Czytaj tylko na LitRes

Książki nie można pobrać jako pliku, ale można ją czytać w naszej aplikacji lub online na stronie.

Czytaj książkę: «Son Alperen Muhsin Yazıcıoğlu’nun Sır Görüşmeleri»

Czcionka:

SELÇUK ÖZDAĞ, 7 Ağustos 1958’de Kırıkkale’nin Keskin ilçesi Konur köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Halil, annesinin adı Hatice’dir. Ankara İncirli İlköğretim Okulu ve Gazi Lisesi, Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi ve Manisa Gençlik ve Spor Akademisi mezunudur. Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Beden Eğitimi ve Spor Ana Bilim Dalı’nda yüksek lisansını, 2003 yılında doktora eğitimini tamamladı. 2012 yılında doçent oldu. Çalışma hayatına 1987 yılında başlayan Özdağ milletvekili seçildiği 2011 yılına kadar çeşitli kurumlarda görev yaptı. 1975 yılında üniversite öğrencisi olarak Manisa Ülkü Ocaklarında başlayan siyasi faaliyetleri, kuruluşunda rol aldığı Büyük Birlik Partisinin (BBP) çeşitli kademelerinde (MKYK, MYK, YİK) 17 yıl boyunca devam etmiştir. Yazıcıoğlu’nun vefatından sonra BBP’den istifa etmiştir. 2011’de AK Partiden Manisa milletvekili seçildi. 2015’te ikinci defa vekil oldu ve 12 Eylül 2015 tarihinde yapılan kongrede MKYK üyesi seçildi. Genel Başkan Yardımcılığı görevinde bulundu. Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu Üyeliği, Soma Maden Kazası ve Maden Kazaları Araştırma Komisyon Üyeliği, FETÖ Darbesini Araştırma Komisyon Başkan Vekilliği görevlerinde bulundu. 12 Eylül 2019 tarihinde istifa etti ve Gelecek Partisi Kurucular Kurulu üyesi oldu. Hâlen Genel Başkan Yardımcısıdır. Özdağ’ın yayımlanmış altı adet kitabı ve çok sayıda makalesi mevcuttur. Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Kursu Öğreticiliğinden emekli olan Huriye Özdağ ile evlidir ve iki kız evlat babasıdır.


VELİ TOPRAK, 1978 yılında Sivas Şarkışla Samankaya köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu ve liseyi Şarkışla Lisesinde okudu. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümünden mezundur. Üniversite yıllarında iken 1995 seçimlerinde haftalık Milliyetçi Çizgi gazetesinde mesleğe ilk adımını attı. Daha sonra Akit gazetesinde muhabir ve haber müdürü olarak çalıştı. 1998 yılında Yeni Şafak’a transfer oldu. DYP ve AK Parti muhabirliği ve TBMM’de parlamento muhabiri olarak görev aldı. 2006’da Vatan gazetesine geçti. 3 yıl çalıştıktan sonra Habertürk gazetesinin kuruluşunda yer aldı. Ancak iki aylık çalışması sonrasında gazete yönetimi tarafından işten atıldı. 8 ay mesleğe mecburi ara verdi. 2009’da Sözcü’de yeniden gazeteciliğe başladı. Hâlen aynı gazetenin TBMM büro şefliğini sürdürüyor. Sürekli basın kartı sahibi olan Toprak, Nurcan Toprak ile evlidir. Elif Naz ve Ömer Asım isminde ikiz çocuk babasıdır.

ÖN SÖZ

En simgesel, en berrak, en yalın ve en açık şekilde Müslüman dünyası, Tanzimat Fermanı’ndan (3 Kasım 1839) bu yana acısını her geçen gün biraz daha hissettiren bir kaht-ı rical yaşamaktadır.

Devlet yönetiminden bürokrasiye, sanattan üretime kadar hemen her alanda dehşet verici bir “adam fukaralığı” görülmektedir.

Bugün dünyadaki üretime en az katkısı bulunan ama ürettiğinden katbekat fazlasını tüketen İslam dünyası, Batı medeniyetinin “yancısı” pozisyonunda hâlinden hiç de müşteki olmadan yaşamaktadır.

Bugünkü sefaletimizin kaynağı salt Tanzimat Fermanı’ndan bu yana yaşadığımız kaht-ı rical değildir.

Müslüman dünyası 5-6 yüzyıldır bilimin rafına bir A4 kâğıdı bile ilave edecek katkıda bulunamamıştır. Hâkim medeniyet meziyetini kaybeden, Batı medeniyeti karşısında komplekse giren Müslüman coğrafyası parıltılı isimler, adil liderler, karizmatik öncüler, domino etkisi üretebilecek filozoflar, çığır açıcı müteşebbisler yetiştirememiştir.

Osmanlı’ya nazaran Cumhuriyet; “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesiller inşa etme konusunda daha efektif imkânlar sunmuştur. Cumhuriyet; insanımızı “kula kul” olmaktan, tebaa olmaktan, bende olmaktan uzaklaştırmıştır. Öyle ki “hanedanlık” döneminde Yıldız Sarayı’nın önünden geçme ihtimali olmayan bir köylünün, bir tornacının, bir kayıkçının çocuğu başbakan, cumhurbaşkanı olabilmiştir.

“Hormonsuz” köylü, Horasan Ereni Muhsin Yazıcıoğlu, hem Cumhuriyet fikrinin parlak bir örneği hem de kısa bir zaman diliminde dahi olsa yüreklere ümit aşılayan bir isim olmuştur.

Kalbinde her zaman Yusuf masumiyeti, bir Meryem Ana şefkati taşıyan, Muhammedî dürüstlükle kendini donatmış bulunan Muhsin Yazıcıoğlu, bir Samanyolu gibi hayatlarımıza dokunarak Rabb’ine rücu etmiştir.

“Bu millet Hakk’ı sever ama güce de tapar.” diyerek tarihin başlangıcından bu yana toplumların oportünizmini fark etmiştir. Şair Ferazdâk buna benzer bir tespiti erken İslam toplumları döneminde yapar: “Dilleri hep Ali söyler, gözleri Muaviye gibi bakar.”

Milletinin bu pragmatizmine rağmen kendisini milletine adayan Muhsin Yazıcıoğlu, devletinin de hışmına uğrar.

Hayatı hercümerç bir şekilde yaşar. Fedakârlıklarının sınırı yoktur. Acı gerçeğin ve gerçekliğin farkındadır. Okuryazardır, hasbidir, merttir. Çok az insanının bir araya getirebildiği pek çok meziyeti kendi kişiliğinde mezcetmiştir.

Kendisinden “bir oyu” esirgeyen kişiler tarafından bazı zamanlar bir sinema salonunu dolduracak kalabalıktan mahrum bırakıldığında bilir ki cenazesi milyonlar tarafından taşınacaktır.

Nevi şahsına münhasır mümin, muvahhit ve milletinin hizmetkârı Yazıcıoğlu, aynı zamanda Türk milletinin nekrofili tarafını idrak etmiştir.

Buna rağmen milletine küsmeyen, devletine muğber olmayan Yazıcıoğlu, kısa ömrüne asırlık bir hikâye yazmayı başarmıştır.

Kaht-ı rical yüzyılında çoraklaşan yüreklerin vahası olmuştur Muhsin Yazıcıoğlu.

Alperen diyarından gelen, Alperen gibi yaşayan, Alperen gibi ölen Yazıcıoğlu, kubbede ebediyete kadar işitilebilecek bir yankı bırakmıştır.

Yasin Topaloğlu

ABDULLAH GÜL KİMDİR?

AK Partiyi kuran troykanın (Erdoğan-Gül-Arınç) önemli ayaklarından biri. Dışişleri bakanlığı, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yaptı. 1991’de Muhsin Yazıcıoğlu ile birlikte aynı dönemde milletvekili seçildi, yolları kesişti. Helikopter “kazası” sırasında cumhurbaşkanlığı görevinde idi. Onun gözüyle yaşananlar ve 18 yıllık arkadaşlığının bilinmeyenleri…

11. CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL:

“Devletin Âcizliğini Hissettim, Rahatsız Olanlar Oldu…”

Muhsin Bey’le tanışmanız ne zaman oldu, size göre nasıl biriydi?

Muhsin Bey, Anadolu’nun yiğit evladı. Bu tabiri çok kullanırız, “Anadolu’nun yiğit genci, evladı.” Bunu zaman zaman çok düşünmüşümdür. Muhsin Bey böyle tarif edilecek biridir. Anadolu’nun gerçekten en yiğit evlatlarından biriydi. Allah gani gani rahmet etsin, mekânı cennet olsun.

Muhsin Bey de ben de 1991 seçimlerinde milletvekili seçilerek Meclise girdik ama siyaseti önce de yaptık. Öğrencilik yıllarımız Türkiye’nin en kötü yılları idi. Yurtseverlik, vatanseverlik, ulvi davalar peşinde koşturduğumuz, şehit olan arkadaşlarımızın cenazelerini kaldırdığımız dönemlerdi. Muhsin Bey’in daha çileli dönemleri oldu. Uzun bir hapishane hayatı, haksız 12 Eylül sonrası. Daha sonra da milletvekili oldu, tabii olgun bir şekilde gelmiş oldu. Bunları şunun için söylüyorum: Bazı insanlar siyaseti değil, bizim kimimizin “dava” kimimizin başka şekillerde tarif ettiğimiz Türkiye’nin büyük sevdalıları olarak görmek istediğimiz, özlediğimiz Türkiye meselesi siyasetin çok üstünde olan bir şeydir.

Siyaset resmi; milletvekili olursunuz, çeşitli makamlarda olursunuz. Bütün bunları, o özlediğimiz Türkiye için araç olarak görürsünüz. Muhsin Bey de böyle birisiydi. O en çileli, en fedakâr dönemlerini, öğrencilik yıllarında, sonraki yıllarını da hapishanelerde geçirip çok pişerek, olgun bir şekilde, küçük heveslerin ötesinde bir kişi olarak milletvekili oldu. Bazıları vardır, milletvekili olmak için çok uğraşırlar. Muhsin Bey bunun çok ötesinde hevesleri, düşünceleri, rüyaları olan bir insan olarak çilesini çekmiş gelmiş birisiydi.

“Hep Tutarlı, Dürüst”

Milletvekilliği yaptığı dönemler hep tutarlıdır. Çünkü temeli çok farklı idi. Biz 1991 yılında ittifakla Refah Partisi, Milliyetçi Çalışma Partisi beraber seçilmiştik. Herkes birbirini tanıyor. Anlayışına, bakışına, davranışına göre arkadaşlar organize oluyor. Muhsin Bey’i, bu kadar arkadaş içinde çok ayrıcalıklı olarak tanıdım. Benim öğrencilik yıllarım hep İstanbul’da geçti, onlar Ankara’da olduğu için, doğrusu o dönemlerde tanışıklığımız olmadı. İttifak döneminin ilk yılları hep iki partinin “nasıl uyuşacak, nasıl gidecek” diye düşündüğümüz kritik dönemleriydi. Bütün o dönemlerde ağırbaşlılığı, olgunluğu ile temayüz etmiş bir kişiydi.

Sonraki dönemlerde arkadaşlığımız hep gelişti. Ne zaman konuşsak, sohbet etsek, onu saf, temiz ve ulvi prensipler etrafında gördüm. Saf derken şeytani, cin fikirleri olmayan kişi anlamında söylüyorum, yanlış anlama olmasın. Gayet dürüst, açık fikirli ve daima prensip ve değerlere bağlı bir siyasetçi idi. Yanındaki arkadaşları da o zaman tanıdığım 6-7 kişi olarak devam ettiler. Onları da hep öyle gördüm, yakın hissettim. Bizim partide de beni kendine yakın hissedenlerden gördü. Birçok zaman bir araya gelirdik.

“Herkes Araziye Uyarken…”

En kritik dönemlerde herkes araziye uyarken, çeşitli gerekçeler ileri sürerken, günün etkili insanlarının güdümüne girerken Muhsin Bey bunu yapmamıştır. Bunu o kadar yapmadı ki saygı duyduğu, geldiği Ocaktan, Türkeş Bey’den bile bu prensipli, ilke bağlılığından dolayı ayrıldı. Bunlar kolay şeyler değildi. Bir taraftan saygı duyarsınız, bir taraftan yaşça önemli insanlar, prensip ve değerleriniz söz konusu olduğunda ters düşersiniz. O da saygılı bir şekilde, bir çirkinliğe fırsat vermeyecek şekilde, dedikoduya, yakışmayacak tavırlar içine girmeyecek şekilde kendisini ayırt edebildi. Bu kolay bir şey değil. En zor işlerden birisi de bu tabii ki. Aslında karakterler bu durumlarda test edilir. Bunu saygın, asil bir şekilde mi yoksa seviyeyi çok düşürerek mi yapıyorsunuz?



Siz de 1998 yılında Fazilet Partisi’nden genel başkan adayı olmuştunuz…

Ben de onu yaşadığım için söylüyorum. Biz bu kararı verince çok düşündük arkadaşlarla, İslam tarihini, Türk tarihini bütün düşünüyorsun. Sonunda karar verdiğimizde o zaman “Ben bunu gidip hocaya söyleyeceğim.” dedim. Çok şaşırdı arkadaşlar. “Nasıl yani?” dediler. “Ben onun en yakınlarındanım.” dedim. Genel başkan yardımcısıyım. Sokaktan, gazetecilerden mi duyacak genel başkan adaylığımı. Bizden duymalı. Kimse gelemedi, Azmi Ateş Bey’i aldım, beraber gittik. “Hocam!” dedim. “Bizim yapacağımız şeyi sokaktan başkasından duymanızı istemem.” dedim. “Size koşup gelecekler, çocuklar şöyle yapıyor.” diye. “Siz biliyor olmalısınız bunu, müsaade ederseniz söyleyeyim, size saygı ve sevgimizden bir şey yok ama bu siyaset tarzının ne memlekete ne partimize ne size faydası oluyor. Biz böyle bir hareket içine giriyoruz, burada şunu bilin ki saygımızda en ufak bir şey olamaz.” “Bir düşünün.” dedi. Bu işler çok zordur. Daha sonra da Allah rahmet etsin, hoca beni hep takdir etti. “Asil davrandı Abdullah Bey.” diye her yerde konuştu.

“Hocayla İlgili Ağzımdan Kötü Bir Kelime Çıkmadı”

Siz de cumhurbaşkanı iken ona jest yaptınız.

Hayır, o jest değil. O görev. O büyük bir sorumluluktu. O dönem parti kapatma davaları yaşanıyor, ben her gün dua ediyordum. Böyle bir şey gelince önüme “Aman bir hak tecelli etmesin, kara leke olarak kalır üstümde.” dedim, bir taraftan da düşünün parti bir oyla kurtuldu. O dava bitti. O bizim görevimiz, sorumluluğumuzdu. Söylemek istediğim; bütün bunlar zor şeyler. Erbakan Hoca’yla ilgili ağzımdan kötü bir kelime çıkmamıştır. Muhsin Bey’le de şahit olduğum kadar niçin ayrıldıklarının gerekçelerini anlatmanın ötesinde en ufak saygısızlık içerecek bir şey duymadım. Bunlar çok önemli tabii.

“Karşılık Beklemeden REFAHYOL’a Destek Verdi”

Türkiye’nin o zor dönemlerinde, herkesin sindiği dönemde Muhsin Bey çok öne çıktı. Cesurdu… Herkes ilkeli, prensipli olur ama cesur olamaz. İnsanlar bazen ilkeli olur ama pasif kalırlar. Yanlış yapmazlar ama pasif kalırlar. Muhsin Bey cesur tavrıyla hep konuştu, çok açık tenkitler yaptı. Meclis kürsüsünden konuştu. Basında, dışarıda çok konuşmaları oldu. Yanlış şeyleri, o süreçleri çok eleştirdi. Kendisinin ayrıldığı siyasi kadrolar çeşitli gerekçelerle diğeriyle hareket ederken, Muhsin Bey tutarlı tavırlar ortaya koydu.

Sizin de bakan olduğunuz REFAHYOL Hükûmeti’ne hiçbir şart koşmadan destek olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

REFAHYOL Hükûmeti’nin kurulmasında anahtar rol oynadı. Arkadaşlarıyla verdiği destek çok kritikti. Bunu herhangi bir karşılık beklemeden yaptı, Türkiye bu işlere hep alışıktır, pazarlık yaparak al-ver işleri yapılır, bakanlar, koltuklar, makamlar bunların hiçbirini aklının ucundan geçirmedi. Sadece dava ve özlediği Türkiye vardı. Bu hiç unutulmaz doğrusu. Erbakan Hoca da hep takdir etti.

“Hayran Olduğum Özelliği…”

Cumhurbaşkanlığım döneminde, sancılı süreçte Muhsin Bey hep doğruları söyledi. Cesur ve açık yüreklilikle hep konuştu. Cumhurbaşkanı seçildiğimde arkadaşlarıyla beraber tebriğe geldiler. Toplumsal destek benim için de önemliydi. Arkamda olduğunu görmek… İnsanlar siyasi hayatta hep zikzak yaparlar, bir sürü kazanımlar/kaybetmeler, çok hesabi olurlar küçük insanlar. Muhsin Bey’i ben hep tek istikamette gördüm. Hiçbir zaman küçük hesaplar içinde olmadı. Değerler üzerinden hareket etti. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de siyasetten önceki döneminin muhasebeleri, çileleri… Hayran olduğum bir şey, arkadaşlarının da etrafında çok kenetlenmesi, bu kolay bir şey değil. Ana akım siyasetten kopup belli bir siyasi hareket olduktan sonra onun yaşayabilmesi, var olabilmesi tek kişilik işler değildir. Kendisi gibi aynı hassasiyetlere sahip çok güçlü arkadaşları vardı. Şimdi de vefatından sonra onu hep görüyorum. Bunun ille de siyasi hayatta olması gerekmiyor. Toplumun içinde de bunu görüyorum.

“O Günü Hiç Unutamam”

Helikopter kazasında öldüğü/öldürüldüğünde siz cumhurbaşkanı idiniz…



Vefatı çok elem verici. O zaman cumhurbaşkanı idim. Ben doğrusu o günü hiç unutamam. Şöyle unutamam; bana haber geldi, makamda Çankaya’dayım. Böyle bir şey oldu. Önce inanamadım, nasıl olabilir dedim, sonra işin gerçek olduğunu düşündükten sonra hemen ulaşılması ve devamlı takiple herkese talimat verdim.

“Bütün Kurumların Âcizliğini Hissettim”

Zaman geçtikçe ilk defa, bütün Türk Devleti’nin, Türk Devleti demeyeyim de devletimizin, kurumlarının beni büyük hayal kırıklığına uğrattığını gördüm. Öfkeleniyordum, şöyle diyordum; “Nasıl olur?” diyordum, bugün gibi hatırlıyorum. “Afrika’nın ormanlarında düşmüş bir helikopter mi bu okyanusun ortasına düşmüş bir uçak mı? Bu kendi sınırlarımız içerisinde düşmüş bir helikopter, nasıl olur da buna ulaşılamaz?” diyorum. “Hani ta uzaydan yürüyen arabanın plakasını okuyan teknolojilerden bahsedilirken nasıl olur da hâlâ ulaşamazsınız?” diye bütün kurumlara, hepsine talimat veriyordum, özel kalemim, yaverim, danışmanım sürekli bilgilendiriyorlardı. Doğrusu aklım hiç almadı. Âcizliği, bütün kurumların âcizliğini o zaman çok acı hissettim. Çok öfkeleniyordum, ya nasıl olur! Çünkü saatler geçiyor, nasıl olur bu okyanusun ortasına düşmedi! Balta kesmez ormanlığa düşmedi, kendi sınırlarımız içinde olan bir şey. Helikopterin gidişi gelişi hep takip ediliyor. Bu nasıl iş, nasıl yetişilemez.

“Rahatsız Olanlar Oldu, Bana da İlettiler”

Ertesi gün, bütün o koordinasyonu, çalışmaları gördükçe, hâlâ ulaşılamıyor, bir taraftan haber gelir, doğru mu değil mi? Bütün devlet sisteminin o günkü gibi âcizliğini devletin başı olarak çok hissettim. Bunu herkesin kafasına vurur gibi de söyledim. Hâlâ da akılalmaz bir şey. Sonra tabii acı gerçek ortaya çıktı. Ulaşıldı, edildi ama… Her şey iş işten geçtikten sonra, büyük zaman kaybından sonra oldu. Daha sonra bunun ortaya çıkması için epeyce uğraş verdim, Devlet Denetleme Kurulunu görevlendirdim, çok sıkı talimatlarım oldu. Onlar da çok çalıştı, rapor da yayımlandı. Onlar savcılığa, ilgili kurumlara verildi. O ara, bu çalışmalardan rahatsız olanlar oldu. Bana da iletildi. Hiç şey etmedim. (Dikkate almadım.) Burayı geçeyim…

“ ‘Kesin Şudur.’ Diyemiyorum…”

Kaza için ne diyorsunuz, sizin yorumunuz, kanaatiniz nedir?

Çeşitli şüpheleri izale etmek gerekiyor. Açıkçası bana bugün de sorsanız “Kesin şudur.” diyebilecek durumda değilim. Bütün şüpheleri izale etmek gerekiyor. O zaman başka hava araçlarının etkisiyle bu işin olduğu şeklinde iddialar çıktı. Hatta DDK raporunda, çeşitli gaz zehirlenmeleri de çıkınca, “Bunlar nasıl olur?” diye derinleştirildi.



Genelkurmay Başkanı’nı çağırdım, söyledim. Çünkü o zaman Hava Kuvvetlerinde radarların incelenmesiyle ilgili müsaadeler veriliyor, bana çeşitli mektuplar da geliyordu. Sonra Genelkurmay Başkanı’na dedim, onlar Hava Kuvvetleri Komutanı’na dedi, onlar geldi. İlgilileri çağırdım. Radarlar, uzun uzun anlatıldı.

“Bazı Şeyler Muğlak Kaldı”

Ama mahkeme süreci içinde de bazı şeylerin muğlak kaldığını gördüm. Özellikle mahkeme sürecinin yavaş gittiğini, takip ediyordum. DDK’nın başındaki ve raporda çalışan arkadaşlar, oranın çok yavaş gittiğini, bazı şeyler yavaş gider de imkânlar elvermez, orada dikkat çekici bir yavaşlama-gönülsüzlük hissediyorlardı. Bunun üzerine Adalet Bakanı ve ilgililerin dikkatini çektim.

“Özel Gelen CD…”

Cumhurbaşkanlığı göreviniz devam ederken size özel mektup, CD, bilgi geldi mi?

Mektuplar geliyordu. Bir gün bana özel bir zarf içinde bir CD göndermişlerdi. Yanımdakilerle baktık, “Efendim biz iyi niyetle oraya gittik, kurtarma çalışmalarını, gördüğümüz kadarıyla sizin açıklamalarınızı görünce şüphelenmeye başladık.” diye. Tabii isimsiz göndermişler. O CD’de resimler vardı. Dayanamadım, o zaman “Bu aygıtları keçiler mi söktü!” diye demeç vermiştim.

“Sistemimiz Çürük…”

Gerçekten bu iş ne olursa olsun, bu basit bir helikopter, karmakarışık değil. VIP statüsünde bir helikopter değildi. Bazen buradan kalkıp bir yere gidiyoruz. Dönüp baksak kaç tane kural hatası yapmışız. Böyle de olabilir, başka türlü de olabilir. Ama önemli olan şey, otoritenin bütün bunları hiçbir tereddüt olmayacak şekilde netleştirmesi, şüpheleri giderici bir çalışmanın yapılması. Burada hâlâ dava devam ediyor. Yine devlet sisteminin, mekanizmalarının çürük olduğunu görüyorum.

Helikopterin parçalarını söken iki kişinin 15 Temmuz akşamı Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın otelini basan kişilerle aynı adam olduğu tespit edildi.

Çok önemli bir nokta. Onlar niye sökülür, ne olur, bunları alıp satacak mısın? O talimatlar nasıl verilmiştir. Daha önce yapmışlar mı? Mahkeme soracak, gidip evine bakılacak, evinde 10 tane var mı?

“Eşi Öfkeliydi, Haklı Olduğu Ortaya Çıktı…”

Eşinin feryadını anlamak lazım. O zaman kendisiyle de konuştum. Davet ettim, konuştum. Çok öfkeliydi, anlayışla karşıladım. Hangimizin başına gelse o öfkeyi göstermeyiz! Nitekim çok haklı olduğu da ortaya çıktı. Görüyoruz bunu. Birçok şey sürüncemede kaldı. Muhsin Bey çok büyük bir kayıp. Bugünleri görse, kimleri görse ne derdi? Doğruya doğru derdi. Birçok insan doğruyu, yanlışı görmüştür ama o cesaretle, yüksek sesle bunu söyledi.

“Ayak Oyunları Olur, Yılma…”

1991-2009 arasında önemli anekdotunuz var mı? Tezkerenin geçmemesi ile ilgili nasıl bir duruş sergilediniz, görüşmeleriniz oldu mu?

Oluyordu ama Muhsin Bey bizi destekliyordu. Muhsin Bey o dönemlerde açık konuşmalar yaptı, beni de çok cesaretlendiriyordu. 2007’de cumhurbaşkanlığı adaylığım için “Hiç yılma.” diyordu. Bu tip ayak oyunlarını (367 krizi) çok yaparlar, sağlam durmamı, vazgeçmememi birkaç kez söyledi…


ABDÜLLATİF ŞENER KİMDİR?

1991 seçiminde RP’den milletvekili adayı olduğunda Yazıcıoğlu ile “kutsal ittifak” (RP-MÇP-IDP) listesinde birlikte milletvekili seçildiler. REFAHYOL Hükûmeti’nde (1996-1997) Maliye bakanlığı yaptı. 2001’de AK Partinin kurucu teşkilat başkanı idi. 58 ve 59. Hükûmetlerde başbakan yardımcılığı yaptı. 2007’de kendi isteğiyle aday olmadı, AK Partiden istifa etti. Türkiye Partisini kurdu, daha sonra kapattı. 2018’de CHP’den Konya milletvekili seçildi.

ESKİ MALİYE BAKANI, BAŞBAKAN YARDIMCISI ABDÜLLATİF ŞENER:

“Tayyip Bey, Muhsin Bey’i Sordu; ‘Kazanabilir mi?’ ”

Yazıcıoğlu ile ne zaman tanıştınız, hangi yıldı hatırlıyor musunuz?

Evet hatırlıyorum. İlk karşılaşmamız ve aramızdaki hukukun gelişmesi 1991 yılındaki genel milletvekili seçimiyle başlamıştır. Bu seçimlerde ben ilk kez milletvekili adayı olmuştum. Bir ittifakla partilerimiz seçime giriyordu. Refah Partisi, Milliyetçi Çalışma Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi. Üç parti ittifakla seçime girmiştik. Sivas’tan sadece RP ve MÇP’nin milletvekili adayları vardı. 2 aday MÇP’den, biri Yazıcıoğlu, diğeri Mustafa Mit, 4 aday da RP’dendi. İttifak kesinleşip seçim kampanyası başlayınca biz daha önce seçim çalışmasına başlamıştık. Muhsin Bey aday listeleri kesinleşince ertesi gün Sivas’a geldi. Birlikte programlar yapıldı. RP-MÇP’li adaylarla bazı yerlerde birlikte konuşmacı olduk. Seçmende ittifak algısını oluşturmak için birlikte programlar yapıldı. İlk çalışma programında Şarkışla ve Gemerek ilçelerinde birlikte gezdik. İlçe merkezlerinde ve büyük köylerde birlikte dolaştık. Onun aday sıralamasındaki yeri benden önce olduğu için protokolde de buna uyardık, ana konuşmacı Muhsin Bey olurdu. Seçim çalışması sırasında tabanda ittifakın çok iyi desteklendiğini hissettim. Bütünleşme vardı. İttifak öncesi de köyleri dolaşıyorduk ama ittifakla birlikte Sivas’ta ilginin arttığını kalabalıklardan ve coşkulu tezahüratlardan gördüm.

Hiç unutmuyorum, Yeniçubuk pazarı vardı. Pazarda, bir binanın balkonundan hitap ettik. Çok kalabalıktı pazar yeri. Tezgâhlar olunca yüksek bir noktadan hitap etme ihtiyacı olmuştu. Muhsin Bey de ben de orada konuşma yaptık. Büyük bir coşkuyla karşılandık. O bölgenin beldelerinde de aynı coşkuyu gördüm. Güzel bir kampanya oldu.

Özal’lı yıllarda ne RP ne de MÇP barajı aşmıştı. 1991 seçimlerinde 6 milletvekilinin 4’nü de Sivas’ta ittifak çıkardı. Tam bir zaferdi.

Seçim çalışmasını yürütürken Yazıcıoğlu’na gösterilen ilgi bir milletvekili adayının ötesinde bir “genel başkan” gibi miydi? Farklı bir gözlem yapabiliyor musunuz?

Ülkü Ocakları genel başkanlığı yapması sebebiyle, MÇP tabanında geniş bir kitle, onu o zaman bir lider gibi görüyordu. Doğal lider gibi. İnsanların gönlünü kazanmış. Bu uzaktan görüntü ile oluşacak bir şey değil. İkili ilişkilerinin de çok yoğun olduğunu biliyorum. Milletvekili olduktan sonra da onu gözlemledim. İnsanlarla çok ilgilenirdi, bazen Mecliste odasının önünden geçtiğimde kapısında uzun bir kuyruk olurdu. Sivas’ın merkezinden, ilçelerinden, köylerinden her zaman ziyaretçisi olurdu. Hepsiyle ilgilenirdi. Sorunlarını dinler, çözüm arardı.

MÇP örgüt olarak Sivas’ta güçlü idi. Hatta açık düşüncem şu; partide kalsa kesin genel başkan olurdu. Sadece benim değil herkesin kafasında Muhsin Bey’in Türkeş sonrasında lider olacağı düşüncesi hâkimdi. MÇP tabanında daha güçlü idi bu anlayış. BBP’yi kurmak üzere ayrılınca, istifa edince doğrusu biraz üzüldüm. Ayrıldığı günlerde Sıhhiye’de bir ofisi geçici kullandığını duydum. Ziyarete gittim. “Hakkında hayırlısı.” olmasını diledim. Ama ayrılmasa burada (MÇP) istikbali olacağını da söyledim kendisine. O da dedi ki “Aslında ayrılmamız gerekiyordu. Ayrılmak durumunda kaldım… “ Ayrıntısını sormadım.

“Ayrıldığında Parti Kurma Fikri Yoktu”

Zorunlu bir ayrılık gibi mi anlattı?

O da aslında ayrılmamız gerekiyordu deyince detayını sormadık. “Ama.” dedi, “Ne yapacağımız konusunda kesin kararlı değiliz.” diye ilave etti. “ ‘Yani bir dernek faaliyeti mi sürdürürüz, partileşme sürecine mi gideriz?’ karar vermedik daha.” dedi. Ayrıldığı gün parti kurma fikri kesinlikle kendisinde yoktu. Dernekleşme gibi görüşleri vardı. Dernek faaliyetleri daha bağlayıcı ve sınırlıdır. Kendi tabanına daha geniş ulaşacağı bir faaliyet alanı oluşturması doğal. Sonra partileştiler.



BBP’yi kurduktan sonra güçlü, heyecanlı bir kitlesi vardı. Örgüt ve parti tabanı, diğer büyük kitle partilerinin tabanından daha güçlü şekilde partisine sahip çıkan bir kitle idi. Hatta onu hâlâ görüyorsunuz. Geçen Konya’dan Ankara’ya geliyorum. Bir tırın arkasında koskocaman Yazıcıoğlu’nun fotoğrafı. Vefatının üzerinden 12 yıl geçmiş. Siyasette düşünün biri, milletvekilliğini bıraktıktan 2 yıl sonra kimse onu hatırlamaz, ismini unutur, Muhsin Bey hâlâ Türkiye’de önemli bir kitle tarafından sayılan ve anılan bir isim.

Daha sonraki yıllarda REFAHYOL Hükûmeti kuruldu. Siz de Maliye bakanı oldunuz. O dönemdeki ilişkileriniz nasıldı, diyalog devam etti mi? Bakanlığınız döneminde sizden özel bir ricası oldu mu?

Muhsin Bey’le siyasi hayatı boyunca sürekli ilişkimiz oldu, medeni bir şekilde. Dost, hemşehrisi olarak irtibatımız devam etti. Maliye bakanlığım döneminde, insanların bürokrat atamaları başta olmak üzere bireysel talepleri oldu. Şöyle bir durum vardı, benim haberim yok. Hoca (Başbakan Erbakan) ile Tansu Çiller (Başbakan Yardımcısı) bir anlaşma yapmışlar. Bu anlaşmaya göre Maliye Bakanlığı bürokratlarına dokunulmayacak. Önceki kurulan DYP’li hükûmet zamanında atanan bürokratların kalması isteniyor. Hoca bunu bana söylemedi. Başlangıçta genel müdür hatta daire başkanı atamaları gönderiyorum. Koalisyon kurulurken de protokolde anlaşmışlar. 3’lü kararname gerekirken 4’lü kararname ile Tansu Hanım’ın da imzasıyla atamalar yapılıyor. Ne gönderiyorsam Tansu Hanım sümen altı ediyor. Hiçbir atama çıkmıyor. Bu neyin nesi, çözemedim. “Anlaşma olsa bana söylenmesi gerekir.” diye düşünüyorum. Baktım kimseyi atayamıyorum, “Müsteşarı değiştireyim.” dedim. Onun da döneceğini bildiğim için müsteşarla konuşayım “İstifa et.” diyeyim dedim. Yerine kimi atayacağım konusunda da kafamda biri yok. Müsteşara “Sen iyi bir bürokratsın ama hükûmet değişikliği var, benim de bu bakanlığı kendime göre yönetmem lazım, bakan değişiyorsa önce müsteşarın değişmesi lazım, kararname hazırlama işlerine girmek istemiyorum, sizin açınızdan da incitici olur, görevi bırakıp bana inisiyatif sağlarsanız mutlu olurum.” dedim. O da teşekkür etti, “Bir hafta temaslarımı yapayım, bildiririm.” dedi. Bir hafta sonra uğradı, herhâlde bir bankanın yönetiminde olmak için görüşmüş, istifa dilekçesi ile geldi.

O gittikten sonra bu göreve kim atanacak? Ama Muhsin Bey kimin atanacağı konusunda zaman zaman karşılaştığımızda İlhan Bayar’ın ismini söylerdi. Bayar, Sivaslıdır, daha sonra BBP’den Sivas Belediye başkan adayı oldu. Bürokrasiden bilinen bir isimdi, benden önce de Muhasebat Genel Müdürlüğü görevini yapmıştı. Hatta genel müdür iken onu çok sevenlerden biri bana geldi, “Görevden alınacak galiba, sen muhalefet partisi milletvekili olarak gidip çayını içsen memnun olur.” dedi. Onun üzerine ben muhalefet milletvekili iken görevden alınmadan önce ziyaret ettim. Oradan da tanıyorum.

Hoca’ya da söyledim müsteşarın durumunu. “Nasıl, niye istifa etti?” dedi. “Ben istedim.” deyince “Desene zorladım!” diye. Yine bana Tansu Hanım’la aralarındaki özel anlaşmayı söylemedi. Kendisi ayrılınca burayı doldurmamız lazım diyerek Hoca’yı ikna ettim. “Ayrıca Muhsin Bey’in de böyle bir talebi var.” diyerek İlhan Bayar’ı söyledim. Erbakan Hoca, İlhan Bayar’ı makul gördü ve müsteşar olarak atadık. Böylece atadığım en önemli bürokratı Muhsin Bey’in istediği isim olarak atamış oldum.



Bakanlık dönemim yaklaşık bir yıl sürdü. Muhsin Bey fazla talepkâr biri değildi. Gerek 1991-1995 gerekse 1995-1999 arasında Sivas’la ilgili sorunlar vardı. Mesela özelleştirmeler. Demir-Çelik, Et-Balık gibi. Çalışanlar işsiz kalıyor; sendikalar, işçiler toplu hâlde geliyorlar; milletvekillerini dolaşıyorlar, bazen tüm ilin milletvekilleri bir araya gelirdik. RP, BBP ve CHP’den Mahmut Işık bir arada toplantı yapardık. “Sivas’ın meselelerini nasıl çözeceğiz?” diye toplanırdık. Sivas’la ilgili konuları paylaşırdık, RP-CHP veya BBP diye ayırmazdık. Özellikle 1995-1999 arasında yoğun talepler geliyordu. Bunlara birlikte çözüm aradık. Seçmen taleplerine birlikteliğimiz dışında, belediyelerle ilgili Maliye Bakanlığının sınırlı desteği oluyordu. Bir liste verirdi, “Şu belediyeleri biraz gözet.” derdi Muhsin Bey. Onları da karşılamaya çalışırdım.

“28 Şubat’ta Dik Durdu, İlkesel Destek Verdi”

28 Şubat sürecinde gerçekten dik durmuştur. Muhsin Yazıcıoğlu, bizim hükûmeti de hep desteklemiştir. İlişkilerden bağımsız olarak, ilkesel bir destek. Koalisyonun içinde yer almadan, bakanlık almadan. Erbakan Hoca 28 Şubat sürecinde bazı partilere ziyaret yaparken Muhsin Yazıcıoğlu’na teşekkür etmeye benimle birlikte gitmiştir. Görüşmede çok da iltifat etti Muhsin Bey’e. O ortamda sıkı durmak zor iş. Bizim koalisyon ortağımızın milletvekillerinden 30-40’ı istifa ediyor, sapır sapır dökülüyordu.

RP ve ardından Fazilet Partisi kapatıldıktan sonra bazı isimlerin 2000-2001’de BBP’ye geçmek için görüşmeleri oldu. Bildiğiniz bir görüşme var mı?

Hem RP hem de FP’de milletvekili arkadaşlar kendilerine en yakın parti olarak Büyük Birlik Partisini görürlerdi. Ama kimin temasta olduğu konusunda bir bilgim yok.

2007’de siz milletvekili adayı olmadınız, aynı seçimde Muhsin Yazıcıoğlu Sivas’tan bağımsız milletvekili adayı oldu. Siz vekilliği bırakırken, Yazıcıoğlu Meclise giriyordu. Bir hatıranız var mı?

2001’de Adalet ve Kalkınma Partisi kuruldu. 2002-2007’de ben başbakan yardımcısı iken Muhsin Bey Mecliste değildi. 2007’de bağımsız aday oldu. Ancak daha aday olacağını bilmediğim bir safhada Tayyip Bey bana Muhsin Bey’i sordu. Dedi ki “Sivas’tan bağımsız aday olsa kazanabilir mi?” Ben de “Kazanır.” dedim ve “Seven, bağlı bir kitlesi var, iyi bir seçim kampanyası ile seçilir.” diye görüşümü bildirdim. Çok fazla da üzerime gelmeden, görüşümü almak için sordu. Ben o zaman anladım çünkü daha Muhsin Bey’in bağımsız aday olup olmayacağı konusunda bilgi yoktu.

Daha sonra Muhsin Bey aday olmaya karar vermiş. Henüz adaylık sürecine girilmeden önce o da seçilebilirliğini test ediyor, bir gün bana telefon açtı. Benim de aday olmayacağım kamuoyuna yansımıştı. “Ben bu seçimde bağımsız aday olmak istiyorum, siz ne yapacaksınız?” diye sordu. Kendisine “Bu seçimde kesinlikle aday değilim (Aday olmayacağım ama bir yandan da beni ikna etmeye çalışıyorlar, Erdoğan, “Aday olman lazım.” diyor, Gül benim adıma para yatırdı.) ama aday olsam bile senin aleyhine konuşmam. Kesinlikle aday olmuyorum, aday olmadığım için de Sivas’ta seçim kampanyasına gelmeyeceğim.” dedim. O tarihte partinin MKYK üyesiyim. “İlle Sivas’a uğraman gerekir, konuşma yaparsam senin lehine konuşurum.” dedim. O da Sivas ağzı ile “Sağ ol gardaş, ben de bunu bekliyordum senden.” dedi. Öylece telefon görüşmemiz bitti. Devamında seçimde aday olmadım ve Sivas’a da seçimde hiç gitmedim. Adalet ve Kalkınma Partisi adayları bana çok baskı yaptı, defalarca aradılar. “Gelmen lazım, şuraya uğraman lazım, her gittiğimiz yerde seni soruyorlar, ‘Niye bıraktı?’ diyorlar.” şeklinde talepler aldım. “Bir destek versen şu kadar milletvekili çıkaracağız.” şeklinde telefonlar geldi. Özellikle 4. ve 5. sıradaki adayların çok büyük baskısı oldu.

399 ₽
4,18 zł