Zamanın Kalbi

Tekst
0
Recenzje
Przeczytaj fragment
Oznacz jako przeczytane
Zamanın Kalbi
Czcionka:Mniejsze АаWiększe Aa

Zamanın Kalbi

Koruyucu Kalp Kristali Serisi Kitabı 1

Amy Blankenship

Translated by betül öztürk

Telif Hakkı © 2010 Amy Blankenship

English Edition Published by Amy Blankenship

French Edition Published by TEKTIME

All rights reserved.

ISBN:

ISBN-13


Zamanın Kalbi Efsanesi

Dünyalar değişebilir... ama gerçek efsaneler asla kaybolmaz. Karanlık ve aydınlık, zamanın başından beri sürekli savaşageldi. Dünyalar yaratıcılarının ayakları altında şekil aldı ve parçalandı, yine de süregelen iyi ve kötü ihtiyacı sorgulanmadı. Bununla beraber, bazen bu karışıma yeni bir unsur katıldı... iki tarafın da istediği ama yalnızca birinin sahip olabileceği tek şey. Doğası mantık dışı olsa da, iki tarafın da ulaşmak için mücadele ettiği değişmez tek şey, Koruyucu Kalp Kristali. Kristal taş, bilinen evreni yaratma ve yok etme gücüne sahip olup hala tek bir nefesle tüm acı ve anlaşmazlıkları sonlandırabilecek durumda. Bazıları kristalin kendisine ait bir aklı olduğunu söylüyor... bazıları arkasında tanrıların olduğunu.

Koruyucuları, her ortaya çıkışında, onu bencilce kullanacaklara karşı kristali savunmaya her zaman hazırdı. Bu korucuyuların kimlikleri değişmeden kaldı ve dünya ya da zaman farketmeksizin aynı acımasızlıkla sevdiler.

Bu kadim koruyucuların merkezinde bir kız bulunuyor ve sevgilerinin nesnesi de o. İçinde kristalin kendi gücünü tutuyor. Kristalin taşıyıcısı ve gücünün kaynağı bu. Çizgiler sıkça bulanıklaşıyor ve kristali korumak yavaş yavaş rahibeyi diğer koruyuculardan korumaya dönüşüyor.

Karanlığın kalbini içtiği şarap bu. Kristalin koruyucularını, saldırılara karşı zayıflatıp etki altında bırakma fırsatı. Karanlık hem kristalin gücünü hem de aynı zamanda bir erkeğin isteyebileceği gibi kızı istiyor.

Bu boyutlar ve gerçekliklerin içinde, Zamanın Kalbi diye bilinen gizli bir bahçe bulacaksınız. Orada genç bir rahibenin heykeli diz çöküyor. Gizli hazinesini saklı tutan ve iyi koruyan çok eski bir sihirle kuşatılmış. Kızın elleri, değerli birşeyin verilmesini bekler gibi ileriye uzanmış.

Efsaneye göre, Koruyucu Kalp Kristali diye bilinen güçlü bir taşın, kendisine geri verilmesini bekliyor.

Heykelin arkasındaki gerçek sırları ve nasıl var olduğunu yalnızca Koruyucular biliyor. Beş kardeş, zamanın kalbini atalarından ilk nefeslerini almadan önce, karanlık tarihi boyunca, Tadamichi ve ikiz kardeşi Hyakuhei koruyordu. İkizler, insanların dünyasının iblisler alemiyle bir araya gelmesini engelleyen mührü yüzyıllar boyunca korudu. Bu kutsal bir görevdi ve hem insanların hem de iblislerin hayatlarının, korunup birbirinden saklı tutulması gerekiyordu.

İnsanlardan oluşan küçük bir grup beklenmedik bir şekilde, hükümdarlıkları döneminde kutsal kristal yüzünden yanlışlıkla iblisler dünyasına geçti. Bir kargaşa esnasında kristalin güçleri, mühürde boyutları ayıran bir yarığa neden oldu. Grubun lideri ve Tadamichi mühürdeki yarığı kapatmak ve iki dünyayı birbirinden sonsuza dek uzakta kilitli tutmak için bir anlaşma yaparak hemen müttefik oldular.

Ama bu esnada Hem Hyakuhei hem Tadamichi insan liderinin kızına aşık oldu.

Hyakuhei’nin isteklerine karşın, yarık Tadamichi ve kızın babası tarafından onarıldı. Mührün gücü, tehlikeli aşk üçgenini sonsuza dek ayırarak on kat arttırıldı. Hyakuhei’nin kalbi parçalanmıştı. Kendi kanından olan kardeşi Tadamichi bile o ve rahibenin ebediyen ayrıldığından emin olarak ona ihanet etmişti.

Aşk bir kez kaybedildiğinde en şeytani şeylere dönüşebilir. Hyakuhei’nin kırık kalbi ikiz kardeşler arasında Tadamichi’nin hayatını sonlandıran ve ölümsüz ruhlarını ayıran bir savaşa neden olan kötücül bir öfke ve kıskançlığa dönüşmüştü. Bu ölümsüzlük şeritleri mührün muhafızlığını alacak ve onu kötüler alemindeki iblislere katılan Hyakuhei’den koruyacak beş yeni koruyucu yarattı.

Hyakuhei karanlığın içine hapsolarak zamanın kalbini korumaya dair bütün düşünceleri boşa çıkardı… bunun yerine enerjisini mührü tamamen ortadan kaldırmaya yöneltti. Dizlerini geçen uzun geceyarısı bukleleri ve en çekici kişilere ait bir yüz, meleksi görünüşünün altında saklı gerçek şeytanı maskeliyordu.

Aydınlık ve karanlık güçlerin arasındaki savaş başlarken kutsal heykelden, rahibenin tekrar doğduğuna ve kristalin diğer tarafta yeniden ortaya çıktığına işaret eden kör edici, mavi bir ışık yayıldı.

Koruyucular ona yönelip muhafızları olurken, iyi ve kötü arasındaki savaş gerçekten başlıyordu. Böylelikle de karanlığın, ışığın dünyasına hakim olduğu başka bir dünyaya giriş.

Bu, çok sayıdaki destansı maceralarından biri…

Bölüm 1 "Parçalanmış Hatıralar”

"Kyoko!!!!!!"

Toya'nın öfkeli çığlığı etraftaki ormanda duyulabiliyordu. Ümitsiz çığlığının sesi kaybolurken herşey ölümcül bir sessizliğe büründü, tüm gözler Hyakuhei’nin bir sonraki hamlesini izlemeye koyuldu.

Kimse bunu durduramazdı. Herhangi birinin tepki gösterebilmesi için her şey çok hızlı gerçekleşmişti. Gerçekleşen olay, beş koruyucunun hepsinin korkuyla felç geçirmesine sebep olmuştu. Hyakuhei’yle savaşmak için, koruyucu kalp kristalinin koruyucuları olarak bir araya geldiklerine inanamıyorlardı… yalnızca kazanması için. Yalnızca hepsinin sevdiği ve koruduğu kişiyi kaybetmek için.

Orada, savaş alanının ortasında dolanıp dururken… en kötü kabusları açığa çıkıyordu.


Hyakuhei, Kyoko’yu yakalamış, korku dolu yüzüne yukarıdan bakarak tutuyordu. Kızın bedeninin alt kısmı, planladığı gibi onunkiyle kaynaşmaya başlamıştı. Onu ve Koruyucu Kalp Kristalini yavaşça bedeninin içine almaya ve ruhunun içinde hükümsüz kılmaya çalışıyordu. İzleyen herkes, Kristal’deki bozulmayı yalnızca kötülükten doğan karanlıkla parlarken görebiliyordu.

Kyoko’nun elleri, bir iblise dönüşen bu koruyucu efendiden bütün gücüyle kurtulmaya çalışarak kendisini çılgınca ondan uzaklaştırıp iterken Hyakuhei’nin göğsüne dayalıydı, o ise yalnızca gülüyordu.

Hyakuhei, şimdi eti ve kanında dolaşan güçle sarhoştu ve kızın kaçmaya yönelik zayıf çabası onu çok eğlendirdi. Uzun, simsiyah saçları canlıymış gibi etraflarında dönüyordu. Geceyarısı buklelerinin ipeksi uçları, Kyoko’nun küçük vücudunu kendisininkine hapsetmek için, onu arkasından demir bir kayış gibi sardı.

Kyoko, bedeninin onunkiyle birleşmeye çekilmesine karşı koyarken savunmasız hissetti. Onun ruhu olan bu soğuk, karanlık boşluğa düşmek istemiyordu. Oradaki tüm iblisleri… onu beklediklerini hissedebiliyordu. Bedeninin içine girdikçe, kendi bedenin o kısmı soğuyordu. Bacakları, bir milyon iğne aynı anda derisini delerek, orada buz şekilleniyormuş gibi acıyordu.

Hızla bir şey yapmazsa tamamının kaybolacağını biliyordu. Son birkaç yılda onu koruyan beş kardeşi… orada dikilip izlerlerken görebiliyordu. Hepsi yardım etmek istiyordu, ama o kalkan olarak kullanıldığı sürece bir hamle yapmaya çok korkuyorlardı.

Kyoko, bu hain koruyucuya karşı kaybetmek istemiyordu. Onların öz amcalarıydı… Neden uzun zaman önce yeğenlerinin karşısına geçmişti? Kyoko’nun zümrüt yeşili gözleri korku dolu bir öfkeyle düşmanınınkilere dönüp kilitlendi. Bu gerçekleşiyor olamazdı… Yaşadığı bunca şeyden sonra olmazdı. Hepsi onun hatasıydı.

Gözleri Hyakuhei’nin karanlık sabit bakışları karşısında kısıldı. Kristal’i bu dünyaya o getirmişti ve eğer kendisiyle birlikte cehenneme götürmesi de gerekse onu bu dünyadan geri alacaktı.

Kyou, 15 metreden uzak değildi ve kör bir öfkeyle imha kılıcı ‘Hakaisha’yı hızlıca çekti. Amcasının… düşmanının, bugüne kadar ona saygı duymak için büyüdüğü tek insan kıza dokunması düşüncesi hoşuna gitmedi. Deli bir adamın kollarında, o kadar tehlikeli bir biçimde kırılgan görünüyordu ki, kavga artık kötülüğe karşı saflığın savaşı oluyordu.

Koruyucu aleminin efendisi… Kyou, beş kardeşin en büyüğü, bu süreçte Kyoko’yu incitmeden hiçbir şey yapamazdı. İçin için, Kristal’in gücünün kendisine zarar veremeyeceğini, çünkü bu savaştan önce bütün büyüleri engelleyecek bir büyü kullandığını biliyordu. Hyakuhei’nin, ona karşı Koruyucu Kalp Kristali’ni kullanmayı denemesi ihtimaline karşı hazırlanmıştı.

Ama bunu… beklememişti. Kyoko’nun incinmesini istemiyordu… bunu durduracak gücü olduğu sürece asla.

Hyakuhei tarafından gönderilen karanlık, şeytani hayaletler gizli bir kabustan çıkar gibi yerden süzülerek gelip onu hareketsiz tutmak için, ölümcül bedeninin etrafını sardığı zaman mücadele etmedi. Kyou, genç kardeşinin gümüşi gözlerinde yanan öfkeyi görerek Toya’ya bir bakış attı.

 

Hyakuhei, Toya’yı şeytani bir hayalet saldırısıyla sarmış, güvenli bir mesafede tutmaya çalışıyor, ama Toya hala onlara karşı intikam duygusuyla çabalıyordu. Kyou içinden, kardeşinin üzerindeki engellere minnet duydu… şüphesiz onlar olmasaydı, Toya sonuçları ne olursa olsun saldırırdı. Sadece Kyoko’nun tarafının içinde olduğu böyle bir tehlike Toya’nın kırılma noktasını geçmesine neden olmuştu.

Kyou, her kalp atışında kendi gücü ve diğer kardeşlerinin gücüyle beraber, Toya’nın koruyucu gücünün yoğunlaştığını hissediyordu.

30 metreden daha uzakta bulunmayan Kotaro’nun mavi gözleri inanmazlıkla açıldı. Kyoko’nun incindiğini görmek istemiyordu ama bunu önlemek için de birşey yapamazdı. Her iki kolu da savaşta kanla kaplanmıştı ve bacakları da daha iyi bir durumda değildi. Şu anda, acıya karşı savaşıp ayakta durmaya çalışırken saldıracak güce bile sahip değildi. Aklı hala her şeyden çok sevdiği kız için korku ile donmuştu.

Kotaro, buz mavisi gözleri karşılık verme ihtiyacıyla yanarken, keskin köpek dişlerini ortaya çıkararak kulak tırmalayan bir sesle “Onu incitmeye cüret etme yoksa seni cehenneme kadar kovalarım Hyakuhei” diye tısladı. Etrafında, kendi oluşturduğu güçlü esintilerden bir daire içinde bir enkaz yığını uçuşurken, çevresindeki tüm hava bir intikam hissiyle hayat buluyormuş gibiydi.

Kamui korkmuştu, ama Kyoko’yu Hyakuhei’nin kollarında mücadele ederken görmek, fikrini değiştirmesine sebep oldu. Öfkeli gözlerinde, birden çok rengi olan bir toz parıldadı. Kamui sonuçlarını düşünmeden, rahibeye olan aşkından doğan ve herkesin gördüğü akla gelmez bir cesaretle, açtığı pençeleriyle doğruca Hyakuhei’ye doğru koştu.

Hyakuhei'nin gölge iblisleri bedenini sert toprağa çarparak ve uçuşan bir enkaz göndererek onu geri püskürttü.

Savaşlarda her zaman en genç koruyucunun arkasını kollayan Kaen, kurtulmak için sıçrarken ayaklarından ateşler uçararak Kamui’yi sıkıca tutarak yakaladı. Kamui tehlikeden uzak, yerde güçsüzce yatarken Kaen kızgın gözlerini Hyakuhei’ye dikti ve en genç koruyucu ile tehlikenin arasında dikildi.

Suki dizlerinin üzerindeydi, babasını hala kollarında tutuyordu. Bedeni artık cansızdı ve Hyakuhei’ye olan nefreti, Sennin’i öldürdüğü için kızının içine dolmuştu. Bakışları, böyle yaşlı, bilge bir adamın başına gelen aynı soğuk akıbetten en iyi arkadaşını koruyabilmeyi dileyerek Kyoko’ya dikildi.

Shinbe, Hyakuhei’nin bedeni üzerindeki bakışlarını engelleyerek korumacı bir biçimde Suki’nin önünde dikildi. Kotaro’nun öfkesinin rüzgarı, Shinbe’nin geceyarısı mavisi saçlarını yüzünün etrafında uçuruyor… kurnaz ametist gözlerine tekinsiz bir ifade veriyordu. Kyoko için olan endişesi, kristal yapının gücünü hissederken derinleşti.

“Hayır….” Kelime ağzından, rüzgar aniden kendisini yere çarpmış gibi çıktı. Shinbe, eğer Hyakuhei koruyucu kalp kristalinin tüm gücünü elde ederse, iki dünyanın da ciddi bir tehlike içinde olacağını biliyordu. Hiçbir şey yapamayacağı gerçeğinin kalp kırıklığını hissettiğinde yanağından sıcak bir yaş aktı. “…Kyoko.”

Hyakuhei, etrafına, uzun süredir yolunda dikilen düşmanlara baktı… kendi kardeşinin çocukları. Kyoko’yu kalkan olarak tuttuğu için, şu anda ona saldırmaya korktuklarını biliyor ve her yönden yükselen öfkeyi hissedebiliyordu.

Abanoz kanatları, arkasında koyu bir zemin yaratarak ve aynı koyuluktaki gözleri, kollarındaki kıza kilitlenerek açıldı. “Seni korumaya çalışıyorlar.” Bunu bir savaşın ortasında değillermiş de, yalnızca kenardan izliyorlarmış gibi sakin, rahatlatıcı bir sesle belirtti.

Kutsal korucuyu kalp kristalinin hala çıplak göğsünün ortasında görünür olduğunu hissedebiliyordu. Kendisini savunmaya çalışan koruyuculara olan sevgisi, kristalin kalanının da bedeninin içine gömülmesini ve adama arzuladığı gücü vermesini engelleyen tek şeydi.

Bu sevginin saflığı kızın gücüydü ve kristali adamdan çekip almayı denemek için bunu kullanıyordu… adam bunu hissedebiliyordu. Ama aynı zamanda damarlarında gezinen gücü de hissediyordu ve bu yalnızca daha fazlasını istemesini sağlıyordu.

Bir an için aşığıyla konuşurmuş gibi kıza fısıldarken gözleri yumuşadı. “Bu yeterli değil.”

Hyakuhei, küçük grubun etrafını saran sevgi bağlarını bir şekilde yok etmek için, kristalden halihazırda kazandığı gücü Kyoko’ya karşı kullanmaya karar verdi. Onu durdurması gerektiğini biliyordu… çünkü tek başına kızın kendi gücü, bir zamanlar içinde olan kristalinki kadar kuvvetliydi. Bir zamanlar sevmesine izin veren… sonra zalim bir şekilde bu aşkı ellerinden alan aynı kristal.

Kyoko’nun yüzünü kendisininkine yaklaştırdı ve masum dudaklarına nazik bir öpücük kondurdu. Heyecanlı yeşil gözlerine bakarak, koruyucu kalp kristalinin gücünü kullanıp kızın zihnine girdi.

Hyakuhei en çok hangi korucuyu sevdiğine dair anılarını aradı… bunları ondan alacaktı. Uğrunda mücadele ettiği insanlara dair anılarını çalmak, kızın gücünü zayıflatırken kendisininkini artıracaktı.

Kyoko gözlerini kırpamıyordu. Adamın vahşi pençelerinin, zihnindeki anılarını yok etmeye ve bu mücadelenin nedenini söküp almaya çalıştığını hissediyordu… sevgisini ondan almaya çalıştığını. Arkadaşlarını, hepsini, buna izin vermeyecekti.

Kyoko, adama karşı kullanmak için kendisine yalnızca tek bir şey bırakarak kontrolünü kaybettiğini hissediyordu ve bu alıp yok etmeye çalıştığı şeyin kendisiydi. Gözleri öfkeyle parladı ve artık zaptedilmiş değillerdi. Ellerini adamın geceyarısı buklelerine tutturdu ve gidip gelen bir güç dalgasıyla titreyerek alınlarını birbirine bastırdı.

Sesi savaş alanındaki sessizliği delip geçiyordu. “Onu bu kadar çok mu istiyorsun? BURADA!! Al !!!”

Kyou’nun altın sarısı gözleri, korku sıcak keskin bir bıçak gibi içinden geçerken yoğun biçimde parladı. Rahibe ne yapıyordu? Bir şeylerin korkunç biçimde ters gittiğini biliyor ve psişik güçlerinin kendisini çağırdığını hissediyordu… onu çok geç olmadan dinleyip görmeye zorluyordu! Bu güce odaklandı ve ne olduğunu görmeye çalışmak için Kyoko’nun zihnine girdi. Şahit olduğu şey, etrafını çok sıkı sarmamış olan gölge iblisleri arasında dizlerinin üzerine düşmesine neden oldu… onu hareketsiz tutuyorlardı.

Görüntü ve sesler sonsuza dek zihin gözünde kalacaktı ve Kyou her nasılsa, üzerine üşüşen duyguları asla sarsamayacağını biliyordu. Kızın zihin gözüne bakarak anladığı için Kyoko, o ve kardeşlerine karşı olan sevgi duygularını korudu. Adam her dokunuşu görebiliyor, kendisini okşayan her duyguyu ve kendisini olduğu gibi kızı da paramparça ediyor olması gereken her gizli gözyaşını hissediyordu.

Kyou aynı zamanda Kyoko’nun, herhangi birinin onun sahip olduğunu düşündüğünden çok daha fazla güce sahip olduğunu anlayarak iliklerine kadar titremişti… kendisinin bile farkında olmadığı bir güç. Kızın aklından Hyakuhei’ninkine geçen her hatırayı, oradan silinmesine asla izin vermeyeceği yer olan kalbine atılıyormuşçasına görüp hissedebiliyordu.

Sevgi, kalp ağrısı ve adanış yılları… hepsi bir anda feda edilmişti.

Kendisiyle birlikte mücadele etmiş olanlara karşı tüm sevgi ve dostluk anıları, acıları ve gizli duyguları Hyakuhei’nin zihnine sokulurken, öfkeli gözyaşları Kyoko’nun yanaklarından aşağı aktı. Bu kalan tek silahıydı.

Hyakuhei’nin şeytani gücü bir anda dengesizleşti. Kristal, koyu bir ışıktan beyaz ışığa döner ve Toya ile Kyou’yu tutan gölge varlıklar görünmez olarak dağılırken herkes güç kaymasını hissetti.

Kyoko, karanlığın meleğinin kafasının karışmasını izledi, mükemmel, solgun yüzü acı ile çarpılmıştı.

Kyoko tam kaydığını hissederken küçük ellerini dışarı çıkardı ve kristali yakalayıp adamın etinden çekti. Unutmak istemediği anılar için zihninin verdiği mücadeleyi şimdiden kaybettiğini hissettiğinden ne yapılması gerektiğini biliyordu. Zaten çizgi izleri bulunan yanaklarından kristal gözyaşları akıyordu.

Herkesi korumak için bütün hatıralarını vermişti. Düşüncelerini kaybetmeden önce, koruyucu kalp kristalini çabucak kendi göğsüne… kalbine paralel olarak dayadı.

Doğruca ona doğru atılan Toya ve Kyou’yu görmek için dönerek fısıldadı “Beni unutmayın… lütfen.. beni bulun.”

Kyoko’nun görüşü kaybolmaya başladığında gözüne çarpan son şey, ismini bağırarak ona yaklaşmaya çalışmalarıydı. Biri saydam altın sarısı, diğeri parıldayan gümüş gözlerle… sonra dünyası karardı.

Kyou, Kyoko’nun zayıfladığını hissedebiliyordu ve öldüğünü düşündü. Her şey değiştiğinde, bir su damlası onun tarafında yüzeye çarpmış gibi umutsuzca Toya ile birlikte, ona ulaşmaya çalışarak öne atıldı. Kyoko’dan dalgalar yayıldı ve kız havada kayboldu. Sonrasında Hyakuhei de öfkeyle bağırarak ortadan kayboldu.

Kardeşinin kendisininkiyle birleşen çığlığı, ses göz açıp kapayıncaya kadar, beklenmedik bir şekilde kesilmiş gibi sonlanırken Kyou’nun aklı hızla çalıştı, Toya’nın da ortadan kaybolduğunu biliyordu. Kyou nazik bir şekilde bir saniye önce hedef olarak gözüne kestirdiği boş noktaya düştü. Öfkeli bakışları inanmazlıkla etrafını aydınlattı. Herkes ortadan kaybolmuştu.

Kyou damarlarında dolaşan ve soylu koruyucu kanına karışan adrenalini hissetti. Hepsini görmüş ve anlamıştı. Artık kızın tüm anılarına sahipti. Kyoko onları kurtarmak için hepsini vermişti ve son saniyede onun dileğini duymuştu. Muhtemelen ne yaptığını bile bilmiyordu… ama Kyou’yu geride bırakarak herkesi beraberinde götürmüştü.

Kutsal kristalin kendisine karşı kullanılmasını önlemek için çevresine yaptığı büyü, onu diğerleri her nereye gittiyse onları takip etmekten alıkoymuştu. Kız, yalnızca fısıldanmış birkaç kelime ile ondan her şeyi almıştı.

Bedeni dik ve gururlu bir şekilde dikiliyordu. Dizlerine kadar uzanan gümüş saçları etrafında dalgalandı ve gömleğinin beyaz ipeği, işkence görmüş kalbindeki fırtına ile eşleşen, görünmeyen bir fırtınanın gözünde oturuyormuş gibi rüzgarla titredi.

Terkedilmiş savaş alanına bakarken görünüşü bir meleğe benziyordu… krallara yakışır, güçlü ve mükemmel. Elini yanağına kaldırıp tek bir kızıl gözyaşını yakalayana kadar, duracak gücü yoktu.

Filizlenerek, yaşlanmadığı hayatında ilk kez gerçek kimliğini ortaya koyan kanatlarının tüyleri etrafında döner ve onu geniş altın sarısı bir parlaklıkla sararken, Kyou’nun görme gücü arttı.

Savaştan kalan tek yara, kalbinde oluşan yarıktı… hiç kimsenin sahip olduğunu düşünmediği kalbi. Bakışları yalnızca birkaç metre ilerideki kız heykeline kaydı ve fısıldadı, “Kyoko, seni terk etmedim. Bin yıldan uzun sürecek bir uzaklık beni, seni tekrar bulmaktan alıkoymaya yetmez…”


Bölüm İki "Önemsiz Kısım"

Zamanın Kalbi’nin diğer tarafında, iki yıl sonra… ve geleceğe binlerce yıldan fazla zaman varken.

Mektup Hogo tapınağına yazılmıştı. Büyükbaba Hogo çayını içtiği masaya geri dönerken, elçinin az önce kendisine verdiği şık zarfa baktı. Kapı çalınmadan önce, genellikle fazla hareketli olan evdeki huzur ve sessizliğin tadını çıkarıyordu.

Herkes akşam için dışarı çıkmıştı. Tama arkadaşlarıyla beraber şehirdeki oyun odasındaydı ve Bayan Hogo kahvaltılık alışverişi yapmaya çıkmışken, Kyoko çalışmak için kütüphaneye gitmişti.

Büyükbaba masadan küçük bir bıçak alarak keskin ağzını, kenarlarını altın çerçeveli olan zarfta dikkatle kaydırdı. İçini açtı ve ağır hizmet için noter onaylı, altın çerçeveli mektubu çıkarıp okumaya başladı. Okudukça gözleri açıldı. Bu bir burstu, şehrin diğer tarafının eteklerinde, çok pahalı bir okulda tam burs.

 

"K.L. Üniversitesi." Yaşlı sesinde yıllardır ilk kez şaşkınlık vardı. Okuduğuna göre her şey tam karşılanacaktı, kalacağı yatakhanenin ücreti bile, ve kendi imzası olan K.L. harfleriyle okulun kurucusu tarafından imzalanmıştı.

Büyükbabanın yaşlı yüzü, uzun zamandır görülen en parlak gülümsemesiyle yukarıya doğru kalktı. Kyoko mutlu olmanın da ötesine ulaşacaktı. Adam, okulda çok şey kaçırmış olmasının, herhangi bir üniversiteye kabul edilmesini engelleyebileceğini biliyordu ve şimdi bölgedeki diğer tüm okullardan üstün olan yere gidiyordu.

Düşünceli bir biçimde kaşlarını çattı… başvuran hiçkimsenin başarılı olamadığını bildiği için, bu girilecek en zor okullardan biriydi. Ayrıca sadece üye olmanın son derece yüksek gereksinimleri bulunduğundan çok az öğrencisi olduğu söyleniyordu. Başvuru bile yapmadığı bir yere nasıl kabul edilmişti?

Aklı son iki yıla döndü. Kyoko tapınak evinden aklı çok karışık olarak döndükten sonra kendine gelmesi zaman almıştı.

Aniden geri döndüğünde hepsinin kafası karışmıştı, çünkü uzakta olduğu zamanlar neler olup bittiğiyle ilgili çok şey hatırlamıyordu.

Hogo ailesi, zaman kapısından birçok kez ileri ve geri geçtiği için nereye gittiğini biliyordu… Bununla ilgili ani bir hafıza kaybına uğrayan Kyoko idi.

Toya’yı bile hatırlamıyordu. Ama büyükbaba için bu sorun değildi, çünkü zaman geçişi yapan koruyucuyu unutması en iyisiydi. Diğer taraf ve getirdiği tehlikeyle ilgili her şeyi unutması en iyisiydi.

Gözlerine bir an için üzüntü hakim oldu. Evet, Kyoko dünyalar arasında gidip geldiği ve bu taraftayken onlara en yeni hadiseleri aktardığı için aile gerçekleşen her şeyi biliyordu. Ve bilmelerini istemediği birçok şeyi sakladığını da söyleyebilirdi. Bu sırları unuttuğu için artık onların da asla bilemeyeceği şeyler.

Genç erkek kardeşi Tama, kendisine bildiği her şeyi aktardıktan sonra bile; yalnızca başını salladı ve gözlerini indirdi. Sadece diğer dünyada yalnız olduğunu hatırlıyordu. Canavarlarla dolu bir dünya.

Büyükbaba derin düşüncelere dalarken dudakları inceldi. Kyoko, Koruyucu Kalp Kristali’nin içine geri döndüğü ve her şeyin bittiğiyle ilgili bir şey hatırladığını söylediği için, büyükbaba işlerin yolunda gittiğini biliyordu. Birkaç hafta sonra okul çalışmalarına geri dönmüştü ve mükemmel notlar alıyordu, ve artık hesap kapanmıştı. Büyükbaba, ön kapının açıldığını duydu ve gülüşü genişledi.

Sanki kutsal bir iyi şans muskasıymış gibi mektubu öperek, torununun mutfağa yürümesini izledi… Kyoko bunu sevecekti.

Üç hafta sonra…

Geçmişteki kız üniversiteye yaklaşırken, altın sarısı gözler izledi. Onu bulmuştu ve ne yapıp edip işleri bir kez daha düzeltecekti. Gözlerinin altın rengindeki saydamlığı, o uğursuz günde, ölümcül bir savaşın ortasında olanların anılarıyla parlarken, bir an için insan kalkanının kaydığını hissetti.

Pencereden gelen sabah güneşinin ışıkları, arkasında kanat biçiminde tuhaf bir gölge oluşturuyordu. Pençeleşmiş elini kaldırdı ve gözlerini kısarak pençelerin tekrar insan örtüsüne bürünüşünü izledi.

Tekinsiz gözlerini tekrar rahibeye döndürerek içindeki güçleri bastırdı. Kyoko’nun saflığıyla, etrafındaki kötülüğün uyanışını hissettiği bir andı. Bu sefer… aynı hatayı yapmayacaktı.

Kyoko başını kaldırıp devasa binaya baktı. Burası ona, bilinmeyen bir geçmişteki büyük bir şato gibi görünüyordu. Kendi kendine sırıttı. Buna engel olamıyordu. Bursu ve aslında burada yaşayacağını öğrendiğinden beri hala mutluydu.

Arkasındaki Tama’ya baktı. Çantaları taşımak ve yerleşmesine yardım etmek için onunla gelmesinin büyük desteği olmuştu. Kyoko, annesi ve büyükbabasının evde kalıp orada vedalaşmalarına dair konuştuğu için memnundu. Şimdi bu büyük özgürlükle neredeyse sersemlemiş hissediyordu ve tadına vararak derin bir nefes aldı.

“Kyoko, bütün gün orada dikilecek misin, yoksa gidip yatacağın odayı bulacak mıyız?” Manzara onu da etkilese de Tama homurdandı. Başını kaldırıp, ana kapıya yönelen devasa kemere şaşkınlıkla baktı.

Kyoko haritayı elinde tuttu ve üniversitenin sağ tarafına bağlanan heybetli binayı işaret etti. “Bu doğru bina olmalı.” Döndü ve Tama’ya göz kırptı. “Bu sabah bana yardım ettiğin için teşekkür ederim.”

Tama biraz utanmış hissederek sırıttı. “Elbette Kyoko, nihayet senden bir süreliğine kurtuluyorum, bu yeterli karşılık olur.” Başını eğerek savuştu ve gülmekten ölerek bir süre ondan kaçmaya çalıştı.

Kyoko onu kovalamaya başladı, ama üzerinde bazı gözler hissederek yolun ortasında durdu.

Rüzgar, kestane rengi saçlarını yüzünden uzaklaştırırken, kimin gözlerinin üzerinde olduğunu merak ederek binaya baktı ama daha fazlasını göremedi. Son birkaç yıldır tuhaf şeyleri hissedebiliyordu ve orada birinin olduğunu… onu izlediğini, şüphe götürmez biçimde biliyordu. Neredeyse ona dokunduklarını hissediyordu.

Yukarıdaki pencerede bir hareket gördüğünü düşündü, ama daha yakından inceleyince boş olduğuna karar verdi. Kyoko bu garip hissin yok olduğunu fark ederek iç geçirdi. Hayal kırıklığının kaybolmasını beklerken yumuşak bir şekilde alt dudağını ısırdı. Boş vererek en sonunda kapıdan içeri giren Tama’ya yetişti. İkisi de etrafa bakınırken donup kaldı.

Yukarıya doğru bakarken "bu yer bir harika,” diye fısıldadı Tama, ardından ciddi bir sesle ekledi. “Bu haritayı saklamak isteyebilirsin… eğer seni tanıyorsam burada kaybolacaksın.”

Kyoko’nun gözleri ana salonun içinde dolaşırken, onu duymuyormuş gibiydi. İçinde bulundukları oda, diğer katlara doğru spiral bir biçimde kıvrılan merdivenleriyle en az üç katlı bir bina uzunluğundaydı. Bir tarafta büyük bir kütüphane varken diğer taraf dinlenme alanına benziyor ve ortasındaki yüksek tonozlu tavanda asılı devasa bir avize bulunuyordu.

“Bunun düştüğünü görmek gerçekten hiç hoşuma gitmezdi” diye havayı işaret ederek başıyla onayladı.

Konforlu mobilyaları olan oturma alanları aşağıdaydı. Sabahın çok erken bir saati olsa da şimdiden kalkmış olan öğrenciler oradaydı ve bir takım işlerle meşguldüler. Burada mümkün olduğu kadar erken bulunmak istiyordu ve saat şu an sabahın 7:30’uydu. Nereye gitmesi gerektiğini merak ederek hızlıca kağıda göz gezdirdi.

Sızlanarak omzunun üstünden Tama’ya bakıp önlerindeki spiral merdivenleri işaret etti. Kyoko, aslında taşındığından dört tane valizi vardı ve çok ağırdılar.

Tama’nın suratı asıldı. “Şaka yapıyor olmalısın.” En büyük valizin sapını, bu sefer tekerleklerin bu kez işe yaramayacağını bilerek bıraktı. “Bağıra bağıra ağlardım ama 12 yaşındayım.”

Kız kararlılıkla omuzlarını kaldırdı.

Arkalarından bir erkek sesi, “Siz Bayan Kyoko Hogo musunuz?” diye sorduğunda Kyoko irkildi.

Aniden dönerek, “Evet” dedi.

Çok yakışıklı bir adamla yüz yüze geldiğinde gözleri büyüdü. Korkutucu buz mavisi gözleri ve at kuyruğu şeklinde toplanmış uzun koyu renk saçları vardı. Korku dolu bir saygıyla bakarken, tuhaf bir rüzgarın yüzünü okşadığını hissetti. Yumuşak saçlarının uçları, bu rüzgarın çarptığı yüzünü gıdıkladı.

Adam ona çok çekici bir gülüş sunuyordu. Sonra onu şaşkınlığa düşürerek parmaklarını şıklattı ve iki adam hiç yoktan ortaya çıkarak çantalarını alıp onlarla beraber yukarı çıktılar. Onları izlerken Kyoko’nun gözleri büyüdü, ama bir şey diyemeden önce diğer adam ellerini kendisininkilerin içine aldı ve dudaklarına götürerek ona prenslere yakışır bir şekilde bir öpücük verdi.