Czytaj książkę: «Pers Mitolojisi»
Yazarın Önsözü
Pers mitolojisi üzerine yazılmış olan bu kitabın amacı, tam olarak başlığıyla izah edildiği gibidir. Pers anlatı geleneklerindeki mitolojik unsurların ne olduğuna dair oldukça kapsamlı bir açıklamadan ibarettir. Bu çalışma yalnızca mitlerle ilgili olduğundan dini, tarihi ya da arkeolojik konular bilinçli olarak dışarıda bırakılmıştır. Hakikaten bu çalışma, türünün ilk örneğidir çünkü Pers gelenekleri ve Zerdüştlük inanışlarının pek çok mükemmel açıklaması yapılmış olsa da bu açıklamalarda mitler, söz konusu gelenek ve inanışlar üzerinde etkiye sahip olduğu için yalnızca ikincil olarak ele alınmıştır. Bu durumun mitoloji meraklıları bakımından beraberinde getirdiği sıkıntılar aşikârdır. Bahsi geçen çalışmaların ya Perslerin dini tarihiyle ilgili olması ve çoğunlukla daha eski dönemden söz etmesi ya da Pers edebiyatına adanmış olup Mazdekçiliğin ortaya çıktığı döneme sadece kısa göndermelerde bulunması, mitoloji meraklılarının karşılaştığı güçlükleri daha da artırmaktadır. Şahnâme1 tercümesindeki çeşitli bölümleri açıklayan mukaddimeleri için Warners’ı tebrik etmemiz gerekse de bu Pers destanını Avesta mitleriyle birleştirmek amacıyla çok az şey yapılmış olduğu açıktır.
Bununla birlikte, Pers mitolojisi hakkında yapılacak bir çalışma hem çok değerli hem de ilgi çekicidir. Bir uzmanın bakış açısından yalnızca Pers medeniyeti ve düşüncesine dair sağlayacağı bilgi bakımından değil, genel olarak mitoloji uzmanlarına sağlayacağı malzeme bakımından da böyledir. Mitlerin efsane ve geleneksel tarihe doğru tedrici (derece derece) evrimini başka hiçbir yerde bu kadar açık olarak izleyemeyiz. Çoğu zaman Vedalardaki dönem ve yaratıcı mitolojiye ait aynı hikâyeleri daha belirgin ve sistemli hale gelmiş mitlerin Avestik dönemleri boyunca Pehlevi kitaplarındaki teolojik ve mistik anlatılara ve nihayet Firdevsî’nin destansı ve tarihi efsanelerine kadar takip edebiliriz.
İran’ın tarihi hikâyelerinin gelişimindeki genel hareketin böyle olduğuna hiç şüphe yok. Bu evrim kimi zaman ters yönde gerçekleşmiş midir? İran mitolojisine dair engin bilgiye sahip olan Dr. L. H. Gray, Yima mitiyle ilişkili olarak böyle düşünüyor gibi gözükmekte zira Encyclopedia of Religion and Ethics’te (ii. 702-704, Edinburgh, 1909) yer alan “Blest, Abode of the (Persian)” başlıklı makalesinde ilginç bir hipotez sunar. Buna göre Yima’nın dünyayı ardı ardına ziraata açması, Aryan göçlerine işaret ediyor gibi gözükmektedir. Yima’nın kişiliği hakkındaki yorumumla uyumlu olarak bu hikâyenin mitsel bir karaktere sahip olduğunu düşünüyorum. Fakat her halükârda tek bir çalışma, Pers mitolojisinin evrimi hakkındaki genel kanılarımızı değiştirmeyecektir.
Pers mitolojisinin ilginç bir özelliği de medeniyetimizin iki büyük ırksal unsuruyla yakından ilişkili olan iki kaynaktan çıkmış efsaneleri derleyip tutarlı bir sistemde birleştirmesidir. Vedalardaki Aryan mitleri, İran’da karşımıza çıkar ama Sümerler ve Asurlular gibi Dicle ve Fırat vadilerinin komşu halklarının etkisiyle büyük ölçüde değişmiştir. Pers mitolojisi açıklanırken zaman zaman Pers hikâyeleri Veda mitleriyle ya da Babil efsaneleriyle karşılaştırılmıştır. Bunun nedeni okuyucunun dikkatini bazı ilginç tesadüflere çekmektir fakat mevcut bilgimiz bu tesadüfleri doyurucu biçimde açıklamak için yeterli değildir. Bu yıl American Oriental Society’ye sunduğum bir makalemde bu mukayese yöntemini daha sistematik bir biçimde uygulamaya çalıştım. Ne var ki tamamen belge ve sunuma dayalı günümüz tezinde bu tür çalışmalara yer yoktur. Dolayısıyla, hipotezlerin kullanımı, mitler hakkında tutarlı ve akılcı bir açıklama getirmeye ve muhtemel tabiatlarına uygun olarak sınıflandırılmalarına izin verecek ölçüde kısıtlanmıştır. Aynı temel hikâyenin çok sayıdaki kopyasına da vurgu yapılmıştır. Çalışmam boyunca kişisel görüşlerimi de elbette belirttim fakat cüretkâr ve şüpheli hipotezlerde bulunmaktan kaçınmaya çalıştım.
Yalnızca Pers mitlerini tutarlı bir izah oluşturacak şekilde derlemekle kalmayıp gerçekleri açıklayan bu çalışmaya kolayca okunan bir biçim de vermek için gayret ettim. Gerçi Pers mitolojisi çoğu zaman çok sadedir. Şayet bu izlenim bazı bölümlerde hafiflerse, Darmesteter’in Avesta çevirisi ile Warners’ın Şahnâme versiyonunun şiirsel rengi sayesinde olacaktır. Bu serinin editörü, Avesta’dan yaptığı pek çok alıntıyı orijinalindeki gibi nazım haline getirerek de kendi yeteneğini kullandı. Elbette bunu yaparken Avesta’nın bu bölümlerinin yazıldığı ölçüye uydu. İngiliz okuyucular Longfellow’un Hiawatha’sı ile Finlerin Kalevala’sından bu ölçüye aşinadır. Nesir ile nazımın karıştığı bu pasajlarda ise Dr. Gray orijinal kaynaştırmayı yeniden sağlamıştır. Övgüye değer tercümeleri için Dr. Gray ile birlikte Darmesteter, Mills, Bartholomae, West ve Warners’a minnettar olsam da bu versiyonlar, gerekli tüm durumlarda orijinal metinlerle kıyaslanmıştır.
Columbia Üniversitesi’ndeki Indo-Iranian Seminar kütüphanesini kullanabilmeme olanak sağlayan ve İran’da kendisinin çektiği ve Persia Past and Present adlı kitabında kullandığı fotoğrafların negatiflerini bana veren Profesör A. V. Williams Jackson’a tüm kalbimle teşekkür ediyorum. Louvain’deki kütüphanemin zarar görmesinin ardından araştırmalarımı sürdürebilmem, Prof. Jackson’ın misafirperverliği ve Pennsylvania Üniversitesi sayesinde oldu. Görseller için Şahnâme’nin elyazmalarını cömertçe kullanımıma sunan New York’taki Metropolitan Museum of Art’a teşekkür borçluyum. Ayrıca Mysteries of Mithra adlı eserdeki dört görseli kullanmama izin verdiği için Open Court Publishing Company of Chicago’ya teşekkür ediyorum.
Transkripsiyon ve Telaffuz
Bu çalışmada Avesta, Pehlevi ve Pers metinleri ele alınırken benimsenen transkripsiyon çok yaygın türden değildir zira (kh için x, gh için γ, th için θ kullanmanın ya da vairya için vaᶤrya örneğindeki gibi artık kaybolmuş olan diftongları belirtmek amacıyla “üst” harflerden faydalanmanın, bu konuda uzman olmayan okurlarda akıl karışıklığına yol açacağı düşünülmüştür. Bu teknik transkripsiyon mitoloji uzmanları için değil filologlar için değerlidir.
Ünlüler genellikle İtalyancadaki gibi olup kısa yahut uzundur. Uzun ünlüler uzatma işaretiyle belirtilmiştir. Notlar bölümündeki birkaç pasaj haricinde ə sesi e şeklinde yazılmış olup hızlı söylendiğinde İngilizcedeki the man kelimesindeki e gibi “nötr ünlülerin” monoton sesiyle telaffuz edilir; ã ise kabaca Fransızcadaki am veya an sesine benzeyen bir nazal sestir; ão İngilizce all kelimesindeki a sesi gibidir (katı transkripsiyon kuralına göre ão sesi ãə şeklinde yazılmalıdır); ãi ve ãu İngilizcedeki aisle ve Latince aurum kelimelerindeki gibi söylenir; aē, ao, eu, ēu (tam olarak əu, ə u) ve oi seslerinde ise iki ses de okunur; ere (tam olarak ərə) İngilizcedeki better (bettr) kelimesindeki gibi vokalik r’yi temsil eder. Kimi zaman ölçüye göre bir diftongun tek ses haline gelmesi ya da tek bir uzun sesin iki kısa sese dönüştürülmesi gerekmektedir (cf. Ch. V, Not 54, Ch. Not 13). Bu, esas olarak etimolojiye bağlıdır ve bu tür durumların tamamını yönetecek bir kural verilememektedir.
Ünsüzler genellikle İngilizcedeki gibi telaffuz edilmektedir. Sapmalar şu şekildedir: c İngilizce church kelimesindeki ch ya da İtalyanca cicerone kelimesindeki c gibi söylenir; g daima serttir; t, t ile d arasında bir sestir; zh İngilizce azure kelimesindeki z ya da Fransızca jour kelimesindeki j gibidir; khv İskoçça ya da Almanca ch +v sesini temsil eder; kh, gh, th, dh, f ve w ise sırasıyla İskoçça loch ya da Almanca ach, Almanca Tag, İngilizce thin, this, far ve win kelimelerindeki gibidir.
Şahnâme’den yapılan alıntılarda Arapça d, h ve q sesleri bulunur; d ve h çok vurgulu telaffuz edilirken q ve k ise gırtlaktan çıkartılır. Firdevsî’nin Warner tercümesinde kullanılan transkripsiyon biraz farklıdır fakat kafa karışıklığına yol açacak kadar farklı değildir. Mesela, Arapça telaffuzdan ziyade Farsça telaffuza uyarak Dahhâk yerine Zahhâk yazılır. Ayrıca uzun sesleri belirtmek için uzatma çizgisi yerine aksan işaretini kullanır: i yerine î gibi.
Giriş
Etnolojik olarak Persler, Hindistan’ın Aryan halklarına çok yakındır. Vedik Hintlilerin diniyle pek çok benzerlik gösteren dinleri, İran’ın yedinci yüzyılda Müslümanlarca fethine dek ülkede hâkimdi. Antik dünyanın en engin ve ilginç dinlerinden biri olan bu din, bin üç yüz yıl evvel kendi doğduğu topraklardan sürülmüş olmasına karşın Hindistan’da bir yuva bulmuştur. Burada küçük ama oldukça etkili bir toplum olan Parsiler eski İran dinini yaşamaya devam etmektedir. “Persler” anlamına gelen isimlerinden de anlaşılacağı üzere İran’dan göç etmiş insanların torunlarıdır. İran’ın kadim inancını hem Ahameniş krallarının (MÖ 558-330) kitabelerinden hem de Avesta’dan biliyoruz. Bunlardan ikincisi ilahiler, tartışmalar, dini yaşam ilkeleri ve benzeri bilgilerin kapsamlı bir külliyatı olup en eski bölümleri büyük kralların hükümdarlığının öncesindeki çok erken bir döneme uzanmaktadır. Öteki bölümler ise çok daha geç dönemlere aittir. Hatta birçok araştırmacı bu bölümlerin Hıristiyanlığın başlangıcından sonra yazıldığını düşünmektedir. MS 226 ile 641 yılları arasında hüküm sürmüş olan Sasaniler döneminde Avesta’nın pek çok tercümesi ve tefsiri yapılmıştır. Bu tercüme ve tefsirlerde, kullanılan dil (Hindistan’ın Vedik Sanskrit diline çok yakın olan) Avestçe değil, İran dilinin daha yakın bir diyalekti ve modern Farsçanın ise daha eski bir formu olan Pehlevicedir. İran tanrıları ve kahramanları hakkındaki birçok anlatı bilhassa Bûndahish ya da “Yaratılış Kitabı”nda yalnızca Pehlevice olarak korunmuştur. Ek olarak, MS 1025 civarında ölmüş büyük şair Firdevsî tarafından yazılan ve Şahnâme, yani “Şahların Kitabı” olarak bilinen modern Farsçanın büyük destanı da aksi halde unutulmuş olacak birçok anlatı ve efsaneyi kurtarmıştır. Bunlar Şahnâme’de daha tarihi bir kılığa büründürülmüş olsa da gerçekte insanlaştırılmış mitlerden fazlası değildir.
Bu çalışmada yalnızca mitolojiyi ele alacağımız için antik Pers dinine dair bir izahta bulunmak uygun değildir. Bu yüzden, İran’ın büyük peygamberi Zerdüşt’ün (Avesta Zarathushtra) takipçileri olan büyük krallar ile rahipler için hiçbir tanrının bütün güzel şeyleri yaratan Ahura Mazda ile kıyaslanamayacağını hatırlamak yeterli olacaktır. Ameşa Spenta’lar yani “Ölümsüz Kutsallar” ve Yazata’lar yani “Muhteremler”, Ahura Mazda’nın altında yer alan ikincil ilahlardır. Amesha Spenta’ların iki görünümü vardır. Ahlak alanında dini yaşamla kazanılması hedeflenen temel becerileri temsil eder: “Dürüstlük” (Asha veya Arta), “İyi Bir Zihin” (Vohu Manah), “Arzu Edilen Krallık” (Khshathra Vairya), “Bilgece Davranış” ve “Adanmışlık” (Spenta Ârmaiti), “Mükemmel Mutluluk” (Haurvatât) ve “Ölümsüzlük” (Ameretât). Öte yandan, maddi tabiatlarıyla koruyucular olarak tüm dünyayı kontrol ederler: Asha ateşin ruhudur, Vohu Manah evcil hayvanların koruyucusudur, Khshathra Vairya madenlerin hamisidir, Spenta ârmaiti yeryüzünü kontrol eder, Haurvatât suyu ve Ameretât ise bitkileri yönetir.
Amesha Spenta’lar Ahura Mazda’nın mahkemesini oluşturur ve Ahura Mazda dünyayı onlar aracılığıyla yöneterek insanlara kutsallık bahşeder. Ahura Mazda ile Amesha Spenta’lardan sonra Yazata’lar gelir. Bunlar çoğunlukla Zerdüştlük sisteminde yardımcı meleklere indirgenmiş olan kadim Aryan ilahlarıdır. Bu ilahlar arasında şunları sayabiliriz: Ateşin kişileştirmesi Âtar, bu ateş Mazdek inancında o denli büyük bir rol oynar ki Mazdekçiler çok hatalı olmasına karşın yaygın bir şekilde “Ateşperest” olarak bilinmektedir. Ateşin ruhunun yanında ise suyun ruhu Anâhita bulunur.
Hiç şüphesiz ki Mithra en önemli Yazata’dır.
Zerdüşt tarafından geri plana itilmiş olsa da yemin tanrısı, adaletin koruyucusu ve İranlıların düşmanlarına karşı savaşta zafer sağlayan ve Doğruluk ile Dürüstlük’ün (Asha) inananlarını savunan ilah olarak İran halkı arasında çok popüler bir külte sahip olmuştur. Bilindiği üzere Mithra kültü daha sonraki bir dönemde Roma İmparatorluğu’na yayılmıştır. Ayrıca ona Kanunun koruyuculuğu görevinde yardım eden uyduları olarak Rashnu (“Adalet”) ve Sraosh (“Disiplin”) vardır.
Tanrıların altında Fravashiler denen cinler vardır. Bunlar esasen ataların manes’i yani ruhlarıdır fakat Zerdüştlük inancında ise tüm insanların ve ilahi varlıkların koruyucusu olan cinlerdir.
Genellikle Mazdekçiliğin temel özelliğinin düalizm yani iki yaratıcı ve iki yaratım doktrini olduğu bilinir. Ahura Mazda (Hürmüz), Amesha Spenta ve Yazata’larıyla iyi yaratımı kontrol ederek karşılığı olan Angra Mainyu (Ahriman) ve kötücül ruhlardan oluşan ordusuyla durmadan savaşır. Kötülük Prensibi karanlığı, ıstırabı ve her türlü günahı yaratmıştır. İyi yaradılışa sahip tüm varlıklara zarar vermek için uğraşır durur, onları kandırarak ya da kötü bir varlıkla temasa geçirerek Ahura Mazda’ya inananları köleleştirmek için yanıp tutuşur, çoğu zaman Druj (“Aldatma”) adıyla bilinir. Onun altında daêva’lar (“ifritler”) sıralanır. Bunlardan altısı doğrudan Amesha Spenta’lara zıt olan bir grup oluşturur. İfritler arasında Aâshma (“Öfke, Şiddet”), Aka Manah (“Kötü Zihin”), Bûshyâsta (“Miskinlik”), Apaosha (“Kuraklık”) ve cesetleri alıp onları kirli hale getiren Nasu (“Ceset”) ile Yâtu’lar (“Büyücüler”) ve baştan çıkarma cinleri olan Pairikâ’lar (Modern Farsça perî “peri”) sayılabilir. İnsanların hareketlerine göre ya Ahura Mazda’nın ya da düşmanının tarafında yer aldığı iyi ile kötünün mücadelesi, dünyanın geçireceği büyük yenilenmeyle birlikte ilkinin zaferiyle sonlanacaktır. O zaman bir çile olarak erimiş madenden bir sel, tüm insanları arındırıp kötülüğün tamamen yok edilmesini sağlayacaktır.
Tüm İran inanışlarına nüfuz etmiş olan düalizm, İran’ın mitolojisini de derinden etkilemiştir. Başka bir deyişle, kadim İran halkı dini düalizme evrilmiş olan tohumu İran’ın mitolojisinde bulmuştur.
Hint-İskit Sikkelerinde İran Tanrıları
1. Mitra
Başının etrafında Güneş kursuyla tasvir edilir, İran’ın ışık tanrısıdır. Hint-İskit Kralı Huviska dönemine ait bir sikkeden alınmıştır. Bkz. Stein, Tioroastrian Deities on Indo-Scythian Coins, No. I. s. 287-88.
2. Apam Napat
“Suların Çocuğu.” Bu ilah bir atla temsil edilir ve dolayısıyla, Avestik lakabı aurvat-aspa’yı (süratli küheylanları olan) akla getirir. Hint-İskit Kralı Kaniska dönemine ait bir sikkeden alınmıştır. Bkz. Stein, Zoroastrian Deities on Indo-Scythian Coins, No. III. s. 267, 340.
3. Mah
Ay tanrısı, karakteristik olarak Ay kursuyla temsil edilir. Hint-İskit Kralı Huviska’ya ait bir paradan alınmıştır. Bkz. Stein, Xoroastrian Deities on Indo-Scythian Coins, No. IV. Bkz. Sf. 278.
4. Vata ya da Vayu
Rüzgâr tanrısı, esintiye karışan saçları ve rüzgârda uçan harmanisiyle ileri koşmaktadır. Hint-İskit Kralı Kaniska dönemine ait bir sikkeden alınmıştır. Bkz. Stein, Zoroastrian Deities on Indo-Scythian Coins, No. V. s. 299, 302.
5. Khvarenanh
Burada Farsçadaki ismi Farro’yla anılan Şan, kraliyet sembolünü uzatmaktadır. Hint-İskit Kralı Huviska dönemine ait bir sikkeden alınmıştır. Bkz. Stein, Zoroastrian Deities on Indo-Scythian Coins, No. VI. s. 285, 304-05, 311, 324, 332-33, 343.
6. Atar
Burada ateş tanrısı omuzlarından yükselen alevlerle betimlenmiştir. Hint-İskit Kralı Kaniska dönemine ait bir sikkeden alınmıştır. Bkz. Stein, Zoroastrian Deities on Indo-Scythian Coins No. VII. sf. ibb-b-j.
7. Vanainti (Uparatat)
Bu tanrıça yani “Fetheden Üstünlük”, Yunan tanrıçası Nike (“Zafer”) örnek alınarak modellenmiştir. Bir elinde kraliyet asasını taşırken, öteki eliyle ise İran krallarınca takılmış olan tacı uzatmaktadır. Hint-İskit Kralı Huviska dönemine ait bir sikkeden alınmıştır. Stein, Zoroastrian Deities on Indo-Scythian Coins, No. VlII.
8. Verethraghna
Savaş tanrısının miğferine bir kuş tünemiştir. Hiç şüphesiz ki bu Vareghna’dır. Bu tanrı, kendisine uygun olarak mızrak ve kılıç taşır. Hint-İskit Kralı Kaniska dönemine ait bir sikkeden alınmıştır. Bkz. Stein, Zoroastrian Deities on Indo-Scythian Coins, No. IX. s. 271-73.
Birinci Bölüm
Tanrılar ile İfritlerin Savaşları
Hint ve İran mitolojisi ışık ile karanlık arasındaki mücadele fikrini epey genişletmiştir. Hint-Avrupa dönemine kadar giden ve tüm Hint-Avrupa halkları arasında bulunan mitlerin gelişimi böyle olmuştur. Korkunç devlerin gökyüzünün ya da fırtınanın tanrıları tarafından öldürüldüğü kozmogoni hikâyelerinin yanında fırtına ve ateş mitleri de vardır. Birinci gruptaki mitlerde göksel bir varlık, bulutlarda gizlenen ejderhayı öldürür ve onun suları şimdi yeryüzünü kaplamaktadır. Bir başka örnekte ise söz konusu tanrı, bir dağ yahut mağarada hapsolmuş bulutların ineklerini bir canavarın elinden kurtarır. Mesela, Herakles ile Geryoneus ya da Cacus efsaneleri böyledir. İkinci gruptaki mitlerde ise bulutlarda yahut bir hava denizinde meydana gelmiş göksel ateş, bir kuş ya da Prometheus gibi cüretkâr bir insan tarafından yeryüzüne getirilir.
Bütün bu mitler ışığa ya da yağmur şeklindeki bir ihsana erişmek için karanlığın güçlerine karşı verilen bir mücadeleden bahseder. Düalistik (ikicilik) formda sistemleştirilmeye oldukça yatkınlardır ve hem eski Hint (Vedik) hem de eski İran düşüncelerinde gözlemlenen güçlü sembolizm eğilimi, ahlaki fikirlerin kozmik mücadeleyle bağdaştırılmasıyla sonuçlanarak düalizmi beraberinde getirmiştir.
Boğazköy (Hattuşa) ve Yakındoğu’da son zamanlarda yapılan keşifler, Hint-Avrupalıların erken bir dönemde Asur-Babil kültürüyle temasta olduğunu göstermiştir. Ayrıca dini düşüncelerinin komşularından etkilendiğine inanmak için pek çok sebep mevcuttur. Bilhassa da görevleri kanun ile ahlakın koruyucusu olmak olan (Sanskritçe rta= Avestçe asha) ve Hindistan’da Âdityalar olarak bilinen tanrılar grubu söz konusu olduğunda bu doğrudur.
Babil mitolojisi, Hint-İranlıların kötücül güçler veya korkunç varlıklara karşı verilen kozmik savaş hakkındaki düşüncelerini onaylamaktadır. O yüzden Asur-Babil efsaneleri dehşet verici görünüme sahip dev bir canavar olan ve dünyanın yaratılışından sonraki kaosu temsil eden Tiâmat ile bir Güneş ilahı olan Marduk arasındaki kavgadan bahseder. Profesör Morris Jastrow’un belirttiği üzere bu mit Babil’de her sene yaşanan bir doğa fenomenine dayanır. O dönemde tüm vadiyi sel basar, fırtınalar ovaları boydan boya süpürür ve Güneş kararır. Bir yanda sular ile fırtınalar, öte yandan da Güneş arasında bir çatışma sürmektedir. Fakat nihayet ikincisi galip gelecektir zira Marduk, Tiâmat’a boyun eğdirip, genel gözetmen olarak gökyüzünü bir ucundan öbür ucuna muzafferane yürür.
Başka mitlerde, özel olarak fırtına mitlerinde fırtına bir boğayla temsil edilir. Bu, fırtına bulutunu bir inek ya da öküzle özdeşleştiren Hint-İran düşüncesinden çok da uzak bir fikir değildir. Aynı şekilde fırtına tanrısı bir kuş şeklinde sembolize edilir. Bir kartalın gökyüzünün ateşini yani şimşeği yeryüzüne getirdiği İran mitlerinde de bunu görürüz. Benzer şekilde Babil mitolojisinde kuş Zu, Kader tabletlerini En-lil’in elinden almaya çalışır ve gökyüzünde gerçekleşen bir yarışmada Zu, bu tabletleri ele geçirir. Tabletleri ancak Marduk geri alabilecektir. İnekleri saklayan ejderha gibi Zu da dağların ulaşılmaz bir mağarasında yaşar ve yıldırım silahıyla onu alt etmesi için fırtına tanrısı Ramman’a yakarılır.
Hint-İranlılar arasında Vedik Hintlilerin şiirsel hayal gücü, fırtına bulutundaki çatışmanın en eksiksiz tasvirini vermiştir. Özel silahı vajra (“yıldırım”) ile İndra, Vrtra (“Engel”) veya Ahi (“Yılan”) adlı kuraklık ifritini öldürür. Bu dövüş öyle korkunçtur ki yer ile gök bile korkudan titrer. İndra’nın dağdaki ejderhayı öldürüp suları (bulutları) serbest bıraktığı söylenir ve bu zaferi nedeniyle sık sık Vrtrahan (“Vrtra’yı Öldüren”) diye adlandırılır. Veda buna çok benzeyen ve aslında Âptya’nın oğlu Trita’ya ait olmasına karşın İndra’ya atfedilen bir diğer fırtına yarışmasından söz eder. Bu kudretli kahraman da bir ejderhayı öldürür. Bu ejderha üç başlı ve altı gözlü yılan Visvarûpa’dır. Canavarın bir mağarada sakladığı inekleri salar. Bu mağara da bir buluttur çünkü silahı yine yıldırım olan Trita’nın savaştığı esnada rüzgârlar tarafından kurtarıldığı söylenir. Gökyüzündeki gizli bir yerde yaşar ve yükseklerden yeryüzündeki ateşe (agnî) üfleyen göğün ateşidir. Alevlerin yükselmesine yol açıp bir dökümcü gibi onları keskinleştirir. Trita, ateşi gökyüzünden yeryüzüne getirir ve İndra’ya güç veren somayı2 yani sarhoşluk veren ölümsüzlük içkisini hazırlar.
İran’da İndra panteondan hemen hemen çıkarılmıştır, yalnızca zaman zaman Angra Mainyu’nun bir ifriti olarak sözü edilir. Öte yandan Trita, muhsin bir kahraman olarak bilinir. Buna göre, yaşam bitkisi olarak bilinen (Hint soması) haomayı hazırlamış ilk rahiplerden biridir ve bu nedenle “hastalığı hastalığa, ölümü ise ölüme geri götürmüş” ilk şifacı, bilge ve kuvvetli kimse olarak adlandırılır. Hastalıklara derman olacak bir kaynak ister. Bunun üzerine Ahura Mazda şifalı bitkileri yeryüzüne getirir. Gaokerena yani Beyaz Haoma ağacının etrafında bu bitkiler bol bol yetişir. Böylece Thrita (Sanskritçe Trita) adı altında, tıpkı Hindistan’daki Trita gibi, dağların zirvelerinde yetişen mucizevi bitkinin suyundan yapılan içkiyi getirmiş kişi olarak bilinir.
Bir başka haoma hazırlayıcısı olarak Âthwya’nın (Sanskritçe Âptya) oğlu Thraêtaona unvanıyla üç çeneli ve üç başlı, altı gözlü ejderha Azhi Dahâka’yı öldürür. Bu ejderha, Angra’nın İran yerleşimlerini yok etmek için ve Asha’ya iman edenleri katletmek için yarattığı aldatıcı bir cindir. Mücadelenin alanı ise mitsel ve uzak bir bölge olan “dört köşeli” Varena’dır. Tıpkı fırtına tanrıları ve ateşi getirenler gibi Thraêtaona da kimi zaman bir akbaba yani bir kuş şeklinde kendini gösterir. Daha sonraları Feridûn adıyla Pers efsanelerinde önemli bir kahraman olacaktır. Veda’daki mitsel tabiatı fırtına hikâyeleri Avesta’dakilerle mukayese edildiğinde mitsel tabiatı açıkça ortaya çıkacaktır. Tüm temel özellikler iki tarafta da aynıdır. Bir ışık yahut fırtına tanrısı ile bir ejderha arasındaki çatışma miti, İran’da pek çok şekle bürünür ama genel hatları bakımından değişmez. Gördüğümüz üzere Thraêtaona’nın mücadelesinde galip gelen, ateşle bağlantılıdır. Ateşin kendisi ise Ahura Mazda’nın oğlu Âtar adı altında ejderha Azhi Dahâka’yla dövüş halinde olarak temsil edilir:
Ateş ki evladıdır Ahura Mazda’nın,
Sonra aceleyle ileri atıldı.
Böylece içinden geçirdi:
“O ulaşılmaz Şan’ı ben kavrayayım.”
Fakat üç ağızlı ve kötü yaratılmış Azhi,
Küfürler saçarak koşturdu arkasından:
“Geri dön! Şunu iyi dinle,
Ey Ahura Mazda’nın evladı ateş!
O ulaşılmaz şeye dokunacak olursan,
Asha’nın mahlûklarını korumak için
Seni tamamen yok ederim,
Bir daha ışık saçamazsın Mazda’nın yarattığı dünyaya.”
O zaman Atar can korkusuna kapılıp ellerini geri çekti.
Azhi onu işte böyle ürkütmüştü.
Sonra ileri fırladı üç ağızlı kötü yaratılmış Azhi,
İçinden şöyle düşünerek:
“O ulaşılmaz Şan’ı ben kavrayayım.”
Ama Ahura Mazda’nın evladı ateş,
Hemen peşinden koşuyordu,
Şu anlamlı sözleri söyleyerek:
“İşte, dinle sözlerimi,
Ey Azhi, üç ağızlı Dahaka!
O ulaşılmaz şeye dokunacak olursan,
Asha’nın mahlûklarını yok etmek için,
Kalçalarına ışık saçıp çeneni parlatırım ki,
Bir daha gelmeyesin Mazda’nın yarattığı dünyaya.”
O zaman Azhi can korkusuna kapılıp geri çekti ellerini,
İşte o kadar ürkütmüştü Atar onu.
Şan kabararak ilerledi Vourukasha Denizi’ne.
Hemen sonra süratli atlarıyla Suların Çocuğu yakaladı onu.
Süratli atlarıyla Suların Çocuğu şöyle diledi:
“O ulaşılmaz Şan’ı ben kavrayayım,
Derin körfezlerin dibindeki denizin dibine götüreyim.”
1
Mitra’nın Genel Temsili
Mitra mağarada bir boğayı kurban ederken gösterilir. Boğanın altında yılan vardır ve köpek ise boğanın boynuna atlayarak yaradan akan kanı yalar. Mitra için kutsal bir kuş olan kuzgun da burada temsil edilmektedir. Mitra’nın iki yanında Güneş’in doğuşunu ve batışını simgeleyen birer meşale taşıyıcısı dikilmektedir. Tepelerinde ise kendi at arabalarına binmiş olan Güneş ile Ay vardır. Villa Borghese’den Louvre’a taşınan bu alçak rölyef, esasen Roma’daki Capitol Tepesi’nde bulunan Mithraeum’da yer almaktaydı. Bkz. Cumont, The Mysteries of Mithra Şek. 4.
2
Mitra’nın Yaşamından Sahneler
1838 senesinde Heidelberg yakınlarındaki Neuenheim’da keşfedilen bu alçak rölyefte merkezde tanrı Mitra ve etrafındaki çerçevede ise yaşamının on iki önemli olayı gösterilir. Bunlar arasında en açık şekilde görünenler (çerçevenin sol üstünde) kayalardan doğumu, (çerçevenin sağında) boğayı yakalayıp mağaraya götürmesi ve (çerçevenin üstünde) Ahura Mazda’nın huzuruna çıkmasıdır. Çerçevenin solunda üstten ikinci sahne, Zeus’a (Ahura Mazda’ya) evrenin asasını veren Kronos’u (Zarvan ya da “Zaman”) simgeler. Bkz. Cumont, The Mysteries of Mithra, Şek. 15.
Vourukasha Denizi’nin yeri ve “Suların Oğlu”nun (Apâm Napât) tabiatı konusunda çok fazla belirsizlik olsa da hâkim görüş, bunların göklerdeki sular ve bulutlardan doğan ateş olduğu şeklindedir.
Ne var ki Avesta’nın göklerdeki çekişmeye dair en şiirsel anlatıları, Azhi Dahâka’yla yapılan savaşların tasvirleri değil, köpek yıldızı (Sirius) Tishtrya’nın kuraklık ifriti Apaosha karşısındaki zaferinin canlı resimleridir. Kuraklık ve yaz sıcağı, İran ülkelerindeki iki büyük dertti. Yazın en bunaltıcı günlerinde gökte beliren Sirius yıldızının faydalı yaz yağmurlarını getirdiğine inanılırken kötü ifrit Apaosha’nın ise köpek yıldızı Sirius’un tanrısı tarafından serbest bırakılan suları yakaladığı söylenirdi. Buna uygun olarak inananlar şu duayı okur:
Yıldız Tishtyra’ya tapınırız,
Işık saçar, görkemlidir.
Suyun nüvesini tutar, kudretlidir,
Uzakları görür gözü, uzun ve güçlüdür,
Kutsal diyarlarda işler,
…
Onu ister sürüler ile insanlar,
“Ne zaman doğacak ışık saçan görkemli Tishtrya?
Ne zaman, ah, ne zaman akacak kaynakların suları, eskisinden de kuvvetli?”
Tishtrya inananların duasına kulak verir. Sunulan kurban ve şaraplardan memnun olarak altın kulaklı ve altın örtülü beyaz ve güzel bir at şeklinde Vourukasha denizine iner. Fakat ifrit Apaosha kara bir at kılığında karşısına çıkmak için hemen aşağı iner. Bu korkutucu atın kulakları, sırtı, kuyruğu hep tüysüzdür. Toynak toynağa karşılaşırlar. Tam üç gün üç gece savaşırlar. Daha güçlü olan ifrit Apaosha, parlak ve görkemli Tishtrya’yı alt eder ve onu Vourukasha Denizi’nden tam bir mil uzaklaştırır. Büyük sıkıntı içindeki parlak ve görkemli Tishtra’ya haykırır:
Eyvahlar olsun bana, Ahura Mazda!
Yazık olsun size ey bitkiler ile sular!
Mazda’ya tapınanların dini perişan!
Şimdi insanlar adımı anarak tapınmıyor bana,
…
Eğer ki tapınacaksa insanlar bana adımı anarak,
…
İşte o zaman ben kazanırdım,
On atın gücünü,
On devenin gücünü,
On öküzün gücünü,
On dağın gücünü,
Geçilebilir on nehrin gücünü.
Onun figanını işiten inananlar Tishtrya’ya bir kurban sunarlar. Parlak ve görkemli Tishtrya bir kez daha altın kulaklı ve altın örtülü güzel ve beyaz bir at kılığında Vourukasha Denizi’ne iner. İfrit Apaosha yine kulakları tüysüz, kara bir at kılığında onun karşısına çıkmak için aceleyle aşağı gider. Karşılaşırlar ve öğle vaktinde dövüşürler. Tishtraya’nın Apaosha’dan daha güçlü olduğu görülür, onu alt ederek Vourukasha Denizi’nden çok uzaklara sürükler ve şöyle haykırır:
Selam bana, Ahura Mazda!
Selam size ey bitkiler ile sular!
Selam Mazda’ya tapınanlara!
Selam olsun size ey ülkeler!
Ey su kanalları! Haydi gidin de yukarı,
Akın haydi maniniz olmadan,
İri taneli ekinlere,
Küçük taneli otlara,
Maddi dünyaya.
Sonra Tishtrya, Vourukasha Denizi’ne gider ve denizi kıyılarına akacak şekilde fokur fokur kaynatır. Öyle ki yalnızca denizin kıyıları değil tam ortası da kaynamaktadır. Ardından Vourukasha Denizi’nin ortasında duran Ushindu Dağı’nın üzerinden buharlar yükselir ve bulutlar oluşturup refah bahşeden Haoma’nın geçtiği yolları takip ederek ilerler. Tishtrya’nın arkasından Mazda’nın kuvvetli rüzgârı, yağmur, bulutlar ve dolu, köylere, tarlalara ve yeryüzünün yedi bölgesine akın eder.
Tishtrya mücadeleye yalnızca bir at kılığında girmez, aynı zamanda bir boğa kılığında belirir. Bu da bize fırtına tanrısı Zu’nun bir boğa şeklinde dövüştüğü Semitik miti hatırlatır. Söz konusu mit, fırtınaların şiddetine ve suyun dünyaya getirdiği berekete bir göndermedir.
Nihayet Tishtrya harika bir delikanlıya dönüşür. İşte bu yüzden erkek çocuklarına talih vermesi için ona yakarılır. Bu avatarla kendini gösterir:
On beş yaşında pırıl pırıl,
Keskin görüşlü, uzun ve gürbüz,
Güçlü kuvvetli, pek de hünerli,
Bir genç adamın bedeninde görünür.
Bu yağmur miti daha sonra kozmik bir hikâyeye dönüşür. Tishtrya’nın sağanak yağmurunun Mazda’nın yaratımının karşıtı olarak Angra Mainyu tarafından meydana getirilmiş kötü yaratıkları yok etmek amacıyla henüz yeryüzünde insanların olmadığı ilkel zamanlarda gerçekleştiğine inanılmıştır. Tishtrya’nın yardımcıları Vohu Manah, Amesha Spentalar ve Haoma’dır. Ayrıca Tishtrya büründüğü bu üç kılığın her birinde on gün ve on gece yağmur yağdırır. Bu, otuz gün olduğu varsayılan yazın en bunaltıcı günlerine bir atıftır. “O yağmurun her bir damlası bir kâse büyüklüğüne ulaşır ve sular bu yeryüzünün tamamında bir insan boyuna ulaşır. Yeryüzündeki habis yaratıkların tamamı yağmurlarla ölüp yerin deliklerine gider.” Ardından rüzgâr eser ve sular çekilip dünyanın sınırlarına götürülür. İşte Vourukasha (“Geniş Körfezli”) Denizi bu sulardan doğmuştur. “Habis yaratıklar yerin içinde ölü olarak kalır. Zehirleri ve pis kokuları toprağa karışır. Bu zehri topraktan temizlemek için Tishtar uzun toynaklı beyaz bir at kılığında okyanusa iner.” Apaosha’yı alt ederek nehirlerin yayılıp akmasını sağlar.
Vourukasha Denizi’nden suları toplama ve dağıtma görevinde Tishtrya’ya üç bacaklı eşek adı verilen tuhaf bir mitsel yaratık yardım eder. “Engin okyanusun ortasında dikilir. Üç ayaklı, altı gözlü, dokuz ağızlı, iki kulaklı ve tek boynuzludur. Gövdesi beyazdır, gıdası manevidir ve kendisi ise hakşinastır. Altı gözünden ikisi gözlerin bulunduğu yerde, ikisi başının tepesinde ve ikisi ise hörgücünün üstündedir. Bu altı gözünün keskinliği sayesinde her şeyi alt edip yok eder. Dokuz ağzından üçü başının içinde, üçü hörgücünün içinde ve üçü de böğürlerindedir. Her bir ağız (denizden üç bin beş yüz kilometre yükseklikteki) Alvand Dağı kadar büyüktür. Bu eşek okyanusun içinden boynunu uzattığında kulakları herkesi dehşete düşürür ve engin okyanusun tüm suları şiddetli bir biçimde çalkalanır. Okyanusa çişini yaptığında bütün deniz suyu arınır.” Aksi takdirde, “Deniz, kötü ruhun sularına döktüğü zehir yüzünden yok olacaktır.” Darmesteter’e göre bu eşek, fırtına bulutunun bir diğer cisimleşmesidir, West’e göre ise Mazdek rahiplerinin hoş gördüğü ve kendi sistemlerine dahil ettiği yabancı bir tanrıdır.
Darmowy fragment się skończył.