Czytaj książkę: «Latin Amerika Mitolojisi»

Czcionka:

Giriş

Meksika ile Orta ve Güney Amerika’nın yerli Kızılderili mitlerini belirtmek için “Latin Amerika” teriminin kullanılması kesinlikle uygunsuzdur. Ne yazık ki Amerika’nın İspanyol ve Portekizli fatihlerin eline geçen tüm kısımlarını kapsayan bölge için uygun bir coğrafi terimimiz yok ve bundan dolayı, onların karakter bakımından Latin olan kültürlerini belirten bu terim kullanılmaya başlandı. Bu terime başvurulması, aktarılan İber kurumları ve halkları için uygundur ancak bu bölgelerin yerlileri için mantıklı değildir. Bunun da ötesinde, Amerika kıtasının çeşitli Kafkas fetihleri vasıtasıyla yapılan bölümlendirmelere uyan kültür ve fikirlere sahip yerli birlikler yoktur. Düşüncemize göre Meksika ve Orta Amerika’nın güney kıtasıyla birlikte düşmesi, öncelikle İspanyol fetihlerinin bir sonucudur; ilkel etnolojileri açısından, Yucatan ve Guatemala geçilene kadar güney etkisine dair (en azından son zamanlarda) çok az kanıt mevcuttur. Meksika ve And yerli uygarlıkları arasında kuşkusuz çarpıcı benzerlikler vardır ve yine, iki kıtanın daha az gelişmiş kabilelerinin fikirleri ve gelenekleri arasında, tüm Amerikan Kızılderililerine özgü belirli bir ırk karakterini doğru bir şekilde çıkarabilmemiz için geniş benzerlikler söz konusudur. Ama bu benzerlikler arasında, kıtalar arasında olduğu gibi, hemen hemen fauna ve floraları kadar ayırt edici olan (örneğin, calumet ve papağan tüyüne karşı hava tabancası ile papağan tüyü) gruplandırılmış farklılıklar vardır ve bunlar kademe kademe geçerlidir: Mississippililer ve Azteklerin belirgin bir şekilde Kuzey Amerikalı olması gibi, Amazonlular ve İnkalar da Güney Amerikalıdır.

Amerikan Kızılderili mitinin ele alınmasındaki bölünmeler Kolomb öncesi etnografyanın mantığını takip edecek olsaydı anahtar grup, kabaca batı kıta sırtlarının dağlık ve plato bölgelerindeki uygar veya yarı uygar halklar dizisinde, Yengeç Dönencesi’nden Oğlak Dönencesi’ne veya yaklaşık 35º kuzeyden (Zuñi ve Hopi) yaklaşık 35º güneye (Calchaqui-Diaguité) kadar uzanan çıkıntılarda bulunurdu. Yerli Amerikan tarımı bu bölge içinde ortaya çıkmıştır ve tarımla birlikte Amerika’ya özgü biçimlerde uygarlık sanatları geliştirilmiştir. Tarım ve ilgili sanatlar, anahtar grubunun çeşitli merkezlerinden iki kıtanın ova ve orman bölgelerine ve büyük alüvyon vadilerine ve aralarında bulunan takımadalara geçti. Her kıtada, yerli tarımın sınırlarının ötesinde, merkezi uygarlıkların sanatlarından etkilenmemiş olsa da net bir fikir topluluğu olduklarını gösteren bir bölge (Kuzey ve Güney) vardır. Bunların (ilkel ve belirsiz oldukları üzere) yinelenen örnekleri araya giren gruplar arasında bulunabilir. Böylece, yerli Amerika’nın yapısı ve oluşumu, neredeyse yarı küresel izdüşüme sahip kültürel bölgelere ve kıtasal irtifalara tuhaf bir şekilde paralel olan irtifalara bölünür. Bunlar platonun yüksek uygarlıkları, büyük nehir havzalarının istikrarsız kabilelerinin kısmen gelişmiş kültürleri ve soğuk kıyıların gezgin gruplarının ilkel gelişimidir. İlkel aşamanın her iki kıtada da temel olduğu varsayılabilir ve tüm bölgelerin en az gelişmiş gruplarında fiilen tekrarlanır; ara aşama, (Kuzey Amerika’nın Kuzeybatı Kıyısı Kızılderilileri gibi esrarengiz gruplar hariç) en ileri halklar tarafından geliştirilen sanat ve endüstrilerin yayılmasının bir sonucu olarak kültürlenmeye çok şey borçlu gibi görünüyor. Ayrıca, yaşam tarzına ilişkin dışsal birlikler, düşünceyle ilgili içsel topluluklar tarafından yansıtılır çünkü yalnızca medeni toplulukta değil, aynı zamanda onun sanatlarından etkilenen bölgelerin tamamında da açık fikir akrabalıkları vardır. Bunların altında bulunup zıt kutuplarda ortaya çıkarken hemen hemen özdeş ilkel düşüncenin tanımlanabilir bir katmanı söz konusudur. Bununla birlikte bu birlikler, kısmen çevresel ve kısmen de tarihsel kökene sahip, yukarıda belirtildiği gibi, iki kıtanın paralel gruplarına ayırt edici bir karakter kazandıran farklılıklar tarafından belirlenmektedir. Gerçekten de kültürel bölünmenin kuzey ve güney olarak (belirli bir üstünlükle) ikiz olduğu söylenebilir. Zira genel olarak, nasıl ki İrokualar ve Siyular, Karipler ve Araukanlardan ve Eskimolar Fuegianlardan üstünse Mayalar da İnkalardan üstündür.

Amerikan kültürünün ve dolayısıyla Kızılderili düşüncesinin yerel oluşumu kabaca bu şekildedir ve ikincisini ele almak için arzu edilir yol, kuşkusuz bu doğal tabloyu takip etmek olacaktır. Bununla birlikte yerli fikirlerin incelenmesinde, Latin Amerika halklarıyla ilgili tüm malzemelerin tek bir değerlendirmede bir araya getirilmesini tamamen haklı çıkaran nedenler vardır. Bu nedenlerin en belirgini yalnızca Las Casas, Acosta, Herrera ve Gómara gibi yazarların anlatıları boyunca İspanyol fetihlerinin her zaman ve her yerde bulunması değil, daha önceki ve birincil eserlerinde neredeyse tamamen İspanyolca olan betimleyici literatürün birliğidir. Bu daha ziyade, kendi dillerinin dilsel önyargıları olarak adlandırılabilecek şeylerden, belirli bir renk uyumunun türetilmesidir. Bu nedenle bu dili açıklama alanı belirli bir bölgeyle sınırlı olan İspanyol tarihçilerle paylaşırlar. Bir Kızılderili ulusunun fikirlerinin ilk kez bir on altıncı yüzyıl İspanyol’u (keşiş, piskopos veya süvari) tarafından tanımlandığı gerçeği, onlara çevirilerinin ve bağlamlarının niteliğini verir ve böylece bu şekilde tanımlanan tüm fikir grupları arasında bir tür topluluk oluşturur. Bu üzülecek bir mesele de değildir. İlkel düşünce, yakıcı somutluğu ve ilişkisel anlatımdan yoksunluğuyla, şiirin tercüme edilemez olması gibi, analitik dillere de gerçekten tercüme edilemez ve bir bütün olarak, böylesine büyük bir yerli fikirler bütününe tek bir dilsel renk atfedilmiş olması, deyim yerindeyse iyi bir şanstır.

Dahası (etnologların hoşuna gitmeyen ancak romantizm sevenler için kesinlikle en büyük zevk olan) İspanyol nüansı, ifade tonunda olduğu kadar hayal gücünün doğasında da vardır. Latin Amerika mitolojisi üzerine hiçbir kitap, kâşiflerin yanlarında Yeni Dünya’ya getirdikleri hakiki Latince masalları tanımlamadan tamamlanamaz. Kâşifler burada, bu masalları duyulmayan ve sürekli tekrarlanan yerel anlatılarla kaynaştırarak kısa süre sonra, çağı fanteziyle büyüleyen ve en havalı kafaları çılgın maceralara sokan muhteşem bir harikalar diyarı yarattılar. Antiller, Brezilya, Amazon, Eski Dünya gibi isimlerle Yeni Dünya coğrafyasında mitler sabittir ve bunların ötesinde, İspanyolların bir tür yaratıcı cömertlikle bu dünyamızın edebiyatını ve romantik kaynaklarını zenginleştirdiği bir dizi fantastik hikâye vardır. Ebedi Gençlik Çeşmesi, Cibola’nın Yedi Şehri, Amazonlar Adası ve Amazon Taşı’nın harikulade erdemleri, El Dorado (Yaldızlı Adam), Manoa ve Omagua’nın hazine şehirleri, Gran Moxo ve Gran Paytiti’nin kayıp imparatorluğu, Patagonya devleri ve “kafaları omuzları arasında yükselen adamlar” ve son olarak, hepsinden daha yaygın olanı, uzun zaman önce Kızılderililere yeni bir yaşam tarzı ve daha saf bir ibadet öğretmeye gelen ve kendi simgesi olarak (mübarek Aziz Thomas dışında hiçbir dindar aklın göremediği) haçı bırakan cüppeli ve sakallı beyaz adamın mucizeleri… Bütün bunlar kısmen karavellerle1 geldi ve toplu olarak mitopyada ikinci bir bölümü temsil ederler. Amerika’nın İngilizler ve Fransızlar tarafından sömürgeleştirilen bölgelerindeki bu ithal düş gücü taşımacılığının bir benzeri yoktur. Bununla birlikte bunun yalnızca daha soğukkanlı ve daha sakin uluslar için onaylanması gerekmez. Kuzey Amerika kolonileri, İspanyolların en üstün fetihlerini tamamlamalarından tam bir yüzyıl sonraya, yani on yedinci yüzyıla aittir ve bu dönemde diğerleri için olduğu kadar İspanyollar için de sarhoşluk ve savurganlık vakti (sonraki zamanların nüanslarını canlandırmak için kendi gösterişli tonlarını bırakarak) çoktan geçmişti. Dolayısıyla Latin Amerika miti Latin anlatılardan epeyce etkilenmiştir.

Ancak Latin Amerika mitinde belirli bir Eski Dünya tadı olsa da yerel gelenekler elbette bu çalışmanın en önemli malzemesidir. Bu malzeme çarpıcı ve çeşitlidir. Şeytani inançların ve animistik saflıkların olağan alt katmanlarını ve bunların üzerinde, şaşırtıcı astral ve takvimsel yorumlarıyla Aztek ve Maya panteonları gibi ayrıntılı oluşumları veya Peru’nun esrarengiz ve ateşli dinini kucaklar. Hikâyelerin çoğu sesli batıl inançlardan biraz daha fazlasıdır; Popul Vuh’daki2 ölümün alt edilmesi, hapsedilen gecenin serbest bırakılmasıyla ilgili Brezilya hikâyesi veya Maconaura ve Anuanaïtu’nun muhteşem Surinam efsanesi gibi diğer hikâyeler, hem dramatik güç hem de ince ima açısından dünyanın en iyi örnekleriyle karşılaştırılacaktır. Elbette mitlerin sisli folklor alanından nerede açıkça çıktığına ve diğer uçta, nerede bilim ve dinin yerini aldığına karar vermekle ilgili değişmez bir güçlük vardır. Ancak bu zorluk, pratik olmaktan ziyade teoriktir; mitoloji, asıl yapısı bakımından doğanın bedeninde edimsel olarak hareket eden tanrıların olduğu, mitse ruhların veya tanrıların dramatik olarak etkileşimli nedenler olarak gösterildiği her yerde mevcuttur. Birkaç olası istisna dışında (olasılık muhtemelen cehaletimizin ifadesidir), tüm Amerikan Kızılderilileri mit şairleridir ve inançlarını mitolojileri şekillendirir.

Konuyu ele alma ve bölümlendirmeyle ilgili pratik sorun, Kuzey Amerika örneğinde karşımıza çıkan soruna benzer fakat ondan çok daha zordur. Her şeyden önce, taşlar ve hurafelerle ilgili anlatıları ele almak, onları yapanların yaşam koşulları ve kültürü hakkında herhangi bir betimleme yapmaksızın boşuna bir çaba olurdu; zira anlatılar, genellikle tamamen yaşam tarzıyla ilgilidir. Bir sonraki yerde, bölgesel bölünmeler yoluyla mümkün olan paylaştırma tarzı, yalnızca bazı bölgelerin genişliği nedeniyle değil, aynı zamanda kültür seviyesinin eşitsizliği ve dolayısıyla fikirlerin çeşitliliği yüzünden daha da zorlaşmaktadır. Hatlar, Eski Dünya çalışmaları ölçeğinde çizilseydi Meksika’nın (Nahua ve Maya) ve Peru’nun her biri bir cildi hak ederdi. Onların bu çalışmada nispeten gördükleri az ilgi, kısmen diğer bölgelere makul bir alan ayırma ihtiyacından, kısmen de bu yıkılmış imparatorlukların mitlerinin zaten erişilebilir bir literatür tarafından temsil edilmeleri gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Üçüncü bir sorunsa konuların sunulma sırasıyla ilgilidir. Yerli eğilime göre mantıklı olan, Antillerden Orinoco ile Guyana bölgesine doğru gitmektir (yani, I. Bölüm’den VIII. Bölüm’e doğru). Ancak Antillerden başlayarak gerçekten keşif rotası izlendiğinden (bir nevi İspanyolların gözleriyle bakarak) doğal devamlılık, Meksika ve Peru’ya ve oradan Orta Güney Amerika’nın daha yavaş keşfedilen bölgelerine kadardır. Bu yöntem, aynı zamanda belirli bir bibliyografik eğilimi takip eder: İspanyol yazarların göreceli önemi, kitabın sonraki bölümlerinde çok daha azdır ve malzeme kaynakları genel olarak daha sonraki bir kökene sahiptir.

Son olarak yoruma ilişkin bir şeyler söylenebilir. Kişi ne kadar vicdanen düz anlatıma yönelmeye çalışırsa çalışsın, yalnızca tutarlılık ihtiyacı olan bazı yorumları zorunlu kılacaktır; her çeviri kendi derecesinde bir yorumdur (ve kelimenin tam anlamıyla olanaksızdır). Bütün bunların yanında ve ötesinde, kayıt tutanlarla ilgili dikkate alınması gereken önyargılar söz konusudur (Bunlar, kendi görüşlerine göre yorumlayan dürüst adamlardır). Kıtaya ilk ulaşan din adamlarının İncil’den kaynaklı önyargıları vardır. Onlara göre Babil Kulesi ve Dağılma, yeni ve gerçek olaylardır. Akıllarındaki bütünlük bir Nuh Tufanı kabul edilirse, benzer nitelikteki olaylar hakkındaki yerli efsaneleri okumalarından veya Kızılderililerin Sam’in hangi çocuğundan geldiklerine dair tahminlerinden daha mantıklı bir şey olamaz. Kayıp Kabileler’in göçmen torunları, uzaklarda dolaşan Budist keşişleri, denizde yolculuk eden Doğulular ve unutulmuş Atlantis hakkında geleneksel görüşler vardır ve (okudukça daha fazla hayran kalınan) Abbé Brasseur de Bourbourg’un fevkalade Antropoteizmi3 söz konusudur; de Bourbourg kabilesinin ne ilki ne de sonuncusuydu ama kesinlikle hepsinin en yeteneklisiydi. Yine şeytana nadiren uzak duran ve Tanrı’nın genellikle yakın olduğu misyonerlerin teolojik önyargıları vardır. Ve en inatçı malzemeleri sakince fetişleştiren antropologların ve modelin bir zamanlar onlar için kurulmuş olduğu filologların daha az kökleşmiş önyargıları vardır. Amerika, insanın hayal gücünün muammasını okumanın tüm bu yöntemlerinin gösterimi için zengin bir saha olduğunu kanıtlamıştır ve renklerin bir yansıması olmadan meselelerin rapor edilmesi pek de arzu edilmez. Ama aslında, mit anlamdan ayrı olarak nasıl mit olabilir ki?

Bu (hiçbir dolambaçlı yoldan sapmadan), mitolojinin anlamı ve ona olan ilgimiz hakkında bir miktar değerlendirmeye götürür bizi. Bu ilgi farklı sebeplere dayanıyor olabilir. Ramon Pane’den bu yana, diğerlerinden daha gerçek bir materyal sunan, Amerika için borçlu olduğumuz ilk ve hâlâ kalıcı olan ilgi, Hıristiyan misyonerin yerli zihinde bu yaklaşım noktalarını ve topluluk unsurlarını keşfetme arzusudur. Bu, onun Hıristiyan âleminin inancını yaymasını en iyi şekilde sağlayacaktır. Misyoner, pek çok durumda, elbette gerçekleri kaydetmek için tamamen şüpheli bir hevese kapılır. Ancak bu tür kayıtlarda, onu bu alana ilk getiren dürtünün etkisini tespit etmek genellikle mümkündür ve hizmetlerini onu takip eden herkesin minnettarlığı için bir mesele haline getirdiği de eklenebilir. Misyoner Brett’in Guyana Kızılderililerinin mitlerini şiirleştirmesinde örneklendiği gibi genellikle birincisinden keskin bir şekilde ayrılmayan ikinci bir ilgi, estetik ve yaratıcıdır. Klasik mitolojinin Hıristiyan Avrupa’nın sanatına ve şiirine katkısı herkesçe bilinir: Avrupa sanatı; Dante, Milton, Botticelli ve Michelangelo’ya olduğu kadar Homer ve Fidias’a da çok şey borçludur. Ayrıca, biçimleri kendi ifadelerini bu kadar iyi canlandıran antik taşlara ve putperest tanrılara duyduğu tutkuyla Rönesans merakı, Amerika keşfedilip fethedildiğinde doruk noktasındaydı. Yeni Dünya harikasının söz konusu olduğu bu ilginin, on sekizinci yüzyılın insani coşkusunda zirvesine ulaşan bir Amerikan egzotizm dalgasına dönüşmüş olması şaşırtıcı değildir. Günümüzde bu ilgi; sanatçılar, şairler ve müzisyenler tarafından yerel sanatlarda ve mitolojik temalarda kalıcı güzelliğin unsurlarını keşfetmeye yönelik bilinçli bir çabayla, daha ağırbaşlı ama daha az verimli bir şekilde devam etmektedir. Belli bir bakış açısından estetik ilgiyi bekleyen bir tehlike vardır: Çoğu araştırmacı bilinçli veya bilinçsiz olarak bu tehlike ile karşı karşıyadır ve yerli mitlerin çoğu kaydedicisi materyallerini, bilinçli veya bilinçsiz olarak Avrupa’nın işlenmiş dillerinin geliştirdiği daha hoş ifade biçimleriyle süsler. Başka bir deyişle, asıl güdünün gerçekçi olduğu veya konu estetikse bizimkine yabancı bir zevk tarafından yönlendirildiği yerde sanatı bulma ya da benimsetme arzusunda yerli düşünceye uymayan bazı hususlar vardır. Öte yandan, sanatsal anlamda gerçek yaratıcı kazancın bir birleşmeden gelmesi gerektiğini kolayca kabul ediyoruz. Rönesans tarafından sağlanan birleştirme yolu sayesinde böyle bir sanatsal başarı örneği ile Amerikan Kızılderili sanatının fikir ve motiflerinin kendi estetik bilincimizce daha yakın bir şekilde benimsenmesinin, aynı öneme sahip bir Amerikan Rönesansı ile sonuçlanabileceğini umabiliriz.

Amerikan mitolojisine ilgi duyan üçüncü grup antropologlardır ve bu alanı günümüzde en çok onlar geliştirmektedir. Buradaki esas, bilimsel meraktır ve bu merak doğa ile tarih bilimleri yaklaşımına sahiptir. Söz gelimi, materyallerin tam olarak kayda geçirilmesini ve ayrıntılı incelenmesini; yani ana dillerdeki metinlerin korunmasını ve etnolojik ve arkeolojik gözlemlerin dikkatli bir şekilde yorumlanmasını çoğunlukla antropologlara borçluyuz. Doğal olarak buradaki temel sorun, Amerikan Kızılderili halklarının kökeni ve dağılımı ile tarihlerinin hem fiziksel hem de düşünsel olarak yeniden yapılandırılmasıdır. Bu alanda gerçekten büyük adımlar atılmıştır. Bu dağıtım ve oluşum sorunuyla birlikte, doğanın (insan ve çevre) ifade biçimleri üzerindeki etkisine ilişkin tamamlayıcı, üçlü Darwinci eğilimleriyle filolojik, sosyolojik ve daha kesin olarak ekolojik olmak üzere üç yöne atfedilebilecek bir soru birlikte var olmuştur. Nihayetinde birbirini tamamlayan iki sorun, insan doğasını yorumlama çabasına dönüşür. Geleneklerinin gücünden ve ırksal dayanışmadan kaynaklı koruyucu bir direniş sunarken bile değişikliğe uğradığı karmaşık dünyaya dönük belirgin tepkilerinde insan doğası görülebilir. Bu, temelde insan psikolojisine duyulan ilgi anlamına gelir.

Mitolojiye ilginin antropolojik olandan felsefi olana geçtiği nokta burasıdır. Felsefe, insan zihninin genelleştirilmiş bir öz yaşamöyküsünü elde etmeye çalışır. Kaçınılmaz olarak psikolojiyle ve duyularımızın (iç ve dış) bizim için belirlediği temel deneyim birlikleriyle başlar, insan deneyiminin tüm çeşitlerinin anlam aralığını ve doluluğunu keşfetmeye çalışmakla devam eder. Filozoflar, bu nedenle mitolojiye öncelikle psikolojik bir bakış açısıyla yaklaşırlar. Mitolojinin yansıttığı kadarıyla zihnin karakterini yorumlamakla, insan düşüncesindeki duyu imgelerini, içgüdü, tür ve akrabalık, konuşma ve sayı imgelerini çözümlemekle, mevsimleri, döngüleri ve belirgin başkalaşımları ile insan ruhunun görünür ve duyulur dünyaya doğal tepkilerini incelemekle ilgilenirler. Bu, görünüşe göre, insanı kuşatan bir dış dünyanın akışkan ve tutarsız karakterine dair belirsiz gibi bir bilinçle başlayan ve fiziksel nesnelerin alegorisi ve draması anlamında doruğa ulaşan tepkiler ve güçleri ile sınırlamaları konusunda hâlâ belirsiz olan düşünceli bir benliğin keşfidir. Biyografik hikâye uzundur, vahşilikle başlar ve en yüksek uygarlığa doğru devam eder. Bu süreç bugün hâlâ devam etmektedir ve insan yaşadığı ve düşündüğü sürece devam edecektir ama yapısız da değildir ve sürekliliği, insan hakkındaki bilgimizin genişlemesiyle daha da belirginleşir.

Belirtilmiş olan ilgilerden her birinin, herkes için en uygun olan nihai ilgiden, yani insan refahı için ortak bir kaygıdan pay aldığı veya bu ilgiye götürdüğü eklenmelidir. Misyonerlerin ilgisi en başından beri açıkça bu şekilde harekete geçirilmiştir ve bu ilgi Amerika’ya uygulandığında, (Las Casas ve onun birçok önemli ardıllarında) havarilerle ilgili gerçekten harika bir figürler dizisi üretilmiştir ve bunlar kendi içlerinde insan doğasının olanaklarının dokunaklı bir ifadesidir. Estetik ilgiye eşlik eden hümanizm de en az bunun kadar dikkat çekicidir (Burada Montaigne’in anlayışlı merakından, on sekizinci yüzyıldaki saflığıyla fantastik Rousseau’dan, “doğa adamı destanı”yla Chateaubriand’dan veya Fenimore Cooper’ın vahşi şövalyeyi idealleştirmesinden bahsetmek gerekir). Antropolog ve filozofun merakı, insani şeyler hakkındaki tüm dürüst meraklar gibi, sonunda anlayışa, sempatiye ve nihayetinde insani ilerleme hakkındaki anlatının her bölümünü aydınlatan görülür faydayı korumak için etkin bir arzuya yol açar.

Son olarak, Amerika kıtasının tüm bu ilgiler için fayda bakımından gerçekten eşsiz bir alan sağladığını gözlemlemeye değer. Sakinlerinin insanlığın geri kalanından uzun süre izole kalmaları, yerli başarılarının biçimlerinin ve seviyelerinin çeşitliliği, başardıklarının genel olarak insanlık için kendine özgü değeri; bütün bunlar, Yeni Kıta’nın halkalarını uzak bir geçmişte aynı soyu paylaştıkları Eski Dünya halklarından neredeyse tümüyle ayırmak üzere bir araya gelir. Her iki Dünya’daki yaşam tarzları ve düşünce eğilimleri arasındaki benzerliklerin, farklılıkları kadar çarpıcı ve sayısız olduğu doğrudur ancak bu durum kendi içinde çok önemli bir değere sahiptir çünkü fiziksel olduğu kadar ruhsal bir birliğe vurgu yapar ki bu, tüm insanlığa aittir.

Burada tanımlanan tüm ilgi alanlarının bir kitapta karşılanamayacağı açıktır. Bununla birlikte esas olarak bulunacak malzemelerin neler olduğunu ve erişilebilir çalışma kaynaklarına atıfta bulunarak bunların nasıl dağıtıldığını göstermesi gereken bir açıklamanın herkese katkı sağlaması mümkündür. Bu çalışmanın en iddialı amacı budur.

1.15. yüzyılda ortaya çıkan iki ya da üç Latin yelkenine sahip olan yelkenli bir gemi türüdür. (ç.n.)
2.Mayaların Klasik Kiçece kaleme alınan kutsal kitabıdır. Adı “zamanların kitabı” ya da “olayların kitabı” anlamına gelen Popol-Vuh, Mayalarda kadim zamanlardan beri aktarılagelmiş sözlü geleneğin yazıya geçirilmesiyle oluşmuştur. (e.n.)
3.Tanrı’nın şeklen insana benzetilmesi tavrına verilen isim. (ç.n.)
399 ₽
9,29 zł