Czytaj książkę: «Zaman Makinesi»
Herbert George Wells ya da daha çok bilinen ismi ile H. G. Wells 21 Eylül 1866’da İngiltere’de dünyaya gelmiştir. 13 Ağustos 1946’da ölümüne kadar birçok eser bırakmıştır. Bunlardan en bilinenleri Dünyaların Savaşı, Görünmez Adam, Dr. Moreau’nun Adası ve Zaman Makinesi isimli bilim kurgu eserleri olsa da neredeyse edebiyatın bilinen bütün alanlarında eserleri vardır.
Sosyalist olduğunu hiçbir şekilde saklamayan H.G. Wells, bu özelliğini eserlerinde sıkça yansıtmıştır. Eserlerinde toplumsal eşitsizlik, sınıf farkı, çalışma koşulları gibi sosyal konulardan hep bahsetmiştir. Zaman Makinesi, Jules Verne isimli yazar gibi kitaplarıyla bilim kurgu alanında çağının görüşünü çok ileri taşımış, bu alanlarda en özgün eserler verip öncü konumuna gelmiştir.
Wells dünyada önemli bir yazar olarak hâlâ yerini korumaktadır fakat Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, Mustafa Kemal Atatürk’ün eserlerinde de ismi geçmektedir. Örneğin 1920 yılında yayımladığı Outline of History isimli kitabı Mustafa Kemal Atatürk tarafından Nutuk’ta değerlendirilmiş ve “Kalıcı dünya barışı için uluslararası hükûmet” başlığıyla yer almıştır.
“Millete şunu da hatırlattım ki, kendimizi dünyaya egemen sanmak aymazlığı artık sürmemelidir. Gerçek konumumuzu, dünyanın durumunu tanımamaktaki aymazlıkla, aymazlara uymakla milletimizi sürüklediğimiz yıkıntılar yetişir. Bile bile aynı acıklı durumu sürdüremeyiz. Efendiler, İngiliz tarihçilerinden Wells, iki sene evvel yayımlanan bir tarih yazdı. Yapıtının son sahifeleri ‘Dünya tarihinin gelecekteki evresi’ başlığı altında birtakım düşünceler içeriyor. Bu düşüncelerde güdülen konu: Federal bir dünya devletidir. Wells, bu bölümde, birleşik bir dünya devletinin nasıl kurulabileceği ve böyle bir devletin önemli ayırıcı niteliklerinin neler olacağı üzerindeki düşüncelerini ortaya atıyor ve adaletin ve tek bir kanunun egemenliği altında dünyamızın alacağı durumu canlandırmaya çalışıyor. Wells, ‘Bütün egemenlikler tek bir egemenlik içinde eritilmezse milliyetlerin üstünde bir güç yaratılmazsa dünya yok olacaktır.’ diyor ve ‘Gerçek devlet, çağdaş hayat koşullarının bir zorunluk hâline getirdiği dünya birleşik devletlerinden başka bir şey olamaz.’, ‘Kuşku yoktur ki insanlar, kendi ortaya çıkardıkları şeyler altında ezilmek istemezlerse er geç birleşmek zorunda kalacaklardır.’ diyor.”
Wells kitaplarında teknolojik gelişmelerden daha çok onların toplumsal yansımalarına yer verir. Etkilendiği başlıca yazar Jules Verne’dir. Fakat Jules Verne, kitaplarında daha çok işin teknik kısmıyla ilgilenir. Her ne kadar Verne’den ilham alarak bazı eserlerini kaleme almış olsa da H. G. Wells, işin teknik kısmını baştan savma bir şekilde anlatır ve okuyucuyu bu teknik kısımların sebep olduğu toplumsal gerçeklere ve sonuçlara yoğunlaştırır.
Çünkü Wells eserlerinde, örneğin ayda gerçekleşecek bir toplumsal varlığın teknolojik bakımdan hangi noktada olacağını tartışmaz. Bu toplumun edindiği teknolojiyle nasıl bir yapıya büründüğünü ve muhtemel sonunu okuyucuya, yani bizlere sunar.
Wells’in asıl amacı, çağın ötesinde insanların hala konuşup üzerine tartışacağı model düşünceler geliştirmektir. Tıpkı ütopya kitaplarında olduğu gibi.
Wells sosyalist bir düşünce yapısına sahipti. Rusya’ya gittiğinde Lenin’le tanıştı fakat toplumun hızlı ve zorla sosyalist bir temele oturtulmasının getireceği zararları mantıklı bir zeminde anlatırdı ve bu şekilde olmaması gerektiğini düşünürdü.
Wells altmış yılı aşan yazarlık hayatında çok fazla eser bırakmıştır bizlere. Yazarlık hayatının ilk dönemlerinde yazdığı bilim kurgu metinleriyle birlikte Jules Verne ve Hugo Gernsback ile beraber bilim kurgu alanının babalarından birisi sayılmıştır. Hayatının son dönemlerinde Avrupa Yazarlar Birliği başkanlığını yürütmüştür.
Yazın hayatına ilk defa yirmi beş yaşında girmiş ve ilk önemli eserlerinden Zaman Makinesi’ni otuz yaşında yayımlamıştır.
Yazın hayatında yüz elliden fazla eser bırakan Wells’in başlıca eserleri ise şu şekildedir:
• Zaman Makinesi
• Doktor Moreau’nun Adası
• Görünmez Adam
• Dünyalar Savaşı
• Körler Ülkesi
• Tanrıların Tohumu
• Efendi Uyanıyor
Yasin Yorgancı, Hacettepe Üniversitesinde İngilizce Mütercim Tercümanlık bölümünde öğrenim görmektedir. Serbest olarak birçok alanda çeviri yapmaktadır. Gençlik ve Spor Bakanlığının “Mültecilerin Spor Yoluyla Sosyalleşmesi” isimli Birleşmiş Milletlerden alınan kılavuzun tamamını Türkçeye çevirdi. Medya çevirisi ve alt yazı çevirisi teknolojileriyle ilgili, otomatik alt yazı çıkaran sistemler ve programlar üzerine çalışmalar yürüttü. Houze İstanbul şirketinde çevirmen ve dijital pazarlama asistanı olarak çalıştı. Hâlen Türkiye Çeviri Öğrencileri Birliğinde (TÜÇEB) genel koordinatörlük yapmaktadır ve Hacettepe Üniversitesinin Çeviri Topluluğunun yönetim kurulu üyesidir.
I
Giriş
Zaman Yolcusu (ona şimdilik böyle demek daha uygun olacak) bize çok önemli bir konudan bahsediyordu. Soluk bakışlı gözleri parlamaya başladı ve cansız görünen yüzüne bir anda kan geldi. Harıl harıl yanan ateş her yeri âdeta gündüze çevirirken gümüş zambaklardan kamaşan ışıkların verdiği yumuşak aydınlık, bardaklarımızdaki minik kabarcıkları ansızın belirginleştiriyordu. Her biri onun eseri olan sandalyelerimiz yalnızca üzerinde oturmamıza yaramıyordu; bizi âdeta kucaklıyor ve rahatlatıyordu. Düşüncenin herhangi bir doğrulanmaya ihtiyaç duymadan akıp gideceği akşam yemeği sonrası rahatlığını andıran hoş bir atmosfer vardı ortamda. Ve biz miskin bir şekilde oturup bahsettiği paradoksunu (ki öyle düşünüyorduk) hevesli bir şekilde anlatmasına imrenirken o, cılızlaşmış işaret parmağıyla konudan bahsetmeye başladı.
“Şimdi beni dikkatle dinleyin. Evrensel olarak kabul edilmiş bir veya iki fikri reddetmek zorunda kalabilirim. Mesela size okulda öğretilen geometri tamamen yanlış temellere dayandırılmıştır.”
“Konuya giriş için biraz ağır olmadı mı bu?” dedi tartışmacı yapılı, kızıl saçlı Filby.
“Ben sizden mantıksal bir zemine oturmamış herhangi bir şeyi kabul etmenizi tabii ki de beklemiyorum. Biraz daha geçsin, yalnızca sizden beklediğim kadarını kabul edeceksiniz. Elbette sıfır kalınlığında bir matematiksel çizginin gerçekten var olmadığını biliyorsunuz. Size bunu öğrettiler, değil mi? Matematiksel düzlemde de aynı mantık var. Bu iki örnek yalnızca soyutlandırma.”
“Gerçekten de doğru!” dedi Psikolog.
“Veya yalnızca uzunluğa, genişliğe ve kalınlığa sahip olan bir küp gerçekten var oluyor olamaz.”
“Bak işte burada yanılıyorsun.” dedi Filby. “Herhangi bir katı cismin varlığını kanıtlamasına gerek yoktur. Çünkü vardır. Bütün gerçek nesneler…”
“Çoğu insan da tam bu şekilde düşünüyor. Ama bir dakika… Bir küp, herhangi bir anda, saniyeliğine var olabilir mi?”
“Zırvalamaya başladın.” dedi Filby.
“Herhangi bir zamanda var olmamış bir küpün gerçekten var olduğunu iddia edebilir miyiz?”
Filby düşünmeye başladı. “Buradan şunu anlıyoruz ki…” diye devam etti Zaman Yolcusu, “Herhangi gerçek bir cismin var olması için dört özelliğe sahip olması gerekir: Uzunluk, Genişlik, Kalınlık ve Süreklilik. Ancak insanlığın zaman içerisindeki doğal bir yanılgısı, ki bunu birazdan açıklayacağım, bunları göz ardı etmemize sebep oluyor. Gerçekte dört esas boyut vardır, bunlardan üçüne biz Uzay’ın üç düzlemi diyoruz; ve dördüncüsü, Zaman. Ancak bununla beraber bahsettiğimiz üç boyut ile dördüncü arasında gerçekte olmayan bir ayrım vardır çünkü bilincimiz doğduğumuz günden öldüğümüz güne kadar aralıklı bir şekilde dördüncü yönünde hareket ediyor.”
“Bu…” dedi lambanın üzerinden purosunu yakmaya çalışan Genç Adam. “Bu… Çok mantıklı.”
“Şimdi, böyle bir gerçeğin bu kadar insan tarafından görmezden gelinmesi çok saçma.” diye hafif gaza gelmiş yüz ifadesiyle devam etti Zaman Yolcusu. “Dördüncü Boyut derken asıl fark edilmesi gereken kısım bu, ancak Dördüncü Boyut’tan bahseden bazı insanların bu anlattıklarımdan haberi bile yok. Bu, Zaman’a karşı bakışın yalnızca başka bir türüdür. Bilincimizin Zaman yönünde hareket etmesi dışında Zaman ve Uzay’ın üç düzlemi arasında hiçbir fark yoktur. Ama bazı ahmaklar bu fikre yanlış taraftan yaklaşıyor. Mutlaka hepiniz bu insanların Dördüncü Boyut hakkında söylediklerini duymuşsunuzdur, değil mi?”
“Ben duymadım.” dedi Belediye Başkanı.
“Aslında basitçe şöyle: Matematikçilerimizin dediğine göre Uzay Uzunluk, Genişlik ve Kalınlık olarak üç boyuttan oluşmaktadır ve bunlar her zaman biri diğerine dik duran üç düzleme atfedilerek tanımlanırlar. Ancak bazı felsefeciler ‘Neden sadece üç, neden bu üçüne dik olan başka bir boyut olmasın?’ diye sormuşlar ve hatta bu insanlar, Dört Boyutlu bir geometri bile tasarlamaya çalışmışlar. Henüz bir ay kadar önce Profesör Simon Newcomb bunu New York Matematikçiler Derneğine anlatıyordu. Sadece iki boyutu olan düz bir yüzeyde üç boyutlu herhangi bir katı cismi nasıl sergileyebileceğimizi biliyorsunuz. Aynı şekilde bu insanlar da cismin perspektifine hâkim olabilirlerse üç boyutlu modellerle dört boyutu da çıkarabileceklerini düşünüyorlar. İyi mi bu şekilde, anlıyor musunuz?”
“Sanırım.” diye mırıldandı Belediye Başkanı ve kaşlarını çatarak kendi düşüncelerinde derin yolculuğa çıktı; dudakları kutsal sözlerden bahsediyor gibi kıpırdamaya başladı. “Evet, şimdi anlıyorum.” dedi gözleri parlayarak.
“Sanırım size bu Dört Boyut üzerinde bir süredir çalıştığımdan bahsetmeme gerek yok. Edindiğim bazı sonuçlar epey ilgi çekici: Mesela burada sekiz yaşındaki bir erkeğin, burada on beş yaşındaki, on yedi ve yirmi üç yaşındaki bir erkeğin tasviri var. Bütün bunlar onun sabit ve değişmez olan Dört Boyutlu varlığının Üç Boyut’taki açıkça birer temsili gibi.”
“Bilim insanları…” diyerek öncesinde söylediği sözlerin sindirilmesi için gereken zamanı tanıdıktan sonra Zaman Yolcusu devam etti: “Bilim insanları çok iyi biliyor ki Zaman bir nevi Uzay’dır. Mesela herkesin bildiği bilimsel bir şema var: Hava durumu. Parmağımla gösterdiğim şu çizgi barometrenin hareketini gösteriyor. Dün baya yüksek bir değerdeydi; gece düştü ve bu sabah tekrardan şu seviyeye hafif bir şekilde yükseldi. Cıva bu çizgileri Uzay’ın herhangi bir boyutunda çizmedi değil mi? Ama böyle bir çizgi gördüğünüz gibi mevcut; o zaman buradan şunu anlıyoruz ki bu çizgi Zaman Boyutu’nda çizildi, yani var oldu.”
“Ama…” dedi gözleri ateşteki kömüre sabitlenmiş bir şekilde bakan Tıpçı, “Eğer Zaman, Uzay’ın dördüncü boyutuysa gerçekten, neden şimdiye kadar hep farklı bir kavram olarak görüldü? Ha bir de diğer Uzay boyutlarında yapabildiğimiz gibi neden Zaman’ın içinde hareket edemiyoruz?”
Zaman Yolcusu hafif bir tebessüm etti, “Uzay’da serbestçe dolaşabildiğimizden emin misin? Sağa veya sola gidebiliriz, öne ya da arkaya gitmekte de sorun yok, ki insanlık da hep bunları yapabildi. İki boyutta da rahat bir şekilde hareket edebildiğimizi kabul ediyorum. Peki ya, yukarı ve aşağı? İşte tam bu noktada yer çekimi bizi kısıtlar.”
“Tam olarak öyle değil.” dedi Tıpçı. “Uçan balonlar var.”
“Ama balonlardan önce, durmadan zıplamaları ve yüzey eşitsizliğini bir kenara koyarsak insanlık yukarı yönde hareket edemiyordu.”
“Ama yine de az da olsa yukarı ya da aşağı hareket var.” dedi Tıpçı.
“Yani… Aşağıya inmesi yukarıya çıkmasından daha kolaydı ama…”
“Ve Zaman içinde de aslında tam anlamıyla hareket edemezsin ki, sonuçta şimdiki zamandan ayrılamazsın.” diye fikrini açıkladı Tıpçı.
“Kıymetli beyefendi, işte tam da yanıldığınız nokta burası. Bu öyle bir nokta ki bütün dünya burada yanılıyor. Aslında şimdiki zamandan sürekli kaçıyoruz. Herhangi bir somutluğa ve boyuta sahip olmayan zihinsel varlığımız, beşikten mezara sabit bir hızla Zaman Boyutu’ndan geçer. Tıpkı dünyadaki varlığımıza, yeryüzünden seksen kilometre yukarıda başladığımızda aşağıya doğru hareket edeceğimiz gerçeği gibi.”
Psikolog lafın arasına girerek “Ama asıl zorluk, Uzay’ın her yönünde hareket etmemize rağmen Zaman’da bu hareketleri yapamamamızdır.”
“İşte benim de bulduğum şeyin özünde de tam bu var. Ama Zaman’da hareket edemememizle ilgili söyledikleriniz konusunda yanılıyorsunuz. Mesela bir olayı bütün hatlarıyla hatırlarsam, onun gerçekleştiği ana geri dönerim; durgunlaşırım, sizin deyişinizle dalgınlaşırım. Bir anlığına zamanda geriye doğru hareket ederim. Şüphesiz ki belli bir süreliğine, örneğin bir hayvanın yerden bir iki metre yükseğe zıplayıp tekrardan yere düşerken geçirdiği süreden daha fazla, gittiğimiz zamanda kalma şansımız yok. Ama modern bir insan bu aşamada herhangi bir hayvandan daha iyi bir konumdadır. Bir uçan balonun içinde yer çekimine karşı hareket edebiliyor ama neden Zaman Boyutu’ndaki hareketini hızlandırmayı, durdurmayı hatta tam tersi yönde hareket etmeyi düşünmesin?”
“Ama, bu… Kesinlikle…” dedi Filby.
“Neden olmasın?” diye karşılık verdi Zaman Yolcusu.
“Bu mantığa ters!” dedi Filby.
“Hangi mantığa?” diye cevapladı Zaman Yolcusu.
“Herhangi bir tartışma sonucu siyahı beyaz olarak gösterebilirsiniz, ama beni asla ikna edemeyeceksiniz.” diyerek karşılık verdi Filby.
“Muhtemelen sizi ikna edemeyeceğim.” dedi Zaman Yolcusu. “Ama artık Dört Boyut geometrisindeki araştırmamın amacını kavramaya başladınız. Epey bir zaman önce bir makineye dair belli belirsiz bazı düşüncelerim vardı, bu makinenin…”
“Zamanda yolculuk!” diyerek bağırdı Genç Adam.
“Uzay’da ve Zaman’da herhangi bir yöne istediği gibi hareket edebileceğini düşünüyordum.”
Filby kahkaha attı.
Zaman Yolcusu da “Deneysel kanıtlarım var.” diyerek karşılık verdi.
Psikolog ise, “Bu, bir tarihçi için çok kullanışlı olurdu. Geçmişe gidip mesela Hastings Savaşı’nın gerçekliğini kanıtlayabilirdi.” dedi.
Tıpçı, “Sence de bu biraz dikkat çekmez mi? Atalarımız bu tarz eylemler için pek hoşgörülü değillerdi.” dedi.
“Bir kişi Yunancayı Homer ve Platon’un ağzından öğrenebilir.” diye düşündü Genç Adam.
“Bak işte bu durumda muhtemelen yetersizlikten sınıfta kalırdın. Alman âlimler Yunancaya epey katkı sağladı çünkü.”
Genç Adam, “Ha bir de gelecek var. Düşünsenize, paranı faize yatırıyorsun; o bir yandan birikirken sen de paranın çoğaldığı geleceğe yolculuk ediyorsun.” dedi.
Ben de dedim ki, “Ve sonra katı bir komünist zemine oturmuş toplum seni karşılasın.”
“Bütün bunlar çok saçma teoriler!” diyerek söze başladı Psikolog.
“Ben de aynı şekilde düşünüyordum ancak şu vakte kadar ağzımı kapattım, ta ki…”
“Deneysel kanıt!” diye bağırdım. “Bunu mu kanıtlayacaksınız?”
Kafası iyice karışan Filby, “Deneymiş!” diye bağırdı.
“Ama her neyse, şu deneyinizi bir görmek isteriz. Ama siz de biliyorsunuz ki bütün bunlar tam bir zırvalık.” diye devam etti Psikolog.
Zaman Yolcusu bize doğru bir bakış atarak gülümsedi ve tebessümlü suratıyla elleri cebinde odadan yavaşça çıktı. Laboratuvarına doğru giden uzun koridorda terliklerinden çıkan sesi duyabiliyorduk.
Psikolog bize dönerek “Acaba ne getirecek?” dedi.
Tıpçı, “Yapacağı illüzyona ait bir malzemedir, başka ne olacak ki?” dedi ve Filby bizlere Burslem’de gördüğü bir sihirbazdan bahsetmeye tam başladı ki Zaman Yolcusu geri geldi ve Filby’nin anısı yarım kaldı.
II
MAKİNE
Zaman Yolcusu elinde küçük bir saatten biraz daha büyük, çok hassas gözüken, parıldayan metalik bir mekanizma tutuyordu. İçinde fildişi ve kristalimsi şeffaf bir madde vardı. Ve şimdiden açıkça belirtiyorum ki bundan sonra söyleyeceklerim, Zaman Yolcusu’nun açıklamalarını kabul etmediğiniz sürece kesinlikle akla, mantığa sığmayan şeyler. Odada rastgele bir şekilde duran sekizgen masalardan birini aldı ve iki ayağı şöminenin önündeki halının üzerine gelecek şekilde ateşin önüne yerleştirdi. Getirdiği mekanizmayı da üzerine koydu. Ve bir sandalye çekip oturdu. Masanın üzerinde getirdiği mekanizmadan başka duran tek şey, ışığı mekanizmayı aydınlatan bir lambaydı. Ayrıca odada ikisi şömine rafında, diğerleri de duvarlardaki şamdan yerlerinde duran düzinelerce mum vardı; ki bunlar o kadar güzel bir biçimde yerleştirilmişti ki odanın her köşesini aydınlatıyorlardı. Ben ateşe en yakın, alçak bir koltuğa oturdum ve koltuğumu neredeyse Zaman Yolcusu ve şöminenin arasında olacak şekilde çektim. Filby Zaman Yolcusu’nun arkasına oturdu ve onun omuzlarının üzerinden bakıyordu. Tıpçı ve Belediye Başkanı onu sağ profilinden, Psikolog ise sol profilinden izlemeye başladı. Genç adam ise Psikolog’un arkasında oturuyordu. Hepimiz tetikteydik. Ne kadar ustaca tasarlanırsa tasarlansın veya ne kadar kurnaz bir şekilde yapılırsa yapılsın hiçbir türlü numaraya bu koşullar altında kanamazdık.
Zaman Yolcusu önce bize baktı, sonra getirdiği mekanizmaya baktı ve Psikolog, “Ee?” dedi.
Zaman Yolcusu dirseklerini masaya koyup ellerini aygıtın üzerinde birleştirerek “Bu yalnızca bir model. Bu benim zamanda yolculuk yapacak makine için hazırladığım taslağım. Epey şekilsiz durduğunu, sanki gerçek değilmişçesine titreyen bu çubukları fark etmişsinizdir.” dedi ve parmağıyla bir parçasını işaret ederek “Ve burada da bir küçük, beyaz bir şalter var, ve burada bir tane daha.” dedi.
Tıpçı sandalyesinden kalkıp aygıta uzun uzun bakakaldı, “Bu muazzam bir şey.” dedi.
Zaman Yolcusu sert bir çıkışla “Bunu yapmam iki yılıma mal oldu.” dedi. Sonrasında hepimiz Tıpçı’nın yaptığına benzer hareketler sergileyince Zaman Yolcusu, “Şimdi sizden şunu çok net bir şekilde anlamanızı istiyorum ki bu beyaz şalteri indirdiğiniz anda makine geleceğe doğru bir yola çıkar, ve ötekine basarsanız da tam tersi hareket eder. Bu oturak ise Zaman Yolcusu’nun koltuğunu temsil ediyor. Birazdan bu şalteri indireceğim ve makine bir anda yok olacak. Geleceğe gidecek ve ortadan kaybolacak. Alete iyice bakın. Masayı da iyice inceleyin ki sonradan sizi kandırdığıma dair herhangi bir şüpheniz olmasın. Bu aleti harcadıktan sonra bana hokkabaz denmesini istemiyorum.” dedi.
Bir dakikalık bir durgunluğun ardından Psikolog benimle konuşur gibi oldu, ama sonra vazgeçti. Ardından Zaman Yolcusu parmağını şaltere koydu ve birden “Hayır!” dedi. Psikoloğa dönerek “Elini ver.” dedi ve elini tutup işaret parmağını uzatmasını istedi. Bu şekilde Zaman Makinesi’ni sonsuz bir yolculuğa çıkaracak kişi Psikolog’un ta kendisi olacaktı. Hepimiz şalterin indiğini gördük. Gerçekten ortada herhangi bir hile, kandırma yoktu. Hafif bir rüzgâr esti ve lambanın alevi titredi. Şöminenin rafındaki iki mumdan birisi söndü ve küçük makine bir anda kendi etrafında döndü, yavaş yavaş belirginliği de kayboluyordu, hatta kısa bir süreliğine hafif ışıltılı pirinç ve fildişi bir girdaba benzeyerek hayalet gibi gözüktü ve kayboldu… Bir anda yok oldu! Lamba haricinde masa bomboştu.
Bir dakika boyunca ortalığa sessizlik hâkim oldu. Sonra Filby söze girdi ve çok şaşırdığını belirtti.
Psikolog şaşkınlığından kurtulup birden masanın altına baktı. Tam bu sırada Zaman Yolcusu kahkaha attı. Psikolog’un ona yaptığının aynısını yaparak “Ee?” dedi. Sonra ayağa kalktı ve şöminenin üzerindeki tütün kavanozundan arkasını dönmüş bir şekilde piposunu doldurmaya başladı.
Biz birbirimize bakakaldık. Tıpçı, “Şimdi bir dakika… Gerçekten bu makinenin zamanda yolculuk yaptığına inandınız mı?” dedi.
Zaman Yolcusu ateşteki bir odunu yakmak için eğilirken “Kesinlikle.” dedi. Ardından piposunu yakarken dönüp Psikolog’un suratına baktı. (Psikolog ise sinirinin bozulmadığını göstermek adına bir puro aldı ve ucunu kesmeden yakmaya çalıştı.) “Dahası (Laboratuvarı göstererek) bitmek üzere olan büyük bir makinem de var. O bittiğinde ise bizzat kendim bir yolculuğa çıkmayı hedefliyorum.”
Filby, “Sen şimdi makinenin zamanda geleceğe yolculuk ettiğini mi iddia ediyorsun?” dedi.
“Geleceğe veya geçmişe… Hangisine olduğundan tam olarak emin değilim.”
Kısa bir sessizlikten sonra Psikolog, gözleri parıldayarak “Eğer bir yere gittiyse bu kesinlikle geçmiştir.” dedi.
Zaman Yolcusu, “Neden?” diye seslendi.
“Çünkü Uzay’da hareket etmediğini varsayarsak ve eğer geleceğe gittiğini düşünürsek bizim şu anki zamanımızdan da geçmiş ve hâlâ burada duruyor olması lazımdı.”
“Ama…” dedim ve devam ettim “Eğer geçmişe yolculuk etmiş olsaydı biz bu odaya ilk geldiğimizde; geçen Perşembe ve ondan önceki Perşembe; ve ondan önce hep burada olurdu.”
Belediye Başkanı, tarafsız gibi görünme çabasıyla Zaman Yolcusu’na dönüp “Bunlar ciddi itirazlar.” dedi.
Zaman Yolcusu “Pek de ciddi değil.” dedi ve Psikolog’a dönerek “Siz düşünen bir insansınız. Siz bunu açıklayabilirsiniz. Bu, görsel algı eşiğinin altında bir sunumdur, seyreltilmiş olarak yani.”
“Kesinlikle.” dedi Psikolog ve bizi ferahlattı. “Psikolojinin basit bir kısmıdır burası. Bunu düşünmem gerekirdi. Gayet basit aslında ve paradoks konusunda da epeyce yardımcı oluyor. Bu makineyi göremeyiz, bir tekerleğin dönmesinden veya havada uçan bir mermiden daha fazla kavrayamayız da bu makineyi. Eğer zamanda bizden elli ya da yüz kat daha hızlı hareket ediyorsa, biz bir saniye geçirdiğimizde makine çoktan bir dakikayı geçirmişse, yarattığı etki elbette zamanda yolculuk etmediği zamanın ellide biri ya da yüzde biri olurdu.” dedi ve elini makinenin önceden bulunduğu ve şu anda boş olan kısma getirdi, “Gördünüz mü?” dedi gülerek.
Kısa bir süreliğine üzeri boş olan masaya bakakaldık. Sonra Zaman Yolcusu ne düşündüğümüzü sordu.
Tıpçı, “Şimdilik bunlar kulağa mantıklı geliyor, ama yarın da aynısını düşünecek miyiz? Sabahın getirdiği sağduyulu ruh hâlini bekleyelim bir de.” dedi.
Zaman Yolcusu, “Zaman Makinesi’nin bizzat kendisini görmek ister misiniz?” diye sordu. Ve sonra lambayı kaptığı gibi laboratuvarına giden uzun, soğuk koridoruna doğru bize eşlik etti. Elindeki ışığın titremesini, tuhaf görünümlü geniş kafasının silüetini, gölgelerin biz ilerledikçe hareket etmesini, onu kuşku ve merak içinde takip etmemizi ve demin gözümüzün önünde kaybolmuş küçük makinenin daha büyük hâlini gördüğümüzdeki şaşkınlığımızı hâlâ çok net bir şekilde hatırlıyorum. Bu gördüğümüz makinenin bazı parçaları nikelden, bazız parçaları fildişinden bazı parçaları da kristal taşlardan yontulmuştu. Makinenin aslında çoğu kısmı tamamlanmış gözüküyordu ama masanın üzerinde, birkaç çizimle birlikte duran kıvrımlı kristal çubuklar daha işlerin tam anlamıyla bitmediğini gösteriyordu. Çizimlerden birini alıp dikkatlice inceledim; kuvarsa benziyordu.
Tıpçı, “Bir dakika, bu gördüğümüz şeylerde baya ciddisin değil mi? Yoksa bu da geçen Noel’de gösterdiğin hayalet numarası gibi bir şey mi?”
Zaman Yolcusu, lambayı yukarı kaldırarak “Bu makineyle zamanı anlamak, keşfetmek istiyorum. Anladınız mı? Hayatımda hiç bu kadar ciddi olmamıştım.” dedi.
O böyle yapınca hiçbirimiz bir şey diyemedik.
O sırada Tıpçı’nın omuz hizasında Filby ile göz göze geldik ve bana tereddütlü bir şekilde göz kırptı.
Darmowy fragment się skończył.