İnsandır Bizim Adımız

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
İnsandır Bizim Adımız
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

(Soldan sağa) Balkar şairi Kerim Otarov, Kâzim ve Kaysın Kuliev. Nalçik, 1940.


KAYSIN KULIEV
KÂZİM’İN KİTABINI OKURKEN YAZILAN ŞİİR

 
Bu kitabı mıdır, yoksa, halkımızın
Yaralarla dolu kalbi mi?
Duyuyorum ben hıçkırıklarını genç kızın;
Bağırıp, yıkıldı vurulan ren geyiği.
 
 
Bu kitabı mıdır, yoksa, halkımızın
Rüyaları mı – puslu gecelerde gördüğü?
Görüyorum dağ geçidi karında, kan izini;
Yaralı juğutur yıkılıyor yere.
 
 
Bu kitabı mıdır yoksa halkımıza
Verilen sabır ve bol bol hüzün mü?
Düşmanlar saldırdığında anayurdumuza,
İnsanlarımızın yaralarını yıkadığı su mu?
 
 
Bu kitap – mert sesidir, boyun eğmeden,
Dar köprülerden geçenlerin.
Azap taşlarını sırtında taşıyıp,
Yorgun omuzlarında götürenlerin.
 
 
Onların mert vasiyetleridir sanki,
Helal yürekleri burda kalmışçasına,
Mezar taşlarına yazı yazmışçasına,
Çektikleri zorluklar hakkında dağlar içinde.
 
 
Bizden önce gidenlerin dikkatli seslerini
Dağ zirveleri duymuşçasına peşlerinden,
Okuyoruz bu kitabın satırlarını
Işıklarıdır asırlar ateşinin.
 

KÂZİM MEÇİEV
MÖÇÜLANI KÂZİM (KÂZİM HAJİ)
(1859 – 1945)

1859 yılında Balkarya’nın Şıkı köyünde doğdu. Babası Bekki, doğuştan topal olan Kâzim’i imam olabilmesi için Dağıstan’dan gelen hocanın yanına verdi. Hocası Arap, Fars ve Osmanlı edebiyatını iyi bildiği için, Kâzim o yıllarda Balkar dağlarında çok nadir rastlanan bu fırsattan yararlanarak bu edebiyatlarla yakından tanıştı. Üç kez Mekke’ye hac vazifelerini yerine getirmek üzere gittiğinden halk arasında Kâzim Hacı adıyla tanındı. Okuyucular ve edebiyatçılar ise günümüzde de ondan KÂZÎM diye söz ederler. Hacı, Arap ülkelerinin yanı sıra Osmanlı topraklarını da gezdi. Tüm Türk halkları için Ahmet Yese-vi, Türkiye için Yunus Emre ne kadar kutsal ise, Karaçay-Balkar Türkleri için de Kâzim o kadar değerli bir düşünür ve şairdir.

Kâzim bir taraftan Çarlık Rusyası’nın, diğer taraftan yerli yönetimin, zengin toprak ve mal sahiplerinin baskısı altında ezilen halkıyla, aziz yurduyla bütünleşen, halkının acısını paylaşan bir halk ozanıdır; aynı zamanda, O, Balkar’ların yeni tarihinde çağdaş dönemde yazılı edebiyatın temelini de atmıştır. Meçiev, kafasında ana diliyle oluşmaya başlayan şiirlerini yazıya dökmek için Arap alfabesini kullanır, yani fiilen, Arap harflerinden bir Karaçay-Balkar alfabesi icat eder; bu, uluslaşma sürecinde de bir adım olur. 1917’de Rus İhtilali Kafkasya’ya kadar uzanır ve Kâzim, din konusu dışında, ihtilali destekler; çünkü yeni düzen, şairin tüm sorguladığı konulara cevap vermeyi vaad etmektedir.

Ancak, Kâzim, Sovyet iktidarının bütünüyle, olduğu gibi kabul edemeyeceğini görmekte gecikmez. Öncelikle şiddete başvurulması, dinin baskı altına alınması, tartışılıp düşünülmeden karar alınması, dürüst insanların ‘siyasi suçlular’, ‘vatan haini’ yaftasıyla tutuklanmaları, özellikle 1930’lardaki Stalin rejimi soykırımları, ve nihayet, Kâzim’in de ölümü ile sonuçlanan Karaçay-Balkarlar da dahil, birçok halkın Orta Asya ve Sibirya’ya sürülmesi gibi eylemlere şair bazen şiirleriyle, bazen de açıkça muhalefet etmiştir. Yüzyıl başında hac vazifesini yerine getirmek için Mekke’ye gittiğinde gurbet illerinde ölmek istemeyerek yakaran şair, 1945 yılında, sürgünde, Kazakistan’da aç ve sefil bir halde dünyaya gözlerini yumar ve meçhul bir mezarlığa gömülür. Ancak ölümünün 32. yılında genç Balkar şairleri Kazakistan’a giderek, büyük halk ozanının mezarını Taldı-Kurgan ilinin Telman köyünde bulurlar. 1999 yılında Meçiev’in naaşı Nalçik’e getirilir ve Stalin rejiminin Balkar halkına karşı işlediği soykırımda ölenlerin anısına yaptırılan anıtın yanında toprağa verilir.

* * *
 
Sana kayıkla ulaşmak
İstedim ama, olmadı.
Ak kayığım alabora,
Koydu beni yarı yolda.
 
* * *
 
Sesimi hiç duymadın,
Haykırıp yola çıksam.
Kayalardan yansır sesim,
Ben duyarım sen çağırsan.
 
1890
* * *
 
Allah bize aşkı buyurdu,
İnsanlar alıyor elimizden.
Rabbim’den daha mı güçlü,
Bu zalimler, O göktekinden?
 
 
Allah’ım, bize nasip buyurdun,
Onu reddediyor bu kulların.
Yakarmaya, diz çökmeye,
Asla izin yok Allah’ım!
 
1890
* * *
 
Delirdim ben, gözüm yıldızlarda,
Otuzumda yitirdim aklımı.
Bir tek seni zikredip anıyorum,
Orucu namazı çoktan unuttum.
 
 
Öfkeyle dolaşmaktan ne çıkar,
Babanın seni bana veresi yok.
Başlık parasını sayıp razı etmeye,
Babam fakir, dünyada hissesi yok.
 
1890
* * *
 
Yiğitlik keskin hançer,
Korkaklıksa kör balyoz.
Yiğitlik yurda nefer,
Korkaklık ateşe toz.
 
 
Yiğitlik çakmak taşı,
Korkaklık ıhlamur ağacı,
İnsandır insana aşı,
Mertliği ondan seviyoruz.
 
1900
* * *
 
Aşk, zamanında hem oğlana, hem kıza
Olmuş altın armağan, kutlu çeyize.
Dünyaya bakıyorum da bozuldu artık
Her âşık birbirinden davacı, gelmiş göze.
 
 
O, büyük zorluklar getirir,
Töreye, aileye yad ettirir.
Âşıkların sevdasını bitirir,
Candan bezdirir sağken öldürür.
 
 
Mutluluk değil, zenginlik ardında şimdi,
Kör ihtiyar zenginse genç kıza eştir.
Yoksul kız çok güzelse bile eksiktir,
Yakışmaz yoksula bir damla mutluluk.
 
 
Tahir ile Zühre’ye destan yazdım,
Aşkın itibarını methettim.
Zavallı Kâzım şimdi üzgün ve şaşkın,
Kalmadı gençleri tek bir savunan.
 
1904
* * *
 
Şiir yazıyorum, demir de dövüyorum,
Her ikisi de halk içindir diyorum.
Dövdüğüm balta prensten yeğdir,
Biliyorum ki bu, gerçeğin ta kendisidir.
 
1 9 0 6

İNSANDIR BİZİM ADIMIZ!

 
Söylüyorum, kulak verin,
Kötülükten uzak durun,
Sözlerimi idrak edin,
İnsandır bizim adımız!
 
 
Çok yüksektir dağlarımız,
Evet, çoktur düşmanımız,
Duyulsun davalarımız:
İnsandır bizim adımız!
 
 
Yerimiz az, çoktur taşımız,
Kısıtlıdır hep aşımız
Ama sönmez ateşimiz:
İnsandır bizim adımız!
 
 
Azdır toprağımız, malımız,
Azdır nüfusumuz, sayımız,
Yine de kavîdir canımız,
İnsandır bizim adımız!
 
 
Ürkek sürü gibidir halkımız,
Yoktur sağlam bir yolumuz.
Gerçekleşmez pek muradımız,
İnsandır bizim adımız!
 
 
Zulme yetmiyor gücümüz,
Kaynıyor kızıl kanımız:
Bela bizi yenemez diriyiz,
İnsandır bizim adımız!
 
 
Hep cahildir halkımız,
Birlik için andımız,
Konuklara soframız,
İnsandır bizim adımız!
 
 
Çoktur güzelliklerimiz,
Az olsak da çok cömertiz.
Kaybolmasın baylığımız,
İnsandır bizim adımız!
 
 
Yürüyelim bulup yolu,
Başarabiliriz en zoru.
Dolar elbet muradımız,
İnsandır bizim adımız!
 
1908
* * *
 
Naçar halkım, ben çok okudum.
İşine bu yarar diye düşündüm.
Kâzim okur, yazar, üşenmiyor.
Ah, mutluluk nerde? Onu bilmiyor.
 
1911
* * *
 
Süyünç Ağa zavallı Ahmet’in
Başını yardı mızrakla.
Benim kalbimde de o darbe,
Kaldı iflah olmaz yarayla.
 
1912
* * *
 
Adaleti arayıp nice yolu boyladım,
Eski Şam’da, Mısır’da namaz kıldım,
Dağ beylerini adalete çağırdım,
Her insana adil geldi benim fikrim.
 
 
Çok dolaştım, niyaz ettim Tanrı’dan,
Kollasın diye zayıfları beladan.
Nedeyim, hiçbir lütuf yok ondan,
Adaleti beklemekten usandım.
 
1910
* * *
 
Şikâyetçisin, zavallı Kâzim,
Kurdun ulumasıdır sözün.
Zorbalığa boyun eğdin,
Yaşla doldu iki gözün.
 
1914

MÜBAREK SAİD EFENDİ

 
Siz dinleyin ben söyleyim:
Bugün kara gündür dostlar,
Ramazanda ecel şerbeti içti
Mübarek Said Efendi.
 
 
Gençlikten de güzel işlerle geldi,
Her ilmi tamam bildi.
Yaşama çağında vefat etti
Mübarek Said Efendi.
 
 
Gösterişli, güzel, endamlı,
Doğru sözlü, tatlı dilli,
Adil kalpli, hoş gönüllü
Mübarek Said Efendi.
 
 
İyiyken yenildi hastalığa,
Kalbimize acı saldı,
Dört aylık da eşi kalan
Mübarek Said Efendi.
 
 
Yetişti, vali oldu,
Halkı sevip gönlün aldı,
İyilik timsali oldu
Mübarek Said Efendi.
 
 
Hastalandı, bıkkın düştü,
Hâkimlere varını yığdı,
Anasını ardında koydu
Mübarek Said Efendi.
 
 
Ümit ile ölüp giden,
Yakınların öksüz eden,
Âlî makama erişen,
Mübarek Said Efendi.
 
 
Adetlerde öne geçmedi,
Üstadın sözünü kesmedi,
Sabretti, hiç oyuna gelmedi
Mübarek Said Efendi.
 
 
Bilim için çok tartışan,
Yad ellerde saygı bulan,
Dili halkına yarayan
Mübarek Said Efendi.
 
 
Köyü kaldı yapılırken,
Malları ahıra hapsedildi,
Viran oldu kavmi hepten,
Mübarek Said Efendi.
 
 
Laf ebeliği yapmadı,
Nurla dolsun yattığı yeri,
Cennet olsun mekânı,
Mübarek Said Efendi.
 
 
Şiir yazdı zavallı Kâzim,
Acıdan gönlü oldu fakir,
Bizi de cennete çağır,
Mübarek Said Efendi.
 
1915

KÂZIM’IN ARABİSTAN’DA LOKMAN HACIYA VASİYETİ

 
Lokman Hacı, sen uslusun, sabırlısın,
Ben ölsem de, sen dağlara varırsın.
Köylülere kara haber verirsin,
Razıyım ben, sen razılık alırsın.
 
 
Ter, ateşle çıktım tana çaresiz,
Ölümcül hastalık tuttu amansız.
Altı1 idik hak yoluna çıkanlar,
Allah için duaya koşanlar.
 
 
Dördümüze elçisini gönderdi,
Yola çıktım Ona doğru, bir başıma,
Yaman ağrı, ateş düştü her yanıma,
Topal idim,2 korku saldı canıma.
 
 
“Nâçar Kâzım” dersin, “öldü uzakta”,
Acılı ailem feryat figânda,
Seferimiz zorluydu, ne edelim,
Kavlimiz, ahirete mümin gidelim.
 
 
Yurdumuza esen ulaşabilsen,
Ocakta tezek ateşin üflesen,
Lokman Hacı haline şükredersin,
“Cennet evi, öz yurdumuzdur!” dersin.
 
 
Haber ile Bızınğı’ya3 varırsın.
O gece şu fakirin evinde kalırsın.
Şıkı’da üç gün halka dua ettirsen,
Yüreğimin hasretimi gidersen.
 
 
Cesedim yad ellerde kalacak
Bilirim o sesi, canım alacak.
Yok bu dünyada ne borç ne alacak,
Lokman Hacı, sen sual et acılarım.
 
 
Onlar ezip sıkıştırdı kalbimi,
Çoğaldılar Şıkı’nın taşları gibi.
Yatarım şimdi acılardan bezgin,
Bela çok, yaralarım azması için.
 
 
Beni burada âdetimce gömersin,
Ne gerekir sen becerir, tutarsın.
Yurdumuza esenlikle varırsın,
Halkın ile hep yan yana kalırsın.
 
 
“Biz dağda çok daha mutluyuz” dersin,
Çölde yanıp tutuşanı anarsın.
Evsiz yurtsuz şaşkınlara yanarsın,
Zavallı halkına akıl verirsin.
 
 
Özgürlük yok hiçbir yerde, yolları
Kesilmiştir, öğrendik doğruları.
Adalet satılık her yerde Lokman,
Medet yok tapmaktan, hem yakarmaktan!
 
 
“Gün doğup batar” öyle de,
“Zengin ipek döşekte yatar” öyle de,
“Fakirse, onun tanı” tan değil ya,
“Ağlayıp feryat ile atandır” öyle de.
 
 
“Çalışanda neşe var”, diyen Kâzim,
“Onun çektiklerini hep gördü” de.
Kızgın kumlar dolduğunda gözlerine,
“Gariplere dilek tutup öldü” de.
 
 
Zayıfların düşmanı çok, dostu az.
“Allah da unutmuş onları” dersin.
Aç insana ayet, zikir kaç para,
Din kardeşim, ara sen halkına çare.
 
 
Ben yatarım gurbet elde, uzaktır,
Mezarımı yağmur seyrek ıslatır.
Yaşayanlar, halkınızı düşünün,
Özgürlük, elbet kazanacak bir gün!
 
1910

EV YAPIYOR

 
‘Ev yapıyor, attı temel,
Aşı suyu hepsi güzel,
Namaz kılar, verir selam,
Ne mutludur cahil insan!
 
 
Desek, bir bahane bulsak,
Daha sonra pişman olsak,
Başka yolu aramazsak,
Biz hayvanız, ehh anlasak?!
 
1912

DOĞRULUK

 
Yıkılmaz kale dünyada
Doğruluk. Yok güçlü ondan
Doğruluk yitmez boranda,
Düşüp ölmez ki kayadan.
 
 
Ağalar, beyler, övünenler
İnsansınız bizim gibi.
Ölümlüyüz, dünya fani,
Nedir mal mülk? Söyle, hani?
 
 
Doğruluk ölmez, çürümez,
Onu hiçbir kılıç kesemez,
Zulmün atı çiğneyemez,
Hançer, kalbin delip geçemez.
 
 
Zalimlere diz çöktürdü,
Padişahı kalpten vurdu,
Zindanlardan uçup çıktı,
Demir prangaları kırdı.
 
 
Söyledim ben, topal Kâzim,
Gelinceye kadar ölüm,
Kapanmadan iki gözüm,
Doğruya hizmettir sözüm!
 
1912

KAYGI

 
Yüksek dağ başlarında,
Karlar erir, güneşe dayanmaz.
Ama benim yüreğimdeki kaygı,
Kar gibi eriyip yok olamaz.
 
 
Vurulan dağ keçisinin kanı,
Yok olur, karışır toprağa.
Benim kaygımı toprak yutmaz,
Yel alıp götürmez ovalara.
 
1910, İstanbul

AŞK YARASI

 
Dağ üstünde dağ olmaz,
Yalnız ağaç bağ olmaz.
Kılıç yarası sağalır da
Aşk yarası sağalmaz.
 
1890

DÜNYA DEDİĞİN

 
Öyle zor, dik bir yol şu dünya dediğin,
Azap çekmeyen biri var mı o yolda?
Öyle acı bir deniz ki dünya dediğin,
Kimin gemileri batmamış ki orada?
 
 
Acı denizinde yüzüyoruz dünyanın,
Bilmeden gemimizin ne zaman batacağını.
Ne yapalım kar yolları hep kapatır,
Sende yürüdüğümüz zor yolları.
 
1910, Bağdat

GENÇLİK

 
Gençlik, sen yayın okuydun,
Ben savdım seni başımdan,
Hangi dağların ardında kayboldun?
Hangi kayaya çarptın sonunda?
 
 
Gençlik, çok benziyordun baharda
Sülünün boynuna sen.
Yoksa o benim vurduğum
Dağlardaki geyik miydin sen?
 
1911

DÖRTLÜKLER

 
Allah kahretmiyor zalimleri,
Ne yapayım zavallı halk için ben?
Namazım da, niyazım da yetmiyor
Sözüm kimsenin kulağına gitmiyor.
 
1908
 
Bağdat’ta, İstanbul’da nice kaldım.
Mekke’de Kâbe taşına secde kıldım.
Döndüğüm vakit zavallı yurduma,
Sanki ben dünyaya yeniden doğdum.
 
1910
 
Gemi ile nice denizler aştım.
Türk’ün de Arap’ın da haline şaştım.
Fakir her yerde fakirce yaşıyor,
Kuvvetli kuvvetsizin etini yiyor.
 
İstanbul,1910
 
Sağanak yağmur gürleyip geliyor,
Sokakların kirini silip süpürüyor.
Ne çare dağlardan inen yağmurlar?
Halkın derdini alıp götüremiyor.
 
1913
 
Kâzim, bol bol acı sözler söyledin,
Öfkelendin, hüzünlendin, üzüldün.
Ülke kurtlarla dolu, acı sözsüz
Yaşamak mümkün değil, bunu gördün.
 
1914
 
Bela bu dağlarda yolu kolay buluyor,
Hiç şaşırmayın bize yolu buluyor.
Mutluluk, sen nerede şaşıp kaldın?
O, ne kadar zor ve uzaktır bize yolun!
 
* * *
 
Hançer, mermi izi de çok bedenimizde,
Dağdaki taştan da çok derdimiz yüreğimizde.
Hepsini yüklenip dayanıyoruz umutla,
Sabaha yine çıkıyoruz iyi muratlarla.
 
1916
* * *
 
Belalar yağmur olup gökten yağıyor,
Kar olup yolları uçtan uca kapatıyor.
Ya Allah, bakınız dağlarıma, nasıl da
Kır saçlıya döndürdü karlar onları!
 
***
 
Ölüm gelir, köpeğim durduramaz,
Ölüm gelir, oğlum onu yıkamaz,
Ölüm gelir, beni burda bırakmaz,
Ama şiir kalemi asla yıkamaz!
 
***
 
Fırtınalar gelir, kar ve dolu yağar,
Dağlar bunlara dayanıp karşı koyar.
Dert çok dünyada, ama sen dayan,
Halk tecrübeli, bilir, mutlak güneş doğar!
 

VASİYET

 
Benim duama gelecekler,
Cenazeme duracaklar,
Bedenimi yıkayacaklar,
Tabuta omuz verecekler.
 
 
Bana mezar kazacaklar,
Benim için ağlayacaklar,
Naaşımı götürecekler,
Yaşamaya devam edecekler,
 
 
Vardır size bir çift sözüm,
Vasiyet ediyor Kâzim:
Zor günde birbirinize
Yaşamı sevdirin, gözüm.
 
 
Birlikte dirlik, biliniz,
Birbirinizi çok seviniz!
Hep tatlı olsun diliniz,
Bela görmesin eviniz!
 
1944

HAKKIMI HELAL EDİN!

 
Ben kalmam, namım kalır,
Sözüm, işim methedilir,
Doğrum, yanlışım bilinir,
Şakalarıma ne de gülünür.
 
 
Görmüş geçirmiş köylüler,
Haklarını gani gani helal eder.
‘Hacı bizi terk etti’– derler,
Cennette iman dilerler.
 
 
Razıyım ben onlardan,
Candaşım, yakınlarım,
Vatanın yurttaşlarıdırlar
Gencinden yaşlısına.
 
1944

YARALI JUĞUTUR (YARALI DAĞ KEÇİSİ)
(Poema)

 
Hepimiz biliriz hep,
Hayat zordur hem de kısa.
Yaralı dağ keçisinin,
Acıklı öyküsü kadar.
 
 
Onu hatırladım mı
Ateşe tutulurum.
Yediden yetmişe herkes
Öyküyü duysun isterim.
 
 
Yaymak isterim dünyaya,
Matbaam da yok benim.
Cahilliğe tutsağız,
Karanlıkta gözlerimiz.
 
 
Öyle az ki okuyanımız,
Kalem tutmaz halkımız.
Açlık çoğunluktadır
Tok olanlarsa az ve zalim.
 
 
Dağlarda kar yağıyor,
İşte avluları örtüyor.
Ateşe bağdaş kurup,
Öyküm derinleşiyor.
 
 
El koyuyor arsaya,
Ekmeğe el koyuyor.
Öyküye ve şarkıya,
Zalim uzanamıyor.
 
 
Zalimlerde o güç yok,
Taştır Allaha şükür!
Biz gönül şiirimizi,
Kaptırmayız melunlara.
 
 
Yaralı dağ keçisinin,
Acır, kanar yarası,
Benim de yüreğime,
Sanki hançer saplanır.
 
 
Öyküm dalga dalgadır,
Yayılır tüm insanlara.
Paylaşmasam derdimi,
Kavurur beni hüzün.
 
 
Ey, yaralı dağ keçisi!
Sana benziyorum ben.
Sesim kan ağlıyor,
Yürekleri dağlıyor.
 
 
Güzel, aybaş dağ keçisi,
Otluyor dağın eteklerinde,
Gece iniyor usulca,
Dağdaki özenlerden.
 
 
Vadide geyik sürüsü,
Dinlenirken sere serpe,
Kayalarda olurdu hep,
Bekçileri dağ keçisi.
 
 
Çok kurtardı, yiğitçe
Sürüyü avcılardan.
Çoğu zaman kendi de,
Döndü nice ölümden.
 
 
Günün birinde sürü,
Otlar yine yamaçta,
Şafakta suyunu içip,
Tırmanıyor o da yukarlara.
 
 
Birden yeri göğü inleten,
Bir tüfek atıldı karşılardan,
Sürü kaçıştı, ah juğutur,
Yaralandı sol omzundan.
 
 
Yukarı çıkamadan,
Yuvarlandı aşağıya.
Derin vadinin içinde,
Başladı can çekişmeye.
 
 
Merakla, sevinçle,
Juğuturu çok aradı.
Çok bakındı, uğraştı.
İzini bulamadı.
 
 
Yoruldu dolaşmaktan,
Juğutursa kayboldu.
Kızgın avcı ötelerde,
Avlanmaya koyuldu.
 
 
Omzu kötü yaralı geyik,
Vadinin ta diplerinde,
Bütün gün bütün gece,
Saklandı hain avcıdan.
 
 
Yeşil otlarda kıvranıyor,
Cesurca dayanıyor,
Acısı dindikçe davranıyor,
Kurtarıyor ömrünü.
 
 
Yarası derin, acılarla,
Yürümeyi engellese de,
Umut kesmiyor asla,
Sürüyü arıyor inatla.
 
 
Kalbi sürüyor onu,
Kayaların başına doğru,
Sürünün kaçtığı yanı,
Gözünü kırpmadan arıyor.
 
 
Fukara köylümüzden,
Avcı Haşim, şafakta,
Vurur kendini dağlara,
Dağ keçisi, geyik avına.
 
 
Dağlarda korkusuzca,
Kovalar avını Haşim
Avcılık sayesinde,
Geçindirir ailesini de.
 
 
Dik yoldan çıkıp şimdi,
Bakıyor karşı yamaca.
Gördü topal dağ keçisini,
Merak sardı içini.
 
 
O topal dağ keçisi,
Yukarı koşuyordu.
Hürriyet özlemiyle,
Unuttu yarasını.
 
 
O anda Haşim gördü kurdu,
Geyiğin peşinden koşuyordu.
Tam yakalıyordu ki onu,
Tüfeğini hazırladı.
 
 
Çarçabuk nişan aldı,
Basmasıyla tetiğe,
Kurt yukarı fırlayıp,
Yere serildi kaldı.
 
 
Dağ keçisi korkuyla,
Başını çevirdi.
Korkmuş idi kendisi:
Mermi beni mi buldu?
 
 
Ama bu kez onu değil,
Mermi, düşmanı buldu.
Geyik tırmandı dağa,
Kurt ise yamaçta kaldı.
 
 
Yaralıyı kovalayan,
Yırtıcı kurt yarışta,
Haklı mermi yiyerek,
Orda geberip kaldı.
 
 
Ölümden dönen geyik,
Devam etti yoluna.
Haşim hiç dokunmadı,
Geyik çıktı dağına.
 
 
Peşinden baktı Haşim,
Çimenlere oturup.
Koşusunu izledi,
Yok oldu geyik, kayıp.
 
 
Yaralı dağ keçisi,
Sarar yaralarını.
Mutluluk görür canı,
Sürdürür hayatını.
 
 
Dağlara, hürriyete,
Âşık olan juğutur,
Mermi seni bulmasın,
Yaşa sen, cesur, mağrur!
 
 
Yaralı juğuturu,
Kurtaran Avcı Haşim,
Tek bir mermi yakmadan,
Dönüyor öz köyüne.
 
 
Geyik geliyor geyik,
Diye çocuklar koştu.
Ama o akşam evde,
Hayaller bile boştu.
 
 
Haşim evdekilere,
Olanları anlattı.
İzlemedim, bıraktım,
Geyiği serbest, dedi.
 
 
Eşi dedi: “Çok doğru!
Kurban olayım sana!
Acıdım anlattıkça,
Dua ettim hayvana.
 
 
Biz açlıktan ölmeyiz,
Ne varsa onu yeriz.
Dayanırız, güçlüyüz,
Zorlukları yeneriz.”
 
 
Alacakaranlıkta o ne?
Köy ağası Jambolat.
Köye dönen Haşim’e,
Has adamın yollamış.
 
 
Deli dolu adamı,
Pervasızca eve daldı:
Ağa seni çağırır,
Düş önüme, yürü haydi!
 
 
Haşim eski cepkenini
Hemen giyip üstüne,
Adamın yanı sıra,
Gitti ağanın evine…
 
 
Haşim eşikten girip,
İyi akşamlar, dedi.
Jambolat asık yüzlü,
Hava epey gergindi.
 
 
Bugün ava çıktın mı?
Diye sordu Jambolat,
Çıktıysan olanları,
Birer birer bir anlat.
 
 
Haşim anlatınca bir bir,
Gürledi ağa birden:
–Erkek değil, karısın sen,
Kalbin erir kurşun gibi.
 
 
Ağan olduğumu sen,
Unuttun mu yoksa piç?
Son zamanlarda bana,
Geyik getirmedin hiç!
 
 
–Ağam sen de bilirsin,
Beş altı çocuğum var.
Aileyi geçindirmek,
Bir hayli zordur, inan.
 
 
–Köpek çocuklarının,
Açlığından bana ne?
Kalbi hançerlenen Haşim,
–Biz de insanız ağam be!
 
 
–Kapat çeneni, dedi,
Fırlayıp kalkan ağa.
Kaptı mızrağını,
Vurdu yiğit avcıya.
 
 
Haşim kapı önüne,
Düştü hemen çabucak.
Kalkıp saldırdı birden,
Zorba, kanlı ağasına.
 
 
Boğacaktı ağayı,
Hiç düşünmeden orda.
Ama uşaklar atladı,
Kurtlar gibi yardıma.
 
 
Haşim’e tımar attılar,
Avlu dışına bıraktılar.
Ona yaptıklarını,
Adam yapmaz köpeğe.
 
 
Ağanın sol bileği,
Kırıldı mujurasıyla.
Zalimliğin ateşi,
Kendi kalbini yaktı.
 
 
Haşim! Peşinden aç kurt,
Koşan geyik mi oldun?
Sen bir dağ keçisi şimdi,
Kimsenin yardım edemediği.
 
 
Saldıran zalim kurda,
Kimse ateş açmadı.
Zalim kurdun kanından,
Kara yer kızarmadı.
 
 
Sakatlanıp döndün sen,
Zavallı kulübene.
Sarılmaz yara aldın,
O soylu yüreğine.
 
 
Dağda kurtardığın o,
Geyiğe benzemişsin.
Şanlı yaralar aldın,
Ve özgür yaşıyorsun.
 
 
Zorbaların dayağı,
Nasıl yaman ağrıtıyor.
Ne yapsın naçar Kâzim,
Kalbi ateşlerde yanıyor.
 
 
Haşim sen acı çektin,
Bizde bela az mıdır?
Gözlerimden yaş aktı,
Şiiri yazdığımda.
 
 
Senin derdin benimdir,
Onu bil naçar avcı.
İnşallah inan buna,
Çıkar bir intikamcı!
 
 
Yiğit Haşim’in özü,
Yaralı juğutursa.
Gördüğü zorbalığı,
Alçaktır unutursa…
 
 
Sana vuran zalimi,
Allah vursun! diyorum.
Belaların selini,
Çevirsin toptan ona.
 
 
Ne kötülük yaptıysa,
Hepsi kendine dönsün!
Kâzim’ın kargışını,
Ulu Allah da versin!
 
 
Her gün karşımda görüp,
Kendimden geçiyorum.
Başka yol bulamadım,
Böyle anlatıyorum.
 
 
Ah. Benim naçar halkım!
Zor ömür sürüyorsun.
Senin hiç farkın yoktur:
Yaralı juğuturdan.
 
 
Çakıl dolu vadide,
Çakıl kadar derdin var.
Nelere dayanmadı,
Senin yüreğin, naçar.
 
 
Kurum çıkan ocaktan,
Gece kar yağıyorsa,
Sana dertler yağıyor,
Allahın laneti mi var?
 
 
Baharda kar taneleri,
Düşer dağ doruklarına.
Durmadan bela yağıyor,
Halkımın ocaklarına.
 
 
İçim yanıyor Kâzim,
Çaresiz durumuna.
Boğulmak isteniyor,
Dağ kendi ırmağında.
 
 
Ey benim bahtsız halkım!
Kurtların kovaladığı.
N’apalım, gelir mi bir gün,
Halkımın savunucusu?
 
 
Kim görür senin peşinden,
İz süren o kurtları?
Naçar dağ köylerinde,
Kim görür tasaları?
 
 
Kovalayan kurtlara,
Kim dört el ateş eder?
Fitnenin, zorbalığın,
Eli nasıl kesilir?
 
 
Senin acını bağrında,
Naçar Kâzim görüyor.
Yüreği kan dolarak,
Bu şiiri yazıyor.
 
 
Yaralı juğutur’un,
Öyküsünü anlattım.
Ancak o kapatamaz,
Yürek yaralarını.
 
 
Duyanlar hep ötekine,
Söyleyip yaysa halka,
Sık sık söylene dursa,
Garip hanelerinde.
 
 
Nasıl da rahatlatır,
Tasalı yürekleri.
Kim bilir, ne acı gelir,
Zulmeden zalimlere.
 
 
Güçleri yetmiyor henüz,
Göze alamıyorlar pek.
Avcı Haşimi gibi,
Beni dövemiyorlar tek.
 
 
Koyunlar gibi tutup,
Kesebilseler beni,
Yerim elverse bir,
Yok etmeye şu bedeni
 
 
Yaşatırlar mıydı Haşim,
O saat alırlardı bu canı.
İçer, suyum tüketir,
İliğimi kuruturlardı.
 
 
‘Elçiye zeval olmaz’,
Demiştir halkım benim.
Halkın elçisiyim ben,
Zor günlerin habercisi.
 
 
Mekke’de hac kıldım ben,
Korkarlar dokunmaya,
Hani bıçak bileyip,
Sopa gösterseler de alttan.
 
 
‘İt ürür, kervan yürür’,
Ürüsün hasımlarım.
Zor gününde halkımın,
Savunucusuyum ben!
 
 
Naçar halkım! Uğraştım:
Avutsun diye sözüm.
Sana huzur dilemeye,
Yaşıyor dünyada Kâzim.
 
1907
1Kâzim hac seferine altı kişi olarak çıkmıştı. Dördü daha önce vefat eder.
2K. Meçiev doğuştan topaldı.
3Bızınğı: Meçiev’in doğduğu Şıkı köyünün bulunduğu bölge.
To koniec darmowego fragmentu. Czy chcesz czytać dalej?