Mavi Urbalılar

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Jak czytać książkę po zakupie
  • Czytaj tylko na LitRes "Czytaj!"
Mavi Urbalılar
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

Bu Romanın ismini seçen, davayı simgelemesini isteyen yüce şehidimiz Nejdet Koçak’ın tahir ve muttahar ruhuna, onun izinde bu davayı savunan dava dostlarıma.


BU HİKÂYE

BU ROMANIN bir hikâyesi vardır. Irak Türkleri davasının lideri olarak kabul ettiğimiz ve hâlâ o görüşte olduğumuz, ruhumun ikizi olarak vasıflandırdığım, senelerce aynı kulvarda koştuğumuz Nejdet Koçak’ı anlatan bir hikâyedir.

Günlerin birinde bizim millî dergimiz olan Kardaşlık’ta yayınlanan bir şiirimi eline alıp yüksek sesle okuyordu. Şiirin sonunda şöyle bir ifade geçiyordu:

“Mezar taşım üstünde maviler dalgalansa.”

Baktı uzun uzun ve şöyle dedi:

– Bir roman yazmanı istiyorum senden bir gün. Adını ben koyuyorum: Mavi Urbalılar.

Okumayı çok severdi ve bu sevgisini herkese aşılardı. Bilenler bilir; yatak ucunda bir kitap bulunurdu her zaman, uyumadan mutlaka okumak istediğini, ancak onu bitirmeden sabahları başka bir kitaba da başlayabileceğini söylerdi. Aynı anda bir kaç kitap olurdu gündeminde.

Nejdet Koçak barıştan ve sevgiden yana bir insandı. Mavi Urbalılar ismini önermesi eski kuşakların Kara Gömlekliler veya Kahverengi Gömlekliler, Fırtına örgütleri gibi Faşist ve Nazilerin isimlerine özenmek veya benzemekten kesinlikle kaynaklanmıyordu.

Kendisinin bir misyonu vardı ve onu devamlı diri tuttu. Yalan yoktu onun kitabında, öyle ki tutuklanıp ve idam edileceğini bildiği halde tahkikatı yapanlara doğruları söyledi. Kendisine zarar vereceğini bildiği halde savunma için yalan söylemedi. Sonradan ortaya çıkan ifadesinde bu konu bütün çıplaklığıyla görülmüştür.

Ne yazmıştım bir zamanlar dava arkadaşları olarak onu andığımızda:

“Yetiştirmek… Bu olgu onun için en önemli misyondu. O hatalara değil, doğrulara bakardı; hiçbir zaman radikal bir çizgiye yaklaşmadan, insana dönük ve insanın en yüce hislerine hitap edecek bir çizgiye girerdi. Belki zaman zaman sırf bunun için, yakın halkasındaki insanlarla yolları kesişirdi. Herhangi bir insana fazla güvenmemesi gerektiği söylendiğinde, yüzünde bir hayret ifadesi belirirdi. Nasıl olur da tanıştığı, elini sıktığı bir insanın içinde kötülük olabilirdi! O gördüğü her insanı sever, kusurunu görmez, gördüğü yanlış işaretleri kendi hassasiyetine göre yorumlar ve karşısındakini haklı çıkarmaya çalışırdı. Korkunç kaybımıza sebep olan ihanetler de belki bu yüzden olmuştu. Kendisine benim de şahit olduğum konularda bizim çırpınışımız ne kadar normal ise, şimdi düşünüyorum, onun da tavrı gayet normaldi. Çünkü nihayet biz insandık, o ise elini meleklere uzatmış yetişemeyeceğimiz ve çok zor bir misyon üstlenmiş bir varlıktı.”

Üstünde durulması gereken meziyetleri vardı ki enginlere sığmaz, ancak herkesi kucaklamaya yeterdi:

“O, kafasındaki olguyu işliyordu. Onun aklında dürüst insanların bir çizgi etrafında toplanmaları, hiç taviz vermeden hayatlarının her anında dürüstlüğü yaşamaları ve yaşatmalarının düşü vardı. Benden bu temayı işlememi ve bir çizgi etrafında toplanan insanlara bir ad vermemi istiyordu.”

Dostluk onun için bir ihtiyaç, bir vicdan parçası idi:

“Onun dürüstlüğü gibi, dostluğu da enginlere sığmazdı. Dostu için yapamayacağı şey yoktu. Onu frenleyen sadece prensibiydi. Karşısında aynı prensibi paylaşan bir insan oldu mu, artık onun istemesine lüzum yoktu; onu mutlu etmek için adeta planlar kurardı. Onun dostluğu, şefkatli bir dostluktu. Yorucu bir seyahati beraber yaptığımız zaman, o uyumayı düşünmez, uyumam için omzuna yaslanmamı isterdi. Onun dostluğu yaş sınırı tanımaz, devamlı bir ağabeylik, bir babalık şefkatine bürünür ve insanlara sevgiyi ve dostluğu adeta damla damla akıtırdı. Ona kendisinden yaşça büyük olanların dahi Ağabey diye hitap etmeleri de artık çok normaldi.”

İşte Mavi Urbalıların simgesi, lideri ve tüm kuşakların dostu Nejdet Koçak böyle bir mesaj vermek istiyordu diye düşündüm.

Bu hikâyede mecazen isim olarak geçenler sizlersiniz. Burada binlerce Sancar, yüzlerce Mustafa, onlarca Hüsnü ve İhsan ve kim bilir kaç Ziya, Reşit, Gazi, Emire ve Semire vardır.

Ancak biri vardı ki o tekti, O Nejdet Koçak isminde bir kahramandı ki Irak Türkleri hayatından geçti, ama bitmedi. Onun yoluna devam ettiğimiz müddetçe de aramızda yaşamaya devam edecektir.

Erşat Hürmüzlü
İstanbul, 2020

I

POSTACI FAHRİ ağır adımlarla asfaltları yer yer yıpranmış sokakta ilerliyordu. Her gün sabahtan yaya olarak çıkar, kenarları bayağı yıpranmış, rengi soluk kahverengi çantasını koltuk altında sım sıkı yakalayarak posta dairesine uğrar, kendisine tahsis edilen raftan mektup ve kartpostalları itina ile çantasına yerleştirir, hafif bir gülümseme ile Kerkük’ün Korya yakasının her üç mahallesini dolaşarak kendi deyimiyle “emanetleri” dağıtırdı.

İki katlı binanın önüne geldiğinde çantasından bir kartpostal çıkarmış ve zili çalıyordu. İkinci katın mahalleye bakan penceresinden genç bir kızın başı göründü.

– Kim o?

Fahri, kıs kıs güldü. Bir müjde vereceğinin farkında idi. Haber bekleyen ailelerin bir an önce öğrenmesini istediği haberleri kartpostalların arkasını okuyarak acele bildirimde bulunurdu. Korya sakinleri buna alışıktı. Hiç kızmaz, hatta bazen verdiği haberlere sevinerek kendisine tatlı ikramında bulunurlardı.

– Geliyor. Nejdet önümüzdeki pazar günü burada olacak. Çok şükür mezun olmuş ve memleketine kavuşacak.

Yukarıdan bir çığlık sesi yükseldi:

– Anne koş. Fahri amca bak ne diyor. Kardeşim mezun olmuş, çok yakında geliyor. Ben aşağı inip mektubu alıyorum.

Anne sevinç göz yaşlarını silerek düzeltti:

– Ne mezun olması kızım, doktor olmuş doktor.

Nejdet, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde doktorasını tamamlamış, Kerkük’e dönüyordu.

Kartpostalda son bir satır vardı ki postacı Fahri büyük bir ihtimalle ona önem vermediği için seslendirmemişti: “Sancar’a haber verin.”

* * *

Tam o sıralarda Sancar bu gelişmeden habersiz, Kerkük’ün işlek caddelerinin birinde ilerliyordu. Adımlarını biraz hızlandırdı, çünkü az sonra gün batacak ve o caddede bulunan askerî kışlada gönderden bayrak indirme merasimi başlayacak ve trafik duracaktı.

Caddenin öteki tarafında bulunan kaldırıma geçip Subay Evininin önünden hızlı adımlarla uzaklaştı. Eve geldiğinde ablası karşıladı Sancar’ı.

– Meral abla aradı az önce, sana söylememi istedi. Bu hafta Nejdet geliyormuş.

Sancar bunu duyar duymaz içeri girmekten vaz geçti, acele Çay Mahallesi’ne varmalı ve hazırlıkları hemen başlatmak için Mustafa ile bir araya gelmeliydi.

* * *

Nejdet geldiğinde onu Sancar değil, Mustafa karşıladı. Nejdet hiddetle sordu:

– Sancar nerde? Ona haber göndermiştim.

Mustafa gözlerini havaya kaldırarak bir süre cevap vermedi. Nejdet sorgu dolu bakışlarla Mustafa’yı süzüyordu.

Mustafa alçak bir sesle konuşmaya başladı:

– Ağabey, Sancar’ı dört gün önce içeri aldılar. Bir gece ablasının evinde hazırlık yapıp gereken haberleri gönderdi Sancar, ertesi gün onu içeri aldılar. Şu anda Bağdat’ta sorguda.

Nejdet’ten endişeli bir cevap bekleyen Mustafa susup bekliyordu.

Nejdet yavaş yavaş konuşmaya başladı:

– Merak etme Mustafa. O konuşmaz. Mavi Urbalılar hayatları pahasına olsa da ser verir sır vermezler.

Mustafa ferahladı:

– Zaten ondan sonra kimse tutuklanmadı ağabey, dedi.

Nejdet teyit edercesine kafasını salladı. Peki, dedi, bekleyeceğiz.

To koniec darmowego fragmentu. Czy chcesz czytać dalej?