Czytaj książkę: «Seçme Şiirler»
***
Çağdaş Azerbaycan edebiyatının 60’lar kuşağı önemli imzalar galerisidir. Bu yıllarda edebiyatın her dalında önemli atılımlar yapıldı. Sovyet baskısının çok daha ağır olduğu önceki yıllara kıyasla bu dönemde genel olarak toplumsal düzeyde, özel olarak da sanatta önemli değişiklik ve yenilenme belirtileri görülmeğe başladı. Belirtiler birçok önemli sanat insanının katkıları sayesinde kısa süre içinde ana akım haline geldi. Edebiyatın ve toplumun kısa süre içinde yaşadığı dönüşüm özellikle şiir alanında daha erken görüldü ve daha derinlikli oldu. Bu döneme damgasını vuran ve etkileri günümüzde de devam eden şairler arasında Ali Kerimin yeri bir başkadır. Onun şiiri kadar, hayatı ve mücadelesi de Azerbaycan edebiyatındaki yenilenme sürecinde derin izler bırakmıştır.
Ali Kerimi ben okul yıllarında tanıdım. Şiirlerini doya doya okudum, ezberledim. Edebiyatçı bir babanın kızı olarak şiirler zaten köklü bir gönül bağım vardı, Ali Kerim şiirleri bu bağı daha bir pekiştirdi, karşımda şiir dünyasının yeni kapılarını açtı. Ve edebiyata bu kapıdan bakmak, şiire sanata gözümde yeni bir boyut kazandırdı.
Bildiğimiz “sıradan” sözcükler, tekrar tekrar okuduğum Ali Kerim şiirlerinde sanki farklı görünmeğe başladı, dilin o zamana kadar fark etmediğim anlam ufuklarını keşfetmeğe başladım. Şairin dili, edebi sanatlara hâkimiyeti, alışılmadık, sıra dışı anlamlar dünyasına götürmekteydi beni. Fakat bu “sıra dışı” anlamlandırmanın sadece dil kullanımındaki ustalıkla ilgili olmadığını da kısa sürede anladım. Farklılığın sırrı aslında Ali Kerimin kendine özgü bakış açısındaydı. Onun dünyaya ve olaylara farklı açılardan bakabilmesi sonuçta farklı bir şiir dilini de ortaya çıkarmıştı.
Birçok şair belli konuları görece sık işlemiş olduğundan adları bu konuları çağrıştırabilir. Bu yüzden de onlara “aşk şairi”, “vatan şairi, “mücadele şairi” gibi sıfatlar yakıştırılabilir. Bu gözle bakılırsa Ali Kerim kısa ömründe hem aşkı, hem vatanı, hem aile değerlerini, hem sosyal konuları aynı ustalık ve içtenlikle işlemiştir. Hem aşk şairidir, hem vatan şairidir, hem milli hem de evrenseldir.
Ali Kerim bu dünyadan genç yaşta ayrıldı. Hayatı 1931-1969’un daracık aralığına sığmıştır. Belki hayatı dolu dolu yaşadığına göredir ki daha 30’lu yaşların başında şu dizeleri yazabilmişti:
Otuzdan çok yaşadım…
Gökçay’da
Bakü’de
Moskova’da
Tiflis’te.
Arabada, uçakta,
Bazen kum üstünde,
Bazen denizde.
Daha 33 yaşına yeni girmişken “30’dan çok yaşamayı” önemli buluyor, “çok” olduğunu düşünüyor. Yaşamış olduğu “30’dan çok” yılın içeriğini ustaca mataforalarla aktardıktan sonra bu uzun şiir şu dizelerle bitirer:
Otuzdan çok yaşadım,
pişman değilim.
Geleceğe bakıyorum.
Dur.
Bak ne diyorum,
O henüz ömürden değil,
Düşün akşam seher,
Sen onu fethetmelisin.
Son zerresine kadar.
Burada “pişman değilim” vurgusu önemlidir. Ve akabinde gelecek konusu vurgulanıyor, “onun fethedilmesi” ve hatta “son zerresine kadar” yaşanması gerekliliği ifade ediliyor. Bu “son zerre” vurgusu önemli bir ayrıntıdır, zira geleceği bu şekilde yaşamış olan şairin, daha önceki (“pişman olmadığı”) yılları da bu şekilde “fethederek” ve “son zerresine kadar” yaşamış olduğunu düşündürüyor.
Belki de dolu dolu yaşanan ömrün uzun sürmemesi özellikle edebiyatta evrensel bir olgudur, dünyada çok örneği var. Ali Kerimin kısa ama dolu dolu yaşanan ömrü şiirlerinde devam etmektedir. Bu şiirler onun vatan sevgisini, yaşadığı benzersiz aşkı, evlatlarına bağlılığını, doğayla bütünleşmesini… Her geçen gün yeni yönleriyle gözlerimiz nüne sermektedir.
Ali Kerim şiirinde doğa, toplum, evren hep insan üzerinden algılanmış, yorumlanmıştır. Deniziyle, dağıyla, ağacıyla, insanıyla dünya bir bütündür ve devamlılığını sağlayan da bu bütünlüktür.
Evlatlarıyla beraber sıla hasretini giderdiği memleketi Gökçay’da aynı ismi taşıyan ırmağın kıyısında çocuklarına şöyle sesleniyor:
Bu Gökçay’dır oğullarım,
gök dalgalı…
Bak, o dağlar başındaki
Mavi gökten akarak gelir.
Irmağı, dağı, gökyüzünü bir arada yorumlayarak, bir anlamda belki farkında bile olmadan bilinçaltından mı, mitolojinin derinlerinden mi gelen karmaşık bir düşünce kalıbını sade bir dille sunabiliyor.
Veya Kür ırmağına adadığı başka bir şiirinde kendisini ırmakla özdeş kılarak bir sonraki kıtada vatan toprağını da bunların üzerine ekliyor:
Kucaklaştım Kür’üm ile
Öptüm onu kaç kere.
Bak ne biçim kavuştuysak,
Sonunda ben de Kür oldum,
Döndüm Kür’e.
Arttı gücüm milyon kere,
Şirvan, Karabağ kanalı
Benim güçlü iki kolum.
Kucakladım anayurdu,
Ölümsüz oldu yolum.
Ali Kerim çağdaş Azerbaycan şirinin simge isimlerindendir. Son 50 yılda hiçbir şair onun kadar simgeleşmedi. Azerbaycan edebiyatının çok önemli şairlerle zengin bir edebiyat olduğunu düşünürsek, bu ortamda sivrilmenin, simgeleşmenin ne denli zor olduğu bir nebze anlaşılabilir. Her yüzyılda sadece bir iki isim bunu başarabildi. Çağımızda bu onur Ali Kerim’e nasip oldu. Böyle bir simge isim konumuna gelmesinde elbette Ali Kerim’in şiirleri kadar kişiliği ve yaşamı da önemli rol oynadı. Çağdaşları, mesai arkadaşları, yakından tanıyan herkes ister özel sohbetlerde ister anılarında onun alçakgönüllülüğünü, içtenliğini vurgulamaktadır.
Ali Kerimin eserleri her dün olduğu gibi bugün de Azerbaycan’da çok seviliyor, okunuyor, yayınlanıyor. Şairin yarım kalan ömrü bu şiirlerde ebediyete yüz tutmuş durumdadır.
Birçok örnekte olduğu gibi Ali Kerim örneğinde de sanatçının kendi ülkesindeki konumu ve temsil yeteneği ile dışarıda tanınırlığı ve temsil durumu orantılı değildir. Bunun başlıca nedeninin Sovyet döneminden kalma edebiyat bürokrasisinin çalışma yöntemleri olduğu kuşkusuzdur. Ali Kerim gibi önemli bir şairin eserleri bugüne dek Rusça dışında başka dillere çevrilip tanıtılmamıştır. Hatta Türk dünyasında bile hemen hiç bilinmemektedir.
Bu eksikliğin okurlara sunmakta olduğumuz seçme şiirler kitabıyla bir nebze de olsa giderileceğini umuyorum. Kitapta yer alan şiirler Türkiye Türkçesine aktarılırken azami özen gösterildiği belli oluyor. Aktarımlarda Azerbaycan Türkçesinin rengi tadı korunmakla beraber, Türkiyeli okurların metinleri zorlanmadan anlayabilmesi de sağlanmış durumdadır
Ali Kerim şiirinin Türkiye’de sevileceğine inanıyor, müstakbel okurlarına iyi okumalar diliyorum.
Prof.Dr. Ganire PAŞAYEVA,Millet vekili,Azerbaycan Milli Meclisi Kültür Komisyonu başkanı
FRAGMANLAR
Otuzdan çok yaşadım…
Gökçay’da
Bakü’de
Moskova’da
Tiflis’te.
Arabada, uçakta,
Bazen kum üstünde,
Bazen denizde.
Aşkın alacakaranlığında,
Üniversite amfilerinde.
Sevgilimle birbirimize söyleyeceğimiz
İki söz arasında.
Hastayken
Doktorun bana yaptığı tedavide.
Bazen tutmayan bir şiirimin
Yıkık duvarlarının harabeliğinde,
Bazen söz yarışmasında.
Bazen ölüm sözcüğünün kutup soğuğunda.
Bazen günlerimi başıboş bırakıp,
Onlarsız eğlenmişim.
Sonra da günlerimin beni bırakıp
Çekip gittiklerinden sitem etmişim.
Yıllarımın çoğu benimledir,
Ailemin birer ferdidir.
İncelerken teker teker
Bakıyorum bazılarından
Günler düşmüş, kaybolmuş,
Nereye düşmüş?
Ne zaman düşmüş?
Eh, onlar çoktan geçmiş…
Bazıları toz olmuş ayaklar altında,
Bazılarını unutmuşum taksilerde.
Bazıları
bir zamanlar kıyısında
yaşadığımız çayın
sularında akıp gitmiş.
Ama öylesi de var ki,
yitmemiş,
gönlümü incitmemiş.
Bazı saatlerim var ki, ağaç olmuş
bir dost bağında.
Her dakikası bir meyve olmuş,
yeşil dallarında.
Boynuna sarılıyorum saatimin,
Oturuyorum ömrümün bir bölümünün
gölgesinde…
Diziyoruz altın yanaklı dakikaları
On dört gecelik Ay tepsisine,
Yiyoruz tatlı tatlı.
Her yıl tekrarlanacak
bu dakikalar.
Bazen düşüyor dakikalar dallardan,
toprağa teker teker.
Sahibine dönüyor.
Saatim var,
Bir insan sevincinde bir dakikadır.
Solmuş bir tebessümün
pırıltısını geri getirmiş.
Ölmemiş, yaşıyor.
Bazı anlarım var;
Nisan yağmurları gibi yağmış
kırılgan bir insan kalbine.
Bitirdiği çiçekler birer ödülümdür bana.
Oğullarıma bakıyorum;
Boylu poslu günlerimdir,
aydınlık gecem, kızıl seherimdir.
Şiirlerime bakıyorum;
Meğer ölmüş günlerimdir,
Yanarak deftere dökülen günlerimdir.
Otuzdan çok yaşadım,
pişman değilim.
Geleceğe bakıyorum.
Dur.
Bak ne diyorum,
O henüz ömürden değil,
Düşün akşam seher,
Sen onu fethetmelisin.
Son zerresine kadar.
2 Nisan 1964
SANA BENZEYEN NAĞMEM OLAYDI KÜR’ÜM 1
Ey Kür’üm, sanırım hoş bir nağmesin,
Henüz kopmuşsun binlerce dudaktan.
Sen gibi manalı bir nağmeyi ben
“Nerededir” diye ararım çoktan.
Alıp avucuma serin suyunu
Sevdiğim nağmenin bir damlası tek,
Derim ki, ey gönül, seyreyle bunu,
Manalı olmayı bundan öğrenek2.
Yazdığım nağme de, isterim ki ben,
Sedası, gücüyle aynen sen olsun.
İstekle, zevkle hem dinlenilen,
Hem de ki gözlere görünen olsun.
Akar kalbime yüz ömrün kâmı,
O aziz olursa aynen su gibi.
Böyle olmaz ise gönlün ilhamı,
Kaybolsun bir çocuk rüyası gibi.
Sen gibi ey Kür’üm benim de nağmem,
Aksa şehirlere, aksa köylere.
Mil’de3 iş bitip, susanda âlem,
Hoş seda yansıtsa aynabendlere4.
O da dalgalanıp, yürüyüp ark ark.
Bu ana toprağı kucaklasaydı.
Sen yurdu dolaşanda ışık saçarak,
Sözüm de kalplere şafak yaysaydı.
Sen gibi akaydı sesim de ey çay,
Muğan’da5 su diye yananda düzler6.
Benim de nağmemi tarlada her yay7,
Serin su gibi içeydi kızlar.
Her içten isteğim, içten harayım8,
Ellerin derdine böyle yanaydı.
Başka şey istemem benim Kür çayım,
Bir sana benzeyen nağmem olaydı.
1953
BİR GECELİĞİNE KÜR OLMUŞUM
Sahilinde kaldım Kür’ün,
Verdim Kür’le baş başa ben.
Sabaha dek göz kırpmadım,
Ettim ona temaşa ben.
Kucaklaştım Kür’üm ile
Öptüm onu kaç kere.
Bak ne biçim kavuştuysak,
Sonunda ben de Kür oldum,
Döndüm Kür’e.
Kür’e
Kür’e.
Arttı gücüm milyon kere,
Şirvan, Karabağ kanalı9
Benim güçlü iki kolum.
Kucakladım anayurdu,
Ölümsüz oldu yolum.
Göğsüm üstünde yıldızlar, Ay,
İçimde halk muhabbeti,
Elden ele akıp gittim…
Dalgamda dağ azameti.
Kimsecikler diyemedi
Kür bu gece o Kür değil…
O, canlıdır… Görür… Duyar,
Şiir yazar, şiir deyir10.
Oldum ışık, tarla, deniz,
Uyumadım sabaha dek.
Konuk oldum bir gecede
Bin evde, beldede ben.
Kür kendisi de fark etmedi;
Sesim güçlü, gür olmuşum.
Çok mutluyum, ne de olsa,
Bir gecelik Kür olmuşum.
MAVİ ŞARKININ KANADINDA
Neft Taşları kahramanlarına 11
Aşağıda çırpınır deniz,
Üzerimizden geçen hazri12 de
Gürleyip geçen bir deniz.
Dört ayak üzerinde
Titrer küçücük evimiz.
Altımız deniz,
Üstümüz deniz.
Üç gündür ulaşım yok,
Kopmuşuz dünyadan biz.
Gülerek söylüyor neftçi13 kardeş:
“Bu tufan olmasaydı,
Elbette erken kaçacaktınız.”
Üç gündür ayaz var
Hazar’ın koynunda.
Hikâyelerden odamıza saçılan
Sıcak sözcüklerin koynunda
ısınıyoruz.
Kahramanlığa alışmış,
Bu yüzden onu unutmuş
Yiğitlerle omuz omuza,
Hazar’la aynı çatının altında,
Hazri gibi her dalgası
Bir volkan püsküren
Okyanus altında Hazar.
Sonunda yoruldu Hazar,
Duruldu Hazar.
Mavi bir şarkı oldu Hazar.
Bence
Biz üç yoldaş…
Susmayan üç sözcüğüz
Bir şarkının koynunda
Neft Taşlarında.
İŞÇİLER
İşçiler yol ayrımında
buluştular.
Sevindiler iyice…
Sonra her biri bir taraftan
Yayıldılar çayıra,
Uzandılar
Sırt üstünde,
Böğür üstünde…
Sormadılar,
Nerelisin?
Kimsin?
Atan baban kim? diye.
İşçilerdi…
Tanıdılar birbirlerini.
Bohçasında olanları
Çıkarttı herkes;
Ekmek, haşlanmış patates, yumurta…
İçten gülümsemeler
Ve bir de başından azıcık içilmiş şarap vardı.
Laf olsun diye
birbirlerine övgü dizmediler
birilerine özenip.
Yediler keyifle…
Bakmadılar pişmişine çiğine.
Zaman zaman güçlü bir el kondu
Dünyaya direk bir çiğine14.
Sohbetlerinde abartmadılar
Ne “sen, sen”
Ne “ben, ben” diyerek.
Neft kokan Birinci’yi
Paylaştılar aralarında.
Ricasız,
Minnetsiz,
Çektiler içlerine
Dumanı,
Petrol kokusunu,
Huzuru.
Bir de sessiz arkadaşlığın kokusunu.
Ayrıldılar.
Ayrı kalmadılar.
Ne onlar goygoycuydu
(Ne de ben çıktım zile15),
Sessizce adımladılar
Dünya kadar
İçtenlik adlanan bir menzile.
MAKAM DİNLİYORUM
Kalbimde sevinç, gam…
Makam dinliyorum.
Sıcaktan, soğuktan
Gölgeden, ışıktan
Yaranmış hoş bir âlem.
Çaprazlanmış ellerim
Başımın altındadır,
Tebessüm dudaklarımda,
Kırışıklıklar alnımdadır.
Tarın sarı telinden peş peşe sesler kopar,
Gam kopar, sevinç kopar,
Söz kopar.
Teker teker o sesler
Kalbime akar,
Kalbimin teli titrer,
İnler,
Sökülür…
Kemanın sesi titrek,
Kâh yükselir, kâh kesilir,
Kâh da coşup, telesir16
Tar sesinin ardından.
Ben hayale dalınca
Duyuyorum bahar da var,
Güz de var, yaz da var.
Dört mevsimi yaşayıp
Birce an içinde
Üşüyorum, yanıyorum
Heyecan içinde.
Hem arzu hem gurur
Hem saadet, hem keder
Bir arada yaşanır.
İçimde yaz sedası
İçimde yaz havası
İçimde duyguların
Rengarenk
Aydınlık, güzel
Gökkuşağı var.
İçimin bir yanı sıcak
İçimin bir yanı çiçek,
İçimin bir yanı çisek17
İçimin bir yanı kardır.
Ses yükseliyor, yükseliyor
Dağları anımsatıyor,
Geri dönüyor yere.
Nazara geliyor gök, dere,
Kaç yerden ateşliyor içimi,
Fuzuli’nin gazeli.
Arzuları uyandırıyor
Pınar başından dönüyor…
Başında yazma mı, tir tir esen,
Yüzünde tebessümden Ay,
Azerbaycan güzeli.
Dünün derdi gamı,
Bugünün arzususun,
Yarının da vuslatı.
Bir duyguya dönüşüp
Sevinç yaşı, gam yaşı
Dudaklarda bir olur.
Kalbim, ne var yine?
Kalbim çarpa böyle.
Hisseden sen, ses eden de sen
Bırak işiteyim,
Ne olur biraz yavaştan çarpsan.
İçimde sevinç gam,
Makam dinliyorum.
1958
***
Altıncı festivale
Ben de gittim o tarihte.
Gitmişti Moskova’ya
kalbim benden önce…
Sonunda yetiştim ona.
Aşıp taşmıştı şehir
Sevgi gibi saftı
Müşfikti kızıl şehir.
Dolmuştu şarkıyla gök
Denizler suyla dolan tek.
Gökyüzünde şarkı, güvercin
Gökyüzünde binlerce yürek.
Söz fışkırıyordu kalbimin
Tüm ufuklarından.
Bir sevinç dalgasıydım
Sevinç denizinde ben.
Her cadde bir ülke…
Her yere, her ülkeye
Otobüsler gider.
Her ülke şarkı söyler.
Halklar nasıl da yakın,
Sanki bir yürektir.
Granittir, seslerin
Gülüşlerin, sözlerin
Şarkıların vahdeti.
Laf cambazı Fransız,
Kristal nağmeli Hintli
Öz dilleriymiş gibi
Anlıyorlar bir dili;
O dil tebessüm ya da
Başımızın üstünde uçan
Güvercinler diliydi.
Moskova ülkelerin,
Sevgi menziliydi.
Orada Azerbaycan’ın
Gençleri de vardı,
Gurur bayrağımızı
Ön sırada taşıdı.
***
Çok yazdım gece…
Çizdim üzerini sonra da.
Sanma ki meyvesini derdim.
İçim tutuştu yandı
Başımdan aştı derdim.
Bir kalın çizgi çizende
Üzerine yazdıklarımın,
Kâğıt üzerinde izi kaldı.
En azından
Desinler, şairin okurlara
Bir saygı dizesi kaldı.
ELLER
Rüzgâr karı savuruyor…
Yerden gökyüzüne yağıyor kar.
Kışın öpüşüymüş gibi
Ayaz yapışıyor yüze.
Güçlü omuzlarında
Uzun uzun borular
Yürüyor madenciler.
Kalın kar çıkmış dize,
Sanki kavramış ayaktan
Bırakmak istemiyor.
Madenciler boruları
Götürüyorlar kuleye
Beyaz volkanlar içinde
Derinden soluyarak
İşçiler birbirinin
Yerine geçiyor sık sık.
Eller hissediyor boruda
Devreden çıkanların
Ellerinin sıcaklığını.
Ama dostlardan birisi,
Tuttuğunda boruyu
Bu sıcaklığı hissetmedi,
Ses de etmedi.
Anladı; birisi fırtınada,
Göz gözü görmediğinde
Başkaları çalıştığında
Kendini vermemiş işe,
Dostların safında
Yürümüş yüreksizce.
Az sonra kulübede
Şapkalarıyla üst başlarını
Çırpıp oturdular.
Eriyip damla damla
Üzerlerinden akan
Sanki kar değildi;
Akıyordu zümrüt anlar.
Sıcak vurdukça
Eller bir hoş sızlıyordu.
Muhabbet sürüyordu
Yeni çıkan petrol üzerine.
Birsi de sanırsın
Kendi ellerini çalmış
Deminden sokmuştu cebine.
EN BÜYÜK GEMİ
Neft Taşları
Anımsatır
Demir atmış
Devasa bir gemiyi.
Ama da hayran bıraktı beni.
Gemi – şehirdir,
Gemi – meydan.
Buraya her yerden konuk gelir,
Gemi – cihan.
Ama geminin gideceği yok bir yana
Buralardan.
Gemi duruyor
Kaç adet
Demirden ayaklı
İrade temelli
Bir şehir gibi.
Gönlünü vermiş sulara
Ebedi bir demir gibi.
BABAMIN ANISINA
O sert idi. Sabahları derse gidende ben
Çaktırmazdı yolda durup bakındığını.
Bir kere bile anlatmadı içindekileri.
Söylemezdi evlat için çok çabaladığını.
Gizli gizli beni süzüp gülümserdi bazen,
Durup durup yüklenirdi eğri pipoya.
Evladına birce kere “can” demektense
Evlat için can vermek kolaydı ona.
Çalışmayı seven, ağır sert bir eli vardı
Bazen kısmet gibi indiriveriyordu omuzlarıma.
Sert yüzünde bir anlık şafaklar sökerdi,
Ama hangi ışıklı düşüncelerden, bilmem.
Sevgisi de soğuktu- taze ekinleri
Her türlü afetten koruyan kalın kar gibi.
Moskova’da okuyordum,
Terk etti beni.
Geldiğinde ebedi bir ayrılık demi
Kâh görmek istemiş beni,
Kâh istememiş haberdar olmamı.
Utanmış kendi ölümünden.
Ah… Neden böyle etti, bu ne gubardı?18
Bir zamanlar bu nişanda bir babam vardı.
1959
YILAN
Babam derdi…
Sen yılana tüfeği
Gözlerini kapat da
Doğrult,
Ölecek.
Kendisi kızıl merminin
Üzerine gelecek.
Sen onu değil,
O senin
Tüfeğinin
Yılan deliği gibi
Namlusunu
Henüz yolun yarısındaki
Mermisini,
Kirpiksiz gözleriyle
Hemen nişan alacak,
Yarı yolda kalacak.
Bir anlığına
Dumanlar içinde havada
Mermiyle beraber kalacak,
Sonra göğün hırsla
Salladığı bir çubuk gibi
Yere çarpılacak.
Yerde kıvrılacak.
Ölüme nasıl da âşık
Ölüme nasıl da hayran
Olmuş ki
Kendi ölümünü
Fırlayarak
Yarı yolda karşılar,
Vahşi bir ilhamla yılan.
BAKÜ RÜZGÂRI
Demedim her zaman gez bu diyarı,
Kır budakları, eğ budakları.
Bazen de sessiz es, su gibi durul,
Gelip dalga dalga dökül koynuma.
Kâh da bana varıp havada burul19
Burula burula sarıl boynuma.
Ama içimde bir sözüm de var,
Sen ey soğuk hazri20, sıcak gilavar21,
Görünse düş gibi bu hayat sana,
Bin türlü mücadele anımsat bana.
O güçlü dalgalar, o gür dalgalar
Aniden yerimden koparsın beni,
Gürlesin ha bire, coşsun ha bire,
Koştura koştura götürsün beni.
Gürle, olanca gücünle gürle ey külek22,
Saçımı da dağıt, göğsüme de bas.
Ben de cevap vereyim, bana kulak as;
Gel yine çarpışıp, yüz yüze gelek23.
Görsen tufansızım, görsen rahatım,
Bırakma, evde de kestirip yatım.
Ey Bakü rüzgârı sabaha kadar,
Çal penceremi, kır penceremi.
1954
BABEK’İN KOLLARI
Kolları koparılan Babek
Yurdu yakılan Babek.
Kan renkli bir arabada24,
Şarkı adlı bir harabede,
Söve söve,
Döve döve,
Herkese gözdağı olsun diye
Köy köy dolaştırılan Babek.
Ölüp de dirilen Babek.
Kollarını görmediğinde
Azcık rahatlayan Babek.
Bir kızıl rüya içinde
Uzaklara dalan Babek.
Diyen Babek: “Aman dostlar,
Hücum edin koşun25 koşun,
Orda bensiz kılıç çalan
Kollarımla bir vuruşun.”
Haziran 1969
FUZULİ
…Felekler yandı ahimden
Fuzuli
Dünya seni kocattı, yaşıtın olsun diye,
Gömüldü derdin yere, yükseldi ahın göğe.
Dert ortağı– derdin ta kendisi; sessizlik– sorunun
cevabı.
Buna dayanmaz granit dağlar bile.
Fuzuli… O ne zamane öyle? Yanan insan
gördüklerinde,
Yanana ateş verdiler.
Fuzuli… O ne keder?
Donan insan gördüklerinde
Donana buz verdiler.
Fuzuli… Nereye kadar?
Batan insan gördüklerinde
Batana deryaları hepten bahşettiler.
Dünya seni kocattı,
Kocadın dünya gibi.
İçin keder dolu…
Çalkanan derya gibi.
Gelip kesti kapının önünü şöhretle ad,
Ey büyük üstat,
Heyhat,
İçinde o ada, o şöhrete yer var mıydı?
Bin türlü kederden
Orada yer kalır mıydı?
Çattı genç bir kızın
Zamansız aşkı;
İçinde dert elinden
O aşka yer var mıydı?
Bazen de hanendenin26
Coştuğunda sanatı
Senin gazellerinden başka
Gazel okunur muydu?
Kendi öz sözlerine
Kalbinde yer var mıydı?
Dünya seni kocattı
Genç görünsün diye,
Yangınların dumanı gibi,
Ahların yükseldi göğe,
Sen ateş alıp tutuştun.
Bu ateşi koca Şarkın
Her yerinden gördüler;
Gördü bunu memleketin.
Bütün bu geniş dünyanın
Gözleri göklerde kaldı.
Gök de şafaklar saçan,
Ahına baktı, daldı.
Dediler ki, felekler
Yaratmış bu odu27,
Ama bu ateşe yananlar
Yine felekler oldu.
Görüyorum yükseklerden
Gelir Fuzuli sesi.
Görünüyor yükseklerde
Onun nurlu izleri.
O yıldızlar
Fuzuli ateşinin közleri,
O güneş
Fuzuli ateşinin nişanesi.
1958
AZERBAYCAN
Azerbaycan…
Odlar Yurdu.
Yüreklerin odundan
Yaranmış bir diyar.
Dostuyla her derdi melali
Sevinci bir duyur.
Azerbaycan-
Tarihlerin şahidi.
Nizami’si sınırsız düşünce,
Nesimi’si28 hak şehidi.
Fuzuli’si gönlün
Her köşesinden haber veren
Aşkın tüm renklerini gören
Dünya yürekli bir üstat.
Nasrettin’i, Celil’i
Omzunda halkın derdinin
Kepez’i,
Şahdağ’ı29.
Göğsünde çapraz duran
Gözyaşı, ah dağı.
Sabir’i30– gülüşünde hüzün,
Kederinde hüsün,
Sükutunda tufan
Tufanı arşa çıkan alevden
Doğan bir insan
Azerbaycan.
Şöhreti sınırlar aşan,
Kendinden büyük
Ülkelerle yarışan,
Dünyaya yakışan,
Yakışıp ona güzellik katan,
Petrol diyarı
Yanmaktadır yükseklerde
Şöhret yıldızları.
Suları üzerinde dünyanın
Devasa gemi gibi
Demir atmış çelik caddeli,
Bin ayaklı,
Dalgaların nağmeli zirvesinde
Yer alan
Genç
Ağır,
Cesur
Yiğit bir şehir.
Dalgalar üzerine
Mavi nağmeler
Serper.
Azerbaycan.
İnsanı da
Doğası gibi doğal,
Mihriban,
Doğası- her dili
Konuşabilen insan.
Yolları insanla-
Anlamla yüklü
Şiir dizesi.
Anlam kokusuna
Doyurur dünyayı
Onun milyon renkli her baharı.
Irmaklarında gönül okşayan
Nağmeli bir haray31.
Kuzeyi kış
Güneyi yaz…
Azerbaycan.
Gece gündüz ilham verenim benim
Azerbaycan.
Gönlümün
Ruhumun, Sevincimin,
Kederimin
Fikrimin vatanı…
Azerbaycan.
İnsan zekâsının
Aydınlattığı,
İçinde
Bin bir çıra yaktığı
Bir diyar.
Bayramı zaferlerle,
Bugünü parlak,
Yarını daha parlak
Seherlerle dolu…
Yolu-
Beşer düşüncesinin
Zirve yolu.
KÜR
Nereye gidersem gideyim…
Köye, şehre,
Ben Kür görüyorum.
Kızıl dalgalarını öz Kür’ümün.
Şimdi her odada
Ben Kür görüyorum.
Kür’ün kendisine de Kür ışık saçıyor;
Kür üzerinde
Ben Kür görüyorum.
***
Kalbim bakınır o yere doğru
Gözlerim yol çeker…
Çeker yolları.
Kâh havayolunu,
Kâh suyolunu
Kâh kara yolunu, özlem yolunu.
Dökülür üzerime
Yolların kavşağı.
Alnıma
Yüzüme doluyor kırışlar.
Gözlerim yol çekiyor
Nice diyarla
Şehirle karışık,
Köyle karışık.
Gözlerim öylesine
Yorgun olur ki bazen
Gözlerim öylesine
Yola dolar ki bazen
Geceler sabaha kadar
Tatlı rüyalar gibi
Dökülür onlardan göğsüme yollar;
Kaç köy, şehir,
Kaç tane diyar…
Doludur yollarla gözümün içi
Gözümün üstünde de yollara yer var.
Darmowy fragment się skończył.