Czytaj tylko na LitRes

Książki nie można pobrać jako pliku, ale można ją czytać w naszej aplikacji lub online na stronie.

Czytaj książkę: «Issız Köşe»

Czcionka:

ÖN SÖZ

2019 yılında gerçekleştirdiğimiz Tuva Cumhuriyeti gezimizde, Bengü Yayınları arasında çıkan aktarmalarımız Kültegin ve Tuvaların Gelenekleri’ni Kızıl’daki Puşkin Kütüphanesine takdim ederken görevli hanımefendiye Tuva’da oldukça velut bir edebiyat olduğunu söylemiştik. Kendisi de bize şu dikkat çekici cevabı vermişti:

Tuva’da herkes yazar, herkes şair ve herkes masalcıdır.

Gerçekten de az nüfuslu bir Türk halkı olan Tuvalar, Türk dünyasının diğer sahalarındaki gibi klasik bir edebiyat geleneğine sahip olmamalarına ve 1930 gibi geç bir tarihte yazı diline kavuşmalarına rağmen dünden bugüne temelleri oldukça sağlam bir edebî kültür meydana getirmişlerdir. Bilhassa Sibirya’daki emsalleriyle kıyaslandığında Tuvaların sözlü edebiyattan yazılı edebiyata oldukça hızlı bir biçimde geçtikleri ve dikkat çekici bir çeşitlilik arz eden edebî eserler ortaya koydukları açıkça görülebilir. Tuvalı edebiyatçılar Tuva Türkçesi için geliştirilen Latin esasına dayalı Tuva alfabesi ve daha sonra kabul edilen Kiril alfabesiyle roman, hikâye, şiir, tiyatro, deneme, çeviri vb. gibi farklı türlerde ve çok sayıda edebî eser kaleme almıştır.

Ne var ki Tuva yazılı edebiyatının ortaya çıkması Tuvaların Sovyetler Birliği himayesinde olduğu döneme rastlamaktadır. Bu nedenle o tarihte yayımlanan eserler SSCB hudutları dahilinde makbul olan ve Homo Sovieticus insan tipinin yaratılmasını amaçlayan bir edebî anlayışa sahip olmak zorunda kalmıştır. Bilindiği üzere özellikle Stalin’in ölümüne kadar olan süreçte edebiyat, vazgeçilmez bir propaganda aracı olarak Komünizm ideolojisine hizmet etmiş; yazılan eserler ancak ve ancak devrin hâkim edebî anlayışının çizdiği çerçevede kendine yer bulabilmiş; bu değerleri yüceltmeyenler ise sansürlenmiş veya tamamen yasaklanmıştır. Çok sayıda edebiyatçı bilhassa repressiyalar döneminde mesnetsiz soruşturmalara uğramış, tutuklanmış, gözden düşürülmüş, unutturulmuş, sürülmüş ve hatta idam edilmiştir. Bundan dolayı dönemin edebiyatını Komünizm zindanının dört duvarı arasına hapsedilmiş bir edebiyat olarak tanımlamak mübalağa olmayacaktır.

Bununla birlikte bu türden eserlerin yadsınamayacak derecede önemli işlevleri de söz konusudur. Örnek vermek gerekirse Sovyet ideolojisi kapsamında kaleme alınmış Türkçe eserler vasıtasıyla Türk dünyasında çağın geçmiş, bugün ve gelecek bağlamında insan ve kültür algısı; kültürel devamlılığın yapay bir müdahale ile nasıl travmatik sonuçlar doğurabilecek bir biçimde kesintiye uğradığı bütün yalınlığı ile görülebilmektedir.

Okuyucunun ilgisine sunduğumuz Issız Köşe (Irjım Buluŋ) romanı/uzun hikayesi de böyle bir edebî anlayışla kaleme alınmış, alan yazınında kolhoz edebiyatı olarak nitelenen bir türün numunesidir. Kızıl-Enik Kudajı’nın tooju (hikâye/ uzun hikâye) olarak adlandırdığı eseri, yazarın daha sonraki yıllarda yayımladığı Irak Bulut ve Irlıg Bulak romanlarıyla birlikte bir üçlemenin ilk halkasını oluşturmaktadır. Bu üçlemede karakterler hayatlarının farklı dönemleriyle bir nehir roman tekniği çerçevesinde kolhoz eksenli olarak ele alınmıştır. Kolhoz çiftliklerinin, makineleşmenin, fedakârane bir şekilde çalışmanın, Sovyetler Birliği’ne ve ideolojisine koşulsuz bağlılığın yüceltildiği; geçmişin artığı olarak değerlendiren eski inançların ve geleneklerin, tembelliğin, kolektifleşmemenin hicvedildiği bu romanların dikkat çeken bir tarafı da o dönemde henüz otuz yıllık bir geçmişi olan Tuva yazı dilinin erken dönem eserlerinden biri olması; Tuva sözlü kültürüne ilişkin hatırı sayılır bir dil malzemesini barındırmasıdır. Hem Issız Köşe’de hem de üçlemenin diğer romanlarında Tuvaların eski inanışlarını, atasözlerini ve deyimlerini, türkülerini; geleneksel tarım ve hayvancılık terminolojisini, yaşam alanları ile ilgili adetlerini gözlemlemek mümkündür. Edebî olgunluk bakımından tezli romanların pek çoğunda karşılaşılan niteliklere haiz olan eser, dil ölümü sürecini yaşayan ve son çıkarılan dil yasalarıyla tabiri caizse kalemi kırılan Tuva Türkçesinin kıymeti tartışılmayacak bir dil vesikasıdır. Hiç unutulmamalıdır ki 20. yüzyılın başından itibaren bir hayatta kalma mücadelesi veren Tuva Türkçesiyle yazılmış her bir satır, sırf bu nedenle Türkoloji için altın değerinde kabul edilmelidir.

Latince bir veciz sözde de ifade edildiği gibi traduttore traditore, yani çevirmen haindir! Tüm çeviri ve aktarma faaliyetlerinde çevirmenin ya da aktarıcının en büyük endişelerinden birini dile getiren bu söz, aslında kaynak dilden/lehçeden hedef dile/lehçeye çevrilecek/aktarılacak metnin hedef dildeki/ lehçedeki niteliğini kaybettirmeden, kaynak dilde/lehçede aşırı yorum ya da eksik yorumla tahrif ettirmeden okuyucuya sunma çabasını ortaya koymaktadır. Biz aktarmamızı Tuva Türkçesinin dil ve kültür unsurlarını metnin yapısını mümkün olduğunca bozmadan ve Türkiye Türkçesinde doğru anlaşılacak düzeyde gerçekleştirmeye çalıştık. Aktarmada kimi kültürel unsurlar hakkında hin-i hacette dipnotlarla okuyucuyu bilgilendirmeyi uygun gördük. Sürçülisan ettiysek affola!

Diğer iki eserini de aktardığımız bu üçlemenin ilk cildi olan Issız Köşe’nin yayımlanmasında en büyük emek şüphesiz sayın Dr. Yakup ÖMEROĞLU’na aittir. Kendisine sabrı ve anlayışı için minnettarız. Ayrıca Tuva Türkçesinin kapısını bana açan ve her daim açık tutan sayın hocam Prof. Dr. Ekrem ARIKOĞLU’na, aktarma sürecinde bana bir ana dil konuşuru olarak yardımlarını esirgemeyen sayın Ernazar KUULAR, Slava MUNUN-OOL ve Dr. Aziyana BAYIR-OOL’a; Türk edebiyatı konusunda fikirlerine başvurduğum sayın Doç. Dr. Ali KURT ve Dr. Birol BULUT’a teşekkürü bir borç bilirim.

Dr. İlker TOSUN

KIZIL-ENİK (KIRGIS OGLU) KUDAJI
(1929-2006)

Şair, yazar, dramaturg, çevirmen ve gazeteci Kızıl-Enik Kırgıs Kudajı, 13 Aralık 1929’de Tuva Halk Cumhuriyeti’nin Ulug-Hem bölgesine bağlı İyi-Tal köyünde dünyaya geldi. Şagaan-Arıg ortaokulundan mezun olan Kudajı, 1951 yılında Kızıl Pedagoji Koleji’ni, 1960 yılında Tuva Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesi’ni, 1964 yılında ise Sovyetler Birliği Komünist Parti Merkez Komitesi Yüksekokulu Gazetecilik Bölümünü bitirdi. Bu tarihten sonra bir müddet Tere-Höl’de yedi yıllık Çırgalandı Okulu’nda öğretmenlik mesleğini icra etti.

Kudajı’nın öğretmenlik mesleği dışında en bilinen uğraşı gazeteciliktir. Tuva’nın tanınmış gazeteleri olan Sıldısçıgaş “Yıldızcık”, Tıvanıŋ Anıyaktarı “Tuva’nın Gençleri”, Şın “Gerçek” ve Tuva’nın 1946 yılından beri yayın hayatına devam eden edebiyat yıllığı Ulug-Hem’de editörlük yaptı. 19801989 tarihleri arasında Tuva Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yazarlar Birliği’nin yönetim kurulu başkanlığını yürüttü.

Romancı kimliği ile ön plana çıkan Kudajı’nın ilk yayımlanan eserleri şiirleri olmuştur. İlk şiirleri 1948 yılından itibaren Sıldısçıgaş gazetesinde neşredilmeye başlayan edebiyatçının yayımlanan ilk şiir kitabı Baştaygı Basım “İlk adım” (1958) olmuştur. Töreen Çurtum Delgemneri “Ana Vatanımın Uçsuz Bucaksızlığı” (1970) ve Heneler “Yumurtalıklar” (1982) ise şairin yayımlanan diğer şiir seçkileridir.

Kudajı’nın nesirleri ise şöyle örneklenebilir: Öŋnükterniŋ Daŋgıra “Dostluk Yemini” (1962), Irjım Buluŋ “Issız Köşe” (1965), Taraa “Tahıl”, Irak Bulut “Uzak Bulut” (1971), Irlıg Bulak “Şarkı Söyleyen Pınar” (1983), Tandı Kejii “Tayga’nın Hediyeleri” (1984), Duŋzaa “Kaynak” (1988), Uygu Çok Ulug-Hem (1973, 1974, 1992, 2009), “Ağıt” (1999), Şonçalay “Şonçalay” (2000), Samdar Namdar “Kaderin Akisleri” (2005), Bistiŋ Üyeniŋ Maadırı “Zamanımızın Kahramanı” (2007).

Yazar ayrıca dramaturg olarak da başarılı eserler kaleme almıştır. Onun Tuva Müzik ve Drama Tiyatrosunda sahnelenen eserleri arasında Dolumanıŋ Huulgaazınnı “Dolumaa’nın Büyüsü” (1970), On Bir “On Bir” (1972), Dalay Düvünde Daŋgına “Deniz Altındaki Prenses” (1974), İnçeek “Heybe” (1976), Belek-kıs Emçi “Doktor Belek-Kıs” (1978), Dirde-Makdo (2000) yer almaktadır. Yazdığı oyunlar Kırgızistan, Yakutistan ve Moğolistan’da oynanmıştır.

Kudajı bazı eserlerini Rusça olarak kaleme almıştır: U podnojiya Sayan “Sayanlarda” (1975), Anay-Kıs “Anay-Kıs” (1980), Verşinı “Tepeler” (1978). Ayrıca yazarın bazı Tuvaca eserleri Rusçaya tercüme edilmiştir: Tihiy ugolog adıyla Issız Köşe (1966/1996), Poyuşçiy rodnik adıyla Şarkı Söyleyen Pınar (1987), Ulug-Hem neygomoynıy adıyla Uygu Çok Ulug-Hem (1976-2009).

Aynı zamanda bir çevirmen olan K. Kudajı; Tolstoy, Serafimoviç ve Baruzdin’in hikâyelerini; Şevçenko’nun şiirlerini ve Çukovski’nin Doktor Aybolit romanını Tuva Türkçesine kazandırmıştır.

Kızıl-Enik Kudajı, Tuva Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin Onur Madalyası (1979), Tuva Devlet Nişanı (1999) sahibidir. 2003 yılında Tuva Cumhuriyeti Devlet Ödülü’ne hak kazanmıştır. Kendisine 1987 yılında Tuva Halk Yazarı ve 2004 yılında Tuva Cumhuriyeti Onursal Eğitim Emekçisi unvanları verilmiştir.

Yazar 2006 yılında 77 yaşında hayata gözlerini yumdu.


a) Issız Köşe’nin Tarihsel Arka Planına Genel Bir Bakış

Sovyetler Birliği dönemi edebî eserleri, resmî ideoloji çerçevesinde çeşitli temalar etrafında öbeklenmiştir. Bu temalardan biri de hiç şüphesiz, Sovyetler Birliği tarihinin en önemli toplumsal olaylarından biri olan kolektifleştirme’dir. Her ne kadar dönemin eserlerinde farklı bir bakış açısı ile ele alınmış olsa da kolektifleştirme tüm SSCB coğrafyasını doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen, geniş halk kitlelerinin kıtlık, sürgün ve soykırım derecesine varan katliamlara maruz kalmasına neden olan bir trajediler silsilesidir.

Bütün tarımın kolektivizasyonu, İlk Beş Yıllık Plan ile sanayileşme hamleleri Parti’nin NEP’i (Yeni Ekonomi Politikası) terk etmesinin ardından gelişmiştir. Kolektifleşme sanayinin ayrılmaz bir parçası olmuş ve hem ekonomik hem de politik birçok nedenle geliştirilmiştir. Stalin ekonomik bakımdan sanayiye kaynak aktarmanın tek yolunun tarımın baskılanması olacağına inanmış; Sovyet rejimini güçlendirmek, Rusya’yı dönüştürmek ve geniş bir proletarya yaratarak sosyalizmi sosyoekonomik olarak meşrulaştırmak için ikinci bir devrimi başlatacak ekonomik bir zemin hazırlamak istemiştir (Barnes 2022: 140).

Ancak özel mülkiyetin ve bir anlamda ağalık sisteminin sonlandırılmasına dayanan kolektifleştirme tüm SSCB’de muazzam bir direnişle karşılaşmış, Parti kadroları kolektifleştirmeyi gerçekleştirebilmek için köylülerin kırılmasını göze alacak kadar sert politikalar izlemiş; bunun sonucu olarak Kazakistan’da 1929-1932 yılları arasında Kızıl Kıtlık, Ukrayna’da 1932-1933 yılları arasında Golodomor/Holodomor adı verilen “planlı kıtlıkların” yaşanmasına neden olmuştur.

Sovyet hükümeti kolhozlaşmaya karşıtı kitlesel muhalefeti baskılamak için polisiye tedbirlerin yanı sıra, Komünist ideolojinin en önemli propaganda silahı olan edebiyatı da devreye sokmuş, kolektifleştirme ve kolhozlaştırma kavramlarınının halka edebiyat yoluyla benimsetilmesi adına “kolhoz edebiyatı” adı verilen bir edebî tür yaratılmıştır.

Benzerlerine Sovyetler Birliği dönemini tecrübe etmiş diğer Türk halklarının edebiyatlarında da tesadüf edilen kolhoz edebiyatının Tuva’daki en önemli temsilcilerinden biri de Kızıl-Enik Kırgıs Kudajı’dır. Onun 1965-1983 yılları arasında yayımladığı kolhoz üçlemesi bu türün Tuva edebiyatındaki en dikkat çekici örnekleridir. Üçleme Issız Köşe (Irjım Buluŋ), Uzak Bulut (Irak Bulut) ve Şarkı Söyleyen Pınar (Irlıg Bulak) romanlarından oluşmaktadır. Issız Köşe, bu üçlemenin yayımlanan ilk eseridir.

Her üç roman da1 kolhoz ve kolhocuları merkezine almakla beraber, esasen Tuvaların 20. yüzyılını farklı kesitler halinde dile getiren eserler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle Issız Köşe’nin olay örgüsünü kronolojik olarak doğru konumlandırabilmek için Tuvaların 20. yüzyılda yaşadıkları dönüm noktalarını bilmek ve eseri buna göre değerlendirmek gerekmektedir.

20. yüzyıl, Tuvaların Asya’nın hâkim güçleri arasında yaşanan askerî ve siyasi çatışmaların arasında adeta bir hayatta kalma mücadelesi verdikleri bir dönemdir. Bilindiği üzere Tuvalar 1911 yılında gerçekleşen Xinhai Devrimi’nin ardından Çin Mançu Hanedanlığından bağımsızlıklarını ilan etmiş, 1918’de Rus Çarlığının korumasına girmiştir. Ekim Devrimi’nin hemen ardından başlayan ve 1921 yılına kadar süren Rus İç Savaşı Tuva’ya da sıçramış; çok sayıda Tuvalı, Beyazlar ve Kızıllar arasındaki çatışmaların kurbanı olmuştur. Bu çatışmaların devam ettiği dönemde Tuvalar, Moğolistan ve Çin’in itirazlarına karşın Tannu-Tuva Cumhuriyeti kurulmuştur.

Tamamen SSCB güdümünde olan bu cumhuriyetin ilk devlet kadroları, geleneksel eğitimle yetişmiş, Lamaizm’e sadık ve pek çoğu soylu ailelerden gelen insanlardan müteşekkildi. Sovyetler Birliği’nin değerler sistemine aykırı olan bu kadrolar, Tuva’da başlayan kolektifleştirme faaliyetleri döneminde Moskova ile kendi halkları arasında tercih yapmaya zorlanmıştır. Bilhassa 1930’lu yıllarda bu politika çerçevesinde tarım alanlarının kişilerin elinden alınması ve kolhoz adı verilen çiftliklerin kurulması tüm Sovyetlerde olduğu gibi Tuva’da da sancılı bir şekilde devam etmiştir. İşçilerin aksine sosyalist olmaktan uzak eski inanışları korumaya meyyal muhafazakârlar olarak değerlendirilen köylüler kolektifleştirmenin önündeki en önemli engel olarak görülmüş ve devletin bir numaralı düşmanı olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle soylu ailelerden gelen devlet yöneticileri kolektifleştirme politikasına doğan muhalefet nedeniyle Tuva’da patlak veren iç isyanlar bahane edilerek Stalin döneminde iktidardan uzaklaştırılmış ve başta devletin kurucu liderlerinden Buyan Badırgı olmak üzere Tuva’nın eğitimli halk tabakasını temsil eden nesil neredeyse ortadan kaldırılmıştır.

Issız Köşe’nin olay örgüsü de 1920-1960 yılları arasındaki yaklaşık 40 yıllık zaman dilimini kapsamakta; bu çerçevede Tuva’daki Kızıllar ve Beyazların arasındaki çatışmalar, Tuva’daki kolektifleştirme faaliyetleri ve bu nedenle yaşanan sorunlar, Sovyetler Birliği’nin II. Dünya Savaşı’ndan sonraki yeniden inşa süreci ele alınmaktadır.


b) Issız Köşe’nin Şahıslar Kadrosu

Issız Köşe, Eres ve Dolaana’nın hayatı üzerine odaklanmıştır. Üçlemenin ikinci kitabı Uzak Bulut ise, Issız Köşe’deki yan karakterler olan Lapçar ve Anay-Kıs’ı ele almakta; son kitap Şarkı Söyleyen Pınar, ilk iki kitapta ön plana çıkan karakterlerin hayatlarının ilerleyen dönemini hikâye etmektedir. Issız Köşe romanı/uzun hikayesinin şahıslar kadrosu şöyle özetlenebilir:

Eres Herel: Eserin başkahramanı Eres Herel’dir. Eres Herel, Kudajı’nın eserinde “altın kadrolar” olarak isimlendirdiği ideal gençliği temsil eden bir kolhozcudur. Bu nedenle adı ve soyadı, Türk edebiyatının diğer sahalarında da görülebileceği üzere eserin tezine uygun düşen bir isim sembolizmiyle belirlenmiştir: Eres “Yiğit”, Herel “Işık”. Eserde tenkit edilen eski bir inanış nedeniyle ormana terkedilmiş öksüz ve yetim olan Eres, fakir ve çocuksuz bir aile tarafından evlat edinilmiş, Şivilig köyünde aile dostları İrbijeylerin oğlu Lapçar’la beraber büyümüştür. Çocukluğundan beri çalışkan, disiplinli ve dürüsttür. Okulu bitince Şivilig Kolhozunda çalışmaya başlamış ve burada Anay-Kıs’la nişanlanmıştır. Askerliğini Sovyetler Birliği’nin en doğusunda yer alan Çukotka’da yapan Eres; askerlik mesleğinin özüne vakıf, politik bilgisi tam ve disiplinli bir çavuştur. En başından itibaren babasının “Ailenin adını kirletme ve vatanını sev” öğüdüne uyan Eres, sürekli SSCB’nin insana olan saygısını dile getirir ve kendisini de ülkesine faydalı bir birey olarak kabul eder. Askerdeyken Anay-Kıs’la ayrılan Eres, herkesten uzak ve ıssız bir köşede çalışmak ister ve doğum yeri olan Agılıg köyünün kolhozuna gider. Burada kolhozun yönetimdeki bozukluklar, eski nesillerin organizasyon kültüründen ve yeniliklere uyum sağlamaktan yoksun oluşu, Eres’in fikirleri çerçevesinde dile getirilir. Eres, kolhozlaşmaya inancı tam, tarımda teknolojinin önemini kavramış, gelişmeye açık, gözü kara ve çok çalışkan bir kolhozcu olarak tasvir edilir. Kendisi de öksüz ve yetim olan Eres, Dolaana’nın yetim kalan oğlunu kendi evladı gibi yetiştirir ve kolhozunun gelişmesi için mücadele eder.

Oyun Herel: Eres’in üvey babasıdır. Agılıg civarında eşiyle birlikte yaşayan yoksul bir besicidir. 1920’li yıllarda köyleri basan eşkıyaların reisi tarafından vurulmuş ve şans eseri hayatta kalmıştır. Çocuğu yoktur ve eşinin getirdiği terk edilmiş bebeği kendi evladı olarak benimser. Mıyıs-Kulak’ın dedikodusu nedeniyle çocuğunu kaybetmemek için Agılıg’dan Şivilig’e göçer. Eğitimsiz olmasına karşın bilge bir adam olan Oyun Herel, evladını vatansever ve onurlu biri olarak yetiştirir. Eres babasının karakterini de özetleyen şu nasihatini asla unutmaz: Bir erkek için ilk şeref vatanını korumak, ikinci şeref ise ailesinin adını lekelememektir. Bu ihtiyar babanı bırak, düşünme. Halkım yorgan, insanlarım gömlek, bana bir şey olmaz. Vatanımız için erkeklik görevini yerine getirip gel, oğlum. Halkıma yük olmadım, insanlarımı sıkıntıya sokmadım. Babanı utandırma. Babanın sözünü unutma oğlum!

Eres’in annesi: Eres’i ormanda bulan ve onu çadırına getirip evlat edinen annesinin adı eserde verilmemektedir. Romanın sadece prolog bölümünde değinilen bu kadın, Şamanizm’e inanan, eski inanışları muhafaza eden (saçı ve alkış gibi) ve çocuksuz olması nedeniyle komşu kadınlar tarafından hor görülen biri olarak tasvir edilmiştir.

Dolaana Möŋge (Kırgıs): Dolaana, ya da kısaltılmış adıyla Dolaan, Kudajı’nın Issız Köşe’deki ideal kadın tipidir. Adı, çiçekli ve yemişli bir bitki olan Dolagana’dan (Türk. Akdiken) gelmektedir. Dolaana, eserde anlatılan tabiatı itibariyle Eres’le büyük benzerlikler göstermektedir. Oldukça çalışkan, hırslı ve yenilikçi bir kadın olan Dolaana’nın hayatının önemli bölümleri eserde onun günlüğü aracılığıyla verilir. Dolaana, kendisi gibi bir kolhozcu olan Sendi ile evlenmiştir. Sendi öldürülünce yıkılmaz, kendini bırakmaz; küçük çocuğu Kolya’yı kendi annesine emanet edip kolhozda çalışmayı sürdürür. Kolhozdaki yönetim bozuklukları ve erkek egemen yönetim anlayışına şiddetle karşı çıkar. Bekâr bir anne olarak kolhozdaki bazı insanların çarpık bakış açısına dürüstlüğü ve ahlakıyla direnir. Dolaana, daha önce hayatları kesişen Eres’le birlikte aynı değerlere sahiptir ve ikisi evlenerek eserdeki idealize edilmiş aileyi meydana getirirler.

Komsomolcu Sendi: Komsomolcu Sendi, Dolaana’nın ilk eşidir. Romanda idealize edilen tiplerden birisidir. Agılıg sırtlarında hiç ekilmemiş alanları ekime hazırlamak ve kolhozun ekilebilir arazisini arttırmak istemektedir. Ancak tıpkı daha sonra Eres’in de yaşayacağı gibi, kolhoz yöneticilerine bu fikrini kabul ettirememiştir. Kendi inisiyatifiyle tarlaları ekmeye gider ancak uykusunda Mıyıs-Kulak tarafından öldürülür. Kendi evladının doğumunu göremeyen Sendi’nin isimsiz mezarı Agılıg sırtlarındadır. Dolaana’nın günlüğünden Sendi’nin hikayesini öğrenen Eres, onun yarım bıraktığı işi tamamlamaya ant içer.

Kolya: Komsomolcu Sendi ve Dolaana’nın oğludur. Adı ünlü Rus masal kahramanı çifti Nikolay Selyannoviç’ten esinlenerek konulmuştur. Babasını hiç görmemiş, annesi tarafından anneannesine bırakılmıştır. Okulundaki çocuklar tarafından babasız olduğu için hor görülen Nikolay, Eres’i kendi babası gibi benimser. Şarkı Söyleyen Bahar romanının önemli karakterlerindendir.

Dolaana’nın annesi: Dolaana’nın annesi, kasabada torunu Kolya’yla birlikte yaşamaktadır. 1920’li yıllarda eşkıyalar köyü bastığında Dolaana’nın doğumda vefat eden ağabeyine hamiledir. Kızı eşini kaybettiği dönemde ona destek olmuş ve torununun bakımını üstlenmiş cefakâr bir anne olarak betimlenmiştir.

Biçiiney: Çoduraa Kolhozundaki genç kızlardan biridir. Yerli yersiz gülen ve arkadaşlarını rahatsız eden toy bir gençtir. Eres kolhoza geldiğinde Biçiiney ona âşık olur. Eres MTS’de çalışırken o da kütüphanecilik seminerindedir ve sürekli onun çalıştığı yere gider. MTS işçileri tarafından adı ‘küçük yengemiz’e çıkan Biçiiney Eres tarafından reddedilince yıkılır. Hayatını Çoduraa’dan uzakta kütüphaneci olarak sürdürür.

Tos-Taŋma Abla: Eserde, eski nesilleri olumlu bir biçimde temsil eden karakterdir. Asıl adı Namçalbaa Ondar’dır ancak oldukça güçlü kuvvetli ve yapılı bir kadın olan Namçalbaa büyük kazanları kimsenin yardımı olmaksızın kaldırabildiği için kendisine Tos-Taŋma (Tuv. Büyük Dökme Kazan) lakabı takılmıştır. İlerleyen zamanda gerçek adı unutulmuş ve lakabı gerçek adı sanılmaya başlanmıştır. İlk nesil komünistlerden olup dürüst, aydın, gözü pek bir kadın olarak tasvir edilmiştir. Kendi neslinden Müdür Konçuk’a hatalarını söylemeye cesaret edebilen, herkes önünde onu eleştirebilen çok çalışkan bir kolhozcudur. Eres ile Dolaana’yı “altın kadrolar” olarak niteleyen ve öven kendisidir.

Konçuk: Çoduraa Kolhozunun müdürüdür. Aslında 1920’li yıllarda Tuva’da devrimin yayılmasına oldukça faydası dokunan, at üstünde yaşayan ve savaşan kolhoz müdürünün dilinde iki ayrı laytmotif vardır. Birincisi her lafının sonuna eklediği tas-tır oo “İyidir, iyi!”, öbürü de çalışma anlayışını temsil eden mobilizastaar “seferber etmek” sözcüğüdür. İş gücünü doğru organize edememesi, erkekleri kayırıp tüm iş yükünü kadınların üstüne yıkması ve yeni fikirlere kapalı olması nedeniyle tenkit edilir. Yenilikçi müdür Dajısaŋ ve Eres ile fikri çatışma halindedir.

Dajısaŋ: Eserde aydın bir parti yöneticisi olarak betimlenmektedir. Konçuk’un aksine yeni fikirlere açık, makineleşmeyi benimsemiş, kolhozuna ve kolhozculara güvenen bir karaktere sahiptir. Eski nesilden Konçuk’un karşıtıdır. Eres’i Agılıg sırtlarının ekilmesi konusunda cesaretlendiren, ona traktör ekibinin şefliğini veren ve birbirine yakın iki kolhoz olan Agılıg ve Şivilig’i birleştirerek verimli hale getiren kendisidir.

Ugaanza: Ugaanza, romanda idealize edilmiş Eres karakterinin tam zıttı olarak betimlenmiştir. Sosyalist düşünce yapısına uymayan, müptezel, kolhozda çalışmaktan uzak duran, alkole ve paraya düşkün, giyiminde kuşamında aşırıya kaçan, gösteriş meraklısı, ahlaksız bir tiptir. Sürekli “Para varsa sorun yok” lafını tekrarlar. Dolaana’ya ilgi duymaktadır. Büyük fırtınada Dolaana’yla yaptıkları yolculuk sırasında onu taciz eder. Daha sonra dedesiyle birlikte Eres ve Dolaana’ya tuzak kurar. Dedesinin verdiği silahla onu öldürmeye çalışır ancak tetiği çekmeye cesaret edemez ve düşüp bayılır. Eres tarafından affedilen Ugaanza daha sonra Sosyalist sistemin bir başarısı olarak ıslah olur.

Şırbaŋ-Kök: Ugaanza’nın babasıdır. Tıpkı oğlu gibi içkiye düşkündür. Çalışmaktan kaçar ve sürekli Konçuk Müdür’ün etrafında dolaşıp ona dalkavukluk eder.

Mıyıs-Kulak: Issız Köşe’nin en dikkat çeken tiplerinden biridir. Tuva’nın Komünizm öncesi neslini temsil eder. Kızıllar ve Beyazlar arasındaki çatışmalar döneminde bir eşkıya reisi olarak köyleri basan odur. Dikkat çekecek şekilde sivri dişleri ve sinsi tabiatıyla ön plana çıkar. Sağır olmadığı halde sağır, dilsiz olmadığı halde dilsiz taklidi yapar. İnsanlarla konuşurken her zaman bir inek boynuzunu kulağına tutar ve etrafına sadece öyle duyabildiği izlenimi verir. Sürekli yöneticilerin etrafında dolaşır, toplantıları kaçırmaz. Eres’in babasını vuran, Çazadır ve Sendi’yi öldüren, torunu Ugaanza’ya Eres’i öldürtmeye çalışan odur. Roman boyunca gizli kalan asıl adının Ugaanza’ya bıraktığı intihar mektubunda Suukkay olduğu ortaya çıkar. Sovyet Hükümeti’ni acımasız olarak niteler ve ölümden sonraki hayatta onlarla hesaplaşacağını söyler. İntihar etmeden önce Eres tarafından yakalanır.

Lapçar İrbijey: İrbijeylerin tek oğludur. Çocukluğunda zengin bir ağanın oğlu olarak şımarık büyümesine karşın, sonradan dönemin değerlerini benimsemiş akıllı bir besiciye dönüşmüştür. Eres’in eski nişanlısı Anay-Kıs ile evlenmiş ve bir çocuğu olmuştur. Eres’i tipide donmaktan kurtaran odur. Anay-Kıs’la evlendiği için Eres’e karşı mahcuptur. Besicilik konusunda başarılıdır ve kolhozların gelişmesi için ilerici fikirlere sahiptir. Lapçar, Uzak Bulut’un başkahramanıdır.

Anay-Kıs: Anay-Kıs, Eres’in nişanlısı ve Şivilig Kolhozundaki çalışma arkadaşıdır. Eres askerdeyken bir mektupla ondan ayrılır ve Eres’in arkadaşı Lapçar ile evlenir. Issız Köşe’nin yan karakteri olan Anay-Kıs, Lapçar’la birlikte üçlemenin ikinci romanı Uzak Bulut’un başkahramanlarından biridir.

Lapçar’ın babası: Lapçar’ın babası İrbijey, Tuva’nın zengin toprak ve hayvan sahiplerinden biridir. Sosyalist romanlarda feodal beyler genellikle olumsuz karakterler olarak karşımıza çıkarken, Issız Köşe’de İrbijey olumlu nitelikleriyle ön plana çıkarılan biridir. Oldukça varlıklı olan İrbijey, dostu Oyun-Herel’e ve onun ailesine kol kanat germiş, gözü tok, haksızlıklara katlanamayan bir tabiata sahip biri olarak tasvir edilmiştir. Tüm mal varlığını, diğer zenginlerin aksine israf etmemiş ve kolhoza bağışlamış; kendisi de kolhozda çobanlık yapmaya başlamıştır. Lapçar onun biricik oğludur ve bu yüzden onu biraz şımartmıştır. Ancak Lapçar’ın Eres’e yapmış olduğu davranışı şiddetle cezalandırmıştır.

Çazaradır Dede: Çazaradır Dede, eserde 1920’li yıllarda köyünü basan eşkıyaları köyden çıkartıp Agılıg vadisinde pusuya düşürülmesine yardımcı olan ve eşkıyaların reisi tarafından vurularak öldürülen bir ihtiyardır. Devrim’in gelişini heyecanla karşılayan Çazaradır’ın mezarı buraya yakın bir alana yapılır ve bu önemli tarihsel olayın unutulmaması için adı bu mevkiye verilir.

Gazeteci: Romanın epilog bölümünde karşımıza çıkan gazeteci, aslında kendisi de bir gazeteci olan Kızıl-Enik Kudajı’yı temsil eder. Eserin olay örgüsüne Çoduraa Kolhozu ile ilgili bir haber yapmak için görevlendirildiğinde dahil olan gazeteci, her yıl iyi mahsul alan bu kolhozu araştırmak için gönülsüzce yola çıkar ve farkına varmadan yolda Eres’in aracına biner. Ondan kolhozun ve kolhozcuların hikayesini dinler ve bunu bir gazete yazısına dönüştürür. Epilogun sonunda bu yazma sürecini ve kendi rolünü şöyle dile getirir: Bu hikâyeyi yazan ben değilim, onu yazan hayatın ta kendisi. Ben sadece onun yazdıklarını derleyip altına imzamı atma bahtına sahip oldum.


c) Issız Köşe’nin Olay Örgüsü:

Eserin olay örgüsünde Tuva edebiyatında tahkiyeye dayalı pek çok eserde karşımıza çıkan prolog ve epilog kullanımı dikkat çekmektedir. Kızıl-Enik Kudajı üçlemeyi oluşturan tüm romanlarda olay örgüsünü bu şema üzerine kurmuştur. Prolog, 27 bölüm ve epilogdan oluşan eserin olay örgüsü şu şekilde özetlenebilir:

Prolog : Bir güz tasviriyle başlayan prologda orta yaşlı bir kadın, ormanda at sürerken önce bir denk bulur. İçinde içecek ve yiyecekler bulunan bu dengi alan kadın, bir müddet sonra çalılıkların arasında tiz bir ses duyar. Duyduğu ses bebek ağlamasıdır. Bebeği alıp hızla evine götürür. Eserde adı verilmeyen kadın ve kocası Oyun Herel’in kendi çocukları yoktur ve kimseyi bilgilendirmeden bu terk edilmiş bebeği evlat edinerek adını Eres “Yiğit” koyarlar. Bu bölümde bulunan bebeğin hasta çocuklarla ilgili eski bir Tuva inanışından dolayı bir yiyecek dengiyle birlikte terkedildiği anlaşılmaktadır. Şamanizm ve Lamaizm’in batıl inançları eserde Oyun Herel tarafından eleştirilir. Diğer ailelerden uzakta yaşayan bu aile oldukça fakirdir. Ahırlarında hayvanları azdır. Oyun Herel, evlat edindikleri çocuğun geleceği için endişelenmeye ve MÇAE adı verilen kooperatiflere azıcık hayvanını verip orada çalışmayı düşünmeye başlar. Herellerin evlat mutluluğu kısa süre sonra evlerine Mıyıs-Kulak takma adıyla tanınan Monguş Kodanmay’ın gelişi ile tehlikeye düşer. Mıyıs-Kulak köye döndüğünde bu durumu yetkililere haber verir ve bir dedikodu yayılmasına sebep olur. Yayılan dedikoduyu Oyun Herel’e de haber veren kendisidir. Oyun Herel, 1920’li yıllarda Tuva’da iç savaş devam ederken bir eşkıya tarafından vurulmuş ve şans eseri hayatta kalmıştır. Ona ve eşine göre yüzü maskeli eşkıya, Mıyıs-Kulak’a oldukça benzemektedir ve bu nedenle ondan her zaman şüphelenmişlerdir. Oyun Herel ve eşi buradan Şivilig’e, Oyun Herel’in arkadaşı İrbijey’in yanına göçmeye karar verir ve bir sabah yaşadıkları yeri kimseye haber vermeden terk ederler.

1. Bölüm : Eres, asker olarak görev yaptığı Çukotka’dan Kızıl’a babasının cenazesi için geri döner. Bu yolculuk süresince kendi aile tarihini düşünür; İrbijey’in oğlu Lapçar ile arkadaşlarını hatırlar. Kızıl’da uçak bileti bulamaz. O esnada, soyadı Kırgıs olan bir kız ona kendi biletini verir ve uçakla memleketine gider. Bileti daha sonra o kızı bulabilmek ve bilet ücretini ona verebilmek için saklar. Eres, babasını defneder; nişanlısı Anay-Kıs onu bekleyeceğini söyler. Eres Çukotka’ya geri döner.

2. Bölüm: Bu bölümde Tuva’da kolhozlaşma çalışmaları, ÇAE ve MÇAE’lerin kuruluşu, Şivilig köyünün doğal güzellikleri ve Eres’in Şivilig köyü kolhozunda Anay-Kıs ile yaşadığı aşk anlatılır. Çukotka’ya döndükten sonra nişanlısının Eres’e gönderdiği mektuplar birden kesilir. Eres endişelenir. Israrlı bir şekilde mektup yazan Eres’e ayrılık mektubu gelir. Eres bu esnada kendisine biletini veren kızı bulabilmek için Ulug-Hem pasaport dairesine bir dilekçe yazar ancak bir sonuca ulaşamaz.

3. Bölüm : Eres askerlik hizmetini tamamlayarak Kızıl’a döner. Uzun süre uzak kaldığı köyüne, anne ve babasının mezarını ziyaret etmek için gider. Orada eski nişanlısı Anay-Kıs ve çocukluk arkadaşı Lapçar İrbijey’in evlendiğini ve çocukları olduğunu görür. Lapçar ondan hal diliyle özür dilemeye çalışır. Çok üzülen Eres sabah erkenden Kızıl’a geri döner ve Komsomol bürosuna giderek ıssız bir köşede çalışmak istediğini bildirir. Onu gerçekten de gözden uzak Agılıg eteklerindeki Çoduraa kolhozuna görevlendirirler.

4. Bölüm : Bu bölümde Agılıg köyü ve bu köyde yer alan Çoduraa kolhozunun hikayesi anlatılır. Eres Agılıg köyüne gelir, köyün ve kolhozun genel manzarasını gözlemler. Orada roman boyunca eleştirilecek olan kolhoz müdürü Konçuk ile kolhoz memurları ve büroda kendilerine harman kaldırmak için yeterli adam verilmemesini protesto eden Dolaana ile tanışır.

5. Bölüm : Eres kolhozda harman yerinde çalışmaya başlar. Farklı hasatların harmanları orada birikmiştir. Kolhozdaki tarım aletleri bozuktur. Çalışma ekipleri verimsiz bir şekilde oluşturulmuştur. Yöneticiler kolhozdaki aksaklıkları görmezden gelmekte, köyde eli ayağı tutan erkekler işleri kadınlara bırakarak kolhoz müdürünün yanında aylaklık etmektedir. Eres harman yerinde Biçiiney, Tos-Taŋma ile tanışır. Dolaana’yla karşılaşır. Eres kendi inisiyatifiyle harman yerine çeki düzen verir, kızları örgütler ve harman makineleri tamir eder.

1.Kudajı her ne kadar Irjım Buluŋ’u bir uzun hikâye olarak tasarlasa da sonraki yıllarda eserini bir üçlemeye dönüştürmüş; Irak Bulut ve Irlıg Bulak’ı roman formatıyla yazmıştır. Bu eserler bütüncül bir karakter gösterdiği için Irjım Buluŋ da tarafımızdan üçlemenin ilk romanı olarak değerlendirilmiştir.
399 ₽
4,16 zł