Zirve

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

ŞAİR VE GÖL

Ali AKBAŞ
 
Ohri,
Güzel göl,
Nazlı göl,
Midye karnında bir inci
Balkanlarda ceylanların sulağı
Turnaların sevinci
Ve her yaz
Çevresinde yüzlerce dilden
Şiirler okunan
Karaorman dağlarının karıyla
Kara Dirim’in sularıyla beslenen
Sırlı bir ayna
Lâkin
Böyle küçük bir gölcüğe sığar mı hiç
Şiirleri ve felsefesiyle
Kocaman bir transatlantik
Ferid Muhiç
 

FERİD MUHİÇ
Mariya LEONTİÇ

Prof. Dr. Ferid Muhiç; şair, yazar, felsefeci ve dağcıdır. 1943’te, Bosna’nın kalbi durumunda olan Mahoye köyünde, Visoki Rudini dağının gür ormanları arasında, Borovniçki Viv tepesi yakınlarında doğmuş; genellikle tek başına, Balkanlarda, yüksekliği 2000 metreyi aşan dağları gezmiş, onların tepelerine tırmanmıştır. Silahsız, çadırsız, yemeksiz ve susuz… Hatta zaman zaman ayılarla çilekleri paylaşarak ve kurtlarla aynı kaynaklardan su içerek… Bir gün bile aç ve susuz kalmadan, her zaman tek başına, hiçbir zaman yalnızlık hissetmeden ve bunun insanların iyiliği sayesinde olduğuna inanarak yaşamıştır. Bu sebeple, Fe-rind Muhiç, insanların sözlerini, kaderlerini ve hayatlarını gözlemler. Onları dinlemek, anlamak ve olduğu gibi kabullenmek, onun felsefesi olmuştur.

Dünyayı da boydan boya ve tek başına, yine yalnızlık duymadan gezmiştir. Böyle hissetmesinin bir sebebi de bu yolculuklarda ona bir şahinin arkadaşlık etmesidir. Ayrıca o, kendisini çocukların, köpeklerin ve atların sevdiğine; konuşmasını çamların, ağaç gövdelerinin anladığına inanmaktadır. Vahşî hayvanlarla, çimenlerle, çiçeklerle özel diyaloglar kurmuştur. Bu yeteneğini ona, Moder Vir’in eteğindeki gölgelikte uzun uzun sohbet ettiği yılanlar kazandırmıştır.

Ferid Muhiç, hâlen Üsküp Aziz Kiril ve Metodiy Üniversitesinde Çağdaş Felsefe ve Yeni Çağ dersleri vermektedir. Bu üniversitede Felsefe Antropolojisi, Din Felsefesi ve Siyaset Felsefesi gibi yeni dersler okutulmasını da o başlatmıştır. Estetik, Lojik, Hermeneutik gibi dersler de vermektedir. Avrupa ülkelerinden, Amerika ve Malezya’ya kadar dünyanın birçok üniversitesinde misafir profesör olarak çalışmıştır. “Falco Peregrinus, Altın Kalkan, Catena Mundi, Rüya Sigarasının Dumanı, Doctor Solaris” gibi, yirminin üzerinde, çeşitli konularda yayınlanmış kitabı vardır.

Ferid Muhiç’in eserleri; Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, Malezya, Türkiye ve İtalya’daki felsefe ve edebiyat antolojilerine de girmiştir. Bu eserlerin birçoğu; Arnavutça, Arapça, Fransızca, İngilizce, Almanca, İtalyanca ve Türkçeye çevrilmiştir.

Ferid Muhiç’in Sanatı

Bazı şairler, çok yazmalarıyla tanınır; bazılarıysa yazacaklarını uzun zaman kendi içlerinde olgunlaştırdıktan sonra az ve öz yazarlar. Ferid Muhiç’i, şiire yaklaşımıyla, ikinci gruba dahil edebiliriz. Yayınlanmış yirmi eserinden sadece üçü şiir kitabıdır: Falco Peregrinus (1988), Yüz Adımdan Öte (1994), Rüya Sigarasının Dumanı (1996).

Bu üç kitapta yer alan şiirler, şairin içinde uzun süre olgunlaştıktan sonra bir solukta doğmuş şiirlerdir. Sanatçının bütün şiirlerinde olgun ve tecrübeli bir felsefe ve lengüistik bilim adamının şuur ve gönül yansımaları görülmektedir. Bunun dışında, şairin edebiyat, folklor ve tarih alanındaki birikimi de şiirlerini besler. Kısacası bu şiirler, çok okumuş, çok gezmiş ve çok görmüş bir insanın şiirleridir.

Falco Peregrinus: Şairin ilk kitabıdır. Felsefî ağırlıklı olan bu kitapta sanatçı; Diogen, Descartes, Spinoza, Leibnitz, Copernik, Hegel, Kant, Engels ve Einstein gibi görüşleriyle dünyayı etkileyen düşünürleri konu eder. Onlarla konuşur, tartışır ve polemiğe girer.

Yüz Adımdan Öte: Şair bu kitapta, felsefî yoğunluktan çok, estetik ve lirizmle dikkati çeker. Buradaki şiirlerin bütününde “Zirveye Ulaşma” felsefesi hâkimdir. Kısaca, ideallere ulaşma yolunda gösterilecek çaba, söz konusu edilmiştir.

Rüya Sigarasının Dumanı: Bu kitapta felsefe ve lirizm, doğa ve folklor sevgisiyle birleşerek pastoral bir zevke dönüşür. Şair, gitgide olgunlaşan tecrübesiyle sanatının doruklarına tırmanır. Eserin birinci bölümünde Platon, Nietszche, Kant, Spinoza, Schopenhauer, Odisey, Solomon gibi felsefe, devlet ve tarih adamlarıyla tartışan şair, aynı zamanda kendi görüşlerini de öne çıkararak, şiirlerine ağırlık ve derinlik kazandırır. Yine bu şiirlerde şairin; iyilikle kötülük, umutla umutsuzluk, cesaretle korkaklık gibi tezat duygular karşısındaki insanoğlunun ikilemini, zamanı ve önyargıları aşma çabasını işlediğini görürüz.

Kitabın ikinci bölümünde yer alan şiirlerde ise, sevgi konusu, ilk defa bu kadar yoğunluk kazanır. Yine büyük ölçüde folklordan beslenen bu şiirler, şairin en lirik şiirleridir.

Ferid Muhiç’in şiirlerinin ortak özelliği, hayatın en çekilmez olduğu anlarda bile aydınlığa ve umuda yönelmesidir. Zaten böyle olmasa, hayat çekilmez olurdu. Zaman zaman hepimiz, kötülük ve ihanetlerle karşılaşırız. Fakat aslolan, yaşama sevincimizi ve mücadele azmimizi yitirmeden yaşamaktır. Bu şiirlerin çevirisini yaparken, ben de sonsuzluk sohbetini yaşadım. Her şiirde, sanki önümde yeni ve sonsuz bir ufuk açılıyor ve ben biraz daha olgunlaşıyordum.

Elinizdeki kitapta, şairin sadece üç kitabından ve kendisinin önerdiği şiirlerden yapılan çeviriler yer aldı. Fakat şahsen etkilendiğim ve çevirisini yaptığım bazı şiirleri de bu kitaba dahil etmekten kendimi alamadım. Kitap, Makedonya topraklarında yaşayan üç halkın diliyle -Boşnakça, Makedonca ve Türkçe- hazırlandı. Birinci ve ikinci kitaptaki şiirlerin Boşnakçadan hem Makedoncaya hem de Türkçeye çevirileri ile üçüncü kitaptaki Boşnakça ve Makedonca şiirlerin çevirilerini ben yaptım. Üçüncü kitapta bulunan şiirlerin çevirilerini yaparken, hem Boşnakça hem Makedonca varyantlardan yararlandım ve şairi örnek alarak, daha hür çeviri yapmaya dikkat ettim. Henüz yayınlanmamış olan “Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselişi ve Çöküşü” adlı şiir de kitabın sonuna ek olarak konulmuştur. Bu şiirin çevirisini, Neyat Selman’la birlikte yaptık.

Bu kitabın bilgisayarda yazılıp, düzenlenmesini bilgisayar eğitmeni Branko Gligorov’dan edindiğim bilgilerle gerçekleştirdim. Bilgisayarda kullandığım fontları ise, Üsküp Filoloji Fakültesi’nden alarak, fakültenin bilgisayarcısı Goran İvkoviç tarafından bilgisayara yüklettim.

Bu kitabın hazırlanmasına yardımcı olan Ferid Muhiç, Hüseyin Özbay, Ali Akbaş, Esen Beyzat, Branko Gligorov, Goran İvkoviç ve Neyat Selman’a içtenlikle teşekkür ederim.

Yaz, 2004 Üsküp

FERİD MUHİÇ KİM ?
Hüseyin ÖZBAY

 
Sevmeyen sevilmeyen
Yaşıyor mu gerçekten
 
F. Muhiç

Üsküp’te geç tanıyıp erken ayrıldığım büyük dost, Boşnak asıllı, yazar, şair ve felsefeci Ferid Muhiç, kendisiyle ilgili küçük özgeçmişinde önemli şeyler söylüyor. Mariya Leontiç, Kardeş Kalemler’de yer alan bir değerlendirmesinde onun nasıl silahsız ve yiyeceksiz Balkan dağlarında dolaştığını anlatır. F. Muhiç, gerçekten de, bütün sadeliği içinde, inanılmaz bir adamdır. Dağlarda yılanlarla su içmesi ve ayılarla yiyecek paylaşması; yalan değil, gerçek… Toprağı, vatanı, yokuşu inişi, dağı, tepeyi, koyağı; çiçeği, bitkiyi, hayvanı sadece tanımıyor, dost oluyor onlarla. Farkı da burada. Antik düşünce sistemleri ile birlikte modern felsefe ve sanat akımlarını da iyi bilen ve bilgisini yumuşatarak günümüz için de yaşanır ve etkiler hâle getiren bir entelektüel o. Osmanlıyı ve gerçek Türk kültürünü derinden anlamış bir insan. Türkçe bilmez, ama ninesinden duyduğu birkaç kelimeyi o kadar güzel söyler ki, onu eski İstanbul Türkçesiyle konuşuyor sanırsınız.

Bir büyük felsefeci ve sanatçının vatana, toprağa, dağlara, sulara, kuşlara, çocuklara bağlılığını ve inanılmaz duyarlılığını Kardeş Kalemler dergisinin Nisan (2008) sayısındaki “O TEK MISRA” yazısından okuduk. Üsküp’teyken, İlhami Emin tarafından, Türkçe’ye çevrilen “Altın Kalkan” adlı deneme kitabıyla ilgili kendisiyle epeyi konuşmuştum. Sağ olsun Mariya Leontiç, zor olan işimi kolaylaştırmıştı. Çünkü bütün sadeliği içinde, taşıdığı ince ayrım ya da ayarlar sebebiyle onun Boşnakça veya Makedonca sözlerini anlayıp aktarmak kolay değildi. “Altın Kalkan” kitabını, satır altlarıyla okuyarak ya da karine yoluyla anlamaya çalıştım. Daha sonra kendisinin isteği üzerine Üsküp’teki Birlik gazetesinin salonunda, bu çeviriyi tanıttım ve hakkında bir yazı yazdım.

M. Leontiç tarafından tercüme edilip Ali Akbaş’ın redaktörlüğünde hazırlanan şiirlerin yayınlanması sebebiyle, aslında felsefe profesörü olan Ferid Muhiç ve yazarlığı hakkında, onun “özel kimlik”i karşısında biraz çekinerek bir şeyler söylemek istiyorum.

Kendi dairesinde, büyük dünyasını minimal bir tarzda gösteren veya kendi kendisi hâlinde geliştirdiği bir hayat yörüngesinde kalıp, üretken bir entelektüel yalnızlığı yaşayan Muhiç hakkında bir şeyler söylemek, benim için hem mutluluk hem de zor bir görevdir. Avrasya Yazarlar Birliği’nin Onu; Türkiye bilim, sanat, felsefe ve edebiyat çevreleriyle tanıştırmasından da ayrıca bir memnuniyet duyuyorum. F. Muhiç, aslında bizimle fazla bir arada olmamış olsa da bizden birisi gibidir. İnanmayan ona; dağlarımızı, karabaşımızı, kangalımızı, yörüğümüzü, Balkanları, Osmanlıyı, Yunus Emre’yi, Âşık Veysel’i sorsun.

Büyük dost Ferit Muhiç, çocukken ilk defa köylerine bir şair geldiğini ve etrafındaki halkayı aşarak gidip ona dokunduğunu anlatır. Mutluluk, dokunulan şey aslında. Bu dokunuş, dolaysız büyük odaklanma, onu gerçek bir şair yaptı. “Yazan şair” değil, “yaşayan şair” olması da bundan. “Şair olarak yaşayın, çünkü günün birinde bir çocuk size dokunursa, kanmasın, aldanmasın.” diye bizi uyarır. Aradığım, istediğim, benim için ütopya olan bir dünyada ‘mutluluk temas’ı bu; başka şey de gerekmez. İnsanı, gerçek anlamaya, duymaya ve içselleştirmeye götüren billur bir yol.. “Dokunduk, ama dokunmadı bize” demek ne güzel! “O Tek Mısra” yazısında F. Muhiç, “Yaşıyorum, biliyorum; şair miyim bilmiyorum” diyor, ama ben de onun, çocukken köylerine gelen bir şaire dokunması gibi, ona dokunacağım; böylelikle de sadece bir şaire değil, büyük bir dosta, bir bilim ve sanat adamına; bir dağ, gök, yer ve kuşların bilgesine dokunmuş olacağım.

 

ŞİİRİ, FELSEFESİ ve DÜNYASI

F. Muhiç, birçokları gibi, spekülatif soyut bilgi ve idrakte kalmıyor. Ağır felsefî problemleri âdetâ yeni bir dille güncelleştiriyor, yaşanılır kılıyor; sonra da avucumuza sevebileceğimiz bir kuş gibi bırakıyor. Felsefeyi imbikten geçirilmiş bir şiir diliyle güzelleştiriyor, yumuşatıyor ve paylaşıyor. “Buyurun!” diyor, “Buyurun, bilgi dostunuzdur! Tabiat, dostunuzdur! Kuşlar, hayvanlar, dostunuzdur!” Bilgi ile insan arasına kara kediler koyan kara yüreklilere karşı, Muhiç, bilgiyi sempatikleştiren adamdır. Felsefenin kendinden menkul -spekülatif, entelekt- kavrayış güçlüğüne karşı onda şiir, yumuşatıcı bir ilaç, büyük ve zor düşüncelerin duygululaştırıldığı mor bir kanaldır.

F. Muhiç’in bütün şiirlerinde, çocuksu bir bilgi ve dünya algısı sezilir. Gestalt’ın çocuk idrâki için geliştirdiği teori, tam da onu tarif eder. Çocuklar için söylenilen “katılım-aynîleşme yasası” onda da görülür. Her şeyi, büyük bir şeyin sistematik aygıtı olarak görür. Bölüp, parçalayarak indirgemek yerine, “bütünleştirme” ya da “ bütüne iştirak” duygusu, onda sadece entelektüel bir ilgi değil, bir yaşama biçimidir. ,O, yalnız, varlıkların birliğine değil, zamanların birliğine de inanır. Spinoza’nın etkisini, bilgi sisteminden hayata çevirmiştir. Bir nevi “tayy-i zaman”, Muhiç’in ruhunda saklıdır. Onun içindir ki Hegel’le giriştiği tatlı polemikte “Hâlâ başlangıcın tohumundayız biz/ Lojik bilginin ilk sayfasında/ Bizim “varlık” da hâlâ ve ebediyyen bizim “yokluk”a eşittir” der ki bu felsefî tenâkuz, bir nevi “fenafillah” mertebesidir. Onun “Sonsuzluk Sohbeti”, aklı şaşırtır: “…Sonsuz sayı eşittir/ Çarpı sonsuza/ İşte böyle/ Bütün toplamalar, çarpmalar/ ve bölmeler çıkarmalar bitince/ Yine biz sonsuzluk başlamadan/ Önceki yerde olacağız” der.

Şeyh Galib’in “Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” diye özetlediği insana, -Engels’in kalabalığın devrimi teorisine ince gönderme yaparak- nicelikten ulaşılamayacağını söyler. Engels’in kütlevî insan yanılgısını şu mısralarla ne tatlı anlatır: “…Ne kadar çoğalırsa çoğalsın insanlar/ Kabarsın, taşsın, aksınlar/ Hiçbir zaman/ Nicelikten niteliğe geçemez/ Ne kadar isterse istesin onlar/ Hiçbir zaman/ Hepsi birden/ Bir tek insan etmez.” Görüldüğü gibi, onun birlik düşüncesi ve duygusu, insanları ve insanlığı değil, insanı görebiliyor. “İnsan ve Dünya” şiirinde de böyledir: “Bırak denesinler/ Şaşırtsınlar, korkutsunlar/ Tavlasınlar/ Dünyanın bütün yanlış yolları/ ve kavşakları/ Emredilen/ en geniş yoldan daha iyidir/ Senin yolun.”

Bir Tevrat vakası ve projeksiyonu olan Armagedon mitinde, Tanrı’nın desteğiyle zafer kazanılacak, ama, Yahudilerin alçaltıcı lafzıyla dünya, tabiat ve Mog-Magoglar (Yecüc Mecücler) ezim ezim ezileceklerdir. Tanrı, Yahudileri koruyacak; ötekilere ise, ateş yağdıracak, onları katran kuyularında yakacak ve üzerlerine dağları devirecektir. Böyle bir mitleştirilmiş dinî olayın, geçmişte kalmayıp ebedî bir kindarlığın vasıtası olarak gelecek için öngörülmesi ve beklenilmesi, onun mitolojik masumiyetini de ortadan kaldırır.

Armagedon’u diğer tarihî, dinî mitolojiden ayıran, bir kavmin onu gelecek için düşünmesi ve buna inanmasıdır. Oysa bilinen mitler, tarihte olmuş ve orada kalmıştır. Tarihî ve dinî mit ve sembollerden ders çıkarıp yararlanmak başka şeydir, gelecekte insanların yarısını kahredecek bir ütopyaya inanmak başka. Bu sebeple, Ferid Muhiç’in Armagedon şiirinde, yok edilen dünya ve varlık, bir derin çığlık hâlinde dile gelir.

Dünyanın, tabiatın ve bütün varlığın büyük dostu olan şair, buna kayıtsız kalamaz. Büyük feryat, büyük bir şiirle birleşir burada. F. Muhiç, bu şiirin mısralarına; bütün insanlığa anlamlı ağıt yakan lirik bir deha gibi karışır: “Dağlar/ Bütün balıklar / Sütliman denizler / Toz kasırgalarının içinde kaybolacak/ Alnımın arkasını sakinlik bastığı zaman/ Hayal ettiğim bütün diyarların/ Kanatları kapanacak/ Bu hayret bende/ Daha büyük bir hayretle/ Yok olduğu zaman/ Geçmiş ve gelecek kol kola dolaşacak/ Bütün parlak günler/ Bütün yağmurlar, yıldızlar, aylar/ Ve bütün çocuklar/ Bir zamanlar benimle birlikte olan/ Bütün varlıklar/ Dağılacak”

To koniec darmowego fragmentu. Czy chcesz czytać dalej?