Czytaj tylko na LitRes

Książki nie można pobrać jako pliku, ale można ją czytać w naszej aplikacji lub online na stronie.

Czytaj książkę: «Türk Dünyasında Tarihi Roman ve Milli Kimlik», strona 4

Czcionka:

Sultan’ın Oğuzlara karşı yanlış muamele ettiği, başlangıçta beraber hareket ettikleri hâlde sonradan dövüşüp yuvalarını yıkan iki kuşun hikâyesi ile vurgulanır. Tuti Han, Dandanakan’ı da hatırlatarak, o savaşın Oğuzlarla birlikte yapıldığını belirtir. “Dandanakan’da bizim atalarımız Çağrı Bahadır, Sultan Tuğrul’la birlikte savaşmamış mıydı? Aslında bugüne kadar bizim bahadır yiğitlerimiz seni korumamış mıydı?” (s. 30)

Çağrı Bahadır, Sultan Mesud’un ordusunun kalabalık ve güçlü oluşundan çekinenler olmasına karşın Gazneliler ile savaşmak ister. O önceden Takkale’de de Gazneliler ile savaşmış, donanım yönünden zayıf olsa da başarılar elde etmiştir. Ona göre önemli olan korkusuzca, gözü pek savaşmaktır: “Esas olan onların hiçbir şeyden korkmaması, gözü pek bahadır olmalarıydı… Elin alışmış olsa da, gözü karalığın olmasa attığın ok hedefe isabet etmezdi.” (s. 33) Sultan Mesud ise yenilmişliğinin sebebini atalarının ruhunun Selçuklular tarafında yer almasına bağlar:

Hükümdarlık kim iyi hükmediyorsa, onun eline geçer. O yüzden kutlu olmasını, bahtlı olmasını bilir. Aslında Oğuz Han’ın altın yayının, ya da üç gümüş okunun her tarafa yayılması o ‘kut’un aranmasıydı. ‘Kut’ hükümdarlığın gücüydü. Kim âdil olsa, onun yüreğinden çıkıyor. (s. 34)

Ancak Sultan Mesud’un ordusunun gücüne dair söylentiler, Çağrı Bahadır’ın komutanları arasında telaş yaratmıştır. Çağrı, bu söylentilere bizzat kardeşi Tuğrul’un da inanmasına öfkelenir. Özellikle Hacip Komutan’dan çekinilmektedir. Ancak savaş Merv’i ve Nişabur’u Selçuk Ağa’nın torunlarına kazandırır. Sultan Mesud’un ordusunun gücünden çekinilmesi Çağrı Bahadır’ın kazancı olmuştur. Çünkü ordusu çok büyük bir güçle karşılaşacağını düşünerek hazırlığını da çok daha iyi yapmıştır. Sultan Mesud tarafında ise, Takkale ve Serahs’ta yaşanan yenilgiler hayal kırıklığı yaratmıştır. “Lakin Sultan Mesud, onların mertliğini kabul etmezse, işlerin sarpa saracağını” bilir, öfkesini Türkmenlere kötü sözler sarfederek ortaya koyar. Gazneli Sultan’ın gazabından kaçan askerler ise Çağrı Bahadır’ın tarafına geçmiştir. Bunların savaş anında karşı tarafa geçmesi, casus olması gibi ihtimaller korku yaratırsa da savaş sırasında bu kişilerin Gazne ordusuna karşı saldırıları oldukça etkili olur. Çölün şartları ve ordusunun içine giren endişeler nedeniyle Sultan Mesud geri çekilme ihtiyacı duyar. Vezirin elçisini Selçuklulara yollarlar. Sultan Mesut, Herat tarafına çekilir. Güzün geri dönüp savaşmak niyetindedir. Tuğrul ve Çağrı sultanları, Gazne Sultanı ile mücadeleye sevk eden en önemli etken, göç yolunun rahat hâle gelmesi çabasıdır:

Selçuk Türkmenleri Ceyhun’dan geçtikten sonra doğru dürüst bir yaşam görmediler. Nereye girdilerse onlar kılıçlarıyla birlikteydiler. Her zaman iğnenin üzerinde oturuyor gibi, rahat değillerdi. Şimdi onlar Oğuz yurduna gelip huzurlu, gururlu bir hayata kavuşacaklardı. Yine de Maveraünnehir’deki günleri daha sakindi. Nasıl olsa eski Oğuz Devleti’nden kalan avuç içi kadar yerleri, kaleleri vardı… Burada ise günleri bir olsa kavgaları iki oluyordu. Üstelik Horasan’da yaşayan önceki Türkmenler kendilerine arka bulmuş gibi önceki oğullarına gösterilen zulümlere cevap olarak, Gazne hükümdarına karşı başkaldırmaya başladılar. Bazı yerlerde evlerini yıktılar. Bazı yerlerde sormadan söylemeden izinsiz otlak ve yaylalara girdiler. Bunların hepsi Selçukluların adına sayıldı. Ona sabrettiler, gidecek yerleri yoktu. (s. 127)

Tuğrul Sultan’a göre, Rey ve Irak tarafına gidip önceden oralara yerleşmiş Türkmenlere katılarak o yerleri yurt edinmek gereklidir. Çağrı Bahadır, Selçuk atalarının altın yayı bulmaları konusundaki emeli kendine rehber edinmiştir. Bu topraklar ataların ruhu sindiği için kerametli ve mukaddestir. “… buralara bizi kimin gönderdiğini, kimin çağırdığını hiçbir zaman unutmamalıyız. Gönderen Selçuk Atamızdır, çağıransa Oğuz Atamızdır.” (s. 133)

Bu topraklar göbek bağının kanının damladığı topraktır ki bu ifade Nuh Tufanı adlı romanda da önemli yer tutar. “Eğer er geç cihanı almak arzun var ise, şimdi buradan başla. Yani şimdi Sultan Mesud’u yenmekten başla. Eğer dönüp gidecek olursan, bir daha altın yay hakkında, ataların hakkında asla konuşma…” (s. 135) diyen Çağrı Bahadır, cihanı almak, göç önündeki tüm engelleri kaldırmak arzusu duyar. Dandanakan Savaşı’nın zaferle sonuçlanması ikinci altın yayın bulunuşudur. Sultan Mesud ve oğlu Mevdüt yanındaki birkaç yiğitiyle kaçmak zorunda kalır. Önceki savaşta Merv yakınlarında rastladıkları gök bilimiyle uğraşan bir yaşlı onlara savaşın akıbetini doğru olarak duyurmuş, Mesud’un kuvvetinin zayıf gelip, ordusunun geri çekileceğini bildirmiştir. O günden sonra yanlarında gezdirdikleri bu müneccim, Dandanakan Savaşı’nın sonunda zafer olduğunu onlara müjdelemiştir. Bu müjde Çağrı Bahadır’a büyük bir güç vermiş, bu güçle savaşmıştır.

Savaş başlangıçta Sultan Mesud’un lehine sonuçlanacak gibi gözükse de Çağrı Bahadır, müneccimin sözlerine sonsuz güvenmiştir. Savaş zaferle sonuçlanınca Çağrı Bahadır, müneccimi tüm Horasan’ın Yıldızlarbaşı yapar. Ancak zaferden sonra yazılması gereken fetihnâmeler onları zor durumda bırakır. Devlet tecrübelerinin olmadığını farkederler: “Doğru dürüst fetihname yazacak adamlarının olmadığını, şimdiye kadar bu işi önemsemediklerini, gözleriyle gördüler. İlk önce devleti kurma tamamlanmalıydı.” (s. 217)

Çağrı Bahadır, Oğuz Devleti yıkıldıktan sonra büyük bir halkın devletsiz kaldığını, devlet işinin inceliklerini bilen insanların da yitip gittiğini farkeder. Gazne sarayına gidip orada devlet işini öğrenen Türkmen gulamları24 her ne kadar onlara yardımcı olsa da onların ihanetinden de çekinirler. Çağrı Bahadır’ın amacı Oğuz Ata’nın Han kitabına uygun bir devlet kurmaktır. O, çok farklı milletleri barındıran ve bu milletleri İslâm bayrağı altında birleştiren bir devletin içinde karışıklık çıkmaması için dikkatli davranılması gerektiğini düşünür. “… bu devletin kanadının altında herkes olabilir. Merdi de, namerdi de, imanlısı da, imansızı da… Bizim maksadımız namerdi merde, imansızı imanlıya dönüştürmektir. O yüzden çabucak devletimizi ilan etmemiz gerekir.” (s. 220) Selçukluların sorunu güçlü bir devlet kurabilmektir:

Fakat onun üzüldüğü yer, Han kitabın okunmadığı, yeni yaprak eklenmediği çok zaman olmuş. Şimdi bu yurtta devlet düsturuna, yeni kaideler eklendi. Onlardan vazgeçemezsin. Vazgeçsen bile, yeni kurulan devlet, Selçuk Ata’sının hizmet ettiği Oğuz Devleti (cihan devleti olacak yerde) gittikçe küçülerek yumruk kadar küçük bir devlet olarak kalır. (s. 241)

Gazne sarayındaki taht kavgalarının bu yeni devlette yaşanmaması büyük önem taşır. Dandanakan zaferi, Oğuz yurduna geri dönüşü sağladığı gibi, gözlerinin önüne üç ayrı yurt serer: Bunlar İran, Rumistan, Arabistan’dır. Rumistan’ın (Anadolu) idaresini Çağrı Bahadır üstlenir: “Selçukluların büyük kurultayının amacı, Rumistan’ı Oğuz yurduna çevirmekti. Bunun hazırlığını yapmak istiyorlardı. Niyetleri, kapalı olan göç yollarını açmaktı. Çağrı Bahadır, “Buraya göğün adaleti, İslâm’ın adâleti gelecektir” diyerek tellallara söyletiyordu.” (s. 305) Tuğrul Serdar, Oğuz Han’ın attığı üç oktan birinin bulunduğunu ilan eder gibi oklardan birini Çağrı Bahadır’a verir. “Bulunmuş bu okla devlet kurma zamanının geldiği açıklanmalıydı.” (s. 306) En son yıkılan Oğuz devletinden alınmış tağanın üçayağına denk mukaddesleri olmalıdır. Selçuk Ağa, o üç mukaddesin başını toplayamadan gitmiştir, fakat arzusunun torunları tarafından gerçekleştirileceğine inanmıştır. Onlar için değerli diğer varlık geyik derisine yazılmış Han Kitabı’dır. Tuğul ile Çağrı ise tıpkı tağanla geyik derisine yazılmış kitap gibidirler. Çağrı Bahadır, sultan olma hakkını Tuğrul Sultan’a verir. Han kitabının korunması için sultanlığın başkenti Merv’de gizli bir kütüphane yaptırılır. Tuğrul Sultan, göçün önemli ve bereketli olduğunu düşünerek göç emri verir:

Oğuzların da artık kendilerinden emin oldukları iyice ortadaydı. Onlar artık arkalarında büyük bir devletin olduğunu, göçün büyük bir hızla devam edeceğine inanıyorlardı. Garlı Avcı gibi yüzlerce bey sürülerini Selçuk yiğitlerinin savaştan zaferle çıkmaları için bağışlamıştı. (s. 306)

Çağrı Bahadır, yiğitlerinin hem güç, hem akıl bahadırı olmalarını istediği için hoca arayışı içine girer. Önceki himayecisinden çok eziyet çekmiş Hasan Tusi’ye evlatlarını emanet eder. Tuğrul Sultan, Takkale’de görüp âşık olduğu Duruncan, Harzem şehzadelerinden biriyle evlendiği için evlenip, çocuk sahibi olmamıştır. Duruncan eşini kaybettikten sonra vefalı olup eşinin ocağında oturur. Ancak Tuğrul kararlılığı ile onu evliliğe ikna eder. Duruncan ilk eşinden olan çocuğunu da getirir. Tuğrul Sultan esir edildiğinde, vezir Amidü’l-mülk Kundurî, Duruncan’ı kışkırtarak onu, oğlu Anuşirvan’ı hükümdar yapmak sevdasına düşürmeye çalışır. Ancak oğlunu iyi tanıyan Duruncan, Tuğrul Sultan’ı kurtarmayı kafasına koyar. “İbrahim Yınal, Halife Kaim Biemrillah’a ve Selçuklulara düşman çıkan Arap komutan Besasiri’nin tuzağına düşmüştü.” (s. 364) Gizli mektuplarla Yınal’ı ağabeyi Sultan Tuğrul’a karşı kışkırtır. Onu bütün Selçuklulara Sultan olursun diye kandırır:

İbrahim Yınal, Hemedan yakınlarındaki Türkmenlerin kulaklarını doldurmaya başladı. Sultan Tuğrul’dan onlara hiç fayda olmadığını, sultanlığın tüm yetkisinin hilekâr vezirlerde olduğunu, kendi Sultan olursa, her defa vezir atandığında onlara fikir soracağına inandırdı. Türkmenler Hemedan’da kendi Sultanlarını kuşattılar. (s. 364)

Duruncan eşini bu güç durumdan kurtarmak için oğlu Enuşirvan’ın elini kolunu bağlatıp onu yanında götürerek Sultan Tuğrul’un hapsolduğu kaleye hücum eder. Duruncan’ın gelip kendini kurtaracağını hiç düşünmemiş olan Tuğrul Sultan bu olayın ardındaki sebepleri çözümleyip, sonuca ulaşır:

Gelip Hatun’un kendini kurtarması, yalnız onun canı için değildi. Zorluklarla kurdukları Selçuklu Türkmen devletini kurtarmaktı. Aslında Sultan’ın esir alınıp, zindana atılmasının gerçek sebebi de buydu. Henüz, tamamen kendine gelip, kendi ayakları üzerinde durabilecek duruma erişip, dallarını yayıp büyüyememiş bu devleti yok etmeye çalışıp, yıkmayı amaçlayanlar çoktu. Duruncan Hatun’un ana duyarlılığı taşıyan yüreği bunu sezmişti. (s. 368)

Tuğrul Sultan’ın emri ile İbrahim Yınal, kendi yayının kirişi ile boğulur. Duruncan’a hayran olan Tuğrul Sultan, onun vasiyeti üzerine Bağdat Halifesinin kızı Seyyide ile evlenmeye çalışır. Üç yıl aracılar göndererek uğraşır. Yirmi yaşında genç bir kız olan Seyyide bu evliliği hiç istemese de kabul eder. Tuğrul Sultan sevgisi ve şefkati ile ona kendisini sevdirir. Ancak Tuğrul Sultan’ın çok istemesine rağmen Seyyide’den de çocuğu olmaz. Onun çocuğu olmadığı için kendisinden sonra tahta Çağrı Bahadır’ın oğullarından biri geçmelidir. Vezir Kundurî, Çağrı Bahadır’ın oğulları içinde sözünü geçirebileceği, yumuşak başlı Süleyman Şehzade’yi tahta geçirip, kendi vezirliğini daim kılmak ister. Bunu sağlamak için Süleyman’ın annesini etkilemeye çalışır. Tuğrul Sultan da yengesini kırmaz ve vasiyetini Süleyman’a emanet eder: “İki kardeş vuruşarak, birinin kanı akarsa, sultanlık da bundan sonra bu gibi çekişmelerle devam edip gidecektir. Süleyman kendini sultan saysın, vezirse cihanı parmağının ucunda döndürebilsindi.” (s. 458) Ancak Alparslan kendi rızasıyla taht üzerindeki hakkından vazgeçmemiştir. Kundurî, kardeşlerin arasına ateş düşürmeyi başarır. Babası Arslan’ın Sultan Mahmud tarafından zindana atılmasını, onun hükümdarlığını da Tuğrul ile Çağrı’nın almasını hiç içinden çıkaramamış olan Kutalmış Han, Sultan Tuğrul’un ordusuyla çatışır:

Kutalmış Han, etrafına sultanlıktan pay alamayan Türkmenleri toplamıştı. Hâlâ Oğuzluk yoluyla göçlerine devam edenler çoktu. Onların arasında İslam çok geç yayılıyordu. Onların yeri yurdu belli değildi… Sultan Tuğrul onları hiçbir zaman kendinden uzaklaştırmak istememişti. Onlara göçün yolunu açmıştı… Sultan Tuğrul’un son zamanlarda her şeye eli değmiyordu. Onun büyük amaçları vardı… Tüm Oğuzları Peygamberin akrabası yapmak, kan kardeşi yapmak istiyordu. O bunu gerçekleştirmek için üç yıl çaba göstermişti. O zamanlar Rumistan’ı da, oraya giden Türkmenleri de unutmuştu. Onlara yardım elini uzatıp, kalesinin kapısını açamamıştı. (s. 459, 461)

Tuğrul Sultan vefat edince Sultan Alparslan düşmanın üstüne saldırır. Kardeşlerin birbirine girmesini istemez. Rum yurduna giren Sultan Alparslan’ın amacı insanları Müslüman yapmaktır. İçlerine girip, güçlerini denedikten sonra geri dönmeyi uygun gören Sultan Alparslan bu işi yiğitlerine emanet eder. Gümüş Tegin ile Afşin Bey’i Rum yurdunda bırakır. Ancak gulam olan Gümüş Tegin tavır değiştirir ve ganimet payanı vermez. Afşin Bahadır buna öfkelenir ve onu öldürür. Alparslan’ın hiddetinden ürken Afşin Bahadır yolunu ayırır ve Rumeli’ye kaçar. Sultan, onu yakalaması için dünürü Kurtçu Bahadır’ı görevlendirir. Kurtçu Bahadır ise Bizans İmparatoru’na giderek, onların tarafına geçer. Gümüş Tegin’in ihanet etmediğini, aksine Rumistan’da kendileri için fetihlerini sürdürdüğünü gören Sultan hata yaptığını anlar. İş tersine çevrilir. Afşin, Kurtçu’yu yakalamakla görevlendirilir:

Alparslan, Bizans İmparatoru’na yakınlık gösterdi. Onun elinde kendine ait düşmanları olduğunu, onları geri istediğini bildirdi… O ne yapıp edip Alparslan’a Kurtçu Bey’i geri vermek istemiyordu. (s. 467)

Alparslan’ın Rumistan’a yaptığı savaşların talanlarından canı yanmış olan İmparator, elindeki tutsağı vermek gibi bir âdeti olmadığını söyleyerek Kurtçu Bahadır’ı himayesinde tutar. İmparator, daha güçlenerek doğu yurtlarına saldırmak, hepsini almak isteği duyar. Sultan Alparslan ise gururunu çiğnetmek istemez. İki tarafın bu karşılıklı durumu onları savaşa sürükler. Ancak bu savaşın büyük bir katliam olacağını gören Bağdat Halifesi, arabuluculuk yapmaya çalışır. Alparslan, Bağdat Halifesi’nin tövellasına hayır deme niyetinde değildir. Halife’nin elçisi ve Alparslan’ın elçisi Sav Tegin, Bizans İmparatoru’nun kapısına gitse de İmparator’un uzlaşmaya niyeti yoktur. Ancak savaşın Alparslan lehine sonuçlanacağını gösteren bir olay olur:

Nizamülmülk gulamlardan birini yanından uzaklaştırıp, onu sevmemeye başladı. Onu yerli yersiz üzdü. Bu İran’da orduya asker toplarken başlamıştı. Komutan Güherâyin ise o güçsüz askerden yana oldu. Vezir ise kendi sözünün doğru olduğunu, gulamın hiçbir işe yaramayacağını baş belası komutana anlatmaya çalışıyordu. Komutansa niçin ondan yana olduğunu bilmiyordu… Sonunda Nizamülmülk dayanamadı: – Bu kulun sana Rum İmparatoru’nu esir alıp getireceğini mi düşünüyorsun? (s. 488)

Komutan bu soruya “Evet, Rum padişahını esir alabilir.” diyerek cevap verir. Bu olayı öğrenen Alparslan, savaşa umutlu girer. Malazgirt Ovası’nda yapılan savaş Selçukluların zaferiyle sonuçlanır. Gûherâyin’in koruduğu gulam gerçekten İmparator’u esir alır. Alparslan durumdan endişelenir. “Elindeki esir İmparator’a acıyarak onunla anlaşma yaparak onu salıverdi.” Ancak imparatorluğu elinden alının hükümdarın yaptığı tüm anlaşmalar geçersiz sayılır. Yeni Rum İmparatoru, Sultan Alparslan’ı tanımak bile istemez:

Sultan yiğitlerini toplayarak: – Rumistan’a girip hakkınızı almanız helâldir. Yurt sizindir diyerek ferman verdi. Kendine ise bunun sonucunu, yiğitlerin o yeri yurt yaptıklarını görmek nasip olmadı. Bu onun oğlu Sultan Melikşah’a nasip oldu. (s. 561)

Melikşah, Arslan Han’ın oğlu Kutalmış’ın çocuklarından Süleyman Kutalmış’a aralarında kin olmadığını belirterek “Yurt sizin, sahip çıkın” der. Antakya, Konya, Aksaray, Kayseri tek tek Selçukluların eline geçmeye başlar. Kardeşi Tutuş Han ile Şam’ı fetheden Sultan Melikşah, kardeşini de Şam’da bırakır. İlerleme içinde olan Melikşah, geriye bakmayı da ihmal etmez: “Maveraünnehir’de, Gazne’de ayaklanma duysa, hemen arkaya dönüp, hallerinden haber alırdı.” (s. 562)

Kervansaraylar yaptıran Melikşah onların korumasını da üstlenir. “Vezir Nizamülmülk, cesur Şehzade Melikşah’a gizli devlet üslubunu, tüm işleri en ince ayrıntısına kadar tüm iniş çıkışlarıyla öğretiyordu.” (s. 563) Sarayda yetişen Sultan Melikşah bunları yadırgamadan öğrenir. Ancak Nizamülmülk’ü kıskananlar sürekli iftiralar atarak Sultan ile veziri arasına kötülük tohumunu ekmeye çalışırlar. Sultan Melikşah kullarının birisini Merv’e emir olarak gönderir. Orada yaşayan Nizamülmülk’ün oğlu Şemsülmülk Osman, Sultan’ın gönderdiği kulun boş yere gururlanarak, halkı rahatsız etmesinden huzursuz olur. Onu yakalatıp zindana attırır. Bunu fırsat bilenler durumu Sultan’a haber verirler. Sultan bu duruma öfkelense de Siyasetname adlı bir eser hazırlatmayı düşündüğü veziri bağışlar: “Vezir, Selçuk Sultalarının bildikleri, sultanlık, senin öğütlerin hiçbir zaman kaybolmamalıdır. Onları kâğıda geçirip derleyebilsen…” Kullar arasında anlaşmazlığın sorun çıkaracağını anlayan Sultan Melikşah sürgünde yatan Vezir Kundurî’nin ölüm emrini verir. Devlet siyasetinin kitabını hazırlamanın önemi büyüktür:

Devletin büyük ve güçlü olması her zaman köke dayanıyormuş. Kökten güç alması gerekiyormuş. Önceki gelip geçen sultanların, hükümdarların köşk düsturunu bilmese yeniden güçlü devlet olanamayacağını biliyordu. İlk önce sarayın içindeki görevlilerin, dışarıdaki emirlerin ne yapmaları gerektiği, nasıl çalışmaları gerektiği, kesin hükümlere bağlanmalıydı. (s. 582)

İkinci vezir Tacülmülk, Nizamülmülk’ün hazırladığı kitapta Sultan sülalesine yer vermediğini Sultan Melikşah’ın eşi Terken Hatun vasıtasıyla Sultan’a duyurur. Nizamülmülk ile konuşan Sultan, onun geyik derisine yazılı, Oğuz Han’ın kitabını bilmediğini anlar. Ondan devleti kuran Türkmenlerden söz açmasını ister. Sultan Melikşah’ın dört oğlu vardır: Berkyarık, Tapar, Sancar ve Mahmud.

Terken Hatun’un beş yaşındaki oğlu Mahmud yakınında olduğu için, Sultan Melikşah’tan sonra tahta geçirilir. Bu işe sebep olan, kendi vezirliğini sürekli hâle getirmek isteyen Tacülmülk’tür. O, oğlunun tahta geçmesini sağlaması için Terken Hatun’un ihtiraslarını harekete geçirmiştir. Nizamülmülk’e danışan Sultan Melikşah, onun tavsiyesi ile düstura uygun gitmeye karar verse de Terken Hatun’un bunu duymasından sonra Nizamülmülk’ün işi çok çabuk bitirilir. Sultan Melikşah’ın ise cesedi gizlenir, ölüp ölmediği bilinemez. “Nasıl öldüğü veya nasıl öldürüldüğü kesinleşmeden kalır.”

Mahmud’un, Sultan Melikşah’ın yerine geçtiği Bağdat Halifesi’ne duyurulur. Onun tüm “İslam dünyasının padişahı olduğunu, tanınmasını” isterler. Sultanlık hakkı olan Berkyarı, kardeşinin üzerine Rey’e ordu gönderir. Terken Hatun, oğlu Mahmud’u alıp İsfahan’a doğru gider:

Terken Hatun, olayları önceden seziyormuş gibi, kocası Melikşah Sultan zamanında, orduyla arasında bir muhabbet sağlamıştı. Çünkü sarayda Melikşah’ın tüm işini yürütüp, hazineyi koruyup, onun dağıtımını yapan kendisiydi. Orduyla arasını her zaman sağlam tutup, komutanlarının istediklerini onlara hazineden veriyordu. (s. 597)

Ancak Bağdat Halifesi Muktedir vefat edip, yerine geçen Mustazhir Billâh, Berkyarık’ı Sultan olarak ilan edince Tacülmülk’ün ordusu dağılır. “Yiğitler, yeni Sultan’a boyun eğip, onun tarafına” geçerler. “İlk önce Tacülmülk’ün kulağını, burnunu kestiler. Onunla da öçlerini alamadılar. Alay ederek tüm ordunun içinde dolaştırdılar. Sonradansa parçalayarak öldürdüler.” (s. 599) Mahmud’un ise gözlerine mil çektirilir. Onunla en çok oynayan Sancar’ın gözyaşı Mahmud’un ölümüyle hiç dinmez. Sultan Sancar, Oğuzlara karşı önyargılı davranmaz, korumalarını onlardan seçer. Oğuzlar ile arası oldukça iyidir, ancak bunu kıskananlar ve Emir Kumaç gibi onların arasını bozmak isteyenler de vardır.

Sultan’ın tavrından emin olan Oğuzların içleri rahattır. Ancak saray aşçısı onlardan Sultan adına fazla miktarda hayvan ister. Oğuzları bu duruma bir süre için sabrederlerse de sonunda aşçıyı öldürürler. Bu duruma en çok Emir Kumaç sevinir. Ayrıca Emir Kumaç’ın oğlu bir Yörük’ü rahatsız eder. Yörük yiğit, tüm çabalarına rağmen laf anlamakta direnen bu zâtı öldürmek zorunda kalmıştır. Emir Kumaç bu olaylarla Sultan Sancar’ı Oğuzlara karşı kışkırtır. Sultan’ın üzerlerine ordu ile geleceğini duyan Bahtiyar Han, aracı olması için Emir Kumaç’a başvurursa da Emir onun tövellasını kabul etmez. Emir Kumaç, Sultan Sancar’ı Oğuzlara karşı sürekli kışkırtır. Keçkülah olayını hatırlatarak külahlarını eğri giyen Oğuzları tehlike olarak gösterir.

Oğuzlar, Sultan’ın sözünü dinleyeceği tek kişi olan Ahmet Yesevî’ye başvurmayı düşünürler. Sultan Sancar, Oğuzlara saldırır. Bu savaşta Türkmenlerle Türkmenler kapışırlar. Bahtiyar Han, Sultan Sancar’ı esir alır, yanında bulunan kişileri ise öldürür. Çünkü onlar Sultan’ı yanlış yönlendiren, yağcı insanlardır ve cezalandırılmaları hükümdarın gücünü arttıracaktır. Sultan Sancar’ı demir kafese koyarlar. “Onu kafese koyan ‘çok ileriye gittin, bizi üzdün’ diye esir alan kendi Oğuzlarıydı.” (s. 268)

Selçuklular, Nişabur’da toplanıp alabilecekleri tedbiri düşünürler. Sultanları hayatta olduğu için yeni bir hükümdar getirmeleri zordur. Sultan Sancar’ın ağabeyi Mehmet Topar’ın oğlu Süleyman Şah’ı tahta geçirirler. Onun amacı, amcasını Oğuzların elinden kurtarmaktır. Sancar’ın tövellası için Yusuf Hemedanî’nin talebesi olan Ahmet Yesevî’ye başvururlar, ancak Oğuzlar bu tövellayı kabul etmezler. Sancar’ın hatasını anlaması gerektiğine inanırlar. Sultan Sancar da yavaş yavaş kendisinin esir alınmasında Emir Kumaç’ın suçlu olduğuna inanmaya başlar. “Asıl onu etkileyen yayla yaşantısıydı. Oğuzların basit kaderleriydi.” (s. 629) Lakin Sultan’ı kurtaran Emir Kumaç’ın torunu Müeyyed Ayaba olur. Sultan’ın yanına Tuti Han ve Korkut Han’dan başka kimse giremez:

Fakat Oğuzların arasına hazine hastalığı yayıldı… Korkut Han ve Tuti Han olmadığı zamanlarda, Sultan’a bekçilik yapan beylerin, zayıf noktalarını bulup, onlarla anlaşmak için Emir Ayaba’nın adamları çok gelip gitmişlerdi. Sonunda onlara eğer Sultan’a az süre de olsa, ava çıkmak için müsaade etseler dünyanın hazinesini vereceklerine inandırdılar. (s. 629)

Kandırmayı, aldatmayı bilmeyen Oğuzlar, Sultan’ı Emir’in adamlarının eline verirler. Emir Ayaba, Sultan’ı kaçırır. Sultan’ın döneceği vakit Oğuz beyleri kandırıldıklarını anlarlar. Sultan Sancar ise devletinin de kendisi gibi göçtüğünü fark eder. Devlet güçsüz düşmüştür:

Oğuzların elinden kurtulduğunda yapacaklarını biliyordu. Cihana bir ucundan yeniden sahip çıktı. Kısacık kalan ömründe, hepsini kanadının altında toplamaya hazırdı. Artık nereden başlayacağını biliyordu. Oğuzların sadeliğini, saflığını, yüreğinin temizliğini, bahadırlıklarını öğrendi. İsterse onların yularını çekebilirdi. (s. 630)

Sultan’ı kurtarmak için tahta geçmiş olan Süleyman Şah asla huzur bulmaz, hükümdarlığı da uzun sürmez ve devlet dağılmaya başlar. Harezm şahı Atsız, Sultan Sancar’a mektup yollayarak “gözün aydın” der ve bağlılığını belirtir. Sultan Sancar’ı esaretten kurtarmak için bütün gücüyle uğraşmayan Selçuk hükümdarlığı bereketini, gücünü yitirmeye başlar.

Eserde bir devletin ayakta durmasını sağlayan unsurlar olarak şunlar görülür:

1. Atalarına ve onlardan kalan mirasa saygı,

2. Devlet yönetme bilgisine sahip olma,

3. Kardeşler arasına taht mücadelesinin girmemesi gerektiği,

4. Saray içindeki gulamların vs. hizmet edenlerin arasındaki çatışma ve başkaldırılarda haklının yanında yer alabilme,

5. Kadınların saraydaki durumu.

Bir devletin tarihini çarpıcı olarak ortaya koyan eser, “devlet yönetme”nin inceliklerine de dikkat çeker. Yanlış atılan bir adımın yaratabileceği sonuçlar çok büyük olabilmektedir. Ayrıca Duruncan ve Terken Hatun gibi kadınların da saray içinde oldukça etkili oldukları görülür. Duruncan oldukça aktiftir, ülkesi içinde mücadele eden, savaşçı özellikleri olan bir kadındır. Terken Hatun’da entrika ağır basar. Oğuzlarda kadının bir kutsallığı olduğu görülür:

Oğuz nesli için, kadınlar her zaman kutsal sayılmıştır. Bu yüzden onlara kırıcı söz söylemek, çok ayıp sayılırdı. Eğer bir kimse kadınına el kaldırırsa, epeyce zaman onun yaptığı bu terbiyesizlik dillerde dolaşırdı. (s. 429)

Gökle ilgili unsurlar da eserde önemlidir. Mesela, Oğuz Ata’nın eşi gök nurundan türemiş bir kızdır. Dandanakan Savaşı’ndan önce ve sonra gökyüzündeki değişmeler üzerinde önemle durulmuş ve bu değişmeler işaret kabul edilmiştir. Müneccimlik ve buna verilen önem de belirgindir.

Bu tahlillerde de görüldüğü gibi Annaguli Nurmemmed’in romanlarında Selçuklu dönemi hakkında tarihi açıdan ayrıntılı bilgiler yer almaktadır. Bu bilgilerin tarihsel gerçeklik bakımından değerlendirmesini yapmak elbette tarihçilerin işidir. Fakat edebî açıdan bakıldığında bu romanların kurgu ve anlatım yönünden oldukça başarılı oldukları söylenebilir. Türk dünyası edebiyatlarında Selçuklu veya Moğol döneminin ardından Gazneli dönemini konu alan tarihî romanları incelemek mümkündür. Nitekim bu dönemi ayrıntılı olarak işleyen romanlar mevcuttur.

24.Prof. Dr. Nesrin Sarıahmetoğlu’nun verdiği bilgiye göre gulam; savaşta esir, köledir. Selçuklularda ise paralı askerdir ve Türk gulamların sarayda ve orduda büyük hizmetleri olmuştur.

Darmowy fragment się skończył.

3,54 zł