli kurumlarında faaliyetlerde bulunmuştur. Yetkin’in, yaşadığı dönemin koşullarının değişmesinin bir sonucu olarak, bazı siyasi ve dinî düşüncelerinde değişimler olduğu söylenebilir.