Czytaj tylko na LitRes

Książki nie można pobrać jako pliku, ale można ją czytać w naszej aplikacji lub online na stronie.

Czytaj książkę: «Denizin Söyledikleri»

Czcionka:

Bu eserimi, uzaklardan dualarıyla hayatın acı sınamalarında beni gerçek insan olarak yaşamaya çağırmakta olan baban Seydulla Metsidik ve anam Azade hanımın anısına ithaf ediyorum.


ÖNSÖZ

Elinizdeki bu eserde Uygur şair Mutallip Seydulla bize tıpkı deniz ona koşuyormuşçasına konuşmaktadır. Şurası gayet açıktır ki burada ona konuşan bilinen kumsal bir zemin ya yabani kavak ağacı değil, bilakis bizim yeniden betimlemeye alışmakta olduğumuz denizdir. Genellikle merkezi Asya bozkırlarında yaşamlarını sürdüren Uygurların hayatı ile deniz arasında hiçbir ilişki yokmuş gibidir. Fakat bu ilişkiyi şair Mutallip kendi şiirlerinde oluşturmaya çalışmıştır.

Biz Uygurların, özellikle Teklimakan kumsalında tevellüt etmiş olan bir Uygur şairin denizin söylediklerine kulak vermesi öncelikli olarak bize mekânsal bir değişim duygusunu yaşatmaktadır. Bu onun ait olduğu mekândan mensubu olmadığı ya da olamayacağı bir mekâna intikalini ifade eder. Bu salt bir coğrafi mekân değişiklini ifade etmez ya da onun bir kültürden ayrılıp, başka bir kültüre entegre olmasını ifade etmez. Bilakis o şairin mekân değişiminden kaynaklanan duygularının idrakteki mekân değişimini nasıl yorumladığını gösterir. Başka bir değişle o, şairin bütün değişimler sonra erdikten sonra manevi huzura kavuşma isteğine göre yeni mekândaki tanınmama, dışlanma ve yabancılaşmanın getirdiği bütün psikolojik buhranların tümünü zihninde yeninden yerleştirme çabasını gösterir.

Demek ki bu şiirler fiziksel mekânı değişime uğrayan ve bu değişimin getirdiği tüm problemleri nasıl çözümlediğini ortaya koyan dışavurumalardır. Onda asıl mekânını kaybeden bir şairin tıpkı denizdeki yegâne bir yaprak gibi, hedefsiz yüzen acılı geçmişin izlerini görürüz. Onda bir kaybedişin, aslına dönüşün imkânsız olduğu bir kaybın ıstırabını denize söylemekte olan bir sevdalı şairin hayatını görürüz.

Şair Mutallip’in bu hedefsiz hayatı insanı huzursuz edecek derecede sıradanlaşmıştır. O biz okuyucularla kendisinin günlük yaşamını sade, gösterişsiz ve karşılıksız olarak paylaşmaktadır. Kendisinin sıra dışı sıradanlığını bize hatırlatır. Onun şiirlerinde saltanat yoktur. Tantanalı olgular zikredilmez. Dilin fesahat boyutlarını kovalayan duygusallık bulunmaz. Onda olan denizin karşısında devam etmekte olan kurak, parçalanmış, anlamsızlaşan ve kendinde kaybolmuş bir yaşamdır.

 
Çay yerine geçmiş kahve
Çamurdan duvarlar yerine dikilmiş tahtadan kalaslar
Kıymetli reklamlar
Lüks arabalar
Ve benzerleri
Sağa veya yüzüstü dönen dünya
Hiç teselli armağan etmez bana.
 

– “Sabah gazetesi”.

Bu manadan hareketle Mutallip bu şiirlerinde yaşamındaki ayrıcalıkların tümünü tek tek reddediyor gibi gözükmektedir. Tıpkı o bu âlemde kutsallığının bundan sonra mevcut olmayacağını-hiç olmazsa sanatta önceki gibi zevk ve heyecanla ifade edilmeyeceğini- haykırmaktadır. Aynı şekilde Mutallip’’n şiirlerinde iddialar ortaya koymaktan daha ziyade sezgi araçlarına yansıyan hisler yazılmıştır. Onlar kişinin karşısına duygularla örülmüş bir düğüm şeklinde ortaya çıkarır. Onlarda dünya ancak duygularımızda ortaya çıkar. Onun dışında hiçbir şey yoktur. Bu sezgiler fakat gündelik yaşamı betimler.

Şiirlerde gündelik yaşamın- ya da daha doğrusu bir ifade ile sıradanlaşmış yaşamın-ifade edilmesi o kadar yeni bir şey değildir. Batı şiiri, özellikle batı romantizminde gündelik yaşamdaki sıradan şeyleri ifade etme eğilimi çoktan başlamıştır. Bu alana olan ilgi günümüzde de devam etmektedir. Bu yönelimin arkasında bilemediğimiz gizemli bir teori de yoktur. Onu ancak bizim içinde olduğumuz gündelik yaşamın bizi kendine cezbedeceği sihri gücü olan doğa ya da doğanın çekiciliği olarak anlamak mümkündür. O yaşamın gündelikleşen halinin bizde harekete geçirdiği olağan dışı idrakleri, cazibesi, hisleri ve heyecanlarını sanata özel olarak anlam kazanmasıdır.

Neyin vizyon olması ile neyin gündelikli olması arasındaki ilişki daha önce meşhur İngiliz romantik şairlerinden William Wordsworth ile Samuel Taylor Coleridge’in gündemlerinde olmuştur. Genelde İngiliz romantizm şiirinin manifestosu olarak kabul edilen hem de 1802 yılında üçüncü neşri ile istikrar bulmuş Lirik Baladlar’a yazılan önsözünde ortaya konulmuş. Burada Wordsworth, şiirlerindeki ilkesel objenin ne olduğu konusunda şöyle der: “O, gündelik yaşamda karşılaştığımız olay ve durumları tercih eder. Onlarla ilişki kurar ya da onları mümkün olan daire içerisinde insanların kullanmakta oldukları gerçek dilde ifade eder. Bununla birlikte onların üstüne sıradan şeyleri insanın kafasına sıra dışı bir şekilde sokmak için tasavvurun belli bir düzeyde renk vermesini bırakır”. Onu, şiirin gündelik yaşama dönüşünü tasavvur eden bir devrim diye adlandıramazsak da insanın aklının “bilinen ve tanıdık” hadiselerden “uyanıp”, “bilinmeyen ve yabancı” olaylara açılmasını teşvik ediş diyebiliriz. Bu konuda Coleridge bizi “örf adet uykusu”ndan uyanışa, bizim reel olana karşı sezgi ve bilincimizi örten “tanıdık ve bencilliğin perdesi”ni kaldırmaya ve bu şekilde aklımızı gündelik şeylerden kaynaklanan yeniliklerin cazibesine açmaya çağırır.

19. yüz yılın ilk yarısında Avrupa’da hızla gelişen ve sanatta bireyciliği temele alan his ve duygularının ifade edilmesini teşvik eden romantizmin yukarıdaki iki öncülü gündelik yaşamda var olan şeylere yönelmeyi savunması bize biraz tuhaf gelir. Çünkü onlar dogmatik olarak insanın hislerini değil, bilakis onun gündelik yaşamdaki duygularını keşfetmeyi talep etmektedirler. Bu açıdan baktığımızda onların teşebbüslerinde; sanayi devriminin şiddetli fırtınalarında, doğa biliminin rasyonelleştirilme dalgalarında ve aydınlanma döneminin aristokrasinin normlarında bastırılan kişisel duyguları ifade etmek suretiyle insanın değerini yeniden kazanma gibi yüce bir istek yatıyordu. Onlar bununla sanatta insanın ziyadesiyle rasyonelleşmesi talep edilen dünyada mevcudiyetini muhafaza edebilmenin temellerinden biri olarak kabul edilen pervasızca duygularını ifade etmeyi önemsiz kılan bir yaklaşıma karşı koymaktaydı.

Şimdi Mutallip’in şiirlerine dönecek olursak onlarda belli ölçülerde romantik modernizmin etkilerinden bahsetmek mümkündür. Yani bu şiirlerde post modern dönemin merkezsizleşen, fânîleşen, göreceli, sınırlı ve çok yönlü dünyadaki insanın basit ama gerçek hikâyeleri mevcuttur. Onlarda özellikle zaman, mekân, değer yargısallık ve yasalar manzumesinden söz edilmez. Her şey birbirine karışmış-hatta yücelik ile adilik arasındaki fark kapanmıştır. Tıpkı post modernizm geleneksel anlamdaki hakikat, ahlak, metafizik ve estetik anlayışına karşı çıktığı gibi Mutallip’in şiirlerde bu anlayışın izlerini bulamayız. Gerçi onlarda da geleneksel şiirin birçok ifade tarzı korunmakta olduğu bir hakikattir.

Romantik post modernizm noktasından bakıldığında Mutallip’in şiirlerinde “ben” parça parça halde göze çarpar. Geleneksel anlamdaki âlemin baş tacı olarak kabul edilen bu “ben” etrafında anlamsızca meydana gelmekte olan hadiselere karışmıştır. O her vakit dünyayı gözlemleyen ve onu değerlendiren sübjektif bir varlık şeklinde değil, bilakis başkaları, yabancı şeyler ve bilinmeyen ideolojiler tarafından gözlemlenmekte olan bir obje şeklinde de ortaya çıkar. Sübjektif durumdaki “ben” objektif durumdaki “ben”e dönüşür- ve yine hemen ardından aslına döner. Bu “ben” gerçekliliği değil aksine gerçeklik de bu “ben”i gözlemler. Çünkü burada gerçeklik ile “ben” girift durumdadır. Bunlar hiçbir zaman bir merkez, diğeri kenar, biri özne diğeri nesne durumunda değildir. Onun için Mutallip’in şiirlerinde çift kutuplu gözlem noktalarının sürekli yer değiştirdiği görülür. “Ben” eşzamanlı olarak hem gözlem objesi hem de gözlem yapan özne durumundadır. Bir taraftan gerçeklikleri değerlendirirken diğer yandan değerlendirme konusu olmaktadır. Yine şair bir taraftan okuyan, diğer taraftan okunan nesnedir. Bu nedenle Mutallip’in şiirlerinde realiteyi resmeden üslup özelliği hâkimdir. Bu üslupların hiçbiri başarı ile sonlanmaz. Çünkü onu sonlandıracak sübjektif bağımsızlık mevcut değildir. Bu şekilde tasvir, çizim ve resimler nihayetinde tamamlanmamış, parça parça ve değersiz şeyler olarak kalır.

 
Ben gittim zamandan yavaş yavaş
Bir mektup okunmakta arkamdan
Vaktin gemisine yasalanarak
Bir saray çiziyorum
Hey, bu hayat ilginç.
 

– “Zamanı çizmek”.

Mutallip’in şiirlerinde insanın fâni oluşunu gizlice takdir etme söz konusudur. Onda hiçbir durağan, ezelî ve ebedî değildir. Her şey değişim sürecindedir. Her şey göz önünde, kulağımızda ya da derimizin üzerinde hareket etmektedir. Onda tıpkı Martin Heidegger’in Dasein’i yaşayacak olan bu âleme atılmadan meydana gelecek olan varoluş korkusu ile gündelikleşmiş, ölüme yönelmiş bir vaziyette başkaları ile birlikte yaşamayacak varoluşsal durumun tasviri mevcuttur. Gerçi bu o kadar felsefi bir şekilde ifade edilmemiş olsa da öyledir.

Bu şiirlerde Doğu Türkistan’daki Uygurları üzüntüye boğan Tutuklama Kampları ve hapishanelerin içinde hem dışında yaşanmakta olan ölümlere açık bir temas söz konusu değildir. Eserin ilginç olan yanlarından biri budur. Okuyucular hakikaten Mutallip’in bu konuda birer mısra da olsa söz etmemiş olmasına karşın şaşkınlık yaşayabilirler. O sanki ana vatanında yaşananlara karşı hiçbir kaygı duymamış gibidir. Onun hayatı tıpkı gündelik yaşamını sürdürmekte olduğu deniz kıyısındaki şehrin boğucu günlük yaşamında her şeyi unutmuş gibi ve tıpkı bu dünyada yaşamıyormuş gibi bir his verir.

 
Biz şehirlere defalarca rivayet söylesek tekrar tekrar
Gözlerini kırpmayacağını anladık artık
Hiç kimseyle, hiç zamanla ilgimiz yok
Biz şükrettik göğe bakınıp
 

Bu şehirde, burada hiç kimsenin anlamayacağı ana dilimizle.

–“Renk arayıp”.

Mutallip’in her şeyi unutmaya çalışan hayatından biz yine de onun biçare ruh halini açık olarak anlayabiliriz. Bu şiirlerden onun geceleri vatan özlemini ve bu özlem serüveninde yorulmuş vücudunu yarın yapacağı işlere zorlamakta olduğunu görebiliriz. Fakat bu şiirlerde bu özlemin derinliği ve kuvvetinden kaynaklanan iniltiler ve ah çekmeler hissedilmez. Onda şairin kendine özgü biraz düzensiz bir ıstırap, yalnızlık ve dervişlere has bir duygu mevcuttur. O bazen doğup büyüdüğü toz toprak ve rüya gibi kasabaya dönüp yaşamındaki boşlukları doldurmaya çalışıyor gibi gözükmektedir. Bazen de anasına olan özlemi ile sevgisiz ve katı yürek dünya hayatından kaçmaya çalışmaktadır. Yine bazen babasının öğütlerini yâd ederek kendisinin artık akıllı bir birey olduğunu ve erkek oluşunu göstermeye çalışır. Sonuçta ne olursa olsun o kendisini her zaman huzursuz eden bir yerde-bundan sonra başka bir yere gidemeyeceği bir yerde- sadece hatıralarını yeniden canlandırma ve göz önündeki dünyayı sezgi eleğinden yeniden geçirmek suretiyle bir yaşam sürdürüyor gibi gözükmektedir.

Bu şiirlerde Mutallip’in muhtemel biz okuyucularına ebediyen ifşa etmeyeceği-belki söylemeyeceği-sözleri de olabilir. Örneğin o şiirlerinde geceye özenir. Ancak gecede o kendini rahatça ifşa edebileceğine inanır. Kendini gizlice gözetlemekte olan insanlara- özellikle “gökten yağmur gibi yağacak” ya da geceleyin daha da zindeleşen kadınlara- gözükme olasılığından da çekinmez. O sanki kendini ifşa etme tutkusuna bürünmüş gibidir. Dolayısıyla gecede tanıdık olamayan sokaklarda çıplak dolaşmayı arzular.

 
Evlenmeye yetişemeyen suskun yıllar
Pervasızca yatağıma gelip uykuya dalar
Sorgu sual yok diye yaşayan bir kadın
Birdenbire el kaldırır duaya
Başka bir yerdeki gece
Evimin gecesine hiç benzemez
Gecenin serinliği onun gecesinden uzun olur
Rahmetli ninem her gece rüyamı yorumlar
Kader yorumlarda yanıp tükenir.
 

– “Başka yerdeki gece”.

Mutallip’in sessiz, basit, ağır, bitmeyen çileli ve tekrarlanan yaşamında onun uzaklardan özlemini duyduğu bir “Sen” vardır. Onun dünyasında sadece iki kişi var- biri şair olarak ortaya çıkmış “Ben”, diğeri onun karşısındaki “Sen”. Bu “sen” ona boyun eğemeyerek onu ıstıraba sokmaktadır. O bu “Sen”e yaklaştıkça bu “Sen” onun hayatından o kadar uzaklaşmaktadır. O her şeyi işte bu “Sen” için kurban etmeye çalışır gibi bilinir- fakat bunu yapamamaktadır. Onunla ölüm koynunda kaybolmak ister, fakat kaybolmak imkânsızlaşmaktadır.

 
Tıpkı hırçın hislerdeki yedi başlı canavar
Sürünerek çıkan mağaradan
Ben çıplak olarak gizlendiğim sandalyede seni dinledim
Çalınmaktadır o müzik uzak bir yerde.
 

– “Müzik”.

“Sen”in visaline kavuşmadıkça Metellip kalbinin derinliklerinde başkalarından gizli ve hatta kendisinden de gizli olarak arada sırada adam öldürmeyi deneme hayal eder ki bu bir hayaldir. Şair aslında böyle yapma potansiyeline sahip değildir, hem yapamaz. Fakat o bu tür sade ve anlamsız hayattan bazen böyle radikal çırpınışlarla kurtulabileceğini kurgular. Kendisinin ağırbaşlı gözüken vücudunun katmanlarına sinmiş asabi duygularla yaşamakta olduğunu, bir arzuya erişmek için yaşamakta olduğunu ve uzaktaki bir “Sen”e olan özlemini ispat etmeye alışmaktadır.

Mutallip’in şiirlerinden Uygur diline olan derin sevgisini hissetmek mümkündür. O dilde, dil onda yaşıyormuş hissi verir. Şair bu dilde bazen şiiri fevkalade gündelikleştirmiş olmakla onun ciddiyeti ve keskin oluşunu ortadan kaldıracak gibi de bir duygu verir bize. Bazen ise bu radikal gündelikleştirmeyi onun gerçeklerden kaçma yolu olarak kullandığını zannediyoruz. Ya da o bu yolla gerçeklilikteki anlamsızlığı en içten bir şekilde kabul etmeye isteklidir. Ne olursa olsun bu fakat bizim bu şiirler hakkındaki kıyaslarımızdır. Belki biz yanlış anlıyoruzdur. Önemli olan o yok olmanın eşiğine gelmiş bir dile karşı duyduğu acı ve bu yüzden saldırgan bir şekilde kalem oynatmaya çalışan bir şairdir. O dil için hayatını ortaya koymuş ve hatta onun şerefini korumak için herhangi biriyle düelloya çıkmaktan geri durmayacak bir şairdir. Bu açıdan bakıldığında o şiir ile yaşamayı değil, dahası ölümü arayan bir şairdir.

Dr. Memtimin ALA
07 Ekim 2019, Ankara

Darmowy fragment się skończył.

399 ₽
2,10 zł